Alıntı
Evet, bu yüksek intizam ve geniş rahmet ve güzel san’at ve kusursuz cemalle zulüm ve çirkinlik arasında tezat vardır. ıçtimaları mümkün değildir.
Evet, ednâ bir sesi, ednâ bir kimseden, âdi bir iş için işitip kabul etmekle, en yüksek bir savtı, en büyük bir iş için işitip kabul etmemek, emsalsiz bir kubuh ve çirkinlik ve bir kusurdur. Bu ise mümkün değildir. Çünkü, hüsn-i zâtî, kubh-u zâtîye inkılâp eder. ınkılâb-ı hakâik ise muhaldir.
Alıntı
Hiçbir nevi müteselsil-i ezeli değildir. ımkan bırakmaz. ınkılab-ı hakikat olmaz. Mutavassıt nev’in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf inkılab-ı hakaikin gayrısıdır. Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekat-ı mütehavvile-i hadiseden tecerrüd etmediğinden hudüsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a’raziyetleri cihetiyle envadaki mübayenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A’raz cevher olamaz. Demek envaının fasileleri ve umum a’razının havass-ı mümeyyizeleri bizzarure adem-i sırftan muhteradırlar. Silsilede tenasül, şerait-i adiye-i itibariyedendir.
Alıntı
ıkinci Delil-i Kurânı: Delil-i ihtirâdır. Bunun hülâsası:
Mahlûkatın her nev’ine, her ferdine ve o nev’e ve o ferde mürettep olan âsâr-ı mahsusasını müntiç ve istidad-ı kemaline münasip bir vücudun verilmesidir. Zira hiçbir nev-i müteselsil, ezelî değildir. "ımkân" bırakmaz. Hem de bizzarure bazının "hudus"u, nazarın müşahedesiyle ve sairleri dahi aklın hikmet nazarıyla görülür.
Vehim ve tenbih
ınkılâb-ı hakikat olmaz. Nev-i mütevassıtın silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, inkılâb-ı hakaikin gayrısıdır.
ışaret
Herbir nev’in bir âdemi ve bir büyük pederi olduğundan,
"Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun?" Mülk Sûresi, 67:3.