Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

07.04.2007, 18:03

mesnevi-i nuriye / katrenin zeyli

Remz

Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm. Herbir sünnet veya bir hadd-i şer'î, zulmetli dalalet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda insan, zerre-miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse; şeytanlara mel'ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma'rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır.

Ve keza o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamakatında bulunan Firavun gibi bir firavun olur...

(mesnevi-i nuriye / katrenin zeyli/ Risale i nur Külliyatindan)
Ümitvar olunuz..

2

07.04.2007, 18:09

Alıntı sahibi ""Webmaster""

Önemli bir ricamız daha olacak. Lütfen bu bölüme (Online Risale-i Nur bölümü) sadece alıntı mesajlar eklemeyelim. Bu bölüm Risale-i Nur´larda anlamadığınız yerlerin mütalaa edilmesi için açılmıştır. Alıntılar için Nurculuk ve Risale-i Nur ile Dini içerikli yazılar bölümünü kullanabilirsiniz.

Mesajınız sadece alıntı içerdiği için taşıyoruz...
"We are the Warriors of Love, We Have no Time For Enmity"

3

28.04.2007, 00:31

Bir yolda yürüyorsun manevi bir yol herhangi bir is yaparken bunumu yapayim onumu yapayim diye düsünürken vesvesenin taarruz etmemesi icin basvurdugun yol.Sünneti seniyye en güzeli en saglamidir yani otoban gibi en rahat en güzel yoldur...
Ümitvar olunuz..

4

07.05.2007, 19:36

Remiz

Arkadaş! Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki, zıtları birbirinden tevlid eder. Ve aleyhte olan herbirşeyi lehte zanneder. Meselâ, güneşin eli sana yetişir, ziyasıyla başını okşar. Fakat, senin elin ona yetişemez. Ve senin keyfin üzerine hareket etmez. Demek, şemsin sana karşı iki ciheti vardır: biri kurb, diğeri bu’d. Eğer senin ondan baîd olduğun cihetle "O bana tesir edemez" ve onun sana karîb olduğu cihetle "Ona tesir edebilirim" desen, cehlini ilân etmiş olursun.

Kezâlik, Hâlıkla nefis arasında da bir kurb ve bu’d vardır. Kurb Hâlıkındır, bu’d nefsindir. Eğer nefis uzaklığı cihetiyle enâniyetle Hâlıka bakıp "Bana tesir edemez" diye bir ahmaklıkta bulunursa, dalâlete düşer. Ve keza, nefis mükâfatı gördüğü zaman "Keşke ben de öyle yapaydım, böyle olaydım" der. Mücâzâtın şiddetini de gördüğü vakit, teâmî ve inkârla kendisini tesellî eder.

Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlıkın ef’âli sana nâzır değildir. Ancak Ona bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır. ımam-ı Rabbânî’nin (r.a.) dediği gibi: "Melikin atiyelerini, ancak matiyyeleri taşıyabilir."
Ümitvar olunuz..

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

5

07.05.2007, 19:46

enen insanın elindedir ve nefsine takılmıstır. 31,söz. allah razı olsun. eneyi okurken denk gelmesi hoş bir tevafuk

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

6

08.05.2007, 00:33

Alıntı sahibi ""Nural""



Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlıkın ef’âli sana nâzır değildir. Ancak Ona bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır. ımam-ı Rabbânî’nin (r.a.) dediği gibi: "Melikin atiyelerini, ancak matiyyeleri taşıyabilir."



Allah razı olsun...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

7

17.05.2007, 23:51

Remiz

Arkadaş! Bilhassa muztar olanların dualarının büyük bir tesiri vardır. Bazan o gibi duaların hürmetine, en büyük birşey en küçük birşeye musahhar ve muti olur. Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir mâsumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar. Demek dualara cevap veren Zat, bütün mahlûkata hâkimdir. Öyleyse, bütün mahlûkata dahi Hâlıktır.
Ümitvar olunuz..

8

20.05.2007, 02:40

Remiz

Arkadaş! ıslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü, ıslâmiyetin telkinatiyle küfr-i mutlak, inkâr-ı mutlak, şek ve tereddüde inkılâp etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in'ikâs ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümitleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılâp etmez. Yalnız tereddütleri vardır. Tereddüt ise, her iki tarafa baktırır. Devekuşu gibi, tam mânâsıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.
Ümitvar olunuz..

9

22.05.2007, 08:55

Alıntı sahibi ""Nural""

Remiz

Arkadaş! ıslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünkü, ıslâmiyetin telkinatiyle küfr-i mutlak, inkâr-ı mutlak, şek ve tereddüde inkılâp etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in'ikâs ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümitleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılâp etmez. Yalnız tereddütleri vardır. Tereddüt ise, her iki tarafa baktırır. Devekuşu gibi, tam mânâsıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.

Nural kardeşim bu alıntıyı biraz açarmısınız?ne anlatılıyor..selam
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

10

22.05.2007, 10:13

Ahiret gününe inanmayan insanlardan bahsediliyor. Nasılsa hesap yok, başıboş bırakıldık, biz özgürüz diyerek haram helal ayırt etmeksizin menfaatleri doğrultusunda yaşarlar. Sorsanız ahiret gününe inanmazlar. ışte bu kafirler cidden yok olacaklarını düşündüklerinde lezzetleri acılaşır. Sersem veya sarhoş olurlar. Üstad bir zaman kendi kendine sormuş; "sıkıntılı ama sonsuz bir hayat mı, yoksa çok rahat ve bolluk içinde 1000 yıllık bir hayat mı istersin?" diye. Bakmış ruhu " Cehennem de olsa sonsuzluk isterim" demiş.

Aynen bunun gibi, insan yaratılış itibariyle sonu olan şeyleri sevmez. Sorumluluk ve hesaptan kaçmak için ahireti inkar edenler, yok olacaklarını düşündüklerinde ıslam'daki ahiret inancını görüp içten içe rahatlarlar. En azından sonsuza dek yaşayacağız derler. Ama gururlarından dolayı bunu itiraf edemezler. Aslında ahireti ne inkar ederler, ne de ahiretin sorumluluğunu üstlenirler. Deve kuşu gibi, ahiret varsa ibadet et dersin sana ahiret yok der. Yok olacaksın o zaman dersin, senin inancına göre nasılsa ahiret var derler. Nasıl işlerine gelirse yani....

11

22.05.2007, 11:06

Devekuşu gibi, tam mânâsıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.

burda ne anlatmak istiyor talha kardeşim..bunu anlamam lazımdır.
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

12

22.05.2007, 11:23

Devekuşuna sorarlar "deve misin, kuş musun?" diye. Der ki; "Deveyim"
"O zaman taşı yükümüzü" derler. Bu sefer de "Kuşum" der, devekuşu. "Uçta görelim" derler.O da bu sefer yine "Deveyim" der.

ışte bunun gibi ahirete inanmayanlar da, aslında ahirete inanırlar ve isterler. Ancak sorumluluktan kaçmak için inkar ederler. Sonsuz bir hayatı onlar da isterler ama rahatlarını bozmak istemezler.

Muhabbetle...

13

22.05.2007, 12:38

islamiyet Ahirete iman rüknü ile ebedi bir hayatin oldugunu ifade eder bunun kafirler icin dünyada rahmet olma noktasi ölümü düsündügü zaman ebedi bir hayatin var oldugu onun dünyevi lezzetlerini tam acilastirmaz ,ümid eder...Ama deve kusu gibi ahiret icin yapmasi gereken görevleride yapmaz yani o düsünce dünyevi lezzetlerini zehir olmaktan kurtariyor ...dersi bu sekilde anladik isledik...
Ümitvar olunuz..

14

22.05.2007, 13:56

Allah cümlemizden razı olsun.Açıklamalar çok güzel..

selametle kalınız..
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

15

24.05.2007, 02:14

Remiz

Arkadaş! Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça, hakikat güneşinin görünmesine mâni bir hicap olur. Evet, müşâhedemle sabittir ki, kat’î, yakînî bürhanlarla deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir zafiyet görünürse, o kör olası nefis o kaleyi tamamen inkâr eder, altını üstüne çevirir. ışte nefsin cehaleti, hamakati, bu gibi insafsızca tahribattan anlaşılır.
Ümitvar olunuz..

16

25.05.2007, 16:02

ı’lem eyyühe’l-aziz! ıki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki, herbir tarafı bir çekirdek gibi sümbül vermiş, ağaç olmuş, dal budak salmış. Böyle bir mesele üzerine şükûk ve evhâmın konmaması lâzımdır. Çünkü, bir çekirdek diğer bir çekirdekle, çekirdek olarak toprak altında kaldıkları müddetçe iltibas edilebilir. Amma ağaç olduktan, meyve verdikten sonra şek edersen, bütün meyveler senin aleyhinde şehadet ederler. Eğer bu başka bir çekirdektir diye tevehhüm etsen, o ağacın bütün meyveleri seni tekzip ederler. Elma ağacına inkılâp etmiş bir çekirdeği, hanzale ağacının çekirdeği farz etmek sana müyesser olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanzaleye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki, bu da muhaldir.
Ümitvar olunuz..

17

29.05.2007, 15:40

ı’lem eyyühe’l-aziz! Cenab-ı Hak, insanı pek acip bir terkipte halk etmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkip içinde besâteti, cemaat içinde ferdiyeti vardır. ıhtiva ettiği âzâ, havâs ve letâifin herbirisi için müstakil lezzetler, elemler olduğu gibi; aralarında görülen sür’at, teâvün ve imdattan anlaşıldığı üzere, herbirisi arkadaşlarının lezzet, elem ve teessüratından da hisse alıyorlar. Bu hilkat sayesinde, insan eğer ubudiyet yoluna giderse, bütün lezzet, nimet, kemâlât nevilerine, kısımlarına mazhar olmaya şâyandır. Ve keza, eğer enaniyet yolunu takip ederse, çeşit çeşit elem ve azaplara da mahal olmaya müstehaktır.
Ümitvar olunuz..

18

29.05.2007, 23:34

yukarda alinti yaptigim bölümü aciklarmisiniz?
Ümitvar olunuz..

19

30.05.2007, 00:54

Bismillahirrahmanirrahim

Nübüvvetin vechi olan birinci vecih:
Ubûdiyyet-i mahzanın menşe'idir.
Yâni ene, kendini abd bilir.
Başkasına hizmet eder, anlar.
Mahiyyeti harfiyyedir.
Yâni; başkasının mânasını taşıyor, fehmeder.
Vücudu, tebeîdir.
Yâni; başka birisinin vücudu ile kaim ve îcadıyla sabittir, îtikad eder. Mâlikiyyeti, vehmiyyedir.
Yâni kendi mâlikinin izni ile;
sûrî, muvakkat bir mâlikiyyeti vardır, bilir.
Hakikatı, zılliyedir.
Yâni, hak ve vâcib bir hakikatın cilvesini taşıyan mümkin ve miskin bir zılldir.
Vazifesi ise,
kendi Hâlıkının sıfât ve şuûnâtına mikyas ve mîzan olarak,
şuurkârane bir hizmettir.
ışte enbiya ve enbiya silsilesindeki asfiya ve evliya
ene'ye şu vecihle bakmışlar, böyle görmüşler, hakikatı anlamışlar.
Bütün mülkü Mâlik-ül Mülk'e teslim etmişler ve hükmetmişler ki:
O Mâlik-i Zülcelâl'in ne mülkünde,
ne Rubûbiyyetinde,
ne Ulûhiyyetinde
şerik ve nazîri yoktur;
mûin ve vezire muhtaç değil;
herşeyin anahtarı Onun elindedir;
herşeye Kadir-i Mutlaktır.
Esbab, bir perde-i zâhiriyedir;
tabiat, bir şeriat-ı fıtriyyesidir ve
kanunlarının bir mecmuasıdır ve
kudretinin bir mistarıdır.
ışte şu parlak nuranî güzel yüz,
hayatdar ve mânidar bir çekirdek hükmüne geçmiş ki;
Hâlık-ı Zülcelâl
bir şecere-i tûba-i ubûdiyyeti ondan halketmiştir ki,
onun mübârek dalları,
âlem-i beşeriyyetin her tarafını nuranî meyvelerle tezyin etmiştir.
Bütün zaman-ı mâzideki zulümatı dağıtıp,
o uzun zaman-ı mâzi;
felsefenin gördüğü gibi bir mezar-ı ekber, bir ademistan olmadığını..
belki istikbale ve Saadet-i Ebediyyeye atlamak için,
ervâh-ı âfilîne bir medâr-ı envar ve muhtelif basamaklı bir mi'rac-ı münevver ve
ağır yüklerini bırakan ve serbest kalan ve
dünyadan göçüp giden ruhların nuranî bir nuristanı ve bir bostanı olduğunu gösterir.
Nübüvvet ise:
Gaye-i insâniyyet ve vazife-i beşeriyyet,
ahlâk-ı ılâhiyye ile
ve secaya-yı hasene ile
tahallûk etmekle beraber,
aczini bilip kudret-i ılâhiyyeye iltica,
za'fını görüp kuvvet-i ılâhiyyeye istinad,
fakrını görüp Rahmet-i ılâhiyyeye îtimad,
ihtiyacını görüp gınâ-yı ılâhiyyeden istimdad,
kusurunu görüp afv-ı ılâhîye istiğfar,
naksını görüp kemâl-i ılâhîye tesbihhan olmaktır diye,
ubûdiyyetkârane hükmetmişler.
(30. söz ene risalesinden)

20

30.05.2007, 01:34

Alıntı sahibi ""Nural""

ı’lem eyyühe’l-aziz! Cenab-ı Hak, insanı pek acip bir terkipte halk etmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkip içinde besâteti, cemaat içinde ferdiyeti vardır. ıhtiva ettiği âzâ, havâs ve letâifin herbirisi için müstakil lezzetler, elemler olduğu gibi; aralarında görülen sür’at, teâvün ve imdattan anlaşıldığı üzere, herbirisi arkadaşlarının lezzet, elem ve teessüratından da hisse alıyorlar. Bu hilkat sayesinde, insan eğer ubudiyet yoluna giderse, bütün lezzet, nimet, kemâlât nevilerine, kısımlarına mazhar olmaya şâyandır. Ve keza, eğer enaniyet yolunu takip ederse, çeşit çeşit elem ve azaplara da mahal olmaya müstehaktır.


Ey büyüklüğü kulluğundan olan yani izzet sahibi olan aziz kardeşim bil ki;

Cenab-ı Hak insanı çok acayip ve hayret verici bir şekilde birleştirip, farklı maddelerden bir araya getirip yaratmıştır. Milyarca insanın hiç birinin parmak izinin birbirine benzememesi, yüzlerinin tıpa tıp aynısı olmaması gibi çokluklar içinde, el yüz ve ayaklarının görünür organlarının aynı şekilde olması ile iç organlarıyla vücudundaki sistemlerinin aynı şekilde çalışması gibi birlik vardır. Allah; çok çeşitli maddelerin birleşimi olan insanı, sadece et ve kemikten oluşmuş gibi basit bir görünümle yaratmıştır.

ınsan; yaratılış olarak diğer insanlara yani bir cemaate, aşirete, millete muhtaç olduğu gibi kişiliğini korumak ve kendini ön plana çıkarmak ister.

Bünyesinde bulundurduğu organların, hislerin ve manevi duyguların her birisi için onlara özel lezzet ve acılar olduğu gibi; tüm o duyguların ve organların aralarındaki hızlı yardımlaşma, dayanışma ve birbirlerinden etkilenmelerinden anlaşılıyor ki her bir insan, arkadaşlarının ve sevdiklerinin lezzetlerinden, mutluluklarından, acılarından, hüzünlerinden, elemlerinden, sıkıntılarından da etkilenerek hisselerini alıyorlar.

Bu yaratılış sayesinde insan; eğer kulluğunu gerektiği gibi yapmayı tercih ederse, bütün lezzetlere, mutluluklara, nimetlere, mükemmelliklerin çeşitlerine ve kısımlarına layıktır ve kendisine verilecektir. Aynen bunun gibi kendini beğenme yolunu tercih eder, kibirlenip kulluğunun gereğini yapmaz, yalnızca nefsinin rahatını düşünür ve Hakiki Sahibi'ni tanımaz ve O'na itaat etmezse; çeşit çeşit azapların, acıların, elemlerin ve sıkıntıların yeri olmayı hak eder.

-------
NOT: Bu yazdıklarım benim yorumumdur. Soru üzerine anladıklarımı yazdım sadece. Risale-i Nur'u aslından okumanızı ve eksiklerimle yanlışlarımı bana bildirmenizi Allah rızası için sizden rica ediyorum...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir