Giriş yapmadınız.

1

01.11.2006, 19:15

Risale-i Nur Kuran'ın tam ve hakiki bir tefsiri old. ispatı

Risale-i Nur'da iman hakikatları aklî ve mantıkî delilleriyle ispat edilmiş, kim okusa bunu görebilir, peki Risale-i Nur'un Kuran'ın tam ve hakiki bir manevi tefsiri olduğunun aklî ispatı nedir?Eminim ki müdakkik nur kardeşlerim bunun çok delillerini burada bizimle paylaşacaktır, ben acizane biraz Risale-i Nur'dan bu mevzuyu araştırdım: yalnız sizlerin bu konuda neler söyleyeceğinizi çok merak ediyorum.

2

01.11.2006, 19:19

hemde gayet güzel estetik bir sırayla

Allah razı olsun üstaddan
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

3

01.11.2006, 19:28

"Risale-i Nur, Kur'ân'ın çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir" tekrarla dediğimizden, bazı dikkatsizler tam mânâsını bilmediğinden bir hakikati beyan etmeye bir ihtar aldım.

O hakikat şudur:

Tefsir iki kısımdır:

Birisi, malum tefsirlerdir ki, Kur'ân'ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyan ve izah ve ispat ederler.

ıkinci kısım tefsir ise, Kur'ân'ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın pekçok ehemmiyeti var. Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazen mücmel bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid filozofları susturan bir mânevî tefsirdir.

şualar | On Dördüncü şuâ | 442

tüm cevaplar nurlarda..

muhabbetle..

4

01.11.2006, 19:41

Risale-i nurun kuranın nuru olduğuna dair şunu söyleyebilirim: Kuranı kerim okurken usanmazmış ya insan okudukça okuyası gelirmiş nurlarda kuranın nuru ki risale okuyuncada usanmıyor insan okudukça okuyası geliyor..

vesselam :wink:

5

01.11.2006, 19:48

Allah râzı olsun Nuraşığı, burayı önceden birkaç kez okumuştuk yalnız sizin ihlâsınızdan mı artık forumda okuyunca daha bir farklı gördüm sanki. Ancak şunu da ekleyeyim o zaman: Mesela Mesnevi-i Nuriye'deki bahisler olsun, Lahikalardaki mektuplar olsun bunların doğrudan doğruya Kuran'dan geldiğinin ispatı nedir peki?Mesela birinci söz'ün bismillah hakikatının tefsiri olduğu gayet açık anlaşılıyor ve tam insanı tatmin ediyor. Peki mektubattan birinci mektup ya da mesnevideki i'lemler ya da bütün Risale-i Nur diyeyim.Bunların manasının Kurandan alındığı nasıl bilinir.Biz biraz araştırdık ve bazı deliller topladık yalnız kardeşlerimin cevaplarını bekliyorum, ben de Allah'ın izniyle bazı topladığım delilleri paylaşabilirim ileride yalnız Risale-i Nur'u daha çok okumam gerektiğini düşünüyorum.(Aynı zamanda çok okumamız gerektiğini)

6

01.11.2006, 19:51

Alıntı sahibi ""nuraşığı""

Risale-i nurun kuranın nuru olduğuna dair şunu söyleyebilirim: Kuranı kerim okurken usanmazmış ya insan okudukça okuyası gelirmiş nurlarda kuranın nuru ki risale okuyuncada usanmıyor insan okudukça okuyası geliyor..

vesselam :wink:

Evet bu da bir tanesi olabilir, gerçekten Risale-i Nur defalarca okunduğu halde usanç vermiyor...

7

01.11.2006, 19:55

[[Nuraşığı Allah razı olsun tekrar usanç vermeme bahsini arattırdım şimdi güzel birşeyler geldi karşıma Risale-i Nur'dan,paylaşayım sizlerle]]
Sözler namındaki envâr-ı Kur'âniyede üç keramet-i Kur'âniyeyi hissediyorduk. Sizler dahi gayret ve şevkinizle bir dördüncüsünü ilâve ettirdiniz. Bildiğimiz üç ise:

Birincisi: Telifinde fevkalâde suhulet ve sür'attir. Hattâ beş parça olan On Dokuzuncu Mektup, iki üç günde ve her günde üç dört saat zarfında mecmuu on iki saat eder-kitapsız, dağda, bağda telif edildi. Otuzuncu Söz, hastalıklı bir zamanda, beş altı saatte telif edildi. Yirmi Sekizinci Söz olan Cennet bahsi, bir veya iki saatte, Süleyman'ın dere bahçesinde telif edildi. Ben ve Tevfik ile Süleyman bu sür'ate hayrette kaldık. Ve hâkezâ... Telifinde bu keramet-i Kur'âniye olduğu gibi...

ıkincisi: Yazmasında dahi fevkalâde bir suhulet, bir iştiyak ve usanmamak var. şu zamanda ruhlara, akıllara usanç veren çok esbab içinde, bu Sözlerden biri çıkar; birden çok yerlerde kemâl-i iştiyakla yazılmaya başlanıyor. Mühim meşgaleler içinde onlar herşeye tercih ediliyor. Ve hâkezâ...

Üçüncü keramet-i Kur'âniye: Bunların okunması dahi usanç vermiyor. Hususan ihtiyaç hissedilse, okundukça zevk alınıyor, usanılmıyor.

ışte, siz dahi dördüncü bir keramet-i Kur'âniyeyi ispat ettiniz. Hüsrev gibi, kendine tembel diyen ve beş senedir Sözleri işittiği halde yazmaya cidden tembellik edip başlamayan bir kardeşimiz, bir ayda on dört kitabı güzel ve dikkatli yazması, şüphesiz dördüncü bir keramet-i esrar-ı Kur'âniyedir. Hususan Otuz Üçüncü Mektup olan Otuz Üç Pencerelerin kıymeti tamamen takdir edilmiş ki, gayet dikkatle ve güzel yazılmış. Evet, o risale, marifetullah ve iman-ı billâh için en kuvvetli ve en parlak bir risaledir. Yalnız, baştaki pencereler gayet icmal ve ihtisarla gidilmiştir. Fakat gittikçe inkişaf eder, daha ziyade parlar. Zaten sair telifata muhalif olarak, ekser Sözlerin başları mücmel başlar, gittikçe genişlenir, tenvir eder.

8

01.11.2006, 19:56

maşaallah kardeşim devam inşaallah :)

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

9

01.11.2006, 20:06

eğer kimin risale-i nurun kur'anın esaslı tefsiri olduğu yönünde bir şüphesi varsa külliyatı bir kerecik okusun şüphesi kalırsa gelsin ondan sonra tartışalım... hadi külliyat okumayamdıysa hiç olmazsa sözleri okusun bakalım şüphesi kalacak mı? doğrusu bunu ispatlayacağımız kişinin risaleleri okuması gerekiyor...zaten ondan sonra hala muaraza ediyorsa ya inadındandır ya da onun şahsi bir maraza tutulduğunun göstergesidir...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

10

01.11.2006, 20:10

risale-i nur kuran-i kerimin manevi bir tefsiridir. üstad risale-i nuru yazarken hiç bir eserden yararlanmamıştır bizzat kurani kendine üstad tutmuştur hatta ''elde kuran gibi bir ışık varken başka nurlar aramak aklıma zayi göründü'' gibi bir sözüde vardır yani risale-i nur Kurandan kopmuş bir bürhandır..

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

11

01.11.2006, 20:17

Evet kardeşlerim,
Risâle-i Nur, öyle bir ziyâ-i hakikat, öyle bir bürhân-ı hak ve bir sirâc-ı hakikat neşrediyor ve iki cihânın saadetini temin edecek Kur'ân ve ımân hakikatlerini ders veriyor ve öyle bir lütf-u ılâhîdir ki, yirmi beş seneden beri çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, kadın-erkek, muallimi feylesofu, talebesi, âlimi, mutasavvıfı gibi, herbir tabaka-i insaniye, bu Nurun âşığı, bu Nurun pervânesi, bu Nurun meclûbu, bu Nurun muhibbi olmuşlar, bu Nura koşmuşlar, bu Nurun sînesine atılmışlar, bu Nurdan medet istemişler. Milyonlarca bahtiyar kimselerden müteşekkil muazzam bir kitle bu nurla nurlanıp, bu nurla kurtulmuşlardır.
Evet kardeşlerim,
Mahzen-i mu'cizât ve mu'cize-i kübrâ olan Kur'ân-ı Azîmüşşânın hakiki bir tefsiri olan Risâle-i Nur, o kadar merakâver, o kadar câzibedar, o kadar dehşetli ve muazzam hakikatleri ders veriyor ve mesâili ispat ediyor ki, ımân ve ıslâmiyetin kıtalar genişliğinde inkişaf ve fütûhâtına medâr oluyor ve olacaktır.
Evet, Risâle-i Nur, kalblere o derece bir aşk ve muhabbet, ruhlara o kadar bir vecd ve heyecan vermiş, akıl ve mantıkları öyle bir tarzda iknâ etmiş ve öyle bir itminân-ı kalb hâsıl etmiştir ki, milyonlarca Nur Talebelerine, kendini defalarca okutmuş, yazdırmış ve bir ömür boyunca mütâlâa ettirmiş ve senelerden beri âdetâ kendi kendini neşretmiştir


sözler-konferans
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

12

01.11.2006, 20:19

Allah razı olsun kardeşlerim güzel yazılar.

Bende ilave yapmak isityorum.

Her şeyden önce Kur'an'da Güneşin Ziya Ay'ın Nur olduğundan bahsediliyor.

(Daha önce yazmıştım)
Aynen öyle Kur'an Ziya, Kur'an'dan damlamış Risalelerde Nurdur. Nurunu Ziyadan aldığı içindir ki kalblere zevk veriyor. Akılları tasdike mecbur bırakıyor.ıstikameti keskin bir hat ile çiziyor. Böyle olunca da içine hurafe karışması mümkün gözükmüyor. Sair tefsirler ise Nur'unu O ziyadan alan bir Nurdan Nurlanandan aldığından istifadeside ona göre kısır kalabiliyor. ıstikamet bazen silik kalıyor, dönüyor kendi ile beraber başkasınıda yoldan çıkarıyor.
Bu yüzden Risaleleri başka kitapları ölçü alarak incelediğimizde tam bir sonuca ulaşamıyoruz. Madem Risale-i Nur Kur'andan damlamış malumatını burdan almış Ona bakmak lazım. Ona aykırı bir husus varsa diyeceğiz ki bu yanlış, yoksa ya susacağız yada okumaya devam edeceğiz.

Ben Kur'an mealini okurken Risalelerin aslında 600 küsür ayeti değil, hemen hemen bütün Kur'an'ı kapsayan bir tefsir olduğunu fark ettim. Mesela, Kur'andaki ehl-i kitap ile ilgili ayetleri okuduğumuzda ap açık ikiye ayrıldığını görürsünüz. Bu da Risalelerin tespiti olan iki Avrupa ile birebir uyum gösteriyor.

Başkalarının kıskaçlıktan veya evhamdan veya tarafgirlikten Risalelere aykırı söylediği sözlere inanıp Risaleleri akıldan uzak görenler esas akıldan uzak işi yapıyor. Kendileri kaybediyor.

Selam ve muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

13

01.11.2006, 20:36


Kur’ân’a ait mesâille iştigal, bir nevi mânevî mütefekkirane Kur’ân okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-i Kur’ân mânâları risalelerin istinsah ve mütalâalarında vardır itikadındayız. Zaten bu ciheti siz takdir etmişsiniz.
(Barla Lahikası)



"Herbir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zat birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, ıhlâs Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir"
(Emirdağ Lahikası)


Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meşguliyet, tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor.
(şualar)

14

01.11.2006, 20:54

Zübeyir Gündüzalp'tan

Alıntı sahibi ""Zübeyir Gündüzalp Sözler kitabının sonundaki Konferans kitabında""

Evet, yirminci asırda küllî ve umumî bir rehberlik vazifesini görecek Kur'ânî bir eserin müellifinin, şu hususiyetleri haiz olmasını esas ittihaz ettik. Bu hâsiyetlerin de tamamıyla Risale-i Nur'da ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî'de mevcut olduğunu gördük. şöyle ki:

Birincisi: Müellifin, yalnız Kur'ân-ı Hakîmi kendine üstad edinmiş olması...

ıkincisi: Kur'ân-ı Hakîm, hakiki ilimleri hâvi bir kitab-ı mukaddestir. Ve bütün asırlarda, insanların umum tabakalarına hitap eden ezelî bir hutbedir. Bunun için, Kur'ân'ı tefsir ederken, hakikatın sâfi olarak ifade edilmesi ve böylece hakiki bir tefsir olması için, müfessirin kendi hususî meslek ve meşrebinin tesiri altında kalmamış ve hevesi karışmamış olması lâzımdır. Ve hem de Kur'ân'ın mânâlarını keşif ile tezahür eden Kur'ân hakikatlarının tesbiti için elzemdir ki, o müfessir zat, herbir fende mütehassıs geniş bir fikre, ince bir nazara ve tam bir ihlâsa mâlik bir allâme ve hem gayet âli bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir kuvve-i kudsiyeye sahip olsun...

Üçüncüsü: Kur'ân tefsirinin tam bir ihlâsla telif edilmiş olması ki, müellifin, Cenab-ı Hakkın rızasından başka hiçbir maddî, mânevi menfaatı gaye edinmemesi ve bu ulvî hâletin müellifin hayatındaki vukuatlarda müşahede edilmiş olması...

Dördüncüsü: Kur'ân'ın en büyük mucizelerinden birisi de, gençlik ve tazeliğini muhafaza etmesidir. Ve o asırda inzal edilmiş gibi, her asrın ihtiyacını karşılayan bir veçhesi olmasıdır. ışte, bu asırda meydana getirilen bir tefsirde, Kur'ân-ı Hakîmin asrımıza bakan vechesinin keşf edilip, avamdan en havassa kadar her tabakanın istifade edebileceği bir üslûpla izah ve ispat edilmiş olması...

Beşincisi: Müfessirin Kur'ân ve imân hakikatlarını, cerh edilmez delil ve hüccetlerle ispat ederek tedris etmeli. Yani, pozitivizmi (ispatiyecilik) bir esas ittihaz etmiş olması...

Altıncısı: Ders verdiği Kur'ânî hakikatların, hem aklı, hem kalbi, hem ruhu ve vicdanı tenvir ve tatmin ve nefsi musahhar etmesi ve şeytanı dahi ilzam edecek derecede kuvvetli ve gayet beliğ, nâfiz ve müessir olması..

Yedincisi: Hakikatların derkine de mâni olan benlik, gurur, ucub ve enaniyet gibi kötü hasletlerden kurtarıp, tevazu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahip kılması...

Sekizincisi: Kur'ân-ı Kerimi tefsir eden bir allâmenin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetine ittiba etmiş olması ve ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi üzere ilmiyle âmil olması ve âzami bir zühd ve takvâ ve âzami ihlâs ve dine hizmetinde âzami sebat, âzami sıdk ve sadâkat ve fedakârlığa, âzami iktisat ve kanaata mâlik olması şarttır.

Hülâsa olarak müfessirin, Kur'ânî risaleleriyle, Risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.) âzami takvâ ve âzami ubudiyeti ve kuvve-i kudsiyesiyle de velâyet-i Ahmediyenin lemeâtına mazhar olmuş hâdim-i Kur'ân bir zat olması...

Dokuzuncusu: Müfessirin, Kur'ânî ve şer'î meseleleri beyan ederken, şu veya bu tazyik ve işkenceyi nazara almayan, herhangi bir tesir altında kalarak fetva vermeyen ve ölümü istihkar edip, dünyaya meydan okuyacak bir imân kuvvetiyle hakikatı pervasızca söyleyen ıslâmî şecaat ve cesarete mâlik olan bir müfessir olması gerektir.

Hem idam plânlarının tatbik edildiği ve birtek dinî risale neşrettirilmediği dehşetli bir devirde, bilhassa imhâ edilmesi ve söndürülmesi hedef tutulan Kur'ânî, şer'î esasatı telif ve neşretmiş olduğu meydanda olmakla bir mürşid-i kâmil ve ıslâmın, bu asırda hakiki bir rehber-i ekmeli ve Kur'ân'ın muteber bir müfessir-i âzamı olmuş olması lâzımdır.

ışte bu zamanda, yukarıda mezkûr dokuz şart ve hususiyetlerin, müellif Said Nursî'de ve eserleri olan Nur Risalelerinde ayniyle mevcut olduğu, hakiki ve mütebahhir ulema-i ıslâmın icma ve tevatür ve ittifakıyla sabit olmuştur. Ve hem intibaha gelmekte olan bu millet-i ıslâmiyece, Avrupa ve Amerikaca mâlûm ve musaddaktır.

ışte arkadaşlar, biz, böyle bir tefsir-i Kur'ân arıyor ve böyle bir müfessir istiyorduk.

15

01.11.2006, 21:02

oo maşaallah yemek yemeğe gittim geldim..kardeşler neler eklemiş..Allah razı olsun.. :)

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

16

01.11.2006, 21:04

bak bi yemeğe gittin neler oluyor sonra foruma olan ilgi azlığından bahsederler :D maşaallah cevval,çalışkan kardeşler çok...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

17

03.11.2006, 11:55

Üstad'a göre Allah'a götüren yollar dörttür. Bunlar Kelam, Felsefe, Tasavvuf ve Kur'an'dır. Gerçi ilk üçü Kur'an'dan alınmış mesleklerdir,ancak zaman içinde fikirler karışmış çatallaşmış ve doğru ile yanlış ayırt edilemez hale gelmiştir. Üstad'ın bahsettiğ "zaman tarikat zamanı değil" ifadesinin bir sebebi budur. Felsefe ise özellikle ıslam'dan çok uzaklaşmış ve artık toparlanması zor gözüken bir meslektir. Üstad Risalelerde Felsefe ile ıslam ne zaman omuz omuza vermişse bir terekki olduğundan bahsetmiş, ne zaman ayrılmış hakikatler adına ciddi perdeler oluşmuştur.
Kelam ile kazanılan marifet ise artık doyurucu olmamaktadır. Hem öğrenmek için çok uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Marifet Kur'an'dan öğrenildiğinde her yönü ile Allah'ı tanıtıp bildirebilir. Kelem ilimindeki gibi akli delil diyerek verilenler yetmiyor.
Bahsedilen meslekler binlerce cilt kitap telif etmiş, ancak bürhan ve akıl ile marifete ulaşabilmiş, bürhan ve akıl ile Kuran'dan alınmış olan Risalelere nazaran hakikatleri ancak havasa verebilmiş ve yetersiz kalmıştır. Risalaler tasaffuv gibi sadece kalp ayağı ile veya felsefe gibi aklına güvenerek veya Kelam gibi sadece bürhanlarla değil dört unsur bir arada kullanılarak ortaya çıkmıştır. Her şeyde Allah'ı tanımayı sağlayacak yollar açmıştır. Adete Asa-ı Musa gibi nereye vurmuşsa su çıkarmış, hakikatler fışkırmış ve itiraz edilemez sonuçlara ulaşılmıştır.
Eskiden tasavvuf ayağı ile marifet isteyenler bir şeyhe tabi olmuş, bazı zaman tek bir hakikat için 40 sene çalışmıştır. Oysa risaleler 40 senede kazınlan o hakikatleri 40 günde kazandırabilmektedir. Zaten bu zamanda bir tek haikat için kırk sene beklemeye kimsenin takati ve zamanı yoktur, devrin aceleci insanları ise buna tahammül edememektedir. Bu yüzden tarikatin en önemli özelliği olan seneleri bulan inziva ve çile yolu ile terbiye metodu terk edilmiş Risalelerin gösterdiği mesleğe biraz daha yaklaşmış ve bu devirde kullanılmaz olduğunu kendileri ıspat etmiştir.
Risale-i Nur Talebeleri akıl, bürhan ve kalb ile Kur'an'dan aldığı dersler sayesinde adeta her vurduğu yerden su çıkaran Asa-ı Musa gibi her ayet veya hadisten her şeyden Allah'a ulaştıran deliller çıkarmıştır. Ne ışrakiyun gibi sadece sezgi ve ilhama dayanan bir model çıkarmış, ne Batıniler gibi sadece eşyanın iç yüzü ile ilgilenmiş, ne zahiriyun gibi sadece görünüşe bakmıştır, bilim gibi sadece beş duyuya hitab eden beşeri ilimlerle ve felsefe gibi sadece akıl ile hakikatlere ulaşmaya çalışmamış;Kuran'ın ışığında hepsini ihtiva eden tamamen yeni bir anlayışla çok kısa sürede hakikatler ulaşamayı sağlamıştır. Zamanın çok önemli olduğu bu dönemde hakikatler giden en kestirme yolu göstermiştir.

Evet Kelem, felsefe, tasavvuf, bilim vs hepsi marifete ulaştırabilecek yollardır. Ama bu devirde tahkiki iman sadece biri ile mümkün değildir.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

18

03.11.2006, 13:04

Risale-i Nur'da Bilgi Yolları.
Bunları sıraladığımızda ortaya çıkan şablon Risalalerin nasıl şaşmaz ve şaşırtmaz olduğunun delilidir. Bunları tek tek incelemek faydalı olur kanaatindeyim.
1) Duyular

2) Haber-i Sadık
a- Heber-i Mütevatir
b- Haber-i Vahid
c-Te'vil-ıstihraç

3)Akıl

4)Bilgilendirilme
a-Vahiy
b-ılham
c-Rüya
d-Hiss-i Kable'l-Vuku

5) Tefe'ül
6)Tevafuk
7Cifir
Görüldüğü gibi Risale-i Nur aklın yolunu göstermiş.Sağlam bilgi vermek için kullandığı materyallar bir insan için gerekli bütün unsurları içine almıştır.
Baki Selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

19

03.11.2006, 14:36

Evvela: Cum'anız mübarek olsun.
Saniyen: Ceka kardeş Allah râzı olsun.Yalnız ilk cümlendeki istihracına bir me'haz gösterebilir misin?Kaynak göstermeni istediğim çıkarımın:

Alıntı sahibi ""Ceka""

Üstad'a göre Allah'a götüren yollar dörttür. Bunlar Kelam, Felsefe, Tasavvuf ve Kur'an'dır. Gerçi ilk üçü Kur'an'dan alınmış mesleklerdir,ancak zaman içinde fikirler karışmış çatallaşmış ve doğru ile yanlış ayırt edilemez hale gelmiştir.

Risale-i Nur'da bununla ilgili şöyle bir parça var:

Alıntı sahibi ""Bediüzzaman Sözler kitabının 26. Söz'ünde""

Cenâb-ı Hakka vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarîkatlerin bâzısı bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kâsır fehmimle Kur'ân'dan istifade ettiğim acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarîkıdır.

Sâlisen: Forumun başında yazdığım soruyu tekrarlamak istiyorum:

Alıntı sahibi ""meraklee""

Risale-i Nur'un Kuran'ın tam ve hakiki bir manevi tefsiri olduğunun aklî ispatı nedir?

20

03.11.2006, 20:00

Değerli kardeşim , Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde bu dört ilimden bahsetmiş güzel yönlerini veya vartalarını yazmıştır. Bunlar ana başlıllardır. Tabiki bunlara bağlı yada bunlardan ayrı daha ufak tarikler vardır. Ama ana dal bu dördünü ihtiva eder.
Hem benim bahsettiğim ile senin bahsettiğn mesele biraz farklı. Benim bahsettiğim mesele Kur'an'dan istihraç edilmiş mesleklerdir, ilimlerdir. Senin yazdığın örnek o meslekleri ve ilimleri rehber edinmiş muhtelif hak tarikleri ile alakalıdır.

Bu ayırmlar muhtelif yerlerde işaret edilmiştir. Ancak ben onları sayfa sayfa ezberliyecek bir zekaya sahip değilim.Bir kaç tanesini yazayım

Tassavvuf ve hakkında yazmıyorum. Yeri aklıma gelmiyor. Kur'an ile ilgili olanı bilindiği için gereksiz olarak görüyorum

Kelam ile alakalı olarak
25. söz
Hem, nev-i beşerin umum tabakaları, en gabî ve âmîden tut, tâ en zekî ve âlime kadar herbirisi Kur'ân'ın dersinden tam hisse almaları ve en derin hakîkatleri fehmetmeleri ve yüzer fen ve ulûm-u ıslâmiyenin ve bilhassa şeriat-ı Kübrânın büyük müçtehidleri ve usûlü'd-din ve ilm-i kelâmın dâhî muhakkikleri gibi her tâife kendi ilmine âit bütün hâcâtını ve cevaplarını Kur'ân'dan istihrâc etmeleri, Kur'ân'ının menbâ-ı hak ve mâden-i hakîkat olduğuna bir imzadır.


Fihriste
Mektubât'ın birinci cildinin yüz yirmi dokuzuncu sayfasındaki şu bahistir:
"Bâzı Sözlerde, ulemâ-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur'ân'dan alınan minhâc-ı hakikinin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki, meselâ, bir su getirmek için, bâzıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısmı da her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir; tıkanır, kesilir. Fakat, her yerde kuyular kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz, herbir yerde suyu buldukları gibi; aynen öyle de, ulemâ-i ilm-i kelâm, esbâbı nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhâliyeti ile kesip, sonra Vâcibü'l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Ammâ, Kur'ân-ı Hakîmin minhâc-ı hakikisi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Herbir âyeti, birer asâ-i Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor.


Felsefe
30. Söz
ışte, bak: Âlem-i insaniyette, zaman-ı âdemden şimdiye kadar iki cereyân-ı azîm, iki silsile-i efkâr, her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış: ıki şecere-i azîme hükmünde, biri silsile-i nübüvvet ve diyânet, diğeri silsile-i felsefe ve hikmet; gelmiş, gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizâc ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe silsile-i diyânete dehâlet edip itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir sûrette, bir saadet, bir hayat-ı içtimâiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i nübüvvet ve diyânet etrafına toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin etrafına cem' olmuştur. şimdi şu iki silsilenin menşelerini, esaslarını bulmalıyız.

Muhakemat 5.Mukaddeme
Evet, herşeyi zahire hamlettire ettire, nihayet zahiriyun meslek-i müteassifesini tevlid etmek şanında olan meylü't-tefrit ne derece muzır ise, öyle de, herşeye mecaz nazarıyla baktıra baktıra, nihayette batınıyunun mezheb-i bâtılasını intaç etmek şanında olan hubb-u ifrat dahi çok derece daha muzırdır.
Hadd-i evsatı gösterecek, ifrat ve tefriti kıracak yalnız felsefe-i şeriatla belâgat ve mantıkla hikmettir. Evet, hikmet derim, çünkü hayr-ı kesirdir. şerri vardır, fakat cüz'îdir. Usul-ü müsellemedendir ki: şerr-i cüz'î için hayr-ı kesiri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesiri işlemek demektir. Ehvenüşşerri ihtiyar elzemdir.
Evet, eski hikmetin hayrı az, hurafatı çok, ezhan istidatsız, efkâr taklitle mukayyed, cehil avamda hükümfermâ olduklarından, Selef bir derece hikmetten nehyettiler. Fakat şimdiki hikmet ona nispeten maddî cihetinde hayrı çok, yalanı az; efkâr dahi hür, mârifet hükümfermadır. Zaten her zamanın bir hükmü olmak gerektir.



Sorunu yinelediğine göre yazıyı Risale-i Nur'un Kuran'ın tam ve hakiki bir manevi tefsiri olduğunun akli ispatı olarak yetersiz buldun. Bu noktada sorunu biraz açmanı istiyorum. Çünkü ,ne istediğini -kendi adıma- tam olarak anlayabilmiş değilim. :)

Baki selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir