Giriş yapmadınız.

1

28.05.2007, 16:51

Kardeş.. >Uhuvvet Risalesi<

Aziz, siddik kardeslerim,

Bu dünyada, hususan bu zamanda, hususan musibete düsenlere ve bilhassa Nur sakirtlerindeki dehsetli sikintilara ve me'yusiyetlere karsi en tesirli care, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve fedakar hakiki kardes gibi birbirinin gam ve hüzün ve sikintilarina merhem sürmek ve tam sefkatle kederli kalbini oksamaktir. Mabeynimizdeki hakiki ve uhrevi uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldirmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimad edip bel baglamisim ve sizin icin, degil yalniz istirahatimi ve haysiyetimi ve serefimi, belki sevincle ruhumu da feda etmeye karar verdigimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz. Hatta kasemle temin ederim ki, sekiz gündür Nurun iki rüknü zahiri birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hadisenin, bu sirada benim kalbime verdigi azap cihetiyle, "Eyvah, eyvah! el-aman, el-aman! Ya Erhamerrahimin, medet! Bizi muhafaza eyle. Bizi cin ve insi seytanlarin serrinden kurtar. Kardeslerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve sefkatla doldur." diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklim feryat edip agladilar.
Ey demir gibi sarsilmaz kardeslerim, bana yardim ediniz. Meselemiz cok naziktir. BEn sizlere cok güveniyorum ki, bütün vazifelerimi sahs-i manevinize birakmisim. Sizde bütün kuvvetinizle benim imdadima kosmaniz lazim geliyor. Gerci hadiseniz pek cüz'i ve gecici ve kücük idi. Fakat saatimizin zemberegine ve gözümün hadekasina gelen bir sac, bir zerrecik dahi incitir. Ve bu noktada ehemmiyetlidir ki, maddi üc patlak ve manevi üc müsahedeler tam tamina haber verdiler.


Said Nursi
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

2

28.05.2007, 21:24

Çok uygun zamanda yazmışsın kardeşim. Allah razı olsun.

Rabbim seni imandan ayırmasın. ınşaallah bu hızla bize Risale-i Nur dersi vermeye başlarsın.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

3

28.05.2007, 21:43

estagfrullah abim. Zaten sikintida olanlari düsünerek yazmistim :wink:

dua ile..
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

4

28.05.2007, 23:27

nurciv kardesim Allah c.c razi olsun senden ... :cry:
Ümitvar olunuz..

5

29.05.2007, 00:13

amin, ecmain ablacigim.. bu bölümü okudugumda bende cok etkilenmistim.. :cry:
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

6

29.05.2007, 14:47

Kardeşlerimden ricam Risale-i Nur ile ilgili biraz daha fazla yazı yazmaları. Ben yazmaktan çekiniyorum. Sizden umuyorum.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

7

29.05.2007, 15:22

Birinci Hakikat:

Bâb-ı Rubûbiyet ve saltanattır ki, ism-i Rabbin cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, şe’n-i Rubûbiyet ve saltanat-ı Ulûhiyet, bâhusus böyle bir kâinatı, kemâlâtını göstermek için gayet âlî gàyeler ve yüksek maksadlar ile icâd etsin, onun gàyât ve makàsıdına karşı, imân ve ubûdiyetle mukabele eden mü’minlere mükâfatı bulunmasın ve o makàsıdı red ve tahkir ile mukabele eden ehl-i dalâlete mücâzât etmesin?


ıkinci Hakikat:
Bâb-ı Kerem ve Rahmettir ki, Kerîm ve Rahîm isminin cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, gösterdiği âsâr ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabbi, kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şâyeste mücâzâtta bulunmasın?
]Evet, şu dünya gidişâtına bakılsa, görülüyor ki, en âciz, en zayıftan tut, (Hâşiye 1) tâ en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor; her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyâfetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir Kerem Eli, içinde işlediğini bedâheten gösteriyor.
Meselâ, bahar mevsiminde, Cennet hûrileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misâl libaslar ile giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaâtıyla süslendirip, hizmetkâr ederek, onların latîf elleri olan dallarıyla çeşit çeşit en tatlı, en musannâ meyveleri bize takdim etmek; hem, zehirli bir sineğin eliyle şifâlı en tatlı balı bize yedirmek; hem, en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek; hem, rahmetin büyük bir hazînesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak, ne kadar cemîl bir kerem, ne kadar latîf bir rahmet eseri olduğu bedâheten anlaşılır.
Hem, insan ve bâzı canavarlardan başka, güneş ve ay ve arzdan tut, tâ en küçük mahlûka kadar her şey kemâl-i dikkatle vazifesine çalışması, zerrece haddinden tecavüz etmemesi, bir azîm heybet tahtında umumi bir itaat bulunması, büyük bir Celâl ve ızzet Sahibinin emriyle hareket ettiklerini gösteriyor.
Hem, gerek nebâtî ve gerek hayvanî ve gerek insanî bütün vâlidelerin o rahîm şefkatleriyle (Hâşiye 2) ve süt gibi o latîf gıdâ ile o âciz ve zayıf yavruların terbiyesi, ne kadar geniş bir rahmetin cilvesi işlediği bedâheten anlaşılır.


Hâşiye 1
Rızk-ı helâl iktidar ile alınmadığına, belki iftikàra binâen verildiğine delil-i katî, iktidarsız yavruların hüsn-ü maîşeti ve muktedir canavarların dîyk-ı maîşeti, hem zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maîşetle vücudca zayıflığıdır. Demek, rızık iktidar ve ihtiyâr ile ma’kûsen mütenâsibdir; ne derece iktidar ve ihtiyârına güvense, o derece derd-i maîşete mübtelâ olur.

Hâşiye 2
Evet, aç bir arslan zayıf bir yavrusunu kendi nefsine tercih ederek, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna vermesi; hem, korkak tavuk, yavrusunu himâye için ite, aslana saldırması; hem, incir ağacı kendi çamur yiyerek yavrusu olan meyvelerine hâlis süt vermesi, bilbedâhe nihayetsiz Rahîm, Kerîm, şefîk bir Zâtın hesâbiyle hareket ettiklerini kör olmayana gösteriyorlar. Evet, nebâtât ve behimiyât gibi şuursuzların gayet derecede şuurkârâne ve hakîmâne işler görmesi, bizzarûre gösterir ki, gayet derecede Alîm ve Hakîm birisi vardır ki, onları işlettiriyor; onlar, Onun nâmiyle işliyorlar.

Sözler S.65
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

8

29.05.2007, 15:30

]Evet, şu dünya gidişâtına bakılsa, görülüyor ki, en âciz, en zayıftan tut, (Hâşiye 1) tâ en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor; her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyâfetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir Kerem Eli, içinde işlediğini bedâheten gösteriyor.

şuna çok ihtiyacım vardı. Allah razı olsun.

Rabbim amel etmeyi nasip etsin.

Devam inşaallah

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

9

30.05.2007, 01:24

Bismillahirrahmanirrahim


Adete herhangi bir canliya sorsaniz(nasil memnunmusunuz?)
Lisan-i hal ile cevaben derlerki:
yasatildigimiz yer benim ve emsalimin yasamasi icin insaa edilmistir ...
yedirildigimiz riziklara bakarsaniz benim ve emsalimin nemalanmasi icindir...
kusandirildigimiz techizat, alet ,edavetlara,giydirildigimiz libaslara bakarsaniz yapmakta oldugumuz is ve ameller icin verilmistir...
gibi bir cok cevaplari lisani halleri ile söylerler...

Bu kainati böyle insaa eden...Sonsuz ilim Kudret sahibi Allaha sonsuz sükürler olsunki:
bizlerede iman ile onu tanimak teslim olmak ile seriatina tabi olmak ve koydugu düzeni yaradilis gayemizi ve vazifelerimizi yapma yoluna girip o yolda yol almak ve ihsanlarin en büyükleri ile nimetlendirmesine sükranimiz olarak sonsuz sükürler etmek ubudiyet ile vazife yapmagi bizlere ihsan etmistir...

10

30.05.2007, 01:40



Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.
ışte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder ve der ki:
Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz ıkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.
Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki:
Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

11

30.05.2007, 18:24

Medar-ı ibret bir hikâye:
Bedevi aşiretlerinden Hasenan aşiretinin
birbirine düşman iki kabilesi varmış.
Birbirinden belki elli adamdan fazla öldürdükleri halde;
Sipkan veya Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit;
o iki düşman taife,
eski adâveti unutup omuz omuza verip,
o haricî aşireti def'edinceye kadar,
dâhilî adâveti hatırlarına getirmezlerdi.
ışte ey mü'minler!
Ehl-i îman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış
ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz?
Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır.
Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken;
onların hücumunu teshil etmek,
onların harîm-i ıslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik
ve adâvetkârane inad;
hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?
O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut,
tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar
birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan,
birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan,
belki yetmiş nevi düşmanlar var.
Bütün bunlara karşı
kuvvetli silâhın
ve siperin
ve kal'an:
Uhuvvet-i ıslâmiyedir.
Bu kal'a-i ıslâmiyeyi,

küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak;
ne kadar hilaf-ı vicdan
ve ne kadar hilaf-ı maslahat-ı ıslâmiye olduğunu bil, ayıl!..

Ey ehl-i iman!
Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz,
aklınızı başınıza alınız!
ıhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı
اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kal'a-i kudsiyesi içine giriniz;
tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza
ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken;
bir çocuk, ikisini de döğebilir.
Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa;
bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir;
birini yukarı, birini aşağı indirir.
ışte ey ehl-i iman!
ıhtiraslarınızdan
ve husumetkârane tarafgirliklerinizden
kuvvetiniz hiçe iner,
az bir kuvvetle ezilebilirsiniz.
Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa,اَلْمُؤْم&#1616 ;نُ لِلْمُؤْمِ&#160 6;ِ كَالْبُنْي&#161 4;انِ الْمَرْصُو&#158 9;ِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا düstur-u âliyeyi
düstur-u hayat yapınız,
sefalet-i dünyeviyeden
ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!..

12

30.05.2007, 18:39

Bismillahirrahmanirrahim

Alıntı sahibi ""resha_resha""

Medar-ı ibret bir hikâye:
Bedevi aşiretlerinden Hasenan aşiretinin
birbirine düşman iki kabilesi varmış.
Birbirinden belki elli adamdan fazla öldürdükleri halde;
Sipkan veya Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit;
o iki düşman taife,
eski adâveti unutup omuz omuza verip,
o haricî aşireti def'edinceye kadar,
dâhilî adâveti hatırlarına getirmezlerdi.
ışte ey mü'minler!
Ehl-i îman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış
ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz?
Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır.
Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken;
onların hücumunu teshil etmek,
onların harîm-i ıslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik
ve adâvetkârane inad;
hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?
O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut,
tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar
birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan,
birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan,
belki yetmiş nevi düşmanlar var.
Bütün bunlara karşı
kuvvetli silâhın
ve siperin
ve kal'an:
Uhuvvet-i ıslâmiyedir.
Bu kal'a-i ıslâmiyeyi,

küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak;
ne kadar hilaf-ı vicdan
ve ne kadar hilaf-ı maslahat-ı ıslâmiye olduğunu bil, ayıl!..

Ey ehl-i iman!
Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz,
aklınızı başınıza alınız!
ıhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı
اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kal'a-i kudsiyesi içine giriniz;
tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza
ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken;
bir çocuk, ikisini de döğebilir.
Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa;
bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir;
birini yukarı, birini aşağı indirir.
ışte ey ehl-i iman!
ıhtiraslarınızdan
ve husumetkârane tarafgirliklerinizden
kuvvetiniz hiçe iner,
az bir kuvvetle ezilebilirsiniz.
Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa,اَلْمُؤْم&#1616 ;نُ لِلْمُؤْمِ&#160 6;ِ كَالْبُنْي&#161 4;انِ الْمَرْصُو&#158 9;ِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا düstur-u âliyeyi
düstur-u hayat yapınız,
sefalet-i dünyeviyeden
ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!..


(22. mektup uhuvvet risalesi)

13

26.07.2007, 11:02

Birinci Vecih

Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.

Aynen öyle de, sen, bir hane-i Rabbâniye ve bir sefine-i ılâhiye olan bir mü'minin vücudunda, ımân ve ıslâmiyet ve komşuluk gibi, dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı mâsume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla o hane-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür.

ıkinci Vecih

Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki, adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. ıkisi, mânâ-yı hakikîsinde olarak beraber cem olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecazî olur, acımak suretine inkılâp eder. Evet, mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadisle, "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek." Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp, adâvet, hakikatiyle bir kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu ve temellük suretine girer.

Ey insafsız adam! şimdi bak ki, mü'min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen âdi, küçük taşları Kâbe'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan ımân ve Cebel-i Uhud azametinde olan ıslâmiyet gibi çok evsâf-ı ıslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği hâlde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı ımân ve ıslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.

Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.

Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i ılâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.

Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir.

Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir.

Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir.


Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın. :!:

22. mektup
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

14

26.07.2007, 12:33

Mabeynimizdeki hakiki ve uhrevi uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldirmaz

Gücenmek ve tarafgirlige neden olan sebebler neler olabilir?


sekiz gündür Nurun iki rüknü zahiri birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hadisenin, bu sirada benim kalbime verdigi azap cihetiyle,


Bu zamanda nurun rükünlerinin zahiri nazlanması nasıl olur?

sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var.

Acaba hep canileri görüyor olabilme ihtimalimiz çok mudur?

sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla

Bu ölçüyü ne kadar tutturuyoruz?


bütün vazifelerimi sahs-i manevinize birakmisim

şahs-i maneviyi ne bozar?

Zira malûmdur ki, adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar

ıkisi, mânâ-yı hakikîsinde olarak beraber cem olamazlar.

Mana-yı hakikisinde cem olamamak çok ince bir ölçü,lisan-ı halinden insanları hemen ayırdeden bir terazi

Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.

Bir mümin ne yaparsa tahakküm kurmuş olur,hangi üslub tahakkumunu ele verir

Adavetin mecazi olması şahane bir şey adavetlerimizin ne kadarı mecazi?

iki vahşi kabile olabilmeyi başarabiliyor muyuz?

15

03.08.2007, 21:49

Alıntı sahibi ""resha_resha""

Bismillahirrahmanirrahim


Adete herhangi bir canliya sorsaniz(nasil memnunmusunuz?)
Lisan-i hal ile cevaben derlerki:
yasatildigimiz yer benim ve emsalimin yasamasi icin insaa edilmistir ...
yedirildigimiz riziklara bakarsaniz benim ve emsalimin nemalanmasi icindir...
kusandirildigimiz techizat, alet ,edavetlara,giydirildigimiz libaslara bakarsaniz yapmakta oldugumuz is ve ameller icin verilmistir...
gibi bir cok cevaplari lisani halleri ile söylerler...

Bu kainati böyle insaa eden...Sonsuz ilim Kudret sahibi Allaha sonsuz sükürler olsunki:
bizlerede iman ile onu tanimak teslim olmak ile seriatina tabi olmak ve koydugu düzeni yaradilis gayemizi ve vazifelerimizi yapma yoluna girip o yolda yol almak ve ihsanlarin en büyükleri ile nimetlendirmesine sükranimiz olarak sonsuz sükürler etmek ubudiyet ile vazife yapmagi bizlere ihsan etmistir...


elhamdulillah elhamdulillah elhamdulillah
Ümitvar olunuz..

16

05.08.2007, 20:04

Rabbim razı olsun...

Rabbim imandan ayırmasın...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

17

05.08.2007, 20:26

Mü'minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan ıslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.

şu hakikatin gayet çok vücuhundan altı veçhini beyan ederiz.


1- Onun adıyla. Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.

2- "Mü'minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin." (Hucurat Sûresi: 49:10.)

3- "Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir." (Fussilet Sûresi: 41:34.)

4- "Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenler-Allah ise iyilik yapanları sever." (Âl-i ımrân Sûresi: 3:134.)

22.mektup
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir