Giriş yapmadınız.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

1

08.10.2006, 22:37

Allah'a vasıl edecek 4 hatve...

Zeyl

[Bu küçücük Zeylin büyük bir ehemmiyeti var; herkese menfaatlidir.]


Cenâb-ı Hakka vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarîkatlerin bâzısı bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kâsır fehmimle Kur'ân'dan istifade ettiğim acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarîkıdır.

Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tarîktir ki, ubûdiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine îsâl eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki, Rahîm ismine îsâl eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsâl eder. şu tarîk, hafî tarîkler misillü, "letâif-i aşere gibi on hatve değil; ve tarîk-ı cehriye gibi "nüfûs-u seb'a," yedi mertebeye atılan adımlar değil; belki Dört Hatveden ibârettir. Tarîkatten ziyâde hakikattir, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.

şu kısa tarîkın evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır.

Birinci hatvede -1- âyeti işaret ediyor.

ıkinci hatveye -2- âyeti işaret ediyor.

Üçüncü hatveye -3- âyeti işaret ediyor.

Dördüncü hatveye -4- âyeti işaret ediyor

--------------------------------------------------------------------------- -----


1- Nefislerinizi temize çıkarmayın. (Necm Sûresi: 32.)
2- Allah'ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi âkıbetlerini unutturmuştur. (Haşir Sûresi: 19.)
3- Sana her ne iyilik erişirse Allah'tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurun sebebiyledir. (Nisâ Sûresi: 79.)
4- Her şey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ. (Kasas Sûresi: 88.)

26.söz'den

devamı gelecek inş.
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

2

08.10.2006, 23:04

Allah razı olsun,çok güzel bir bölüm.

yanlız şefkat kısmını biraz açabilir miyiz?şefkat hangi açıdan Allah'a ulaştırır?
ya rabbi!ya rabbi!ya rabbi! Beni bu yolda büyüt,bu yolda yürüt,bu yolda çürüt.Fakat asla ve asla döndürme..

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

3

08.10.2006, 23:17

Amin Ecmain...Üstad başka bir yerde açıklıyor onu aktaralım inş...

Kardeşim, ben ErRahmaniRahim isimlerini öyle bir nur-u âzam görüyorum ki, bütün kâinatı ihata eder ve her ruhun bütün hâcât-ı ebediyesini tatmin edecek ve hadsiz düşmanlarından emin edecek, nurlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nur-u âzam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesile, fakr ile şükür, acz ile şefkattir; yani ubudiyet ve iftikardır.şu mesele münasebetiyle hatıra gelen ve muhakkikîne, hattâ bir üstadım olan ımam-ı Rabbânîye muhalif olarak diyorum ki:

Hazret-i Yâkup Aleyhisselâmın Yusuf Aleyhisselâma karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir, belki şefkattir. Çünkü, şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazî mahbuplara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek, Kur'ân-ı Hakîmin parlak bir i'câz ile, parlak bir surette gösterdiği ve ism-i Rahîm'in vusulüne vesile olan hissiyat-ı Yâkubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. ısm-i Vedûda vesile-i vusul olan aşk ise, Züleyhâ'nın Yusuf Aleyhisselâma karşı olan muhabbet meselesindedir. Demek Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, Hazret-i Yâkup Aleyhisselâmın hissiyatını ne derece Züleyhâ'nın hissiyatından yüksek göstermişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.


mektubat-8.mektub
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

4

08.10.2006, 23:24

Alıntı sahibi ""alkan_unal""



Kardeşim, ben ErRahmaniRahim isimlerini öyle bir nur-u âzam görüyorum ki, bütün kâinatı ihata eder ve her ruhun bütün hâcât-ı ebediyesini tatmin edecek ve hadsiz düşmanlarından emin edecek, nurlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nur-u âzam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesile, fakr ile şükür, acz ile şefkattir; yani ubudiyet ve iftikardır.



o zaman şöyle anladım:Rabbimizin sonsuz ve herşeyi kapsayan ve bize duyduğu şefkati bizi o na ulaştıran kestirme ve sağlam bir yol.

Tekrar Allah razı olsun...
ya rabbi!ya rabbi!ya rabbi! Beni bu yolda büyüt,bu yolda yürüt,bu yolda çürüt.Fakat asla ve asla döndürme..

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

5

08.10.2006, 23:29

tabi olabilir ama biz Allah'ın şefkatini kendimize verilen cihazlarla anlayacağımızdan, bize verilen şefkat duygusunu kullanarak Allah'a ulaşabiliriz - Allah-u alem bissevab-
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

6

09.10.2006, 09:09

dikkat edelim errahmanirrahim isimleri diyor.
bunlar Rahman ve rahimdir.

bu isimlere yetişmek içinde bulduğum vesile diyor;
fakr ile şükür,
acz ile şefkattir,
yani ubudiyet ve iftikardır.

ne kadar fakirliğini anlayabilirsen eğer o kadar şükür etmiş olcaksın.anlamayan şükür etmez.
onun için sen fakirsin hiçbir şey senin değil.ne göz ,ne kulak ,ne akıl,nede sebzeler,meyveler,nede ışık.
ama sen bunlara muhtaçsın bunları Allah rahman ismiyle sana veriyor.
acz ide şöyle düşüneceksin muhtaç olduğum hiçbir şeyegücüm yetmez.yetmediğinden Allah rahim ismiyle sana veriyor ve sen bunu şefkat olarak anlıyorsun buda doğrudur.

işte böyle ne kadar derin tefekkür edersek o kadarda derin ubudiyete girmiş olacağız.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

7

09.10.2006, 12:51

Allah razı olsun yunusum abi....devam edelim inş.

şu Dört Hatvenin kısa bir izahı şudur ki:

Birinci Hatvede, âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefs etmemek. Zîrâ, insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka her şeyi nefsine fedâ eder. Mabuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mabuda lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez; nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî edilen ve Ma'bud-u Hakikinin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazât ve istidadı kendi nefsine sarf ederek, -2- sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.

ışte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathîri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.

ıkinci Hatvede, dersini verdiği gibi; kendini unutmuş, kendinden haberi yok; mevti düşünse, başkasına verir; fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzûzât makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezâsıdır. şu makamda tezkiyesi, tathîri, terbiyesi; şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yani, huzûzât ve ihtirasâtta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek.
Üçüncü Hatvede, dersini verdiği gibi; nefsin muktezâsı, dâimâ iyiliği kendinden bilip, fahr ve ucbe girer. Bu hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir. şu mertebede tezkiyesi, -3- sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.
Dördüncü Hatvede, dersini verdiği gibi; nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâvâ eder. Ma'buduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. ışte gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:Her şey nefsinde mânâ-i ismiyle fânîdir, mefkuddur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-i harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibâriyle şâhiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcuddur.

şu makamda tezkiyesi ve tathîri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse, kâinat kadar bir zulümât-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip, Mûcid-i Hakikiden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziyâ-i vücudu nihayetsiz zulümât-ı adem ve firâklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikinin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudâtı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zîrâ bütün mevcudât, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücudu bulan, her şeyi bulur.




1- Her şey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ. (Kasas Sûresi: 88.)
2- Nefsinin arzusunu kedisine ma'bud edinip onun her emrine uyan kimse. (Furkan Sûresi: 43.)
3- Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (şems Sûresi: 9.)
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

8

10.10.2006, 08:03

bu birinci hatveyi tefekkür edelim ne anlatılıyor anlamaya çalışalım.
diyorki nefsini temize çıkarma.insan nefsini fıtratından dolayı seviyor.Allaha verilecek olan övgüyü,hamdı nefsine veriyor.elinden geldiği kadar nefsine kusurları vermez.devamlı nefsini temize çıkarıyor.ne kadar hata yapsa o yapmadı diyor .avukat gibi nefsini savunuyor.devamlı nefsini savunan,kusurları görmeyen,hatalarını gören,kendini öven ve hep kendinden bahseden insan nefsini kendine ialah yapmış oluyor diyor.

Allahın kendisini (yani Allahı)övsün,hamdetsin ve tesbihetsin diye verdiği kalbini,dilini,kulağını,gözünü ve ruhunu nefis kendisi için kullandığından ilahlaşıyor.

onun için düşünelim biz nefsimizi ayıplıyormuyuz.hata yaptığı zaman yaptın diyormuyuz.biz kimi çok övüyoruz kendimizimi yoks aAllahı mı.

herkes kendisini bilir.işte bu tehlikeden kurtulmak için yapacağımız şey;nefsimizi temize çıkarmıyacağız.çıkaran yanar.çıkarmayan azarlayan Allaha doğru adım atar.imanı ubudiyeti artar.

kardeşler tefekkürlerinizi yazın sonra ikinci hatveye başlayalım.

9

11.10.2006, 08:05

ıkinci Hatvede, dersini verdiği gibi; kendini unutmuş, kendinden haberi yok; mevti düşünse, başkasına verir; fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzûzât makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezâsıdır. şu makamda tezkiyesi, tathîri, terbiyesi; şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yani, huzûzât ve ihtirasâtta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek

geldik ikinci hatveye;Allahı unutanlar gibi olmayın çünkü Allah onlara nefisleri unutturur.ayetinin tefsiri yapıyor üstad.

diyorki nefsini hizmette ve külfette yani sıkıntılarda düşünmek,
ücrette ve lezzetlerde düşünmemektir.

amma gelin görünkü nefis hizmette kaçıyor ve bir işte sıkıntı varsa,çalışma varsa bundanda kaçıyor.

amma ücreti gördüğü ve zevkleri gördüğü zaman hemen ileri atılıyor.böyle davranan nefis Allahı unutmuştur.Allah için çalışmaz.Allah için amel etmez.sadece ücret ve zevk için çalışır.böyle çalışan nefis kendini ateşden nasıl kurtarır.

onun için hizmette ileri,ücrette ve zevklerde gerisin geriye gitmeliyiz.
onun için nefsimizi hizmete sevk etmeliyiz.

ücretten alıkoymalıyız.zaten ücretini hizmet edersen Allah verir.o Allahın vazifesi.sen vazifeni yap.Allahın vazifesine karışma.

memur daima çalışır.iş sıkıntılı,zorda olsada çalışır.amma ücretini düşünmez.çünkü ücretini devlet verecektir.o kendi vazifesini yapsın.devletin vazifesine karışmasın.karışırsa dışarı atarlar ha....ona göre davranmak lazım dır ha..

aynen öylede allahın vazifesine karışma ateşe atarlar ha...

selametle...

10

11.10.2006, 19:43

paylaşım için ALLAH razı olsun...
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

11

12.10.2006, 08:23

Üçüncü Hatvede, dersini verdiği gibi; nefsin muktezâsı, dâimâ iyiliği kendinden bilip, fahr ve ucbe girer. Bu hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir. şu mertebede tezkiyesi, -3- sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.

gelelim üçüncü hatveye yani adıma bu adımdada;
iyiliği Allahdan kötülüğü nefsimizden bileceğiz.

çünkü iyiliği yaratan Allah dır.o iyiliği işlemek içinde bize yardım edende O'dur.
mesela güzel söz söylemek iyiliktir.bunu söylemek için sana dili veren,tükrük bezleri veren,aklı veren Allah dır.güzel sözün ne olduğuna O öğretiyor.
o zaman nasıl ben söyledim dersin.

demek senin vazifen kusurunu,aczini,fakrini bilmendir.

eğer kendinde bilsen gurura,kibre düşersin.buda çok tehlikelidir.

eğer aczini anlayarak Allah benim gibi kusurlu,güçsüz ve fakir bir kuluna bu iyiliği yaptırdı dersen şükür etmiş olursun.

demek şükür etmek için verilen nimetlerin Sahibini tanımaktan geçer,tanırsan bir adım daha ona yaklaşmış ve tevhide ermiş olursun.

iyilikleri ben yaptım diyen bir insan Allaha ortak koşmuş oluyor.
bunndan kurtulmak için iyiliği Allaha ve kötülüğü nefsine vereceksin.
ve kendinin ne kadar kusurlu,güçsüz ve fakir olduğunu anlayıp yaptığın iyiliklerin sahibini tanıyacaksın ve neticede şükür vazifesini ifa etmiş olacaksın.

12

12.10.2006, 10:28

üçüncü hatveyi güzel izah ediyor.okuyalım.18.sözden

Ey fahre meftun, şöhrete mübtelâ, methe düşkün, hodbînlikte bîhemtâ sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu; ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura, belki bir hakkın var. Halbuki, sen dâim zemme müstehaksın. Zîrâ o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyârın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkîs ediyorsun. Gururunla tahrip ediyorsun ve küfrânınla iptal ediyorsun ve temellükle gasb ediyorsun. Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevâzudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbînlik değil, hudâbînliktedir.

13

12.10.2006, 10:29

Hem deme ki, "Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var." Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyâde sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir