Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

26.06.2007, 10:33

İman Nedir ?

"Risale-i Nur'da geçen imana dair tanımlar bizi imanda artma azalma olmayacağı gerçeğine götürüyor. Ama ımanın mertebeleri ayrıdır. Zayıf-kuvvetli oluşuyla alakalıdır... diyebilir miyiz?"

Yukarıdaki meseleyi mutalaa nezninde yazılmıştır...Katılmak isteyen kardeşlerimizi iştiyakla ile bekliyoruz ınşaallah...

Selamunaleyküm

Önce bu mesele ile ilgili bir iki hususu belirmekle Allah'ın tevfikiyle devam etmek niyetindeyiz inşallah...

ımanın artıp artmaması ;Peygamberimizin "Ya Rabbi;Hayretimi ve ımanımı arttır"Amin ...duaları mucibince.....

Üstadımızın;"Delail zuhur ettikçe ıman ziyadeleşir"ıfadesi mucibince......

Hem dün ve bügünümüz arasındaki kişisel gelişim bizzat ımanın.."ilmelyakin ve aynelyakin ve Hakkalyakin"meratibine haizliği ,bu Nur'da sonsuzluk kadar ziyadeleşme aynı hakikattir...

ıman teklife teveccühün ve hayra meylin ve emre imtisalin neticesinde"ılka edilen Nur'dur"meyanındaki ifadeler bu mükemmel meseleyi yoğunluğu ile karşımıza çıkarmaktadır...

Cüz-i ıradenin fıtrat üzere ve hikmet saikiyle taharri-i hakikati ve hayra meyli,ırade-i Külliyeyinin ıkram-ı Hidayetle taallukuna şart-ı adi oluyor...

Kalp masivadan temizlenmekle ıman ile tezyin ediliyor...Üstadımızın gösterdiği bu hakikat yine;ıstiaze, istimdat, istinad ,şuur ve dua ile yaşanılır imani bir alemin tesisine vesile olan nevamisi harekete geçiren amali ve fiili ve kavli bir ahvaldir...

ıman bütün mevcudatı ışıklandırıyor..ıman hem alemi Asgarın hem alem-i ekberin maslahat ve maksat üzere fıtratını tarife ,idrak ve iz'an lutfunu kabule müheyya zeminleri tesis ediyor...

Hem ıman Manayı Harfi ile hayatın ta kendisidir...

Bir edep ve talebin ihtiyaç dairesinde merhameti celb eden vaziyet-i acizanaye bir Ganiyyi mutlakın sonsuz hazine ve nimetlerinden hidayete taaluk eden ikram-ı kebiridir...

Bir Nur bir hayat ve devamlı tecdit ile tekamul eden ve maarifi ilahiyeye bağlı kendini bilmekle,eşya ve mahiyeti insan ve mahiyeti mevcudat ,masnuat mahlukat ,tahsili maarrifiyle emaneti bihakkın edaya ruh olan mahiyeti azimedir...

ıntisab ve nisbet ve ilim;Tecelli-i Esma-i ilahiye ve marziyat-ı Rabbaniyeye mutabık istidatı ıman ile işler hale getirmekle yaratılma gayesini ve ayinedarlık ve işleme ve Hizmet-i Esmada vazifeyi azimeyi ifanın şuurudur...

Hem ıman Latife-i Rabbaniyede Vicdani bir miratın tezahürü hakaikına bir aks-i fıtrat makesidir...Zira vicdan fıtri şahadetin en temel şubesidir...bütün ilim ve marifet ve muhabbet bu vicdan denilen iman kaynağında işlenir...kalp o fıtri şuura bağlı şehadetin kalbi hükmündedir..."Fıtrat-ı zişuur..."

Evet Alem ve aleme tecelli edenler ve muhatap nazarların bu hılkat ve marifet rüzgarlarına müteveccih bir kabiliyetin ..insaf ve akıl ölçüsüyle muhatabiyetine taalluk eden nur'dur denilebilir...Hikmet ;imanın ilk delail bağlamında ki şubesidir..Akıl bu sonsuz Nur'u ihtiyar etmekle programlı bir mahiyettedir..."ıman aklın ihtiyariyledir"bu daireyi hikmet-i ılmiyeye nazırdır...

Ve şeriat dairey-i Hikmetin şeraitini ve ımanın mühim ikinci cüz-ü olan"Amali salihayı"tanzim eder...Marziyat bu dairede Rubibuyetin en geniş alanını ve rızanın cadde-i kübrasını gösterdiğinden şeriat Asıldır...Nevamisi Rabbaniyeyi ve maksad-ı Rububiyeti talim eden odur...Ders veren Resulallahdır A.S.M.Bu nedenle biri birine delil olan "LAıLAHEıLLALLAH VE MUHAMMEDEN RESULALLAH"ıman nurunun şart-ı elzemi ve mutlak sebebidir...

Delail o silsilei meratibi ilmiyede makam-ı tevhidin maarrif sahifesidir..."Ayat-ül Kübra"Bu meratipte marifetullah dersini ve ona taaluk eden imanı en güzel gösteren derslerimizdendir..."Bişahadeti-Bimüşahadeti"gibi makamlarda zuhur eden bürhanlarala ziyadeleşen imanı süluk hattını nazara verir...

Lailahe illallah..Lailaheillahu...ve Huvallah bu meratibi ımaniyenin marifet burçları gibidir...

Delile ve amale ve rızaya taalluk eden meseleleri sonsuz bir açlıkla taleb ve Mahiyet-i Muhammediyeye şuur ile sünnetine riayet..Maarrif-i esma-i ılahiyeye şuur ile mazhariyet ve Aynı esmaya hizmet ile ıMANA hizmet...

"Rabbimiz umum Nur Talebelerini Bu Hizmeti ımaniye ve Kur'aniyede kıyamete kadar kemal-i sürur ve sevinçle rızası dairesinde hem meşgul hem istihdam etsin"Amin...

Selam ve dua

m_safiturk

2

26.06.2007, 10:36

ıman nedir?meselesinin mütalaasına yazılan meseleden sonra alt taraftaki çalışma cevabi olara olarak gelmiştir...


ımam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
ıman kalbin tasdiki ve yakîni olduğundan, azalması, çoğalması olmaz. Azalıp çoğalan bir inanış, iman olmaz. Buna zan denir. ıbadetleri, Allahü teâlânın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram işleyince, bulanır, lekelenir. O halde, çoğalmak ve azalmak, amellerden, işlerden dolayı, imanın cilasının, parlaklığının değişmesidir. Kendisinde azalıp çoğalmak olmaz. Cilası, parlaklığı çok olan imana çok dediler. Bunlar, sanki, cilalı olmayan imanı, iman bilmedi. Cilalılardan bazısını da, iman bilip, fakat az dedi. ıman, parlaklıkları başka başka olan, karşılıklı iki ayna gibi oluyor. Cilası çok olup, cisimleri parlak gösteren ayna, az parlak gösteren aynadan daha çoktur demeye benzer. Başka birisi de, iki ayna müsavidir. Yalnız, cilaları ve cisimleri göstermeleri, yani sıfatları başkadır demesi gibidir. Bu iki adamdan birincisi, görünüşe bakmış, öze, içe girmemiştir. (Ebu Bekir’in imanı, ümmetimin imanları toplamından daha ağırdır) hadis-i şerifi, imanın cilası, parlaklığı bakımındandır. (Mektubat, m.266)

ımam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki:
ımanın artması, devam etmesi, çok zaman sürmesi demektir. ımanın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demektir. Mesela, Eshab-ı kiram, önce az şeylere inanırlardı. Yeni emirler gelince, imanları çoğalırdı. [Ayrıca zamanla nesh edilen hükümler yüzünden de imanları yani iman edilecek hususları azalırdı. Bu şekilde imanın artması ve azalması, yani iman edilecek hususların artıp azalması sadece eshab-ı kiram efendilerimize mahsus olup, bu da, Peygamber efendimizin ahirete irtihaline kadardır.] ımanın artması demek, kalbde nurunun artması demektir. Bu parlaklık, ibadet ile artar. Günah işlemekle azalır. (şerh-ı Mevakıf, Cevheret-üt-tevhid)

ıman, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakîn ve tasdik yönünden parlaklığı, kuvveti artar ve eksilir. Müminler, iman ve tevhid hususunda birbirlerine eşittir. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdır.

3

26.06.2007, 10:39

bu yazı yukarıdaki meseleye yorum niteliği ile cevabi olarak hazırlanmıştır...


Selamunaleyküm

ıki imamızın ifadeleri ıman hakkındaki hükümleri temelde birliğini götermekle birlikte uygulamada nuans farklılıkları var gibi…

ımam-ı rabbani Ra. ımanı muhkem ve sabit bir maya tarzında ifade ediyor..Amale dayalı parlaklık ve kusufundan bahisle meseleyi izah ediyor…Ve parlaklıkla imanın cilasından imanın görünen tezahüründen bahs ediliyor…

ımam-ı Azam Efendimiz ise; . “ımanın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demektir.”
Bizim ifade ettiğimiz”delail zuhur ettikçe iman ziyadeleşir”ifadesi buraya bakıyor…Bu meseledeki artma işini ımamımız”Ashab-ı Kiramla ve Resul-i Ekrem efendimizle sınırlayarak noktalamıştır…Ve ımanda eşitlik ve amalde farklılık olarak tefrik etmiştir…

ımanın artması kalpte Nur’un artması demekle aynı ımam-ı rabbani R.A ile örtüşen ifadede bağlamış…Bunlar sizin o esrlerden kaynakla nakl ettiğiniz meseleler…

ımanda olan mertebeler muhakkak olduğuna nazaran…ıman temelde iki şubeye ayrılarak ifade edilmektedir…

Taklidi ıman Ve Tahkiki iman…Bunların aynı olması mümküm değildir…ıman lafzında veya mayasında birdirler…Fakat meratipde hükümleri çok ayrıdır…

Mesela biri şu sorguyla;gabya olan iman ile bu alemi Allah Yarattı demesi kafidir.Ve delildirki O insanın ımanı vardır…

Diğeri;Her şey üzerinde Allah’ın isim ve sıfatlarını görerek ve icraata şahit olarak bir tasavvur bir tahayyüle bağlı olmayarak bizzat mührü görerek getirdiği tevhiddirki bu tahkiki yani hakiki iman olarak ifade edilmektedir…

Ve Ömür ve ilim bu ımanın yukardaki ifadelerle cilalanması denilmesi ile artması arasında sadece ifade farklılığı fakat maksad aynılığı vardır…


Yine ımam-ı Azam efendimiz bu artma ve azalmanın olduğunu ifade ederek yukarıdada söylendiği gibi Resul-u Ekrem efendimizle hitama erdirmiş…

Bu meseleye bakışımızı ayarlayan ;

Fetret Asr-ı ve Ahir zaman arasındaki benzerliktir…Peygamber efendimize A.S.M ve Ashabına ait gösterilen mesele;Hem iman dersinin Pegamberimizce verilmesi hem o asrın eşeddi ihtiyacı ve kabulun hayata ve aşamaya bağlı olarak talimi mertebeyi gösterdiği gibi…Mertebe ise ;ılmelyakin aynelyakin Hakkalyakin olarak taksim edilmiştir…Bu mertebeler arsındaki boşluğa ve tamamlayıcı unsurlara;

Zahiri ve batını bürhanlar diyoruz…Kimi bürhanlar nakli kimi bürhanlar fıtri kimi bürhanlar akli dir…bunlar bununla muhatap alan latifeler kadar meratibi ve aşamayı içerir…

Tekrar zamana gelir Ve Ahir zaman ve Mehdiyet meselelri ve islamın galebesi için söylenen meselelerden dört şubelik bölümünden;”Mehdinin iman hizmeti”Asr-ı Saadetle örtüşür dolayısyla..ımana olan ihtiyaç ve zaman benzerliği istifadenin ve imanın Ziyadeleşmesi hususunda benzerlik gösterir…Peygamber Efendimizin Tebliğ sünnetinin Gölgesi Mehdiyete aks eder görünürse ashabının Ziyadeleşen ımanın gölgeside Mehdiye tabi olan zümrede görünmesi akıldan uzak değildir…

Mesela;Umum müçtehidin “Haşir ve Kader”gibi meselelerdeki izahatlarına baktığınızda…haşir bir mesele-i nakliyedir..ıman ederiz fakat akıl ile gidilmez meyanında ifadeler bulunmakla beraber..Kader meselesi hakkında Saad-ı Taftazani kırk sayfalık eserle ancak havasa bildirilmiş meseledir ve meseleler gibidir…

ıbn-i sina gibi bir zata-ımam-ı Gazali Adi bir mü’min derecesini vermiş….Yani meseleler zamana göre başkalaşım gösterir…Bir zamanın hükmü bir zamana çare olmaz…Bütün bütünde haşa istifadesiz olmaz…

şimdi Risale-i Nur’a baktığımızda…Bir çok alimin nakil dediği mesele “on yaşında çocuğa isbat edilir ve Kader meselesi herkesin anlayacağı bir konumdadır.”

