Giriş yapmadınız.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

161

17.05.2005, 00:03

selamın aleykum

Ahmet SAıD ABı son yazılan yazı gerçekten iyi bir tespit...Allah razı olsun..katılıyorum...Yani aslında risale-i nur meşrebi kişisel manada insanı geliştirir...yani biraz özgürlüğünü gösterir...Seyhiyle sınırlandırmaz...veya bir kişiye ihtiyacı olmaz risaleleri okuması yeterlidir...Gerçekten tam sahabe mesleği...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Fahri Avcu

Orta Düzey

Mesajlar: 496

Konum: Almanya

Meslek: isci

Hobiler: bilgisayar

  • Özel mesaj gönder

162

17.05.2005, 00:10

Zira bu hadisler müteşabihat nevinden hadislerdir

müteşabihat nedir ?

163

17.05.2005, 00:18

Benzetme sanatı. Anlatılan mesele eğer kafayı karıştırabilecekse, karışması çok muhtemelse, benzetme ile fehme takrib edilir, yani benzetmeyle anlaması kolaylaştırılır. Konunun ana hattı, konudan doğrudan alakalı olmayan bir misal ile verilir, karmaşık konu onun üzerine bina edilir, ta ki kafa karışıklığı ve inhiraf en az seviyeye insin.

Bir de, gaybî haberler müteşabihat ile anlatılır, ta ki hikmet-i ipham korunsun, imtihan sırrı bozulmasın. Gaybî haber ortaya çıktıktan sonra benzetmenin ne olduğu anlaşılır.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Fahri Avcu

Orta Düzey

Mesajlar: 496

Konum: Almanya

Meslek: isci

Hobiler: bilgisayar

  • Özel mesaj gönder

164

17.05.2005, 00:46

ben sözlüge baktim assagida :

MÜTEşÂBıHÂT:
Mânâsı kapalı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler (Bkz. Âyet) . Müteşâbihâta îmân etmeli, mânâsını Allahü teâlâya bırakmalıdır. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiklerine bildirdiği sırların sembolleri, işâretleridir. Bunları anlıyanlar açıklamamışlardır.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Sana Kur'ân'ı indiren O'dur (Allah'tır) . Bunun bir kısım âyetleri açık ve kesindir. Bunlar Kur'ân'ın esâsıdır. Diğer bir kısım âyetler de vardır ki müteşâbihâttır. ışte kalblerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te'viline gitmek için Kur'ân'ın müteşâbih âyetlerine uyarlar. Hâlbuki, o müteşâbihin te'vilini yalnız Allah bilir. ılimde derinleşmiş olan kimseler ise; "Biz ona (müteşâbihe) inandık. Açık ve kapalı bütün âyetler Rabbimiz tarafındandır" derler. Bunları ancak akılları tam olanlar iyice düşünür. (Âl-i ımrân sûresi: 7)
Muhkem olan (mânâsı açık olan âyetlere) uyunuz. Müteşâbihâta inanınız. Bunlara inandık hepsini Rabbimiz bildirmiştir deyiniz. (Hadîs-i şerîf-Akîdet-üs-Selef)
Müteşâbih iki kısımdır. 1)Lafzı (sözü) müteşâbih olan âyetler olup yirmi dokuz sûrenin evvellerindeki Sâd, Tâhâ, Elîf lâm mîm, Yâsîn gibi harflerdir. 2) Mânâsı müteşâbih olan âyetlerdir ki, görünen mânâsını vermek günâh olur. Meselâ ısrâ sûresinde; "Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir." meâlindeki âyet-i kerîme gibi. Allahü teâlâ bununla neyi murâd ediyor ise öylece inandım demelidir. Bunun mânâsını ben anlayamam, ancak Allahü teâlâ bilir demek en iyi yoldur. Müteşâbih âyetlerin mânâsını a ncak Allahü teâlâ ve Allahü teâlânın kendilerine ılm-i ledün (kendisi tarafından verilen ilim) ihsân ettiği derin âlimler, bildirdildiği kadar anlayabilir. Meselâ tefsîr âlimleri müteşâbihâttan olan "el" kelimesine "kudret, gücü yetmek" mânâsını vermişlerdir. (Kâdızâde Ahmed Efendi, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Râzî, Süyûtî)

165

17.05.2005, 08:29

Allah razı olsun alkan unal kardeşim;
Fahri avcu kardeşim;
sorduğunuz soruya bulduğunuz cevap çok güzel.
müteşabihat için çok nefis bir tanım olmuş.
Al-i ımran suresinin başındaki ayet müteşabihat konusuna tespit ve teşhis ediyor. zaten üstad Hz.leri de Beşinci şua adlı eserine başında bu ayetin maansından bahsederek başlıyor.
şöyle ki:

Alıntı

BEşıNCı şUA

Otuz sene evvel yazılan matbu Muhakemat-ı Bediiyyede
bahsedilen "Sedd-i Zülkarneyn" ve Ye’cüc, Me’cüc ve sâir eşrat-ı
kıyametten yirmi mesele, o Muhakemat’a bir tetimme olarak
on üç sene HAşıYE evvel bir kısım müsveddesi yazılmış idi.
Aziz bir dostumun hatırı için tebyiz edildi, Beşinci şua oldu.

Otuz Birinci Mektuptan Otuz Birinci Lem’anın Beşinci şuasıdır.

ıhtar: Evvelce mukaddimeden sonra gelen Meseleler okunsun, tâ mukaddimedeki maksat anlaşılsın.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

Onun alâmetleri gelmiştir. (Muhammed Sûresi, 47:18.) âyetinin bir nüktesi, bu zamanda akîde-i avâm-ı mü’minîni vikaye ve şübehattan muhafaza için yazılmış. âhirzamanda vukua gelecek hâdisâta dair hadislerin bir kısmı, müteşabihat-ı Kur’âniye gibi, derin mânâları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde tevil ederler.
Halbuki o âyetlerin tefsirini Allah’tan ve ılimde derinlik ve istikamet sahibi olanlardan başkası bilemez. (âl-i ımrân Sûresi, 3:7.) sırrıyla, vukuundan sonra tevilleri anlaşılır ve murat ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlar * Biz buna inandık. Muhkem âyetler de, müteşâbih âyetler de, hepsi Rabbimizin katından indirilmiştir. (âl-i ımrân Sûresi, 3:7.) deyip o gizli hakikatleri izhar ederler.


bakın Üstad Hz.leri nasıl dikkat çekiyor:

Alıntı

âhirzamanda vukua gelecek hâdisâta dair hadislerin bir kısmı, müteşabihat-ı Kur’âniye gibi, derin mânâları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde tevil ederler.

Tevil dediğimiz şey o manalrın içindeki sırların orataya çıkartılması, o manalrın hangi hadiselere işaret ettiğinin açıklanmasıdır.
ışte bu noktadan yola çıkarak, Hz.Üstad 5.şuanın aslını 1908 yıllarında yazmıştır.
Mesela:

Alıntı

ıkinci Mesele
Rivayette var ki, "âhirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar,alnında ’Hâzâ kâfir’ yazılmış bulunur." 1
Allahu a’lem bissavab, bunun tevili şudur ki: O Süfyan, kendi başına frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanunla tâmim ettiğinden, o serpuş dahi secdeye gittiği için, inşaallah ihtida eder; daha herkes -yalnız istemeyerek -onu giymekle kâfir olmaz.

Dördüncü Mesele
Rivâyette var ki, "âhirzamanda Allah Allah diyecek kalmaz."1
-2- bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: "Allah Allah Allah" deyip zikreden tekkeler, zikirhâneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kamet gibi şeâirde ismullah yerine başka isim konulacak demektir. Yoksa, umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir. Çünkü Allah’ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hatâ ediyorlar.
Diğer bir tevili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, mü’minlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir. Kıyamet kâfirlerin başlarında patlar. şualar 502

şimdi Üstad bu tevilleri 1908 de yapmış.
Zamanın alimleri bu tevillerin biri hariç hepsini kabul etmişler. Kabul etmedikleri de şapka meselesi.
Mehmet Akif de dahil Darul-Hikmetil-ıslamiye azaları "Bu noktada yanılıyorsunuz. Bu millet şapkayı giymez " demişler. Ama Üstad onlara demiş ki, "çok yakında göreceksiniz."
Zaman Üstadı haklı çıkarmış.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

166

17.05.2005, 23:07

selamın aleykum

Benim aklıma şimdi birde bir konu takıldı....
Bundan bir asır onceki müceddit Mevlana Halid(K.S) o asırda üstad(R.A) kadar meşhurmuydu gerçi iletişim araçları o zaman geriydi ama...yine de o kadar meşhur muydu merak ettim?....
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

167

17.05.2005, 23:10

2 milyon kişiyi irşadının müceddidliğine delil olduğu risalelerde geçiyor diye hatırlıyorum sanki. Meşhurdu, kısaca bilen bilirdi.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Zülfikar

Stajyer

Mesajlar: 117

Konum: istanbul

Meslek: öğrenci

Hobiler: tasavvuf

  • Özel mesaj gönder

168

26.05.2005, 10:50

alkan kardeşim demişki,
(Benim aklıma şimdi birde bir konu takıldı....
Bundan bir asır onceki müceddit Mevlana Halid(K.S) o asırda üstad(R.A) kadar meşhurmuydu gerçi iletişim araçları o zaman geriydi ama...yine de o kadar meşhur muydu merak ettim?....)

sevgili kardeşim ozaman birtek o zat yoktu o tespihin imamesiydi e bildiğimiz üzere tespih de bir tek imameden oluşmuyor daha 99 boncuk var yanidaha o dönemde yaşayan nice veli var bunlar buzamanda da olduğu gibi teknolojiyle değil gönül dili ve kulağuyla birbirlerine bağlıydılar . tayyi mekan diye birşey duymuştursun ve de rabıta dediğimiz unsurlar bu mübareklerin teknolojiye ihtiytacı yok onlar daim muhabbet içindedirler. tıpkı adnan menderesin yurt dışına bri zatı ziyarete gidip o zatın bedüzzaman bahsedip o dururken onu ziyarete gelmesinin yanlış olduğunu söylemesi gibi bu hep olmuş ve olucaktır. boncukların temas ve muhabbet içinde olmadığı bir imame düşünülebilir mi bir tespihte kardeşim.
yani uzun lafın kısası orada herkes kutb-u azamdan haberdarsırlar her dönemde bu dönemdede gerçek veliler tabiri caizse hakla bir bütün olan yalnız hakkı konuşan veliler bu zamanın kutbunuda bilmektedirler her asırda bir imame vardır kardeşim
Allah'a emanet ol! :D :D :D
Seyfullah Putkıran

169

04.06.2005, 11:44

Allah Razı olsun çok aydınlattınız bizi

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

170

05.06.2005, 20:58

selamın aleykum

Bır de Mehdi AS ın 12.imam olduğu(yani 12 imam ın sonuncusuımam Ali Askeri'nin Oğlu) soyleniyor kendisinin gayba çelildiği Allah ın katında old. ve ahir zamanda dunyaya gonderileceği inanışı var...bunun doğruluk payı var mıdır?

171

05.06.2005, 21:03

şia mı söylüyor bunu?
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

172

05.06.2005, 21:06

selamın aleykum

Bilemiyorum Zannedersem onlar soyluyor..

173

05.06.2005, 21:09

Bana sadece bir iddia gibi geliyor.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

174

06.06.2005, 10:18

bu tamamen batıl bir inanıştır.
şianın görüşüdür.
üzerinde durmaya değmez.

Zülfikar

Stajyer

Mesajlar: 117

Konum: istanbul

Meslek: öğrenci

Hobiler: tasavvuf

  • Özel mesaj gönder

175

06.06.2005, 13:25

sevgil kardeşler eğer böyle bir şey olsaydı üstat mektubatta hayat tabakalarını analtırken hz. isa ya değindiği gibi onada değinirdi fakat mehdi a.s. gerçekten gelirse tabiki haz . Ali nin soyundan ve böylece efendimizin soyundan gelir.

saygılarımla...
Seyfullah Putkıran

176

07.06.2005, 20:00

ahir zaman mehdisinin 12.imam muhammed mehdi(r.a)gaybubeti sonucu tekrar zuhur etmesiyle gelebileceği fikri sunni-tarikatların bir kısmındada var(yalnız bunlar olabilir diyorlar kesin böyle demiyorlar)...bakınız www.gavsulazam.de kaynakları;
zikir makamları s.47-48
nur-ul ebsar s.168
islam meşhurları ansiklopedisi 2.cild sayfa:1290


sav şu...
muhammed mehdinin iki gaybubeti var...

gaybeti suğra(kısa kaybolma)74 yıl sürmüş

gaybeti kübra(uzun kaybolma) sonunda ahir zamanda yeniden zuhur edecekmiş...

oNUR

Stajyer

Mesajlar: 142

Konum: Istanbul

Meslek: Öğrenci

  • Özel mesaj gönder

177

08.06.2005, 15:56

Yazıların tamamını okudum ve bir kez daha tüm cihazatımla Mehdi'nin Bediüzzaman olduğunu anladım.

Allah razı olsuni
ıhya-yı din, ihya-yı millettir. Hayat-ı din, nur-u hayattır.

178

08.06.2005, 16:09

faraklit kardeşim;

sizin beyan ettiğiniz husus Risale-i Nurda aşağıdaki şekilde izah edilmiş:

Alıntı

Mehdî hakkında şiîlerin "On iki imamdan birisi hayatta iken gizlenmiş, âhirzamanda çıkacak" demelerine mukabil, Ehl-i Sünnetin bir kısmı "ımam-ı Muntazır akîdesi bâtıldır" demişler. Az bir kısım Hanefî uleması da "ısadan başka mehdi yoktur" demişler. Bunda hem Denizli’deki ehl-i vukufun bir kısmı, hem makam-ı iddia yanlış mânâ vermişler. Her asırda mehdî mânâsına ümmetin fıtrî bir ihtiyacına binaen beklemişler. Ve birkaç vecihte, rivayetlerin delâletiyle birkaç mehdi, belki her asırda bir nevi mehdî sâdât-ı Ehl-i Beytten geleceği ümmetçe kabul edilmiş. Buna hatâ diyen bir kaç cihette yanlış eder. şualar 363

aciz

Acemi

Mesajlar: 4

Konum: ıstanbul

Meslek: muhasebe

  • Özel mesaj gönder

179

08.06.2005, 16:57

ışte dikkat edilirse; Hazret-i Üstad Onbeşinci Mektupta: “Süfyanın Risalet-i Muhammediyeyi inkar ile şeriat-ı ıslâmiyeyi tahrib etmeya çalışmasına karşı âl-i beyt-i Nebeviyenin silsile-i nuraniyesine bağlanan ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek âl-i beytten Muhammed mehdi isminde bir zat-ı nuranî o süfyanın şahs-ı manviyesi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.” diyor

ittihad.com dan alıntı

abi burda üstad isim vermiş "âl-i beytten Muhammed mehdi isminde bir zat-ı" bu biraz kafa karıştırıcı değilmi sizce ??

180

09.06.2005, 00:07

Bu konu için Abdulkadir Badıllı abinin ıfhamname'sini ve Ahmed Feyzi Kul abinin yazdığı, Üstad'ın da tasdik edip - biraz (tabiri caizse) tırpan attıktan sonra - risalelere zeyl olarak eklediği Tılsımlar Mecmuasının Zeyli'ni (ctrl + f yapıp "tetabuk" aratın, Muhammed Mehdi b. Abdullah olacak şeklindeki meseleye izahlar var) okuyun.



M. Latif SALıHOğLU

şahsî kemâlâtı perdeleme hikmeti (1)





Hayatındaki harikalıkları ve başına gelen olağanüstü halleri mümkün mertebe gizlemeye, yahut perdelemeye çalışan Bediüzzaman Said Nursî, iradesi dışında gelişen bu harikulâdeliklere uzun yıllar kendisinin de hayret ettiğini beyan ediyor.

Yetmiş-seksen senelik ömrünün sonunda—Cenâb-ı Hakk'ın inayetiyle—bu işin hikmetini bir derece öğrendiğini ifade eden Üstad Bediüzzaman, kaleme aldığı uzunca bir mektubunda, yaşamış olduğu o harika hallerden birkaç tanesini nümûne kabilinden zikrederek hikmetlerini gàyet veciz ve mânidar şekilde izah ediyor. (Bkz: Emirdağ Lâhikası, 311-314. Aynı mektup, ehemmiyetine binâen Nur Aleminin Bir Anahtarı isimli eserin de sonuna derc edilmiş.)

* * *

Üstad Bediüzzaman'ın yaşadığı harikalıklar ve başına gelen olağanüstü haller, yazılanlarla, anlatılanlarla sınırlı değil.

Duydukça, öğrendikçe insanı hayretten dehşete düşüren harikulâde halleri var.

Kendisi ise, olabildiğince bu halleri setretmeye, perdelemeye çalışmış. Tâ ki, dikkatler fâni şahsına değil, eserlerine ve bâki olan dâvâsına odaklansın.

O, bu vaziyeti bütün hayatı boyunca vazgeçilmez, terk edilmez bir prensip şeklinde telâkki edip aynen uygulamış. Ona göre, baki olan dâvâya bağlılık, fâni şahıslarla bağlılıktan daha mühim, daha tutarlı ve daha evlâdır.

Bediüzzaman, talebelerinin de böylesi bir telâkki içinde kalarak hizmet etmelerini istediği için, kendi hayatı hakkında birer biyografik eser olarak hazırlanan eski ve yeni Tarihçe-i Hayat isimli eserlerde bile, yine aynı hassasiyete riayet edilmesini istemiş.

Nitekim, 1920'de telif edilen orta hacimli ilk Tarihçe-i Hayat'ından "Rusya'dan firar ve esaretten kurtuluş" mâcerasının yer almasını arzu etmemiş, çıkarılsın demiş.

Bu eserin müellifi olan öz yeğeni Abdurrahman, amcasının bu hayat devresinde yaşamış olduğu olağanüstü hallerin bir kısmını yazdığını, ancak buna müsaade etmedikleri için çıkarmak durumunda kaldığını ifade ediyor. (Bkz: ıçtimai Reçeler, s. 28.)

* * *

Yine, 1960'tan evvel neşredilen otobiyografik eser olan Tarihçe-i Hayat'ın hazırlık aşamasında da Üstad Bediüzzaman'ın büyük çapta müdahalesi olmuş ve bilhassa şahsî fedakârlığı, kahramanlığı ve olağanüstü kemâlât ve meziyetlerini anlatan kısımların eserden çıkarılması istenmiş.

Öyle ki, bu eser hakkında Ali Ulvi Kurucu'ya yazdırılan "Önsöz" kısmı için dahi, aynı hassasiyetin gösterilmesini isteyen Üstad Bediüzzaman, "Ali Ulvî Efendi, benden çok Risâle-i Nur'u övmüş. Eğer beni fazla övseydi, bu önsözü kabul etmeyecektim" demiştir. (Son şahitler–4/297, s. 158)

Bu Tarihçe-i Hayat isimli eserin münderecatına baktığımızda da görüyoruz ki, Üstad Bediüzzaman, hayat mâcerasından ziyade muhtelif devrelere yine Nur Külliyatından bazı bölümler, pasajlar, mektuplar, müdafaalar, makaleler serpiştirmiş.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Bediüzzaman Said Nursî, şahsî olan kemâlât, kerâmât ve harikulâdelikleri, bir maksada mâtuf ve bir hikmete mebnî olarak setredip gizlemiş.

Bu işin sırr-ı hikmetini derk edemeyen bazı kimseler ise, öğrenmek ve anlamaya gayret etmek yerine, ellerinde yalın kılıçla sırr-ı teklif ve imtihan üzerindeki tesettür perdesini yırtmaya, parçalamaya uğraşıyor.

Bu da, beraberinde bir dizi mahzuru tartışma gündemine getiriyor. Onun için, bu gibi meselelerde muhakkak sûrette dikkatli, ihtiyatlı davranmak gerekiyor.


* * *

ıstikbâlden bahseden hadis-i şeriflerin yorum ve izahında dikkat edilmesi gereken usûl ve esaslar hakkında tatminkâr bilgiler sunan Üstad Bediüzzaman, 24. Söz'ün 3. Dal'ında yaptığı girizgâhta şunları ifade ediyor:

"Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuâtından bahseden ehâdis-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu demişler. ımanı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da inkâra kadar gitmişler."

Bu veciz hatırlatmadan hemen sonra ise, yazımızın ana konusu olan "şahsî harikulâdelikleri perdeleme hikmetine" uygun düşen ve sarsılmaz bir ölçü teşkil eden şu hikmetli ifadeler sıralanıyor:

"Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder.

"Öyleyse (hadisler, rivâyetler), ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur.

"ışte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyat dahi çok muhteliftir; birbirine zıt hükümler olmuş."

Evet, dün olduğu gibi, bugün de bu gibi meselelerde ihtilâf olmuş ve olmaktadır.

Herkes dilediğince bu konularda yazmakta, konuşmakta, hatta ahkâm kesmektedir.

Biz ise, asrın müceddidi olduğuna kanaat getirdiğimiz Bediüzzaman Said Nursî'nin, Kur'ân'ın feyziyle ilhâmen ortaya koyduğu ölçü prensipler ışığında bakarak meseleyi tahlil etmeye çalışıyoruz.

Yarın, kısmetse "perdeleme hikmeti"ne uygun şekilde Lâhikalarda yer alan bazı harikulâdelikleri misâl vererek konuyu toparlayalım.


Tarihin Yorumu

8 Haziran 1638: “Mehdîlik” ve “ısa Rûhullah” iddiasında bulunan “Sakarya şeyhi”nin ortaya çıkması.

Meşhûr Bağdat seferine çıktığı günlerde Sultan IV. Murad’a gelen Eskişehir kadısının şikâyetine göre, asıl ismi Ahmed olan bir şahsın, Mehdîlik iddia ettiği ve Eskişehir ahalisini de tehditle haraca bağlamak istediği ifade edilir. Bu şahsın Eskişehir halkına yazdığı tehditnâmede şu sözler yer alıyormuş: “Ey şehr-i atîk ahâlisi! şöyle ma’lûm ola ki, kâğıt size vâsıl oldukta, yüz yirmi yıllık harâcınızı bittamâm gönderesiz. Ve kendiniz içün bir aylık zahîre alıkoyup, ziyâdesini bilcümle gönderesiz. Ve illâ ihmal ederseniz, üzerinize âdem gönderip katlolunmanız mukarrerdir.” (El-fakîr Rûhullah)

Çevresinde yedi-sekiz bin kişilik bir kuvvet toplayan bu dehşetli meczubun Eskişehirlilerle harbe tutuştuğu da rivâyet edilir. Bilâhare üzerine gönderilen Anadolu Beylerbeyi Ali Paşa kumandasındaki kuvvetin de mağlup olması üzerine, nihayet o bölgenin yerlisi olan Osman Ağanın kurduğu plân gereği şeyh tuzağa düşürülüp yakalanır ve oradaki ordu karargâhına getirilir. Müritleri, kendisine silâh tesir etmeyeceğine inanmaları ve bu iddiayı ileri sürmeleri üzerine, şeyhe müthiş işkenceler yapıldığı, ancak buna rağmen şeyhin, can verinceye kadar “bir kerre bile of demediği” hususu, yine gelen rivâyetler arasındadır.

Sâbık "Sakarya şeyhi"nin değişik versiyonlarından günümüz Türkiye'sinde de mebzul miktarda var.

08.06.2005

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr

Kaynak
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Bu konuyu değerlendir