Aleykümselam M.ali kardeşim;
bahsettiniğiniz mesele oldukça tartışmalı bir mesele.
tartışmanın kaynağı da Emirdağı Lahikasında geçen kısa bir makaledir.
Vasiyetnamemedir adlı makale şöyledir:
Aziz, sıddık kardeşlerim ve varislerim,
Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrukatım ve Risale-i Nur dan olan benim hususi kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım ve sair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikaların heyetine, başta Hüsrev ve Tahiri olarak o heyetten on iki kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki, emr-i Hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukatım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.
Kardeşlerim, bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zayıf olmakla beraber gizli münafıkların desiselerle müteaddit suikastları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı ılahi devam ediyor.
Kardeşiniz
Said Nursi
• • •
haşiye:Kardeşim Abdülmecid, Zübeyir, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Atıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih.
ışte haşiye bölümünde sayılan on iki kişi bazı Nur Talebesi kardeşler tarafından Risale-i nurların varisleri olarak tanımlanmakta. Bu noktada Nurların değişik yerlerinde başka isimler de olabilir. sizin sorduğunuz sual içinde geçen Ceylan ağabeyin ismi zaten burada geçmekte.
Yani sizin bahsettiğiniz husus doğru olabilir.
Peki bu veraset meselesinin aslı nedir?
gerçekten de bazı kardeşlerin anladığı gibi sadece bu ağabeyler Nurların varisi midir?Bu ağabeyler vefat ettiği zaman ne olacak? Acaba bu ağabeyler de mi varisler bırakacaklar? Neticede hakikat mesleği olan Risale-i Nur bir tarikat mesleğine mi dönüşecek?
ışte bu noktada bu veraset mesleğini kısa da olsa açıklamak gerekiyor.
Evet Üstadımız çok kereler zehirlenmesi vesilesi ile yukarıya aldığımız vasiyeti yazmış. Ama vasiyetin içinde geçen ifadelere baktığımız zaman bu veraset meselesinin umumi manada anlaşılandan çok farklı olduğu gözükür.
Zira Üstadın vasiyet ettiği şey doğrudan Risale-i Nur hizmeti değildir. Esas itibari ile hususi eşya ve emvalıdır.
Benim metrukatım ve Risale-i Nur dan olan benim hususi kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım ve sair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikaların heyetine, başta Hüsrev ve Tahiri olarak o heyetten on iki kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki, emr-i Hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukatım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.
Bakın burada Üstad hangi şeylere varis bırakıyor.
1-Metrukatı(yani vefat eden kişinin arkasında kalan eşyalar, giysiler vs gibi)...
2-Güzel ciltlenmiş kitapları...
3-Ve diğer eşyaları...(bir kaç hususi eşya)
işte Üstad bu vasiyetnamede hususi eşya ve kitaplarına varis bırakıyor.
yoksa "ben vefat ettikten sonra Risale-i Nur hizmetini bu talebelere bırakıyorum" demiyor. Ama ne yazık ki böyle bir yanlış anlama var.
Esas itibari ile sahibi Kuran olan bir davanının tüm ağırlığını 12 kişiye bırakmak Risale-i Nur gibi hedefi ve maksadı cihanşümül olan bir hizmete uygun gelmez. Bu ağabeyler bu ağırlığı taşıyamazlar.
peki bu varislik meselesinin aslı nedir?
veraset var mıdır, yok mudur?
Bu ve benzeri sorulara yine Risale-i Nurdan bir alıntı yaparak cevap verelim:
ikinci cihet, sırf Kur’ân-ı Hakîmin dellâlı olduğum cihetledir. Bu kapıdan girenleri ale’r-re’si ve’l-ayn kabul ediyorum. Onlar da üç tarzda olur: Ya dost olur, ya kardeş olur, ya talebe olur.
Dostun hassası ve şartı budur ki: Katiyen Sözlere ve envâr-ı Kur’âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın; kendine de istifadeye çalışsın.
Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözlerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri işlememektir.
Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.
26. mektup 10. meselede geçen bu ifadeler çok açık ve yoruma dahi gerek kalmayacak bir şekilde açıklıyor.
Bu söz ışığında bakıldığı zaman Risale-i Nurun hakiki varilserinin Nur talebeleri olduğu açıkça görülür. Zira Üstad talebeliği şartını "Sözlere(yani Nurlara) kendi malı ve telifi gibi sahip çıkmak" olarak tanımlıyor.
Madem her Talebe Nurlara ve Sözlere kendi malı gibi sahip çıkacak, öyleyse hakiki varis de o olacak demektir.
Demek ki Risale-i Nurun haki varisi benim, sensin, O, öteki velhasıl kendini bu hizmete adamış her kişidir.
Bu talebeler içinde tabi ki temeyyüz etmiş ve şahs-i manevi içinde ağabey durumuna gelmiş kişiler daha ön saflarda yer alacaktır. Zaten Üstadımız da O simi geçen 12 talebesini saff-ı evvel gördüğü için talebelik cihetiyle en önde olan o kişilere isim vererek iltifat etmiştir. Onlar da Nur talebesi olmak hasebiyle birer varistirler.
Netice olarak:
Nurun varisi Nur talebeleridir.
zannederim bu konu biraz aydınlandı.
saygılar...