Giriş yapmadınız.

1

25.01.2007, 21:14

Bediüzaman kürt politikası mı güdüyordu?

--------------------------------------------------------------------------- -----

1877 yılında Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde doğan ve 24 mart 1960 tarihinde ölen ve bidayette Saidi Kürdi diye anılan bir şahsın esas gayesi, Türklüğü tahrif ederek ayrı bir Kürt devleti kurmaktır. Nitekim yaşamı boyunca bu amacını gerçekleştirmek için etkinlik göstermiştir.

Doğduğu bölgeden ıstanbul'a gelen Said-i Kürdi, 31 Mart ayaklanmasına katılmış, Milli mücadele döneminde Kürt Teali Cemiyeti kurucuları arasında yer almıştır.

(kaynak Marmara Brifingi: Orgeneral turgut Sunalp, Korgeneral Abdurrahman Ergeç, Tümgeneral Recai Engin, Tümgeneral, Memduh Ünlütürk, Tümgeneral Fazıl Polat, Kur. Alb. Fikret Küpeli...) Bu zamandan 1950'ye kadar risaleleri yaymaya ve cemaatini büyütmeye devam etmiştir.

2

25.01.2007, 21:42

Kardeşim şu yazılanı oku.Hemen karar verme. Bu yazılan 1911 yılında bölücü diye söylediğin adam tarafından söylenmiş. (Bilmediğin kelimeyi seçip çift tıklarsan manası ortaya çıkar.)

Suâl: "şu hükûmet ve Türkler nasıl olsalar, biz rahat edemiyoruz, yükselemiyoruz. Başımızı kaldırıp onların üzerinden âleme temâşâ etmek ve ellerimizi onlarla beraber sâfi suya uzatmak, kendimizi de bir kavim olduğumuzu göstermek nâsıldır? Zîrâ hükûmet ve ıstanbul daha bulanıktır."
Cevap: Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı âmmenizin misâl-i mücessemi olan mebusân hâkimdir; hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır. Öyle ise kendinizden teşekkî ediniz; her kabahati hükûmet ve Türklere atmakla çok aldanırsınız.
Size bir misâl söyleyeyim:
Her tarafa şubeler salmış bir büyük çeşme başında bir tegayyürât olursa, her tarafa da sirâyet eder. Fakat yüz pınarın ortasında büyük bir havuz olursa, o havuz pınarlara bakar ve onlara tâbîdir. Faraza, o havuz tamamen tegayyür ederse veyahut Allah etmesin bozulursa da, çeşmelere tesir etmez-eğer pınar, pınar olursa.
ışte, bakınız: ıstibdâdın hükmünce, ıstanbul ve hükûmet belağbaşı idi; şikâyette hakkınız vardı. şimdi ise hakîkat îtibâriyle bilkuvve, ıstanbul göldür, hükûmet havuzdur, Türk zeynâbdır veya öyle olmak lâzımdır. Pınar bizlerdedir ve bizde olmak gerektir.
Ey Kürtler! Görüyorum ki, bizde pınar yoktur. Onun için, uzaktan gelen taaffün eden bir suyu içiyoruz. Eskisi gibi istibdâdı görüyoruz. Öyle ise, gayret ediniz, çalışınız; sebeb-i saadetimiz olan meşrûtiyeti takviye için, fikr-i milliyeti haffâr yapıp, mârifet ve fazîleti eline veriniz. şu yerlerde de bir küngân atınız; tâ bir kemâlât pınarı bizde de çıksın. Yoksa dâimâ dilenci olacaksınız, ya susuzluktan öleceksiniz. Hem de, dilencilik para etmez. ınsan dilenci olursa, nefsine olsun. Bence merhamet dilencileri ya haksız veya tenbeldirler. Eğer siz insan olsanız, hükûmet ve ıstanbul ve Türkler nasıl olsalar olsunlar, size fenalıkları dokunmaz, fakat iyilikleri gelir.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

3

25.01.2007, 21:44

Yine aynı adam demiş

Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu ıslâmlar içinde menfî bir surette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp onları yutsunlar.

Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeâmetli bir kuvvet var. Onun için, şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara �Fikr-i milliyeti bırakınız� denilmez. Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır:

Bir kısmı menfidir, şeâmetlidir, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebeptir. Onun içindir ki, hadis-i şerifte ferman etmiş: �El-ıslâmiyyetü cebbeti�l-asabiyyete�l-cahiliyyeh�1 ve Kur�ân da ferman etmiş: �Kâfirler, kalblerine cahiliyet taassubundan ibaret olan o gayreti yerleştirdiklerinde, Allah, Resûlünün ve mü�minlerin üzerine sükûnet ve emniyetini indirdi ve onlara takvâda ve sözlerine bağlılıkta sebat verdi. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir.� (Fetih Sûresi, 48:26.)

ışte şu hadis-i şerif, şu âyet-i kerime, kat�î bir sûrette menfî bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünkü müsbet ve mukaddes ıslâmiyet milliyeti ona ihtiyaç bırakmıyor.

Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon vardır? Ve o ıslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın?

Dipnot:

1- ıslâm, Cahiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği kaldırmıştır. (Bu ibare, ıslâmiyet öncesi câhiliye âdetlerine dönmekten men eden hadislerden iktibas edilmiştir.)
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

4

25.01.2007, 21:52

Selamun aleyküm.
Öncelikle verdiğiniz bilgilerden gerçekten bir şey anlayamıyorum.Bütün kelimelere tek tek bakmak çok zor oluyor..Said Nursi hakkında çok değişik şeyler okudum ve hiçde iyi şeylerin olmadığı bir çok yerde birçok yazılar var. Hatta bu yazıları yazanlardan bir kısmı da Dindar kişiler.Hangisine inanacağımı şaşırdım.
Bana bu konuda daha açık bir bilgi verebilirseniz sevineceğim.şimdiden teşekkürler.Saygılar.

5

25.01.2007, 22:03

Hem demiş

Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dahilîsinden ileri geliyor. Teâvüne, tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i ıslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.

şu müsbet fikr-i milliyet, ıslâmiyete hâdim olmalı, kale olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünkü ıslâmiyetin verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için, uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek, aynı kalenin taşlarını kalenin içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nevinden ahmakane bir cinayettir.

ışte, ey ehl-i Kurân olan şu vatanın evlâtları!(Türkler) Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kurân-ı Hakîmin bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup Kurânı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kurâna ve ıslâmiyete kal'a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def ettiniz. Tâ "Allah öyle bir topluluk getirecektir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler ve Allah yolunda cihad ederler" (Mâide Sûresi, 5:54.) âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. şimdi Avrupanın ve frenk-meşrep münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.

Câ-yı Dikkat Bir Hâl: Türk milleti anâsır-ı ıslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki, küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var. Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin ıslâmiyetle imtizaç etmiş; ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefâhirin ıslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

6

25.01.2007, 22:06

Bak kardeşim Said Nursinin bir talebesi ne demiş. Böyle ders almış bir adamın hocası yani Said Nursi kötü olabilir mi?

Düşmanımız, düşmanlıktır!

�Hoşgörü, itidal, sağduyu, farklılıklara saygı, dostlarımız bunlardır. Düşmanımız ise husumettir!� (Taha Akyol, Milliyet, 23.1.2007)

Karanlık güçlerin mebzul miktarda iç düşman ürettiği ülkemizde, Taha Akyol, dost ve düşmanlarımızı, ne kadar da güzel tespit etmiş.

Bediüzzaman daha asrın başında bu tespiti yapmıştı. Ne var ki, seksen küsûr senedir ülke idaresini yönlendiren zinde güçler, bu sese kulak tıkadılar. Temennimiz bundan sonrası için bu sese kulak verilmesidir.

Daha asrın başlarında, 1911 yılında şöyle diyordu Bediüzzaman:

Muhabbete en lâyık şey muhabbettir; ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adâvet, her şeyden ziyade nefrete ve adâvete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfattır. (...)

Husumet ve adâvetin vakti bitti. ıki harb-i umumî adâvetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. ıçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyleyse, düşmanlarımızın seyyiâtı tecavüz olmamak şartıyla adâvetinizi celb etmesin. Cehennem ve azab-ı ılâhî kâfidir onlara... (Hutbe-i şamiye, s. 57)

Bediüzzaman, "dost ve düşmanlık" duygularının nerede kullanılacağına dair en ileri noktalara işaret ediyordu aslında.

Sevgiye en lâyık şey sevgi; düşmanlığa en lâyık sıfat ise yine düşmanlık duygusunun kendisiydi.

Kendisinden en çok nefret edilecek, sakınılacak, çirkin ve muzır sıfattı husumet, düşmanlık...

Düşmanlık vaktinin bittiğini de söylüyordu o. Öyle ki "tecavüz olmamak" şartıyla başkalarının kötülükleri düşmanlığımızı celb etmemeliydi.

"Mü'minin ruhunda adâvet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevî kardeşliği vardır" diyen birisi olarak o, "insaniyet" ortak paydasındaki dostluk ve kardeşlik mânâlarına dikkat çekiyordu.

Bediüzzaman, "dünya barışının" esaslarını veriyordu aslında.

"Medenîlere galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değil� diyerek de, eski zamanların kılıcı yerine, şimdinin en etkili silahı olarak "iknayı nazara vermişti. Mücadele kaba kuvvetle değil, "sözün gücüyle" olmalıydı.

ınsanların birbirlerini öldürerek nefret tohumları ekmeleri yerine, fikri zeminde mücadele vermelerinin yollarını göstermişti o.

Öte yandan Bediüzzaman'ın kendine düşman bellediği diğer bir şey de "ihtilaftı. Bu ise "ittifakla" aşılırdı.

Ülke insanın, bilhassa şu sıralar en çok ihtiyacı olan da, bu mânâlar değil mi?
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

7

25.01.2007, 22:09

Özetle kardeşim. Üstad Türkleri çok sevmiş ve Kürtleri pınar olup Türklük havuzuna akmaya çağırmıştır. Aslanda ıslamın havuzu olarak Türkleri görmüş ve bütün dünya müslümanlarının kemalatlarını, güzelliklerini, bilgisin, gücünü Türklük havuzunda birleştirmesini istemiş.
böyle bir adama Kürdistan kurmak istemiştir diyen dünya barışı ,Türklük ve ıslamiyetin baş düşmanlarıdır. Yada böyle adamlar tarafından kandırlımış veya kafası karıştırlımış saf kardeşlerimizdir.
Üstadın tek derdi. ımandı.Siyasetten ve şeytandan Allah'a sığınırım demiş ve uğraşmamıştır. Siyasetle uğraşmayan adamın kürdistanla iş ne. Ayrıca 27 sene sürgünde kalmış bir adam göz önünde Kürdistan hayallari dahi kursa bilinir ve asılırdı. Kaldi ki bu yüzden mahkemeye çıkıp berat etmiştir.

Sormak istediğin varsa çekinme kardeşim.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

8

25.01.2007, 22:30

Kardeşim üstadın yetiştirdiği talebelere bak,şu insanları bi incele,gör

Bu insanlar bölücülük,ırkçılık yapabilirler mi..

Baksak görsek insanları canlı örnek hepsi ufacık birşeyde bile hakkı düşünen şu insanlar,insanlık için bu kadar uğraşan bir insanlar (ki bu düsturları Kurandan,efendimiz asm den,enbiyalardan,evliyalardan,üstadımız Bediüzzamandan.. alıyorlar)

Hepsi bir silsile..Kuran ne yoldaysa var düşün hepsi aynı yolda biiznilllah.

Selametle
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

9

25.01.2007, 22:33

Eyvallah kardeş bilgilerin için Allah razı olsun.ılerde kafama takılan bir şey olursa ilerde sorabilirim dimi?.Tekrarda teşekkürler.Saygılar.

10

26.01.2007, 02:35



"Kürt Teâli" iftirası

Müfteri iftiraya doymaz.

Siz bir dizi iftirasını çürütün, o­na en sağlam, en keskin delillerle cevap verin, o kısa sürede ortaya yeni bir iftira daha atar.

Çünkü, müfteri iftira üretmekte hiç sıkıntı çekmez. Malzemesi boldur o­nun.

Son birkaç senedir, müfterilerin ürettiği yeni bir iftira var: Güyâ, Bediüzzaman Said Nursî 1917–1918 yıllarında kurulan Kürt Teali Cemiyetinin aktif bir üyesi imiş.

Bu katmerli iftiranın başını çeken, Selçuk Üniversitesinde öğretim görevlisi olan bir avuç "Kemalist Türkçü" akademisyendir.

Bunlar, 1998'de kitap çıkardılar. Atatürk ılkeleri ve ınkılâp Tarihi isimli bu kitapta, Bediüzzaman Hazretlerine açıktan açığa iftira ettiler. o­nu Kürt (Kürdistan) Teali Cemiyetinin kurucusu üyesi diye ilân ettiler.

şimdi, aynı yalan ve iftirayı kurdukları internet sitesinde devam ettiriyorlar.

Biz, 1999 yılı Temmuz'unda bu akademisyen gruba gereken cevapları verdik. Attıkları iftirayı madde madde çürüterek yanlışlarını yüzlerine vurduk.

Ayrıca, bu konuyu istedikleri platformda tartışmak üzere kendilerine meydan okuduk.

Hazırladığımız yazı dizisi tam o­n gün sürdü.

Bunlar ise, cesaret gösterip karşımıza çıkmadılar. Bize cevap verme ve yalanlarını savunma cihetine de gitmediler. Dönüp dolaşarak, sanal âlemde sallama kolaylığını tercih ettiler.

Söz konusu yazılar gazetemizin arşivinde duruyor. ısteyenlere, yahut ilgi duyanlara bunların bir nüshasını gönderebiliriz.

Yine de, bu vesileyle birkaç noktayı nazara vermek icap ediyor.

* Kürt Teali, ıngilizlerin desteğiyle kurulan ve faaliyet gösteren siyasî, ideolojik ve ayrılıkçı bir cemiyettir. Üstad Bediüzzaman ise, hayatı boyunca bu tür teşekküllere müsbet değil, daima menfi bakmış ve o­nlardan uzak durmuştur. Nitekim, eserlerinde de aynı tavrı takınmış, zararlı cemiyetlere hiçbir surette iltifat etmemiştir. Hatta, esarette iken bu cemiyetlerle teması olan bir talebesi (Müküslü Hamza Efendi) için de "Eyvah! Ne kadar bozulmuşsun" diyerek, bir hafta uğraşıp o­nu "eski hamiyetine" döndürmüş.

* Üstad Bediüzzaman'ın Kürt Teali Cemiyeti kurucusu gösterenler, belgelerde yüzde yüz tahrifat yaparak bir yalanı yutturmaya kalkışmışlardır. Bu tahrifatın detaylı bilgisi, söz konusu dizi yazımızda mevcuttur.

* Üstad Bediüzzaman'ı o cemiyetin kurucusu gösterenler, bu harp gazisi hamiyetli zâtın o tarihte (6 Kasım 1917) Rusya'da esarette olduğundan bile bihaberdirler. Bundan dolayı da, gerçekleri bilenlerin nazarında madara ve maskara olmuşlardır. (Bkz: Age, s. 144)

* Said Nursî, iki buçuk yıllık esaretten kurtulduktan sonra, 1918 yılı ortalarında (Haziran–Temmuz) ancak ıstanbul'a vasıl olabilmiş ve zihnen, bedenen, ruhen yıprandığını söyleyerek, uzun süre sosyal hayattan uzak durmuş, Eyüpsultan Kabristanı ve Yuşa Tepesi gibi sakin yerlere gitmiş, buralarda yalnızlık içinde istirahate çekilmiştir. Öyle ki, aradan aylar geçtikten sonra kendisini tanıyanlar o­na şu suâli yöneltmişlerdir: "Neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?" (Bkz: Sünûhât, s. 64)

Esaretten sonra siyasete hiç karışmayan, şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçarak Allah'a sığındığını söyleyen Üstad Bediüzzaman gibi bir şahsiyet, nasıl olur da "Kürt Teali" gibi ayrılıkçı siyaset fışkırtan bir cemiyete dahil olur. Hiç mümkün mü? Bizler de bu gibi müfterilerin iftirasından Allah'a sığınırız.

* Bir zamanlar, yine bir iftira furyası başlatılarak Bediüzzaman Hazretlerinin "zararlı cemiyetler"le irtibatlı olduğu yalanı uyduruldu. Öyle ki, bu konu Meclis'in gündemine dahi taşındı. Konunun muhatabı olan dönemin Adalet Bakanı Fuat Sirmen, çıkıp Said Nursî'nin geçmişte zararlı hiçbir cemiyetle ilişkisi olmadığını resmen ilân etmek durumunda kaldı. (1950 öncesi iki kez Adalet Bakanlığı yapan Sirmen hakkında "komünistlik" iddiasında bulunanlar dahi olmuştur. ışte, bu derece menfi birisi bile, Said Nursî'nin zararlı cemiyetle bağlantısı olmadığını açıklamak zorunda kalmış.)

* Üstad Bediüzzaman'ı zararlı cemiyetler içinde gösterenler, akademisyen de olsalar, eğer müfteri değilse hiç tereddütsüz cahildir. Yıllar önce ortaya attığımız bu iddiayı bugün de aynen tekrarlıyor ve aykırı düşünmeye devam edenleri bir kez daha fikir meydanına dâvet ettiğimizi hatırlatarak yazımızı noktalıyoruz.


M. Lâtif Salihoğlu
latif@yeniasya.com.tr

Kaynak: http://www.saidnursi.de/tr/detay.php?index_id=377
"We are the Warriors of Love, We Have no Time For Enmity"

11

26.01.2007, 12:40

Alıntı sahibi ""Ceka""

Özetle kardeşim. Üstad Türkleri çok sevmiş ve Kürtleri pınar olup Türklük havuzuna akmaya çağırmıştı
bu ifadesini said nursi'nin hangi risalesinde okudunuz yanlış anlamayın merak ettim sadece

12

26.01.2007, 13:23

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=4753&a=p%FDnar

Linki tıkla ve oku kardeşim.

Münazarat Adlı kitaptan. bu kitap Said Nursinin Kürt aşiretlerine verdiği dersleri konu alıyor
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

13

26.01.2007, 13:55

bizzat bu sözleri söylediğine dair yazılı bir kaynak var mıdır?
eğer bu sözlerin bizzat kendisi tarafından söylendiğini iddia ediyorsanız ve bir kişinin hatıralarına vs. dayandırıyorsanız bu kez de yazdıkları arasında onca siyasi "ümmetçi" kavram varken bu "milliyetçi" sözleri neden kitaplarına yazmadığını açıklamanızı rica edeceğim.

14

26.01.2007, 14:18

verdiğiniz linkte aynısı geçmediği gibi, sadece "pınar" kelimesi geçen birkaç yer görüyorum.
üstadınız bu sayfada meşrutiyeti desteklemeleri için "kürt"lere hitap ediyor.
yukarıda alıntıladığım kısımla verdiğiniz linkteki sayfa arasında nasıl bir bağlantı kurduğunuzu izah eder misiniz?

verdiğiniz linkte açılan sayfada yazanlar:

Size bir misâl söyleyeyim:
Her tarafa şubeler salmış bir büyük çeşme başında bir tegayyürât olursa, her tarafa da sirâyet eder. Fakat yüz pınarın ortasında büyük bir havuz olursa, o havuz pınarlara bakar ve onlara tâbîdir. Faraza, o havuz tamamen tegayyür ederse veyahut Allah etmesin bozulursa da, çeşmelere tesir etmez-eğer pınar, pınar olursa.
ışte, bakınız: ıstibdâdın hükmünce, ıstanbul ve hükûmet belağbaşı idi; şikâyette hakkınız vardı. şimdi ise hakîkat îtibâriyle bilkuvve, ıstanbul göldür, hükûmet havuzdur, Türk zeynâbdır veya öyle olmak lâzımdır. Pınar bizlerdedir ve bizde olmak gerektir.
Ey Kürtler! Görüyorum ki, bizde pınar yoktur. Onun için, uzaktan gelen taaffün eden bir suyu içiyoruz. Eskisi gibi istibdâdı görüyoruz. Öyle ise, gayret ediniz, çalışınız; sebeb-i saadetimiz olan meşrûtiyeti takviye için, fikr-i milliyeti haffâr yapıp, mârifet ve fazîleti eline veriniz. şu yerlerde de bir küngân atınız; tâ bir kemâlât pınarı bizde de çıksın. Yoksa dâimâ dilenci olacaksınız, ya susuzluktan öleceksiniz. (yanessar'ın notu: o yıllarda halihazırda kürtlerin kime dilenci oldukları konusunda da yorumlarınızı bekliyorum) Hem de, dilencilik para etmez. ınsan dilenci olursa, nefsine olsun. Bence merhamet dilencileri ya haksız veya.....

15

26.01.2007, 15:22

Size bir misâl söyleyeyim:
Her tarafa şubeler salmış bir büyük çeşme başında bir tegayyürât(değişimler) olursa, her tarafa da sirâyet(bulaşır) eder. Fakat yüz pınarın ortasında büyük bir havuz olursa, o havuz pınarlara bakar ve onlara tâbîdir. Faraza, o havuz tamamen tegayyür(değişirse) ederse veyahut Allah etmesin bozulursa da, çeşmelere tesir etmez-eğer pınar, pınar olursa.
ışte, bakınız: ıstibdâdın(baskı ve zulüm) hükmünce, ıstanbul ve hükûmet belağbaşı(kaynak,pınar) idi; şikâyette hakkınız vardı. şimdi ise hakîkat îtibâriyle bilkuvve(potasiyel olarak), ıstanbul göldür, hükûmet havuzdur, Türk zeynâbdır(havuz) veya öyle olmak lâzımdır. Pınar bizlerdedir ve bizde olmak gerektir.
Ey Kürtler! Görüyorum ki, bizde pınar yoktur. Onun için, uzaktan gelen taaffün(kokuşmuş) eden bir suyu içiyoruz. Eskisi gibi istibdâdı(baskı) görüyoruz. Öyle ise, gayret ediniz, çalışınız; sebeb-i saadetimiz(mutluluk sebebi) olan meşrûtiyeti takviye için, fikr-i milliyeti(milliyet fikri) haffâr (su bulmak için kazan, kazıcı)yapıp, mârifet ve fazîleti eline veriniz. şu yerlerde de bir küngân(künk, su borusu) atınız; tâ bir kemâlât(olgunluk, mükemmellik) pınarı bizde de çıksın. Yoksa dâimâ dilenci olacaksınız, ya susuzluktan öleceksiniz.


Parantez içinde manaları yazdım. Bir kez daha oku.Apaçık diyor ki Türkler zeynab yani havuzdur. Kürtlere ise bilginizi gücünüzü o havuza akıtınız diyor. Bunu manası birlik ve beraberliktir. Kürdistan kurmak isteyen biri böyle der mi?
Kürtlerde pınar olmadığını. Uzaktan gelen kokuşmuş suyu içtiklerini. Ancak milliyetlerindeki bilgi ve fazilete ulaşmaya gayret etmeleri gerektiğini söylüyor. Hem aynı linkin devamında şöyle bir ifade var. "Hem de, dilencilik para etmez. ınsan dilenci olursa, nefsine olsun. Bence merhamet dilencileri ya haksız veya tenbeldirler. Eğer siz insan olsanız, hükûmet ve ıstanbul ve Türkler nasıl olsalar olsunlar, size fenalıkları dokunmaz, fakat iyilikleri gelir."

Hem şunu da söylemek istiyorum. Said Nursinin 6000 kusur sayfalık eserinin hiç bir yerinde Kürdistan hayali yoktur. ıma ,işaret yada apaçık bir ifade yoktur.
Hem dost düşman Said Nursinin deha olduğunu ve yüksek bir ahlaka sahip olduğunu kabul etmiş. Faraza Said Nursi Kürdistan hayali olsa idi yaklaşık 40-50 senede oluşturdu Risale-i Nur külliyatına aksetmesi gerekirdi

Tavuk, tavus kuşu taklidi yapsa eninde sonuda bir açık verir hilesi anlaşılır. Yıldız böceği uzun süre yıldız taklidi yapabilir mi?
Aynen öyle 50 sene boyunca bütün dikkatli gözlerin, meraklı dehaların , onun tek bir açığını yakalayıp idam etmek istiyenlerin gözü onu üzerinde olsunda 50 sene boyunca tevuk iken tavus kuşşu taklidini belli etmeden yapsın, yada yıldız böceği iken 50 sene yıldız gibi gözüksün. Hiç mümün mü? Hiç mükün mü ki 50 sene boyunca Kürdistan devleti niyeti olsunda belli etmesin. Mümkün mü ki 50 senenin 27 senesi sürgünde ve göz önünde geçsinde Kürdistan hayali için bir ipucu vermesin.

ışte eserleri. Biz o eserleri okuyunca Türkleri daha çok sevdik. Onlar havuz oldu, biz onların havuzunu doldurmaya yardım eden pınar.
Evet Türkler eğer şövenist milliyetçiliğe yaklaşırsa onlara pınar olmak isteyen birbuçuk milyar müslüman ve altı milyar insanı hayal kırıklığına uğratacaktır.
Onlar ıslam milliyetçiliğinden çıkıp şövenist milliyetçilerin tuzağına düşse onlardan hiç bir şey olmaz. Zira süt bozulsa bir işe yarayabilir. Ancak yağ bozulsa zehirler. ışte Türkler yağdır. Bozulsa milliyetçi olsa hiç bir işe yaramaz.
ışte Said Nursiyi bu yüzden sevmiyorlar. Çünkü, Türklerin havuz olmasını istemiyorlar.
Yanlış anlama milliyetçilik iki türlüdür. şövenist millyetçilik haramdır. ıslam yadım eden Türk milliyetçileri ise dostumuz kardeşimizdir.
Evet Said Nursinin Kürdistan hayali yoktu

Sana daha detaylı bilgiler vermek isterdim .Ancak vaktim müsait değil.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

fatih112

Stajyer

  • "fatih112" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 62

Konum: SıVAS

Meslek: SERBSET

  • Özel mesaj gönder

16

05.02.2007, 08:58

Re: Bediüzaman kürt politikası mı güdüyordu?

Alıntı sahibi ""hasan46""

Doğduğu bölgeden ıstanbul'a gelen Said-i Kürdi, 31 Mart ayaklanmasına katılmış, Milli mücadele döneminde Kürt Teali Cemiyeti kurucuları arasında yer almıştır.


"Adamlar ve silahlar hazır; emrini bekliyoruz" diyordu. Niçin? "Mustafa Kemal ile savaşmak için!" Bediüzzaman köpürmüştü: "Asker vatanın evladıdır. Senin benim akrabamdır. Müslüman Müslüman'a silah çeker mi?" Kör Hüseyin Paşa fena halde bozulmuştu. "ıtibarımı beş para ettin" diye söyleniyordu. Said Nursi geri adım atmıyordu: "Kullar arasında beş para ol. Allah katında makbul ol." Ayaklanmaya hazırlanan Kürt gruplar Said Nursi'nin manevi gücünü arkalarına almak istiyordu. Derken şeyh Said'den bir mektup geldi. Özetle "ısyanımızda bize yardım edin" diyordu. Said Nursi yine bir mektupla ona cevap verdi: "Türk milleti asırlardan beri ıslam'ın bayraktarlığını yapmıştır. Bu yolda çok şehit vermiştir. Böyle bir milletin torununa kılıç çekilmez. Biz Müslümanız. Türk-Kürt birdir, kardeştir. Bizim asıl büyük düşmanımız cehalettir. Teşebbüsünüz bir işe yaramaz. Olan masum insanlara olur." Tabii şeyh Said, adaşına kulak asmadı. Dini temalarla, Ağlasun Çeltikçi ıstanbul Isparta Ankara Yakaören temalarla, Kürtçülük temalarının iç içe geçtiği ayaklanma 13 şubat 1925'te başladı. Asiler Elazığ kentini ele geçirdi. Ardından Diyarbakır'a doğru indiler. Ankara hükümeti olayın 'yerel' olduğunu düşünüyordu. Ancak isyan yayıldı. Bunun üzerine Fethi Okyar başbakanlıktan gitti, yerine ısmet ınönü geldi. Takrir- i SükKanunu devreye girdi. Devlet bir yandan bütün

gücüyle şeyh Said'in üstüne giderken, diğer yandan ülkenin diğer bölgelerindeki, özellikle de ıstanbul'daki muhalefeti susturdu. Sonuçta şeyh Said yakalandı ve idam edildi.
Vatan Sevigisi ımandandır.

fatih112

Stajyer

  • "fatih112" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 62

Konum: SıVAS

Meslek: SERBSET

  • Özel mesaj gönder

17

05.02.2007, 09:06

Birlik ve Beraberlik

Günümüz ıslam dünyasının durumunu değerlendirdiğimizde dikkatimizi çeken ilk şeyin, Müslümanlar arasında ki parçalanmışlık ve düşmanlığıdır. Kimi ıslam ülkeleri, milletleri, cemaatleri ve cemiyetleri arasında derin anlaşmazlık ve ihtilaflar vardır.

Müslüman ülkelerin bazılarında çoğunlukla etnik ve siyasi sorunlar nedeniyle iç savaş ve çatışmalar yaşanmaktadır. Maalesef bu ayrılık ve çatışmalardan da en fazla istifade edenler, ıslam düşmanlarıdır. Yani Müslümanları vurmaya çalışanlar, bir Müslüman gurubu kendine alet edip, diğer Müslüman gurubu onunla ezmeye çalıştıklarına, sonrada kullandığı o aleti de kırdıklarına tarih şahittir.

Bu konuda asrımız alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi, Osmanlıyı asıl yıkanın düşmanın kuvvetinin değil, bizzat yavruları ve kardeşleri hükmündeki Müslümanların olduğunu şöyle ifade etmektedir:

“ışte Hind, düşman zannederek halbuki pederini öldürmüş ayak ucunda oturmuş bağırıyor. ışte Kafkas ve Türkistan, öldürülmesine yardım ettiği şahıs biçare valideleri olduğunu “ ba'de harabil Basra” ( iş işten geçtikten sonra ) anlıyor, baş ucunda ağlıyor. ışte Afrika, kahraman kardeşini bilmeyerek öldürdü, şimdi vaveyla ( ağıt ) ediyor. ışte Arap, kardeşini tanımayarak öldürdü, şimdi hayretinden ağlamayı da bilmiyor.”( Sünuhat)

Evet ıngilizler Hintli Müslümanları kullanarak Osmanlıyı vurdular, ama Hindistan'ı da kırdılar. Ruslar Kafkaslı kardeşlerimizi aleyhte kullandılar ama onları da ezdiler. ıtalyan ve Fransızlar Kuzey Afrika'yı bizden ayırdılar, ama onlar oradan ayrılmadılar. Arapları alet ettiler, ama Arapların her yönden rahat etmedikleri ortada. ışte Filistin, işte Irak, işte Suriye...

Diğer yandan ıslam dünyasının dört bir yanında birbirinden farklı dini yorumlar, görüşler ve modeller hakimdir. Bu yorum, görüş ve modellerin birbirinden farklı oluşu, Müslümanların birbirine düşman olmasına değil, aksine birbirlerine yardım etmelerine vesile olması gerekir. Nasıl ki, vücut azalarının birbirinden farklı olması, ruhun ihtiyacını karşılamaktadır. Bir uzvun olmaması veya sakat olması tüm vücudun hareketini sınırlandırmaktadır. Aynı şekilde “ Milliyetimiz bir vücuddur, ruhu ıslamiyet aklı iman ve kur'andır” ( münazarat ) hakikatinden hareketle ruhumuz hükmündeki ıslamiyet'e, her millet ve cemaat bir uzuv gibi hizmet etmekte ve bir vazifeyi icra etmektedir. O millet ve cemaatin olmaması veya sakat olması durumunda, herkesin zarar göreceği muhakkaktır.

ıttihâd-ı ıslâmın, yani ıslam birliğinin varlığı ve devamı için:
1- ıslâm milliyetini ümmetçiliği - esas alıp, ırkçılık fikrini bırakmak;
Böylece her millet kendi nüfusu ve gücü kadar değil, ıslam dinine mensup olan fertler ve milletler kadar güç ve kuvvet kazanacaktır. ışte o zaman dünyaya hakiki adaleti yerleştirebilecek ve gücün nerede kullanılması gerektiğini gösterebilecektir. Yoksa “Ne hayatımızı muhafaza ve ne de hukukumuzu müdafaa edebiliriz.” ( Mektubat )

2- ıslâm dünyasındaki dini cemaatler, tarikatlar ve mezhepler gayede ve dinin esaslarında ittifak edip teferruat meseleleri münakaşa etmemek;
Çünkü, ıslam toplumu; büyük bîr ordu gibidir, bu orduda da her türlü kısımlar ve guruplar mevcuttur. Fakat bu kısımların ve gurupların ayrılığı sadece isim olarak vardır. Yani Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri v.s. gibi isim almaktadırlar. Ama bunların binler tarzda ve şekillerde birlikleri var. Devletleri bir, vatanları bir, bayrakları bir, orduları birdir.
Aynı şekilde Müslüman milletlerin ve cemaatlerin sadece isimleri farklıdır. Ama Halıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, bir, bir, bir, bir., binler kadar bir, bir... ışte bu kadar bir, birler; kardeşliği, sevgiyi ve birliği gerektirir. Yoksa “Müslümanları birbirine bağlayan manevi rabıtaları bilmemek” ( Hutbe-i şamiye ), bir Müslüman için en büyük bir talihsizlik ve felakettir.

3- ıslâm devletleri arasında, meşvereti yaygınlaştırmak;
Meşveret etmek manevî bir cihattır. Meşveret, tıptaki koruyucu hekimliği andırıyor. Hastalığın vuku bulmaması için gerekli tedbirleri almak en büyük tedavidir. Bunda başarılı olmadığımız zaman diğer tedavi yollarına ve en sonunda da ameliyata sıra gelir. Her ne kadar koruyucu hekimlik uzun zaman ve büyük sabır istese de ameliyattan kurtulmak gibi büyük bir faydayı temin ettiği için bu zor yola severek girmek gerek.

Bu maddeler, Müslümanların birlik ve beraberliği için ehemmiyet arz eden sebeplerden sadece üç tanesidir.

Müslümanların bu dinî kardeşliğinden gelen ve birbirlerine tesanüt etmekten hâsıl olan bu muazzam kuvvetle, dinimiz, milletimiz, vatanımız her türlü tehlike ve düşmanlardan muhafaza edilir ve toplumsal barışa vesile olur.
Bunun içindir ki, bu maddî ve mânevi kuvvetin karşısında dayanamayacağını çok iyi bilen din düşmanları, bu kuvvetin dağılıp parçalanması için her çeşit hîle ve plânlarla Âlem-i ıslâm'ın birlik ve beraberliğini bozmağa çalışmaktadırlar.

ışte bu bozguncuların aldatmalarına karşı uyanık olmağa ve dinimizin çok ehemmiyetle emrettiği ıslâm kardeşliğinin mâna ve ehemmiyetini bilmeğe ve icaplarını yapmağa gayret göstermek gerektir. Bu konuda tüm ıslam milletleri, devletleri ve özellikle Türk ve Araplara büyük işler düşmektedir. Çünkü ıslam ordusunun iki mühim kanadını, bu iki hakiki kardeş ve bahadır millet oluşturmaktadır.

Bu konuda Bediüzzaman Said Nursi şam'da verdiği meşhur hutbede; "Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise Îslâmiyet'tir. Ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o ıslâmiyet milliyetinin kalesi hükmünde Araplar ve Türkler hakiki iki kardeş olarak, o kudsi kalenin nöbetçileridirler.ışte, bu kudsî ıslam milliyetinin manevi bağlarıyla, umum Müslümanlar bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin fertleri gibi ıslâm milletleri de, birbirine manevi bağlar ile irtibat ve alâka kurarlar. Birbirlerine manen (lüzum olsa maddeten) yardım eder. Güya bütün ıslâm milletleri bir nurani zincir ile birbirine bağlıdır."

Aşağıdaki ayet, Müslümanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma olmaması halinde büyük fesatların meydana geleceğini haber vermektedir.

“Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar.” (Enfal suresi,73)

Bu ayetin ne kadar doğru olduğunu, dünyadaki kaos ve zulüm ateşine, hakkın değil kuvvetin esas olduğuna bakarak anlamak mümkündür.

ıslam alemi hangi sıkıntıyla sancı çekiyorsa, vatanımız da aynı hastalıkla muzdariptir. Burada da birlik ve beraberliğimizi bozacak tarzdaki çalışmalar bütün şiddetiyle devam etmektedir.

Bu vatan hepimizin ve hepimiz bir vücut gibiyiz. Beğenmediğimiz ve hasta olan organlarımız da bizim. Bunları bünyemizden söküp atamayız.

Hastahanelerde, sıra sıra dizilmiş kalabalıklar bize bu dersi vermiyorlar mı? Bunların her birisi vücudunun bir yerinden, bir organından rahatsız değiller mi? Ama niçin tedaviye koşuyorlar? O hasta uzvu iyileştirmek için değil mi? Biz de hastalara değil hastalıklara düşman olsak ve sosyal bünyemizin sıhhate kavuşması için elimizden gelen bütün gayreti göstersek, erişemediğimiz ve güç yetiremediğimiz sahalarda Rabbimizin lütuflarına erecek, yardımını göreceğiz.
Ama biz hastaları daha da hasta edecek bir yola koyulmuşsak ve bunu da sıhhat adına yaptığımızı zannediyorsak, yanıldığımızı anlayıncaya kadar çok kan kaybedecek ve kuvvetimiz her geçen gün biraz daha azalacak.

Bunun ise, daha önce de belirttiğimiz gibi sadece ve sadece düşmanlarımızın işine yarayacağında şüphe yok. “Zararın neresinden dönülse kârdır” derler. Geliniz, kendimizle kavgayı bırakalım. Birbirimizi tedaviye gönül verelim.Zira, âlemlere rahmet olarak gönderilen iki cihanın şanı yüce efendisi Peygamberimiz (sav), bir hadis-i şeriflerinde: "Müminler bir binanın taşları gibidirler. Birbirlerini yıkılmaktan muhafaza ederler," buyurarak müminler arasındaki muhabbet ve kardeşliğin önemini en veciz bir şekilde ifade etmiştir.

Dr. Burhan SABAZ
Vatan Sevigisi ımandandır.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir