Giriş yapmadınız.

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

1

10.08.2009, 22:10

Feyzi ve Emin agabeylerin dilinden Üstad Hazretleri

KASTAMONU'DA BEDİÜZZAMANA SEKİZ SENE
HİZMET EDEN MEHMET FEYZİ İLE KIYMETTAR
BİR NUR TALEBESİ OLAN EMİN'İN BİR MEKTUBUDUR



Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri Risale-i Nurun okunan ve yazılan risaleleri sayısınca üzerinize olsun.

Çok sevgili, pok kıymettar, çok müşfik Üstadımız Efendimiz Hazretleri, Evvela Leyle-i Mîracınızı tebrik eder, ellerinizden öper, kusurumuzun affını rica ederiz.
Üstadımızın tercüme-i halini merak edenlere deriz ki:
Kur'an-ı Hakîm, otuz üç ayatının i'cazkar işaretiyle, İmam-ı Ali Radiyallahü Anh Celcelûtiye ve Ercûze'sinde kerametkar delalatiyle, Gavs-ı Azam (kuddise sırruhu), beşaretkar beyanatıyla, Üstadımızın hakîki tercüme-i halini ve Risale-i Nur'un hakîki mahiyetini beyan etmişler.
Üstadımızın şahs-ı manevîsini bilmek isteyenler, Risale-i Nur'un işarat-ı Kur'aniye ve keramat-ı Aleviye ve keramat-ı Gavsiye risalelerini ve Risale-i Nur'un sair eczalarını dikkatle tetebbû etmeleri lazımdır. Yalnız, bizim Üstadımız hakkındaki kanaat-i katiyemiz şudur ki: İsm-i Nur ve ism-i Hakîm'e mazhariyetle, Kur'an-ı Hakîm'in hazînesinden nail olduğu hakaik ve maarifi, tahdîs-i nîmet maksadıyla beşere îlan eden bu allame-i zîfünûn Bediüzzaman Hazretleri, ahlak-ı Muhammediye Aleyhissalatü Vesselam ile tahallûk etmiş, nefis ve heva berzahlarından geçmiş, mekarim-i ahlakın en mümtaz ve müstesna bir timsal-i mücessemi olarak bu asırda bulunmuş. Şimdiye kadar bütün hayatında şayan-ı hayret bir ulûvv-ü himmet ve sekînet ve iffet ve mahviyet içinde yaşamış. Gına-i kalbi, tevekkül ve kanaati harikulade, maîşet ve kıyafeti pek sade ve mekarim-i ahlakı pek fevkalade; dünyaya zerre kadar meyil ve muhabbet etmez.

Hem öyle bir tarzda izzet-i ilmiyeyi hayatta muhafaza etmiş ki, asla kimseye arz-ı iftikar etmemek hayatının en mühim bir düsturu olmuştur. Dünya kendilerine teveccüh etmişse de, ondan yüz çevirmiş olan Üstadımız, emr-i maaşta Cenab-ı Hakkın inayetiyle, iffet ve nezahetini daima muhafaza eder; sadaka, zekat ve hediyeleri almaz. Yakînen biliyoruz ki, Kastamonu'da bulundukları zaman, oturdukları evin icarını vermek için yorganını sattılar da, yine hiç bir sûretle hediye kabul etmediler.

Hem, Üstadımız tekellüf ve taazzumdan asla hoşlanmaz ve talebelerinin dahi tekellüf kaydından azade olmalarını emreder. Ve buyururlar ki: "Tekellüf, şer' an ve hikmeten fenadır. Çünkü, tekellüf sevdası, insanı hadd-i manıfu tecavüze sevk eder. Mütekellif olanlar, bazan hodbinane bir tezahür ve tefahur tavrı ve muvakkat soğuk bir riyakar vaziyeti takınmaktan kurtulmaz. xalbuki bunların ikisi de ihlası zedeler."

Hem, Üstadımız gayet mütevazidir; tefevvuk ve temeyyüz dairelerinden, şöhret sevdalarından ziyadesiyle sakınırlar. Kendilerine mahsus safî meşrebi, o gibi can sıkacak şeylerden alîdir. Herkese, hele ihtiyarlara ve çocuklara ve fukaralara, rıfk ve mülayemetle uhuvvetkarane bir muamele-i halisanede bulunurlar. Mübarek yüzlerinde, mehabet ve beşaşetle karışık bir nûr-u vakar lemean eder; heybetle beraber asar-ı üns ve ülfet dahi görünür. Daima mütebessim bulunurlar. Fakat, bazan tecelliyatın muktezası olarak, mehabet ve celal nazarı o derece tezahür eder ki, artık o zaman yanında bulunup da söz söylemek isteyen adamın adeta dili tutulur; ne söylemek istediği anlaşılmaz. Bu acizler, çok defa bu hali müşahede ettik.
Üstadımızın, az söylemek adetidir. Fakat, söylediğini veciz söyler; her halde düstur-u hikmet olarak pek manidar ve pek şümûllü birer camiü'l-kelimdirler.
Üstadımız, ne kimseyi zemmeder ve ne de yanında kimseyi gıybet ettirir. Bunlardan asla hoşlanmaz. Kusur ve hataları setrederler. Hem, o kadar hüsn-ü zanna maliktir ki, hatta kendisi hakkında bir naseza söz tebliğ edene, "Haşa! Bu yalandır. Bu sözü söyledi dediğin zat, böyle söylemez" buyururlar.

Üstadımızın nefisle mücahedede bir rüsuh ve ihtisası vardır ki, asla huzûzat-ı nefsaniyelerine hizmet etmezler. Bir insana kafi gelmeyecek kadar az yerler ve az uyurlar. Gecelerde, sabaha kadar calib-i dikkat bir hal-i haşiane ile ubûdiyette bulunurlar; yaz ve kış bu adetleri tahallüf etmez. Teheccüd ve münacat ve evradlarını asla terk etmezler. Hatta bir Ramazan-ı Şerifte pek şiddetli hastalıkta, altı gün birşey yemeden savm-ı visal içinde ubûdiyetteki mücahedelerini terk etmediler. Komşuları her zaman derler ki: "Biz, sizin Üstadınızın sekiz sene yaz ve kış geceleri, aynı vakitlerde sabaha kadar hazin ve muhrik sadasıyla münacat seslerini dinler ve böyle fasılasız, devamlı mücahedesine hayretler içinde kalırdık."

Hem, Üstadımız taharet ve nezafet-i şer'iyeye son derece riayet eder; her zaman abdestli olarak bulunur. Asla mübarek vaktini boş geçirmez; ya Risale-i Nur telifiyle veya tashihiyle meşgul veya münacat-ı Cevşeniyeyi kıraat ve secdegah-ı ubûdiyete kaim veya tefekkür-ü ala-i İlahî bahrine müstağrak bulunurdu. Ekseriyetle, yaz zamanı şehre uzak ormanlık dağ vardı, Üstadımızla oraya giderdik. Yolda hem Risale-i Nur tashih ederler, hem bu aciz talebelerinin okudukları risaleye dikkat ederler ve tashih için hatalarını söylerler veyahut eski müellefatından birisinden ders verirler; bu sûretle yolda bile mübarek vaktini vazife ile geçirirlerdi. Evet, biz îtiraf ediyoruz ki; Üstadımızın nutkundaki letafet ve ülfetindeki halavet o derece feyiz bahşederdi ki, insan sabahtan akşama kadar o vaziyette ders alsa, yol yürüse, asla sıkılmak ihtimali yoktu.

Hem, Üstadımız Risale-i Nur hizmetini herşeye tercih ederler ve buyururlardı ki: "Yirmi senedir Kur'an-ı Hakîm'den ve Risale-i Nur'dan başka bir kitabı ne mütalaa etmişim ve ne de yanımda bulundurmuşum. Risale-i Nur kafi geliyor." Evet, Feyyaz-ı Mutlak tarafından bütün hakaik-ı Kur'aniye kalb-i münevverine ilham ve ilka-i küllî ile ifaza olunur da, Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyandan başka neye muhtaç olur? Bundan şüphesi olanlar, Risale-i Nur'a dikkat etsinler. Cenab-ı Hak, Üstadımıza, Risale-i Nur'un telifinde öyle bir iktidar-ı bedî ihsan etmiştir ki; bu herkese nasip olacak hasletlerden değildir. O harika Nur Risaleleri, herbiri, gurbette, hastalık içinde, dağda, bağda, katipsiz, tahammülü müşkül gayet ağır şerait dahilinde, zahirî nice müşkülatlarla meydana gelmiş ve mü'minlerin imdadına yetişmiştir. Fakat, Cenab-ı Hakka şükrolsun ki, inayet-i İlahiye, harika bir tarzda Üstadımıza fevkalade muvaffakıyet ihsan etmiştir. İşte bu sırdandır ki, Cenab-ı Hak, ona kainatı bir kitab-ı semavî ve arzı bir sahife gibi keşf ve şuhudla bihakkalyakîn okuyacak bir iktidar vermiş, mahz-ı inayetle böyle kudsî bir esere sahip kılmıştır.

Evet, ayat-ı teşrüyeyi havî Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyanın hakaik ve maarifini ve ayat-ı kevniyeyi şamil kitab-ı kebîr-i kainatın vezaif ve meanisini beyan edip, marifetullahın en yüksek derecatına urûca nev-i beşeri teşvik eden ve bugünkü günde ölmeye yüz tutan kalbleri bile izn-i İlahî ile ihtizaza getirecek kadar harika bir eser-i bedîa, bir sereyan-ı serîa olan Risale-i Nur ile neşr-i hakaik eden bir vücud-u mes'ud ile beşeriyet iftihar etmek lazım gelirken; çok gariptir ki, ehl-i şekavet tarafından zehir verilmeye cesaret ve taş attırılmaya bile cür'et ediliyor.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

2

10.08.2009, 22:14

Evet,

Belanın en şiddetlisine önce peygamberler, sonra sırasıyla evliyalar maruz kalırlar. (Hadis: Tirmizî, Zühd: 57; Buharî, Merza: 3; İbni Mace, Fiten: 23; Darimî, Rikak: 67; Müsned 1:172,174,180,185.)

sırrıyla, enbiyanın varisi olanların türlü türlü belalara uğramaları hikmet-i İlahiye iktizasından olmasıyla, o zümre-i mübareke gibi, Üstadımız dahi nice belalara hedef olmuştur. Hatta Kastamonu'ya ilk teşrif ettikleri zaman çocuklar, bir bedbaht şakî tarafından teşvik edilip, abdest almak için çeşmeye çıktıkları vakit taş atmışlar... Fakat, Üstadımız daima gördüğü eza ve cefalara ulü'l-azmane sabır ve tahammül eder. Hem safa-i sadre ve selamet-i kalbe malik olduklarından, o çocuklara dahi hiddet etmeyip, buyururlardı ki: "Bunlar, Sûre-i Yasin'den mühim bir ayetin nüktesini keşfime sebep oldular" diye, onlara dua ederlerdi. Sonra bu çocuklar, Üstadımızın duaları bereketiyle şayan-ı hayret bir hal kesb ettiler ki, Üstadımızı uzak-yakın nerede görürlerse, koşarak yanına gelirler, mübarek elini öperler, duasını alırlardı.

Hem, Üstadımızın harika halatı ve şayan-ı hayret garaib-i ahvali başta Risale-i Nur olarak pekçoktur. Evet, biz îtiraf ediyoruz ki, Üstadımız bizim hatırat-ı kalbimizi bizden ziyade okur, çok defa haberimiz olmadığı bir meselede bizleri şiddetli telaşla ikaz ederler, bizi hayrette bırakırlar. Fakat, günler geçtikten sonra aynen Üstadımızın ikaz ettiği şeyle karşılaşır, aklımız başımıza gelirdi. Üstadımızla dağa gittiğimiz zaman, daha şehre dönme zamanı gelmeden, birden Üstadımız kalkarlar, bize de emrederlerdi. Hikmetini sormak istediğimizde, "Acele gidelim, Risale-i Nur hizmeti için bizi bekliyorlar." Hakîkaten, şehre avdetimizde, mutlaka mühim bir Risale-i Nur şakirdi bizi bekliyor bulur veya birkaç defa gelip gittiğini komşular haber verirlerdi.

Yine birgün, Mevlana Halid (k.s.) Hazretlerinin Küçük Aşık namında bir talebesinin neslinden mübarek bir hanım, Haşiye yanında çok senelerden beri muhafaza ettiği Mevlana Hazretlerinin cübbesini, Ramazan-ı Şerifte teberrüken Üstadımızın yanında kalsın diye Feyzi ile gönderir. Üstadımız hemen Emin kardeşimize yıkamak için emrederek, Cenab-ı Hakka şükretmeye başlar. Feyzi'nin hatırına, "Bu hanım, benim ile yirmi gün için gönderdi. Üstadım neden sahip çıkıyor?" diye hayretler içinde kalır. Sonra o hanımı görür, o hanım Feyzi'ye der ki: "Üstad hediyeleri kabul etmediğinden, bu sûretle belki kabul eder diye öyle söylemiştim. Fakat emanet onundur, canımız dahi feda olsun" der, o kardeşimizi hayretten kurtarır.
Evet, "Mübarek Üstadımızın o cübbeyi kabulü, Mevlana Halid'den sonra vazife-i teceddüd-ü dînin kendilerine intikaline bir alamet telakkî etmesindendir," derler. Hem de öyle olmak lazım.

Çünkü, hadîs-i sahîhte, ( Muhakkak Allah, bu ümmet için her yüz sene başında dînini yenileyen bir müceddid gönderir. (Ebu Davud Melahım:1.) ) buyurulmuş. Mevlana Hazretlerinin veladeti bin yüz doksan üç, Üstadımı Hazretlerinin ise bin iki yüz doksan üçtür. Bu hadîsin tam izahı Risale-i Gavsiye'de vardır.
Üstadımız arasıra bizlere, husûsan Feyzi'ye latîfe tarzında buyururlardı ki:
"Cezanız var, tokat yiyeceksiniz, hapse gireceksiniz..." diye Denizli hapsimizi bize remzen haber verip, hem bizi ikaz, hem kable'l-vukû bir mühim hadiseyi keşfen beyan ediyorlardı. Hakîkaten çok geçmedi, Üstadımızın dediği çıktı.

Haşiye
O hanım Asiye'dir.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

3

10.08.2009, 22:16

Yine Denizli hapsi hadisesinden evvel buyurdular ki: "Kardeşlerim, çoktandır sekiz seneden fazla bir yerde kalmamışım. Şimdi buraya geleli sekiz sene oluyor. Bu sene, herhalde ya vefat edeceğim veya başka yere nakledeceğim" diye Kastamonu'dan teşrifini haber veriyorlardı.

Hem, Denizli hapsi musîbetinden evvel Üstadımız buyururlardı ki: "Kardeşlerim, Risale-i Nur'a birkaç cihetle hücum hissediyorum; ziyade ihtiyat ediniz." Hakîkaten çok geçmedi, İstanbul'da bir ihtiyar hoca, bilmeyerek, bir risalenin bir meselesine îtiraz ediyor. Sonra, eski fetva emîni merhum Ali Rıza Efendi Hazretleri, o hocanın îtirazını red ve Risale-i Nur'un hakkaniyetini tam tasdik ediyor.

Bir müddet sonra, bir hayvan ürküp, Üstadımızın bacağını incitiyor. Aylarca, ıztıraplar içinde, vazife-i ubûdiyetini ve Risale-i Nur'un hizmet-i kudsiyesini çok müşkülatla îfa edebildi. Sonra, dağda müthiş bir zehirlenmeden mütevellit gayet ağır sûrette hasta iken, Denizli hapsi tevkifi meydana çıktı. Fakat, o ferd-i ferîd, tahammülü pek müşkül bu dehşetli halde, hem hizmet-i îmaniye ve Kur'aniyedeki azm-i metînini, hem ubûdiyetteki vezaifi îfaya son derece gayret edip, asla fütur getirmeden ulü'l-azmane bir sabır ile sebat ediyordu.

Yine, Üstadımız tevkifimizden evvel mükerreren buyururlardı ki: "Ehl-i dünya, Risale-i Nur'a ilişmesinler; ilişirlerse, afetlerin hücumuna sebep olurlar." Hakîkaten herkesçe malûmdur ki, Risale-i Nur şakirtleri tevkif edilir edilmez her tarafta afetler, zelzeleler, hastalıklar başlardı; ta Risale-i Nur'un hakkaniyeti tasdik olunup vatana faideli olduğu îtiraf edilinceye kadar. Çok yerlerde, ezcümle Kastamonu'da zelzele devam etti. Hatta Kastamonu'nun tarihî yüksek kal'ası (Ki, bazı risalelerin medresesi hükmüne geçti.) Risale-i Nur'a ve müellifi olan Üstadımıza iştiyak ve hasretinden matem tutup, en sağlam köklü taşlarını aşağı atarak, Üstadımızın ihbar-ı gaybîsini maddeten tasdik etmiştir.

Üstadımız, tevkifimizden mukaddem buyururlardı ki:
"Risale-i Nur'a müthiş bir hücum planı var; fakat, merak etmeyiniz. Müjde, inayet-i İlahiye imdadımıza yetişecek. Şöyle ki:
"Bugün, okumak için Hizb-i Azam-ı Nûrîyi açmıştım, birden karşıma,

Rabbinin hükmü gelinceye kadar sabret. Muhakkak ki sen Bizim himayemiz altındasın. (Tûr Sûresi: 48.)

ayeti çıktı; manen, 'Bana bak!' dedi.
"Ben de baktım; gördüm ki, manasının çok tabakalarından husûsan mana-i işarîsiyle ve cifrîsiyle hem hapis musîbetine, hem necatımıza işaret ve bize beşaret ediyor" buyurdular.

İşte, Denizli mahkemesi, beraet kararı vermezden dokuz ay evvel, bilatereddüt bu ayetin defînesinden aldığı cevheri izhar edip, hem bu ayet-i kerîmenin mühim nükte-i i'cazını keşf, hem de bu kuvve-i maneviyeye muhtaç zaif talebelerini tebşîr etmekle, bizleri mesrur eylemişlerdir. Bu ayetin tam izahı, Denizli Müdafaasında ve lahikasındadır.

Nüsha-i nadire-i zaman olan Üstadımız, gayet şecî ve metîn ve ulü'l-azmane bir cesaret-i fevkaladeye malik bir lisanü'l-haktır ki; hak yolunda söz söylemekten çekinmez ve levm-i laîmden korkmazlar. Birgün, "Bismillah" yazılı kabir taşlarını lağımlar üzerine konurken görürler. Orada dünyaca mühim zatlar hazır oldukları halde, kimsenin söyleyemediği gayet acı sözlerle, o haksız işe ve daha başka haksız işlere de sedd-i sedid olmuşlardır.

Hem, memleketimizde her kim Üstadımızı rencide etmeye cesaret etmişse, Risale-i Nur'a zarar getirmişse, mutlaka sû-i akıbete uğramışlardır. Bazıları dehalet edip akılları başlarına gelmiş ise de, bazıları da cezalarını çekmişlerdir. Bu vak'aların bazıları Lahikada yazılmıştır.

Elhasıl: Mübarek Üstadımızın evsaf-ı kemalini ve mehasin-i ahvalini bizim gibi acizlerin bihakkın tasvir ve tarif edebilmesine imkan yoktur. Hâlık-ı Zülcelâl ve'l-Cemal Hazretleri, Üstadımızı bir vücud-u müstesna olarak yaratmış ve tevfîk-ı İlahiyesine mazhar kılmıştır. Ne saadet ona ki-onun bizzat iştigal ettiği ve ehemmiyetle teşvik ve tavsiye ettiği-Risale-i Nur ile hizmet-i Kur'aniye ve îmaniyede buluna ve Risale-i Nur'dan dersini almış ola...
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

4

10.08.2009, 22:17

Üstadımız, memlekette bulundukça, fasılasız neşr-i hakaik eylemiş ve bizim saadetimiz için feyiz bahşeden mübarek nefesini sarf etmiştir. Cenab-ı Erhamürrahimîn'den bütün rûh u canımızla niyaz ederiz ki: "Mahşer gününde dahi bizleri hadîs-i şerifine mazhar olan Üstadımız defîne-i ulûm ve fünun, bedîü'l-beyan allame-i Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ile birlikte haşretsin. Ta ki, o korkulu günde nurlu, müşfik, mübarek eliyle elimizi tutsun, huzûr-u Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselama bizi götürsün, inşaallah."

Risale-i Nur Şakirtlerinden
Feyzi, Emin

Said daha annesinin karnındayken saiddir. (Kenzü'l-Ummal,1:491.)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Bu konuyu değerlendir