Bu konu için Abdulkadir Badıllı abinin ıfhamname'sini ve Ahmed Feyzi Kul abinin yazdığı, Üstad'ın da tasdik edip - biraz (tabiri caizse) tırpan attıktan sonra - risalelere zeyl olarak eklediği Tılsımlar Mecmuasının Zeyli'ni
(ctrl + f yapıp "tetabuk" aratın, Muhammed Mehdi b. Abdullah olacak şeklindeki meseleye izahlar var) okuyun.
M. Latif SALıHOğLU
şahsî kemâlâtı perdeleme hikmeti (1)
Hayatındaki harikalıkları ve başına gelen olağanüstü halleri mümkün mertebe gizlemeye, yahut perdelemeye çalışan Bediüzzaman Said Nursî, iradesi dışında gelişen bu harikulâdeliklere uzun yıllar kendisinin de hayret ettiğini beyan ediyor.
Yetmiş-seksen senelik ömrünün sonunda—Cenâb-ı Hakk'ın inayetiyle—bu işin hikmetini bir derece öğrendiğini ifade eden Üstad Bediüzzaman, kaleme aldığı uzunca bir mektubunda, yaşamış olduğu o harika hallerden birkaç tanesini nümûne kabilinden zikrederek hikmetlerini gàyet veciz ve mânidar şekilde izah ediyor. (Bkz: Emirdağ Lâhikası, 311-314. Aynı mektup, ehemmiyetine binâen Nur Aleminin Bir Anahtarı isimli eserin de sonuna derc edilmiş.)
* * *
Üstad Bediüzzaman'ın yaşadığı harikalıklar ve başına gelen olağanüstü haller, yazılanlarla, anlatılanlarla sınırlı değil.
Duydukça, öğrendikçe insanı hayretten dehşete düşüren harikulâde halleri var.
Kendisi ise, olabildiğince bu halleri setretmeye, perdelemeye çalışmış. Tâ ki, dikkatler fâni şahsına değil, eserlerine ve bâki olan dâvâsına odaklansın.
O, bu vaziyeti bütün hayatı boyunca vazgeçilmez, terk edilmez bir prensip şeklinde telâkki edip aynen uygulamış. Ona göre, baki olan dâvâya bağlılık, fâni şahıslarla bağlılıktan daha mühim, daha tutarlı ve daha evlâdır.
Bediüzzaman, talebelerinin de böylesi bir telâkki içinde kalarak hizmet etmelerini istediği için, kendi hayatı hakkında birer biyografik eser olarak hazırlanan eski ve yeni Tarihçe-i Hayat isimli eserlerde bile, yine aynı hassasiyete riayet edilmesini istemiş.
Nitekim, 1920'de telif edilen orta hacimli ilk Tarihçe-i Hayat'ından "Rusya'dan firar ve esaretten kurtuluş" mâcerasının yer almasını arzu etmemiş, çıkarılsın demiş.
Bu eserin müellifi olan öz yeğeni Abdurrahman, amcasının bu hayat devresinde yaşamış olduğu olağanüstü hallerin bir kısmını yazdığını, ancak buna müsaade etmedikleri için çıkarmak durumunda kaldığını ifade ediyor. (Bkz: ıçtimai Reçeler, s. 28.)
* * *
Yine, 1960'tan evvel neşredilen otobiyografik eser olan Tarihçe-i Hayat'ın hazırlık aşamasında da Üstad Bediüzzaman'ın büyük çapta müdahalesi olmuş ve bilhassa şahsî fedakârlığı, kahramanlığı ve olağanüstü kemâlât ve meziyetlerini anlatan kısımların eserden çıkarılması istenmiş.
Öyle ki, bu eser hakkında Ali Ulvi Kurucu'ya yazdırılan "Önsöz" kısmı için dahi, aynı hassasiyetin gösterilmesini isteyen Üstad Bediüzzaman, "Ali Ulvî Efendi, benden çok Risâle-i Nur'u övmüş. Eğer beni fazla övseydi, bu önsözü kabul etmeyecektim" demiştir. (Son şahitler–4/297, s. 15
Bu Tarihçe-i Hayat isimli eserin münderecatına baktığımızda da görüyoruz ki, Üstad Bediüzzaman, hayat mâcerasından ziyade muhtelif devrelere yine Nur Külliyatından bazı bölümler, pasajlar, mektuplar, müdafaalar, makaleler serpiştirmiş.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Bediüzzaman Said Nursî, şahsî olan kemâlât, kerâmât ve harikulâdelikleri, bir maksada mâtuf ve bir hikmete mebnî olarak setredip gizlemiş.
Bu işin sırr-ı hikmetini derk edemeyen bazı kimseler ise, öğrenmek ve anlamaya gayret etmek yerine, ellerinde yalın kılıçla sırr-ı teklif ve imtihan üzerindeki tesettür perdesini yırtmaya, parçalamaya uğraşıyor.
Bu da, beraberinde bir dizi mahzuru tartışma gündemine getiriyor. Onun için, bu gibi meselelerde muhakkak sûrette dikkatli, ihtiyatlı davranmak gerekiyor.
* * *
ıstikbâlden bahseden hadis-i şeriflerin yorum ve izahında dikkat edilmesi gereken usûl ve esaslar hakkında tatminkâr bilgiler sunan Üstad Bediüzzaman, 24. Söz'ün 3. Dal'ında yaptığı girizgâhta şunları ifade ediyor:
"Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuâtından bahseden ehâdis-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu demişler. ımanı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da inkâra kadar gitmişler."
Bu veciz hatırlatmadan hemen sonra ise, yazımızın ana konusu olan "şahsî harikulâdelikleri perdeleme hikmetine" uygun düşen ve sarsılmaz bir ölçü teşkil eden şu hikmetli ifadeler sıralanıyor:
"Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder.
"Öyleyse (hadisler, rivâyetler), ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur.
"ışte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyat dahi çok muhteliftir; birbirine zıt hükümler olmuş."
Evet, dün olduğu gibi, bugün de bu gibi meselelerde ihtilâf olmuş ve olmaktadır.
Herkes dilediğince bu konularda yazmakta, konuşmakta, hatta ahkâm kesmektedir.
Biz ise, asrın müceddidi olduğuna kanaat getirdiğimiz Bediüzzaman Said Nursî'nin, Kur'ân'ın feyziyle ilhâmen ortaya koyduğu ölçü prensipler ışığında bakarak meseleyi tahlil etmeye çalışıyoruz.
Yarın, kısmetse "perdeleme hikmeti"ne uygun şekilde Lâhikalarda yer alan bazı harikulâdelikleri misâl vererek konuyu toparlayalım.
Tarihin Yorumu
8 Haziran 1638: “Mehdîlik” ve “ısa Rûhullah” iddiasında bulunan “Sakarya şeyhi”nin ortaya çıkması.
Meşhûr Bağdat seferine çıktığı günlerde Sultan IV. Murad’a gelen Eskişehir kadısının şikâyetine göre, asıl ismi Ahmed olan bir şahsın, Mehdîlik iddia ettiği ve Eskişehir ahalisini de tehditle haraca bağlamak istediği ifade edilir. Bu şahsın Eskişehir halkına yazdığı tehditnâmede şu sözler yer alıyormuş: “Ey şehr-i atîk ahâlisi! şöyle ma’lûm ola ki, kâğıt size vâsıl oldukta, yüz yirmi yıllık harâcınızı bittamâm gönderesiz. Ve kendiniz içün bir aylık zahîre alıkoyup, ziyâdesini bilcümle gönderesiz. Ve illâ ihmal ederseniz, üzerinize âdem gönderip katlolunmanız mukarrerdir.” (El-fakîr Rûhullah)
Çevresinde yedi-sekiz bin kişilik bir kuvvet toplayan bu dehşetli meczubun Eskişehirlilerle harbe tutuştuğu da rivâyet edilir. Bilâhare üzerine gönderilen Anadolu Beylerbeyi Ali Paşa kumandasındaki kuvvetin de mağlup olması üzerine, nihayet o bölgenin yerlisi olan Osman Ağanın kurduğu plân gereği şeyh tuzağa düşürülüp yakalanır ve oradaki ordu karargâhına getirilir. Müritleri, kendisine silâh tesir etmeyeceğine inanmaları ve bu iddiayı ileri sürmeleri üzerine, şeyhe müthiş işkenceler yapıldığı, ancak buna rağmen şeyhin, can verinceye kadar “bir kerre bile of demediği” hususu, yine gelen rivâyetler arasındadır.
Sâbık "Sakarya şeyhi"nin değişik versiyonlarından günümüz Türkiye'sinde de mebzul miktarda var.
08.06.2005
E-Posta: latif@yeniasya.com.tr
Kaynak