Bu Haşa o ınsanların acizliği değil ..Zamana ve ihtiyaca göre Kur’anın o asra dersidir…Müçtehidler kendi zamanlarına ait olan dersleri Kur’andan alarak o zamana ders vermişler gelecek asırlara ilişmemişler…Zaten hiçbir zaman hükümde;Allah’ın Birliği ve ımanın kalbe girmesindeki kabul şartları..melekler …vs..meselelerinde ki birliktelik tamam olmasına rağmen…Uygulamalar farklılık hatta biribirlerine muhalefet noktasında görünmektedir…Tariklerin çokluğu buna bir delildir…

Cadde-i Kübra denilen..Bir Cadde ki;Veraset-i Nübüvvetten inikasla umum ümmetin saadetini ve saadet-i ebediyesine hizmet eden iman hizmetidir…Burada Vahdaniyete gösterilen deliller ve icraat-ı Rabbaniyede ki Hikmet..Dine ve ımana yapılan felsefi taarruz tecdit eden yenilenen ve tazelenen bir imanın müdellel savunmasını iktiza eder…

“Peygamberimizin;Elbiseniz eskidiği gibi ımanınızda eskir,ımanınızı yenileyin”Emriyle ve şeytanın ıman üzerindeki Hilesi Allahın Kullarını ıstiazeye ve tevbeye daveti bu meselenin daim hareketli bir özllik taşıdığına ve nurunun kaybolmasına delildir…Bu mesele ilmi münazarada insaf ölçüsüyle devam edebilir…Nazikane ve sadece mütalaa olarak bütün fikirleride bekleriz ınşallah…

Sözler kitabı Konferans bölümünden bir yazıyla son veriyoruz;





Halbuki, imânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruâtında yapılan lâkaydlıktan pekçok defa daha felâketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki, şimdi en mühim iş, taklidî imânı tahkikî imâna çevirerek imânı kuvvetlendirmektir, imânı takviye etmektir, imânı kurtarmaktır. Herşeyden ziyâde imânın esâsâtıyla meşgul olmak, katî bir zarûret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet hâline gelmiştir. Bu, Türkiye'de böyle olduğu gibi, umum ıslâm dünyasında da böyledir.

Evet, temelleri yıpratılmış bir binânın odalarını tâmir ve tezyine çalışmak, o binânın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi?

ınsan, saray gibi bir binâdır. Temelleri erkân-ı imâniyedir. ınsan bir şeceredir. Kökü esâsât-ı imâniyedir.


ımânın rükünlerinden en mühimi, imân-ı billâhtır, Allah'a imândır; sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, ımân ilmidir. ılimlerin esâsı, ilimlerin şâhı ve padişahı ımân ilmidir.

ımân, yalnız icmâlî bir tasdikten ibâret değildir. ımânın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir imân, husûsan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî ımân ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imânı elde eden bir kimsenin ımân ve ıslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruz kalsa, o kasırgalar bu ımân kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imânı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.

ışte bu hakikatlere binâen, biz de tahkikî imânı ders vererek imânı kuvvetlendirip, insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur'ân ve ımân hakikatlerini câmi' bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı katiyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musîbetler içine düşmek, şüphe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için, yegâne kurtuluş çaremiz Kur'ân-ı Hakîmin imânî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerîmelerini tefsir eden yüksek bir Kur'ân tefsirine sarılmaktır.
şimdi, "Böyle bir eser bu asırda var mıdır?" diye bir suâlin içinizde hâsıl olduğu, nurânî bir heyecanı ifâde eden sîmâlarınızdan anlaşılmaktadır.

Evet, bu çeşit ihtiyacımızı tam karşılayacak olan bir eseri bulmak için çok dikkat ve itinâ ile aradık. Nihayet, hem Türk gençliğine, hem umum Müslümanlara ve beşeriyete Kur'ânî bir rehber ve bir mürşid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî'nin Risâle-i Nur eserleri olduğu kanaatine vardık. Bizimle beraber, bu hakikate Risâle-i Nur'la imânını kurtaran yüz binlerle kimseler de şâhittir.


selam ve dua

m_safiturk

4

26.06.2007, 10:42



ımanın mahiyeti nedir de mutalaa ettiğimiz mesele..ımam-ı Rabbani Hazretleri ve ımam-ı Azam hazretlerinden ımanın işlevselliğine nazaran ifade ettikleri hükümleri meseleyi biraz daha genişletmiş oldu...Bu meselenin genişliği iştirakide biraz farklı mecraya taşımış oldu...

Mezhepler arasındaki ayrılık hikmeti gibi bir hikmette burada görülüyor..imam-ı şafi..ımam-ı Maliki..ımam-ı hambel..ımam Buhari RA. gibi zatlar zahiren ımam-ı Rabbani ve ımam-ı Azama RA.muhalif bakıyor "ıman artar ve eksilir diyorlar"...Bu meseleler bizim gibi avamlar nazarında tam anlaşılmayacağı bedihidir..o anlamda yinede hüccet babında ımamlarımızın ıfadelerini aynen nakille;




Ahmed b. Hanbel'e göre; iman, kesin olarak inanmaktan ve amelden ibarettir. Artar ve eksilir, yani iman, iyi amelle artar, kötü amelle de eksilir. Kişi imandan çıkabilir, ıslam'dan çıkmaz. Tevbe edince yeniden imana döner. ınsanı ancak Allah'a şirk koşmak veya farzlardan birini inkâr ederek yapmamak imandan dışarı çıkarır. ınsan herhangi bir farz tembellik veya gevşeklik yüzünden terkederse, onun durumu Allah'a havale edilir. Dilerse ona azap eder, dilerse onu affeder.

Hz. Ali'nin hilâfetinden itibaren büyük günah (kebîre) işleyenlerin durumu bilginler arasında tartışılmıştır. Hâriciler bu konuda sert bir yol izleyerek, büyük günah işleyenin dinden çıkacağı görüşünü benimsemiştir.

Hasan el-Basri bunların münafık olacağını söylerken Mürcie fırkasının sapıkları, iman olduktan sonra, günahın hiçbir zararı olmadığını savunmuşlardır. Ebû Hanîfe ve çoğunluk ıslâm hukukçularına göre büyük günah işleyen kimse, kesin tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder. Eğer tevbe etmeden ölürse durumu Allah'a havale edilir. O, dilerse azap eder, dilerse kulunu affeder. Ahmed b. Hanbel'in görüşü de, diğer fakihlerin görüşü gibidir. O, şöyle demiştir: "Mü'min kendisine gizli olan şeyleri Allah'a havale eder, kendi durumunu da O'na bırakır. Günahlarla Allah'ın mağfiret kapısını kapatmaz. Herşeyin, hayır ve şerrin Allah'ın kaza ve kaderiyle olduğunu bilir. ıyilik yapan için Allah'tan ümidini kesmez, kötülük yapanın da âkıbetinden korkar. Muhammed ümmetinden hiçbir kimse yaptığı iyilik sebebiyle cennete ve kazandığı günah sebebiyle cehenneme girmez. Bu konuda Allah'ın dilediği olur" (ıbnu'l-Cevzî, Menâkıbu'l ımam Ahmed b. Hanbel, s. 168).



ımam-ı şafi RA

ıman Hakkında Görüşü
1- ıbni Abdilber, er-Rebi b. Süleyman’dan rivayet ediyor: “şafiî’yi şöyle derken duydum: ıman; söz, amel ve kalb ile i’tikaddır. Sen Allah’ın şu sözünü işitmiyor musun? “Allah sizin imanınızı zayi edici değildir.” (el-Bakara: 2/143). Yani; Beytü’l-Makdis’e doğru kılmış olduğunuz namazları boşa çıkarıcı değildir diyerek, namazı iman olarak adlandırmıştır. Öyleyse iman söz, amel ve akid’dir.”[1]
2- el-Beyhakî’nin Rebi b. Süleyman’dan naklettiği bir rivayette, imam şafiî şöyle der. “îman, söz ve ameldir. Artar, eksilir.”[2]

3- el-Beyhaki, Ebu Muhammed ez-Zubeyri’den rivayet ediyor: Adamın biri şafiî’ye:
“Allah katında hangi ameller daha faziletlidir?” diye sordu. şafiî:
“La ilahe illallah’a iman. O, amellerin en yüksek derecesi, mertebe olarak en şereflisi, nasibi de en bol olandır.” diye karşılık verdi. Bu sefer adam:
“Bana imandan haber verir misin? O, söz ve amel midir, yoksa amelsiz söz müdür?” diye sordu. şafiî şöyle cevap verdi:

“ıman Allah için ameldir. Söz bunun bir kısmıdır.” Adam:
“Bana bunu anlamam için biraz daha açıklayabilir rnisin?” dedi. şafiî de:
“ımanın halleri, dereceleri ve tabakaları vardır. Bu îmanın bazısı kamil manada tamamına ermiştir. Bazısı da eksik olduğu açıkça belli olandır. Fazla (artan) iman hayrı fazla olandır” dedi. Adam:
“ıman tamam olmadan artıp eksiliyor mu?” deyince. şafiî:
“Evet” dedi. Adam:
“Bunun delili nedir?” diye sordu. şafiî de:

“Allah Azze ve Celle imanı insanoğlunun azaları üzerine farz kıldı. Ve bunu azaların üzerine taksim edip ayırdı, insanoğlunun imandan dışarı olan hiçbir azası yoktur, îmanla mükellef olan azalar amelle mükellef olanlardan fazladır. Bu azalarından biri olan kalbi ile akledip onunla anlar. Kalp insan bedeninin ‘Emir’i gibidir. Bütün organlar onun emrindedir. Eliyle iş görür, ayaklarıyla yürür.

şehvetini ferciyle giderir. Dili bunu konuşur -veya konuşmaz.- Yüzünün bulunduğu farz kılınan da göze farz kılınandan, îki ele farz kılınan, iki ayağa farz kılınandan başka, insanın ferci üzerine farz kılınan, yönüne farz kılınandan başkadır. Kalbe farz kılınanlara gelince: Allah’a iman, O’nü ikrar edip bilme, O’na itaat etmeye azmetme, emirlerine razı olup teslim olma, Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) O’nün kulu ve Resulü olduğuna iman edip bütün getirdiklerini ikrar ile tasdik etme, haber vermiş olduğu nebilere ve kitaplara iman etmedir.”

iLA AHıR...

ımam şafiî şöyle devam etti: “Eğer imanın hepsi bir olsaydı yani noksanı olmasaydı hiç kimsenin iman açısından diğerine karşı fazileti söz konusu olmazdı ve insanların hepsi imanda bir olurlardı. Böylece “tafdil” (fazilet) meselesi de iptal olmuş olurdu. Fakat mü’minler ancak imanın tamamıyla cennete gireceklerdir. Mü’minler ancak imanla birbirlerine karşı fazilet sahibi olabilirler. Cehennemlikler de imanda gösterdikleri ihmalden dolayı ateşe gireceklerdir.

Allah Azze ve Celle kulları arasında, tıpkı atların yarıştığı gibi, bir yarış başlatmıştır. Herkesi derecesine göre sınıflandırmıştır. Bu yarışta hiç kimsenin hakkı eksiltilmez. ‘Mesbuk’ olanlar ‘Sabık’ olanlardan önce gelmezler. Bu yüzden de ümmetin selefini, onlardan sonra gelenlerden daha faziletli ve hayırlı kılmıştır. Eğer imanda öncelik sahibi olanların, imanda geri olanlara nisbetle herhangi bir fazileti olmasaydı, bu ümmetin sonradan gelenleri ile selefin imanları arasında hiçbir derece farkı kalmazdı.”[3]


ımam-ı Malik Ra

1- ıbni Abdilber, Abdürrezzak b. Hammad'dan rivayet ediyor: "ıbn Cureyc, Süfyan es Sevri, Ma'mer b. Raşid, Süfyan b. Uyeyne ve Malik b. Enes'i: 'ıman söz ve ameldir, artar ve eksilir' derlerken işittim." (77)

Bu konuyla ilgili Ayet-i Kerimeler

Sual: Bazı muteber kitaplarda iman artar diye okuyoruz. ıman artar mı?

CEVAP: Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlara [iman edenlere], [Düşmanlarınız] “Size karşı bir ordu topladı, onlardan korkun” dediler. Bu, onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” dediler.) [Al-i ımran 173]

(Müminler, Allah anılınca kalbleri ürperen, âyetler okununca, imanları artan ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.) [Enfal 2]
(Bir sure inince onlardan [Münafıklardan]bir kısmı, [alay ederek]” Bu sure hanginizin imanını artırdı?” derler. ıman edenlerin ise, [her inen sure] imanlarını artırır.) [Tevbe 124]

(O [Allah] imanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalblerine güven verdi.) [Fetih 4]
(Cehennemin görevlilerini yalnız meleklerden kıldık. Meleklerin sayısını [19 olarak] bildirmekle de, inkârcılar için bir fitne [imtihan] yaptık. Böylece inananların imanlarının artmasını sağladık. ınkârcılar “Allah bu misalle ne demek istiyor ki” derler. ışte Allah, böylece, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir.) [Müddessir 31]

Bir ıki Yorum;

Ayetin anlamı ve açıklaması şöyledir: "Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, O'nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler. Namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcarlar. ışte gerçek müminler onlardır. Onlara Rablerinin katında dereceler, bağışlanma ve tükenmez rızık var" (Enfal: 2-4).

Bu ayetlerde müminlerin nitelikleri anlatılıyor. Allah anıldığı zaman yürekleri titrer, Allah'ın ayetlerini duyunca imardan artar, Rablerine tevekkül ederler, namazlarını kılarlar, Allah'ın verdiği nzıktan Allah uğruna harcarlar. ışte böyle gerçekten inanmış insanlara Allah, yüksek dereceler ve büyük ödüller verecektir.

2'nci ayet, Allah'ın ayetlerinin, onlan okuyan müminlerin imanlarını artıracağını söylüyor. Bazı alimlere göre iman, esasında ne artar, ne eksilir çünkü imanın eksilmesi, imana şüphe girmesi demektir. ımanda şüphe olmaz. Buradaki artma, imanın sıfatına aittir.

ımanın kökleşmesi, kalbe yerleşmesi anlamınadır. Allah'ın, "ınanmadın mı?" sorusuna Hz. ıbrahim, "Hayır, inandım ama kalbim iyice kuvvet bulsun diye" cevabını vermişti. Demek ki imanın artması, kalpte itmi'nân (huzur ve istikrar) bulması, yerleşmesi anlamınadır. ımam Buhârî, şafiî ve ıbn Hanbel gibi bazı alimler de imanın artip eksileceğini söylerler ve bunu ispatlamak için bazı hadisler zikrederler:


"ıman, yetmiş küsur ya da altmış küsur daldır. Bunların en üstünü, 'lâilâhe illallah: Allah'tan başka tanrı yoktur' sözü, en aşağısı da yolda gelip geçenlere eziyet veren şeyleri gidermektir. Utanma da imanın bir dalıdır".

Biz de imanın dereceleri olduğuna kaniyiz. Herkesin inanış gücü bir değildir. Bazı kimseleri Allah sevgisi öylesine sarar ki yürekleri yufkalaşır, Allah'ın ayetlerini duyunca ağlarlar.

ımanın artması, hiç şüphe bulaşmayacak bir güce, itmi'nâna erişmesidir. Bu, psikolojik bir olgudur. Bazen insanın elinde olmadan imanına şüphe girebilir. Böyle şüpheler gelip geçicidir, münafıklık değildir. Bazen de insanın imanı, canının her zerreciğini saran bir aşk, bağlılık, derin bir heyecan halini alır. Kelâmcılar ne derlerse desinler, yüce Allah, imanın derin bağlılık ve aşk halini almasını, imanın artması olarak nitelendirmiştir.

Rivayete göre Hasan-ı Basrî, "Sen mümin misin?" diye soranlara şöyle cevap vermiş: "ıman iki türlüdür. Eğer bana Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inandığımı soruyorsan, evet ben müminim. Fakat bana, 'Müminler o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğu zaman imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler' ayetinden soruyorsan, ben o müminlerden olup olmadığımı bilmiyorum."


Ve Bizim kanaatimizin Mühim bir bölümünü oluşturan diğer bir yorum;

ıtikattaki mezhebimize göre iman amelden bir cüz olmadığı için, kalbinde zerre kadar imanı olan herkes cennete girecektir. Fakat, cennete giriş keyfiyeti çok farklıdır. Sorgusuz sualsiz cennete girme ile, kabir, sırat, haşir berzahına uğrayıp, oraların kendilerine has sıkıntılarına düçar olduktan sonra girme arasında herhalde çok fark olsa gerek...
Bununla beraber, amelle iman arasında sıkı bir münasebet var olduğu da bir gerçek. Amel ettikçe imân artar. Kur'ân-ı Kerim'de, bu hususla alâkalı "Onlara ayetlerimiz okundukça imanları artar" buyurulmaktadır. Bu âyet iyi anlaşıldığında, itikadî mezhepler arasındaki imân artar mı artmaz mı tartışmasının tamamen lafzî bir nüanstan kaynaklandığı ortaya çıkacaktır. Zira, "ımânın artması veya eksilmesi", bizzat iman edilecek kavramlar açısından bir anlam ifade etmez. Fakat, imân edenlerin imân edilecek meselelere olan yakinleri açısından imanın artması veya eksilmesi çok manâ ifade eder. "ıcmalî imân", "Tafsilî imân" tabirleri bu manâyı en güzel şekilde göstermektedir. Yani, icmâlî imânın sadece lafzî bir ikrardan ibaret olmasına mukabil, tafsilî imân, imân edilecek meselelere olan vukuf, vukufta derinlik ve derinlikte de yakin şeklinde yorumlanabilir.
O halde, imanın artması veya eksilmesi, yakînin artması veya eksilmesi şeklinde anlaşıldığı zaman, bu hususta diğer mezheplerle aramızda herhangi bir ihtilâf da kalmaz.

5

26.06.2007, 10:45

---------------------------Netice...

1-ımanın ılk şubesinin akli ihtiyar olduğu...

2-ımanın daire-i hikmette bürhan sahifelerindeki müşahadelere bağlılığı...

3-Sarf-ı iradenin hakkı kabül ile kalbe ilka edilen nur olduğu...

4-Muhtelif latife alemlerinin kendi kabilyetine haiz vaziyeti mahsusası ile müstefid olduğu...
5-Nur olmasının idrak ayinelerinde ve ikrar vaziyetlerinde çeşitlilik gösterdiği...

6-Kanaat ve talimde alimler mabeyninde müctehid ve imamlar nazırında "özelliği ve işlevi"hakkında yine değişik ifade ve derslerin bulunduğu...

7-Kendi ders-i mahsusamızdan müstefid olduğumuz ve istafedemizin istidadımıza bakan vechi ile;Bir şeyde meratip varsa onda azalma ve çoğalma olabilir..bu kadar bürhan ve tahşidat "hakikatinde Allah'ın birliği ve Emir ettiği erkanı ımaniyenin..Rububiyet ve uluhiyete bakan yönüyle değil..Tecelli-i Esmada ki Meratib-i imaniyeye nazaran ziyadeleşmesi..Talimsizlikle avam-i tastikle münhasır kalması gbi hususiyetlere haiz olması ifade edilmiş...

8-Delail zuhur ettkçe iman ziyadeleşir'den efkar yola çıkmış..marifetullaha bağlı müdellel ve şuuri ve vicdani bir imandan söz edilmek istenilmiş...

9-Risale-i Nur Hizmeti ile..ımam-ı Azam Efendimizin "ımanın artması meselesini Resulallah A.S.M ile ashabı zamanında hitam bulmuştur"demesine karşılık edeb-i nezihanede ve talebe cüreti ile..Bu mananın Ahir zamana ve hizmet-i imaniyede ve islamiyede ve Kur'aniyede ki mahsus ölçüsüyle devam ettiğine dair kanaat belirtilmiş...Zamanların benzerliği ile dersin benzerliği meratib-i imaniyeden artma eksilme konusu yorumlanmış..

10-Sair mezhep imamlarının ımam-ı Hambel,ımam-ı şafi,ımam-ı Malik ımam Buhari RA gibi ımamların ımanın arma ve eksilmesi ile ilgili Benzer kanaatleri Yani;"Artar ve eksilir" demeleri..Müçtehid ve imamlar nezninde de gayet medar-ı mütalaa olduğu vs..ızlenmiş..Getirilen Ayat ve Hadis bürhanlarından meselenin değişik boyutları yazılmış...


Selam ve dua ile

m_safiturk

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir