Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

1

28.08.2006, 19:37

Ateist siteden 5 soru...Risale'den cevaplar bulalım...

1) Tüm insanların atası aynı Adem ile Havva olduğuna göre nasıl yeryüzünde sarı-siyah-beyaz-kızıl insan toplulukları bulunmakta ve bunların renkleri yaşadıkları ortam ile uyumlu olmaktadır. Mesela Afrika ekvator bölgesi yerlileri arasında beyaz olan yok, hepsi zenci. Asya yerlileri arasında zenci yok. Bu nasıl açıklanabilir. Allah bir zenciyi sadece Afrika ekvator civarında yaşasın diye mi yaratmıştır. Zenciler Afrika dışına çıkmakla günah mı işlemektedirler.??

2) ılk insan adem idi ve Havva adem’den yaratıldı ise Adem’in kan Grubu ne idi. Ve tek bir insandan 4 çeşit kan grubu nasıl oluştu.( Bu sorudan çok emin değilim. ınsanın kan grubunun bazen bazı hastalıklar yüzünden değişebildiğini okumuştum. Doğruluğunu bilmiyorum)

3) Madem bütün insanlar konuşma yeteneği olan tek bir atadan , adem ve Havadan geliyor neden dünyada binlerce farklı dil var ki bu dillerin çoğunun gramer yapısı çok farklı. Adem’in çocukları aynı dili konuşuyorlarsa birbirine hiç benzemeyen gramer ve kelime yapısı ile çok farklı diller nasıl çıktı. En basit hali ile Adem’in çocukları nasıl Tanrı için bile çok farklı isimler koydular.

4) Yukarıdaki 3 soru içinde Nuh tufanı sonrası sadece nuh ve ailesi kaldı ise aynı sorular Nuh içinde sorulabilir.

5) Çok sorulan soruyu yine sormak zorundayım. Eğer Rastlantısal olarak bir şey meydana gelmiyorsa, Tanrı nasıl var olmuştur. Tanrı akıllı tasarım ürünü değilse , ne ürünüdür. Tanrının var olmasını doyurucu şekilde açıklayabilecek bir din alimi, bir din felsefesi var mıdır.??


......

2

28.08.2006, 20:21

Bu soruları soran dangalağın bunları açıklama yöntemi, onun bu soruları sorarken bizi dangalak bulmasından, daha dangalak.

Kendisi varlığı başka türlü açıklayabildi mi acaba?

Hz.ısa a.s. nasıl babasız doğdu, onu da açıklayalım bilimsel (!) yolla isterse.(Mu'cizelere bilimsel ispat isterler ya, en çok ona kızarım)

şunu bilsin, o insanlar yeryüzünün ilk atalarıydı, Allah onlar üzerinde istediği şekilde renk değişikliği yapmış olabilir, farklı lisan da vermiş olabilir. Gramer yapısı farklı diyor, illa ki birbirine benzerlikler olur, birbirine olan benzerliği ise, lisan olması, yani bunu bir insanın konuşuyor olması, farklı coğrafyada uzun süre ayrı kalanların gramerleri pekala çok değişebilir, kendisi acaba şimdi eski Türkçe'deki birşeyi rahat anlayabiliyor mu? Mesela Almanca, ıngilizce gibi dillerin grameri, birbirine biraz benzer, yani cümle dizilim sırası. Özne, yardımcı fiil, fiil, nesne, tümleç, zarf, dolaylı nesne şeklinde. Diğer toplum zamanla bunun sıralanışını değiştirmişse ne olmuş yani? Bizde dizilim sırası ise özne ile başlar, sonra vurgu sırasına göre diğer cümle öğeleri gelir, en sona yüklem gelir, hatta yüklemi sona getirmeyip devrik cümle de kurarız bazen.

Aramca, ıbranice, Arapça aynı kökenden, aralarında ne kadar benzerlik var bana söylesin?

Olabilecek binlerce ihtimal var farklı lisanlar üzerine, niye kafaya takıyor ki? Bence cevabı çok açık, sürekli Allah'ı red etmek için kendine kapı arıyor, böylece cehennemi de red edecek ki, manevi azaptan kurtulsun!

Hz. Adem ve Havva'nın çocuklarının durumu özeldi, çifter çifter, kızlı erkekli ikiz doğdular, her ikiz kendi dışındakiyle evleniyordu. Allah istese ayrı kan grubu da vermezdi, rengi de tek yapardı. Öyle dilemiş, öyle yapmış. Bu adamın yaptığı ancak gayba taş atmak.

Bakın mesela hayvanlara, hepsi aynı atadan değildir, ama onlar hayvandır, bizle arasındaki farkı şöyle anlatayım. Allah hepimizi ayrı ırk babalarından yaratsaydı mesela Hz.Adem ile Havva aleyhimüsselâmdan başka zatlar da olsaydı insanların atası olacak, bu sefer, insanlar aralarında ayrılığa düşecekti, sen bundansın ben bundan, ben bundan üstünüm, böyle şöyle. Allah'ın hikmeti öyle iktiza etmiş, öyle yapmış. Allah Kur'an'da buyuyor ki, hepiniz Adem'in zürriyetindesiniz, o da topraktan yaratılmıştır. Bu halde bile ırkçılık kabilecilik oluyorsa, diğer ihtimali düşünemiyorum, bu sefer senin en büyük atan daha insandı, benimkisi daha insandıya dönecekti mesele. Bırak alçak görmeyi, insanlar birbirlerini insandan saymayacaktı.

Allah hiçbirşeyin ürünü değildir, O kendi başına kaimdir, Hayy, Kayyum'dur, başkasına muhtaç değildir. Sorabileceği tek soru, kainatı yaratmadan önce ne yapıyordu olabilir.

Alıntı sahibi ""[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=101"

11.Sözde Üstad Bediüzzaman[/url]"]Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzârında saltanatının haşmetini, hem servetinin şâşaasını, hem kendi san’atının hârikalarını, hem kendi mârifetinin garîbelerini izhâr edip, göstersin. Tâ, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müşâhede etsin:

Bir vechi, bizzat nazar-ı dekâik âşinâsıyla görsün; diğeri, gayrın nazarıyla baksın.


O gayr denilene, Allah'tan başka olanlar, yani mahlukat dahil oluyor. Allahu â'lem, Allah bizi yaratmadan önce, kendi zatının cemal ve kemalini müşahade ediyordu kendi nazar-ı dekaik aşinasıyla.

Sonradan biz yaratıldık.


Ben bu cevapları, kendi imanlarımızın selameti için yazdım, o azılı kafirlere cevap olsun diye yazmadım. ınsî ve cinnî şeytanlara karşı yazdım, ta ki kvesveselerden sinemiz uzak olsun. Kardeşim bırak bu adamlarla münazara etmeye çalışmayı Allah aşkına, anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar dediklerini, içlerinde hakikati arayanları çok az. ıçlerindekilerin asıl isteği haklı çıkmak, bizi ilzam etmek, bu sorular bitince, yeni soru bulacaklar. şeytan onların arkadaşı.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

3

28.08.2006, 20:32

Kardeşler Peygamberler tarihi kitabında okumuştum benimde ilgimi çekmişti:

Allahu tealanın emriyle melekler yeryüzünün değişik yerlerinden,kırmızı,beyaz,siyah değişik renkde topraklar aldı.insanların değişik renkte olması bundandır.

Hadisi şerifte şöyle buyrulmuş:

-Allahu teala Adem Aleyhisselamı ,yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraklardan yarattı.Bu sebeple zürriyetinden siyah,beyaz,esmer,kırmızı renkte olanlar olduğu gibi bazıları da bu renklerin arasındasdır.Bazısı yumuşak,bazısı sert,bazısı halis ve temiz oldu.

4

28.08.2006, 20:38

Re: Ateis siteden 5 soru...Risale'den cevaplar bulalım...

Alıntı sahibi ""insirah""

3) Madem bütün insanlar konuşma yeteneği olan tek bir atadan , adem ve Havadan geliyor neden dünyada binlerce farklı dil var ki bu dillerin çoğunun gramer yapısı çok farklı. Adem’in çocukları aynı dili konuşuyorlarsa birbirine hiç benzemeyen gramer ve kelime yapısı ile çok farklı diller nasıl çıktı. En basit hali ile Adem’in çocukları nasıl Tanrı için bile çok farklı isimler koydular.

......


yahu soruya bakın Allah aşkına :x innasabirinnn.. insanlar dünyanın çeşitli yerlerine dağılmışlar ,orada dünyaya gelmişler kendilerine göre alfabe oluşturmuşlar o bölgede yaşayanlarda o dili kullanmış.ingilterede doğup büyüyen bir çocuk çevresindekilerde öyle konuşuyorsa ingilizce konuşur değilmi.Doğuştan herhangi dili bilerek doğmuyoruz..Yani varya cevap verilecek sorular değiller hakikaten..

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

5

28.08.2006, 20:48

Soru sorma sanatı bile yok değil mi?
Aslında ilgilenmeyeceksin bu tiplerle ama işte bir arkadaş rica etti...

Eleştiri maksadla sorulunca istediğiniz kadar izah edin yine aynı ...

Bizler kendimi geliştirmiş oluruz :)

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

6

28.08.2006, 20:52

Re: Ateis siteden 5 soru...Risale'den cevaplar bulalım...

Alıntı sahibi ""insirah""



5) Çok sorulan soruyu yine sormak zorundayım. Eğer Rastlantısal olarak bir şey meydana gelmiyorsa, Tanrı nasıl var olmuştur. Tanrı akıllı tasarım ürünü değilse , ne ürünüdür. Tanrının var olmasını doyurucu şekilde açıklayabilecek bir din alimi, bir din felsefesi var mıdır.??


......


bence de bu insanlarla münazara edilmez ve de çoğu muhatap olarak alınmaz... çoğunda kahve ağzı var..maksatları dalga geçmek bir yanlışını gördüğünde aaa bak bilemedi zaten siz böylesiniz tarzı basit ve aşağı bir havaya sahipler(tabi küfür ve diğer aşağılıklardan hiç bahsetmeye gerek yok)... bunun haricinde çok okuyup mantıklı sorular soranları da yok değildir....

5.sorunun cevabı ise şöyle denebilir...Allah akıllı tasarım ürünü ise onu da tasarlayan birisi olmalıdır. bu da muhaldir çünkü bu döngü sonsuza gider.... halbuki Yaratanın yaratılmış olmaması gerekiyor...nasıl ki arkadaki tren vagonları motorsuz çekilerek gidiyorsa mutlaka onu çeken bir vagon olacaktır...ilk vagonu ne çekiyo diye bir soru muhal olur... çünkü onda diğer vagonlarda olmayan bir özellik mevcud....


risalelerde bu konuda bölümler var ama şu an için bulamıyorum...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

7

28.08.2006, 23:15

Bir risale forumunda yayınladım bu soruları.Bir kardeş şöyle açıklama yaptı,hoşuma gitti.

.......

Bu soruları soran vatandas yaratılıs geregı hakkında akıllarda soru ısaretı bırakmaya calısmıs sanırım.. ama az bı bıyolojı bılgısı vatandasa cevap vermeye yeter..

malum bır ınsanın butun genetık bılgısı dna sında saklı durmaktadır. kısının sac rengı ten rengı goz rengı gıbı bılımum kısısel ozellıklerı DNA sında kayıtlıdır. her ınsan annesınden ve babasından aldıgı bır cıft kromozomla gelır dunyaya . kısının ozellıklerı olusurken hangı bıreyden aldıgı gen baskınsa o genın ozellıklerını tasır. yanı ornek verecek olursak.. baba sıyah anne sarı saclıysa.. ve kısıde babanın sıyah sac genı agır bastıysa kısı sıyah saclı olur . ten rengınde de bu boyle. ılk ınsanlar olan adem ıle havvanın genlerınde bu cesıtlılıkler vardı. ve onlardan olan ınsanoglu anne ve babalarından aldıkları bu genlerın baskın gelenlerı ıle sekıllendıler..yanı DNA larında yer alan ozellıkler cocuklarında farklı sekıllerde ortaya cıktı. ınsanlar cogalınca da hepsı farklı yerlere gocmus.. e aldıkları genlerle zencı dogan vatandaslar da bellı kı afrıkayı tercıh etmıs .. e yasadıkları ortam da ekvator olunca derılerındekı pıgmentlerde gunesın tesırıyle ortama daha bı uyum saglamıs..

ınsanlarda 4 cesıt kan grubu var. A AB B ve 0.. biyolojide kan grupları 2li harflerle tanımlanır. Yani kan grubu A olan bir bireyin kanı ya AA dır ya A0. Bunlardan biri anneden biri babadan alınıyor. A grubu 0 a baskın olduğu içinde kişi babadan A anneden 0 aldıysa grubu A olarak şekilleniyor. Kan grupları biyolojide çaprazlama denen şekilde belirlenir. Grupları A0 ve B0 olan anne baba farz edelim. Çocuklarının olabıleceklerı muhtemel gruplar su sekılde belırlenır…



Yani anne A0 baba B0 olunca cocuklarda tum kan grupları gorunebılıyor. Muhtemelen Hz. Adem ve Hz. Havva nın grupları A0 ve B0 dı.



ılk iki soruya elimden geldiğince cevap vermeye çalıştım. Arkadaşlar bu sorulara cevapları olanlar bizimle paylaşsın ki karşımıza biri geçip soru yönelttiğinde sus pus kalmayalım. Benim elimden bu kadar geliyor.

8

29.08.2006, 10:25

ınşirah Kardeşim, Rabbim seni hizmetinde muvafak etsin. Maaşallah.
Haddim olmadan karışmak istedim.
Bence ilk 4 sorunun cevabı sadece 5. soruya cevap vermek ile olur. Bu da Risale-i Nur mesleğinin en has kısmını oluşturur. Zaten ilk 4 soruyu soran bu kişi 5. sorunun cevapsız olduğuna inandığı için bol keseden sallayıp saçmalamış. Onu şoka uğratacak Risale-i Nurvari ,yerinde, cevaplar olurdu.
Selam ve muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

9

29.08.2006, 11:42

Sanırım demek istediğim anlaşılmadı.

Bu adamlar diyor ki, biz varız, ama nasıl var olduk?

Biz diyoruz, Allah yarattı.

O da, O'nu kim yarattı diyor.

Bunun altında yatan sebep, herşeyde bir başlangıç araması, kendisiyle kıyaslaması. Hem sonra düşünüyordu, "Bizi yarattı, madem bizi imtihan ediyor, sonra cennet cehennem. Peki bizi yaratmadan önce ne yapıyordu, kendi başına canı sıkılmıyor muydu?" Aklına gelen böyle saçma vesveselere cevap veremediğinden, hemen kesip atıyordu: "Bir Yaratıcı var olamaz ki, olsa bile O'nun varlığı nasıl başlayacak, O'nu kim var etti? Madem hep vardı, bu zamana kadar (kainatı yaratana kadar) neredeydi?"

Biz biliyoruz ki, Allah eksik sıfatlardan uzak ve münezzehtir. O zaten var edilmiş olsa, varlığını başka şeye borçlu olsa, Allah olamazdı, eksik, noksan olurdu. O zaman diğer soru gündeme geliyor:

"Bizi yaratmadan önce ne yapıyordu?"


Alıntı sahibi ""[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=101"

11.Sözde Üstad Bediüzzaman[/url]"]Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzârında saltanatının haşmetini, hem servetinin şâşaasını, hem kendi san’atının hârikalarını, hem kendi mârifetinin garîbelerini izhâr edip, göstersin. Tâ, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müşâhede etsin:

Bir vechi, bizzat nazar-ı dekâik âşinâsıyla görsün; diğeri, gayrın nazarıyla baksın.



Alıntı

O gayr denilene, Allah'tan başka olanlar, yani mahlukat dahil oluyor. Allahu â'lem, Allah bizi yaratmadan önce, kendi zatının cemal ve kemalini müşahade ediyordu kendi nazar-ı dekaik aşinasıyla.


Diğer not:
DNA'daki baskınlıklar hakkında münazara ederseniz, sizinle münakaşa ederler. Diyecekler ki, bazı genler hep baskındır, bazıları hep çekiniktir, o yüzden bu kadar çeşitliliği açıklayamaz.

Mesela:
A ve B grubu 0'a baskındır,
A-B birbirine denk baskındır,
zenci sarışına, siyah saç sarı saça, siyah göz mavi göze hep baskındır.

Safkan siyah saçlı biri, sarışınla evlenirse, çocukları siyah saçlı olur.
Baskın geni X , çekiniği x diye adlandıralım.
ıki siyah ihtimali var, biri safkan, birisi sarışın geni karışmış ama siyah baskın çıktığından siyah olmuş,
Siyah XX,
Siyah Xx
Çekinik genler ise ancak safkan olunca ortaya çıkabilir
Sarışın xx,

Yani sarışın ile siyahtan, sarışın çocuk doğması için,
Xx 'den x 'in , xx'den x 'in gelmesi gerekir,
aksi takdirde
XX'den sadece X baskın geni gelebilir, her halukârda, çocuk siyah saçlı olur, ama safkan siyah saçlı olmaz.

Mendel'in teorisi bunu söylüyor.

O yüzden, bunlara da, bunları bilimle izah etmeye çalışırsan, işi münakaşaya çekerler, seninle de alay ederler. Onlar yaratılışın en başları, Allah onlarda, adetullahı, yani bazı koyduğu kanunları değiştirerek tasarrufta bulunmuş olabilir bazı hikmetlere binaen.

Yani nasıl Hz.ısa aleyhisselâm'ın doğumu, sıfırdan insan yaratımı gibi, çünkü babası yok, doğumu mucize. Ama öbür yandan bakarsanız, Hz.Adem'in yaratılışı da mu'cize sayılır, çünkü bilimle ispat edemezsin, Allah kudret ve irade etmiş. ışte öyle de, Nuh aleyhisselâm'ın çocukları üzerinde farklı tasarufta bulunmuş olabilir. Onları babasız dünyaya getirmemiş, çünkü Allah'ın murad ettiği bizim baba-bir bir varlık olmamız, onların üzerinde farklı tasarruf etmiş.

Allahu â'lem bissavab, en doğrusunu Allah bilir.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

10

30.08.2006, 12:12

ılk insan topraktan mı yaratılmış, maymundan mı gelmiştir?

ınsanın kendi geçmişi ile ilgilenmesi, şüphesiz aklın gereğidir. Dünyaya nereden ve nasıl geldiğini bulmaya çalışması gayet tabiidir. Ancak, bu tip soruları nasıl çözecek, konu ile ilgili dokümanları neyle tartıp değerlendirecektir? Sadece mücerret akıl bu soruları cevaplandırmaya kafi midir?

Bu konunun açıklığa kavuşması için önce aklın çalışma prensibinin bilinmesi gerekir; Akıl, hadiseleri değerlendirme ve yorumlamada, duyu organlarıyla alınan bilgileri mantık süzgecinden geçirir. Duygu organlarının görevi farklı olduğu gibi, tesir sahaları da sınırlıdır. Kulağımızla bütün sesleri işitebiliyor muyuz? Hayır! Sadece titreşimleri 20 ile 20.000 arasındaki sesleri alabiliyoruz. Nitekim göz de ancak belli dalga boyundaki ışıkları seçebiliyor. Yedi renkli bir daireyi hızla döndürünce beyaz görürüz. Beyaz ışık da renk tayflarına ayrılınca yedi renk olarak karşımıza çıkar. Demek ki, göz aldanabiliyor. Bir başka misal; sıcak sudan çıkan elimizi ılık suya batırınca, bu suyun soğuk olduğuna hükmederiz. Ama hakikatte su ılıktır.
Aslında burada aldanan ne gözdür, ne de el. Beyin, bu duyu organlarından gelen bilgilere dayanarak hükümler çıkarmıştır. Yani, her iki halde de yanılmış olan beyindir.

Herhangi bir konu hakkında akıl; “tüme varım” ve “tümden gelim” metotlarıyla değerlendirme yapar ve bir hükme varır. Bu hüküm gerçek bir hüküm olmayabilir de. Zira, daha sonra duyu organlarının akla vereceği malzemenin değişmesiyle aklın ortaya koyacağı kıymet hükümleri de değişebilecektir. Çünkü, tesir sahaları sınırlı olan duyu organlarından elde edilmiş bilgilerin de eksik olacağı tabiidir. Yetersiz bilgi ile aklın yeterli hüküm çıkarması beklenebilir mi? Bundan dolayı bir çokları tarafından bilim; "Her an yanlışlığı ispatlanabilen değer hükümleri" olarak tarif edilir.

150 yıl önce ses ve şekillerin nakliyle ilgili bilgiler şimdikinden çok eksikti. Bu bilgilerle o zaman, görüntülerin nakledilemeyeceği hükmü çıkarılmıştı. Demek ki çevreden elde edilen bilgilerin değişmesine paralel olarak, aklın ortaya koyduğu değer hükümleri de değişiyor.

O halde, ilk insanın yaratılışı hakkında öyle bir hüküm ortaya koymalıyız ki, zaman ve zemine bağlı olarak değişmesin. Yani, gerçek bir hüküm olsun.

Akıl yaratılışı tek başına ne dereceye kadar kavrayabilir? Bu sorunun isabetli cevaplandırılması, mes'elenin çözümünü yarı yarıya kolaylaştıracaktır.

Aklın nüfuz edebildiği saha belirli ve sınırlıdır. Bu alan dışında kalan ve aklın tek başına çözemediği problemler, metafiziğin konusunu teşkil ederler.

ışte aklın nüfuz sahası dışında olan metafizik konularından birisi de "yaradılış”tır. Konu, ilk insanın yaratılışı olunca, iş daha da zorlaşır. Aklın burada tek başına varacağı sonuçta hata payı büyük olacaktır. Akıl bu vadide yalnız gidemez. Giderse hatalı sonuçlara varması kaçınılmaz olur. Çünkü, bir anlama aleti olan aklın idrak sahası sınırlıdır, dardır. Onun için aklın burada ilahi beyan ve hükümlere, yani külli bir akla ihtiyacı vardır. O da Kur'an-ı Kerim'dir.

Yaratılışı sadece akla güvenerek çözmek isteyenler de çıktı. Hem de büyük bir gürültü ile. Ama sonuç ne oldu? Sonunda "Çıkmaz yol"a girdiler. ınsanın, bir takım hayvanların evrimiyle ve tesadüfen ortaya çıktığını iddia eder oldular ve bu düşünce günümüzde bir doktrin, bir felsefe şeklini aldı. "Evrim felsefesi" olarak kendisine bir hayli taraftar da buldu. Bu felsefenin bazı ateşli taraftarları, işi daha da ileri götürdüler. Öyle ki, evrim bunların elinde bir inanç sistemi haline geldi. Evrime inanmayan aydınlar, bu ilim çevrelerince aforoz edildiler. Orta çağda mı? Hayır! Yirminci yüzyılda.
şunu hemen ifade edelim ki, evrimciler yaratılışı değil, evrimi kabul ederler. Onlara göre; tek hücre zamanla değişikliğe uğrayarak günümüzdeki milyonlarca çeşit canlı hasıl oldu. Tabii insan da bunlar arasındaydı ve bu değişiklikten o da nasibini aldı.

Bu değişiklikler nasıl oldu? Bunu kim yaptı? Evrimcilere göre bu soruların cevabı gayet basittir. Bu farklılaşma onlara göre; tesadüfen olmuştur. Bu durumun ise çok uzun zamanda cereyan ettiğini söylerler. Mesela; ne kadar zamanda? Bu zaman öyle bir süredir ki, tetkiki mümkün değildir. Faraza, iddia ettikleri değişikliğin, ileri sürdükleri zamanda cereyan etmediğini ortaya koysanız, evrimci sizi başka geçmişlere havale eder.

Evrimciler, bırakın yeni canlıların ortaya çıkışını, insan türünün ırklarını bile açıklayamıyorlar. Meşhur evrimci T. Dobzhansky, bununla ilgili olarak şöyle diyor:
"Darwin'den bu yana bir asır geçtiği halde, insan türündeki farklı ırkların orijinine ait problemi çözemedik. Mesele hala bir asır önceki kadar karışık." (*)

Bir kimse, ırkların orijinini dahi izah edemeyen bir teoriyle, bütün canlıların yaratılışı ve geçirdiği değişiklikler gibi derin meseleleri nasıl açıklayacaktır? Anlaşılan odur ki, evrim teorisine ilmi delillerle yaklaştıkça, bu teorinin müdafaası imkansız hale gelecektir.

Meşhur bir evrimci olan Simpson, insanın yaratılışıyla ilgili olarak şöyle der:
"ınsan, kainatta anlama kapasitesine ve potansiyeline sahip tek varlıktır. şuursuz ve akılsız maddelerin bir ürünüdür. Dünyaya gelişini kendisi başarmış olan insan, sadece kendisine karşı sorumludur. ınsan, kainatta yaratıcı, kontrol ve tayin edici bir güce sahip değildir. Fakat, kendisinin ustası ve amiridir. Bu bakımdan insan, kendi kaderini kendisi tayin ve idare etmelidir."

Simpson, evrim felsefesini açıklarken akıl ve mantık sınırını zorlamakta, bir cümlede söylediğini diğerinde yalanlamaktadır. ınsan, hem "...Kainatta anlama kapasitesine ve potansiyeline sahip tek varlık" olarak kabul ediliyor, hem de "şuursuz ve akılsız maddelerin ürünüdür" deniyor. şuursuz ve akılsız bu maddeler, şuurlu insanı nasıl meydana getirecek?
Maddelerin kendilerinde "anlama ve şuur" yok ki, insana verebilsin.

Paragrafın devamında "dünyaya gelişini kendisi başarmış bir insan" deniyor. Bir yaşında ancak ayağa kalkabilen ve 5-6 yaşında çevresini tanımaya başlayan insanın, kendisini yokluktan meydana getirmesine imkan var mı? Başlangıçta yok olan insan nasıl kendisini meydana getirecek?

Simpson yazısına şöyle devam ediyor: "insan kainatta yaratıcı, kontrol ve tayin edici bir güce sahip değildir. Fakat kendisinin ustası ve amiridir." Hem insanın kainatta bir güce sahip olmadığı, hem de kendisinin ustası olduğu iddia ediliyor. Kainata sözü geçmeyen insan, nasıl kendisinin ustası olacak? Zira, insanın var olabilmesi için yer küreye, güneşe, aya, havaya, kısacası bütün bir kainata gerek vardır.

Meseleleri doğru değerlendiremeyeceği düşüncesi ile 18 yaşına kadar kendisine kanuni ehliyet tanınmayan insana Simpson, anne karnında ve hatta önceki safhalarda kendi kendini idare ettiriyor.

En basit bir hücre içinde bile, yüzlerce olay bir anda cereyan ediyor. Milyonlarca hücreden meydana gelen ve hücreleri devamlı değişip tazelenen insanın, kendisini idaresi elbette düşünülemez. Kalbin çalışması, sinir sisteminin işlemesi, kanın temizlenmesi ve besinlerin sindirim için hazırlanıp taşınması gibi yüzlerce olayın cereyanı insanın isteğine mi bağlı? Hayır. ınsanın hiç müdahalesi olmadan bu hadiseler devam ediyor. Simpson'un kendisi de bu kanunun dışında değil.

Atom ve moleküllerden varlıkların teşkili ve kainatta cereyan eden bütün hadiselerin idaresi; ancak, sonsuz ilim ve kudret sahibi bir yaratıcının, kainatta her an tasarrufta bulunmasıyla mümkündür.

Meşhur evrimcilerden L. Zuckerman da çalışma prensiplerini şöyle dile getirir: "Saf ilmi düşünceyle, fizik ve kimya kanunları ışığında işe başlıyoruz. Fakat, hemen objektif hakikatlerden uzaklaşarak kıyas ve tahmine dayanan sahaya kayıyoruz. Hissi bir sezişle veya izah tarzıyla insanın fosil tarihiyle ilgili hükmü veriyoruz."

Yine evrimcilerden Gould, çaresizliğini şu soru ile dile getiriyor: "Cedlerle nesiller arasında geçiş gösteren hangi deliller var?" O'nun bu sorusuna evrimci anatomi profesörü Kitts şöyle cevap veriyor: "Paleontolojinin (Fosil bilgisi), evrimle ilgili delilleri sağladığına dair parlak sözlerine rağmen, evrimcilerin problemleri çözülememiştir. Bunların en önemlisi, fosiller arasındaki boşluklardır. Evrim için türler arasında geçiş formu gereklidir. Halbuki paleontoloji bunu temin edememiştir."

ınsanın sorası geliyor. Madem evrim için geçiş formu gereklidir. Bu geçiş formları da bulunamamıştır. O halde niçin evrimi müdafaa ediyorsunuz?

Evrimcilerin bu şekildeki itirafları daha da çoğaltılabilir. Ama dikkat edilirse görülecektir ki, iddia ettikleri evrim fikrini destekleyen hiç bir delil yoktur. O halde niçin bu görüşlerinde ısrarlıdırlar? Tek cümle ile; bir Yaratıcıyı kabul etmemek için.
Evrimcilerin temel felsefesini şöyle özetlemek mümkündür: Sanat var, fakat sanatkar yok. Eser var, usta yok. Kitap var, fakat bunu yazan yoktur.

Evrimcilerin görüş ve düşüncelerinin nereye dayandığını Gish, şu ifadelerle en iyi şekilde dile getiriyor: "Evrim felsefesi, evrimcilerin kendi dünya görüşleri içerisinde yer alan bir inanç sistemidir, bir dindir."

Aslında evrim felsefesi materyalizmle iç içedir. Gish bu konuya şu sözlerle dikkat çekmektedir: "Bir çok ilim adamının evrimi kabul etmesinin sebebi, bu teorinin, bütün canlıların yaratılışını materyalist ve tabiatçı bir düşünce ile izah etmesindedir. Çünkü bunlar, materyalizme ve tabiata inanırlar." Nitekim bununla ilgili olarak meşhur evrimci Dobzshansky de şöyle der: "Bugün materyalist felsefe, mevcut biyoloji ilimlerinden çoğunun temelini teşkil eder."

Evrim teorisinin bütün ilim adamları tarafından kabul edildiği sık sık tekrarlanır. Aslında, bu, münakaşayı kazanmak için uydurulmuş ve alışkanlık haline getirilmiş bir yoldur.

ınsanın atası olarak ileri sürülen fosiller arasında beş tanesi çok fazla tartışma konusu yapılmaktadır. Üzerinde en çok tartışma yapılan bu fosillere kısaca temas edeceğiz.

1— Java Adamı
Java adamı olarak ileri sürülen varlık, şu parçalardan meydana gelmiştir: Yarım kafatası, uyluk kemiği, iki büyük ve bir küçük azı dişi.

Bu parçalar bir yerde ve aynı anda mı bulunmuştur? Hayır. Birbirinden uzak mesafelerde ve 1891-1898 yılları arasında toplanmıştır. Yani, sekiz yıl arayla...

Java adamı resimleri tamamen uydurmadır.
Son yapılan araştırmalarda bu kafatasının şempanzeye, büyük iki azı dişinin orangutana, küçük azı dişi ile uyluk kemiğinin de insana ait olduğu anlaşılmıştır.
Nitekim fosilleri bulan Dubois de, hayatının sonuna doğru gerçeği itiraf etmiş ve Java adamı olarak ileriye sürdüğü yaratığın gibbon maymunu olduğunu açıklamıştır. Ama artık ok yaydan çıkmış, Java adamı evrimciler katında müstesna yerini almıştır.

Orta öğretim ve hatta yüksek öğretim kitaplarında hemen hepimizin zaman zaman şahit olduğu; yüzü kıllı, alnı çekik, burnu ve çenesi ileriye doğru çıkmış Java adamının gerçekle ilgisi yoktur. O halde bu resim ve şekiller nedir? Bunlar tamamen hayal mahsulü olarak çizilmiş veya elle yapılmış modellerdir.

2— Pekin Adamı
Bu yaratığın; üç azı dişi, kafatası parçası ve iki alt çeneden meydana geldiği iddia edilir. "ıddia edilir" diyoruz. Çünkü, adı geçen bu fosillerden iki diş hariç, diğerleri mevcut değildir. şu anda sadece bu iki dişle evrimci Weidenreich tarafından yapılmış modeller bulunmaktadır.

Pekin adamına ait fosillerin kaybolduğu ileri sürülür. Bunların kayboluş hikayesi ise anlatana göre değişmekte, gerçek durumu hiç kimse bilmemektedir. Bazı evrimciler, 1921-1928 yılları arasında Dr. Black tarafından bulunan bu fosillerin, ıkinci Dünya Harbi esnasında Japonlar'ın Pekin'i istilası sırasında kaybolduğunu iddia ederler. O sıra Pekin'de görevli bulunan O'Connel ise, Japonlar'ın buraya gelmediğini, bu fosilleri evrimcilerin kendilerinin imha ettiğini belirtir. Ona göre, eldeki materyaller iddia edildiği gibi maymunla insan arasında geçişi gösteren bir varlığın fosilleri değildir. Kafatası, o devirde avcıların avladıkları orangutan maymununa aittir. Bu hakikati gizlemek için evrimciler, eldeki fosilleri kendileri imha etmişlerdir.

Yapılan araştırmalar da Pekin adamının, insanın evrime uğramış bir atası değil, orangutan benzeri bir maymun olduğunu ortaya çıkarmıştır.

şimdi bir biyoloji kitabına baksanız, Pekin adamına ait düzgün bir baş modeli veya kafatası iskeleti ile çene kemiği ve dişlerin resmini görürsünüz. Bunlar gerçeği değil, evrimci Weidenreich'in hayalindeki varlığı yansıtırlar. Çünkü, hakikatte ne böyle bir varlık yaşamış ve ne de fosili bulunmuştur.

3— Piltdown Adamı
ıngiltere'de bulunduğu 1912 yılından 1960'lı yıllara kadar hakkında ciltlerle kitap yazılmış bir varlık da Piltdown adamıdır. Bu kitaplarda insanın maymundan nasıl evrimleştiği, adı geçen fosil delil gösterilerek enine boyuna anlatılır. Bu izahlar zaman zaman inandırıcı da olmaktadır. Zira, mevcut fosiller içinde en idealidir. Bütün kafatası ve çene kemikleri ile dişler tamdır. Bu fosil, bir müze müdürü olan Woodward ile tıp doktoru Dawson tarafından bulunmuş ve takriben 500 bin yıl önce yaşamış olduğu bildirilmiştir.

1955 yılından sonra fluor testine tabi tutulan bu fosilin öyle iddia edildiği gibi eski değil, çok yeni olduğu ortaya çıktı. Daha sonra üzerinde yapılan detaylı araştırma ile eldeki materyalin sahtekarlık belgesi olduğu görüldü. Hem öyle bir sahtekarlık belgesi ki, kafatası ve dişler insana, çene ise 10 yaşındaki bir orangutan maymununa ait. Bu insan dişleri, maymunun çene kemiğine uydurmak için eğelenmiş. Bununla da kalınmamış. Kafatası ve çene kemiklerine, eskiye ait olduğu görüntüsünü vermek için potasyum dikromat ile lekelendirilip Piltdown semti yakınında bir çukura gizlice gömülmüş. Tabii bir müddet sonra da buradan merasimle çıkarmak için.

Bu sahtekarlığın ortaya çıkmasıyla ne değişti? Hemen hemen hiçbir şey. Sahtekarlığı yapanlar ölmüştü. Mes'uliyeti kimse üzerine almadı. Bu fosilleri ilim alemine takdim edenler ise, Afrika ve Avustralya'da yeniden arzularına uygun fosil aramaya başladılar. Bunlar zaman zaman insanın atasına ait olan fosiller bulduklarını iddia ediyorlar. Bu fosillerin insanın atası ile bir ilgisinin olmadığını anlamak için tekrar 40-50 yıl beklemeye bilmem gerek var mı?

4— Nebraska Adamı
Evrimciler tarafından insanın atası olarak ileri sürülen fosillerden birisi de Nebraska adamıdır. Tennessee'de H.F. Osborn tarafından 1922 yılında ortaya atılmıştır. Bu varlığa ait delil nedir? Sadece bir azı dişi. Bu dişin takriben bir milyon yıl önce yaşadığı farz edilen Prehistorik (Tarih öncesi) insana ait olduğu iddia ediliyordu. William Bryan, tek azı dişi ile insanın atası hakkında hüküm vermede acele edilmemesi gerektiğini bildirince bütün şimşekleri üzerine çekti. Evrimciler kendisini, geri kafalı olmakla itham ettiler. Fakat yıllar sonra yapılan detaylı araştırmalarla bu dişin bir domuza ait olduğu ispatlandı.

5— Hong Kong Adamı
Bu adamın da tuhaf antropolojik bir hikayesi vardır. Von Koenigswald, bir Çin dükkanından bir miktar fosil diş satın alır. Bunlardan üç dişi ayırır, bir kenara koyar. Bu hususta kendisine Weidenreich de yardımcıdır. Neticede bu üç dişe dayanarak bir fosil adam tayinine karar verirler. Buna bir de isim gereklidir. O da bulunur, "Hong-Kong Adamı." (*)

Sonuç olarak denilebilir ki, canlıların silsile halinde birbirinden hasıl olduğu görüşü tutarsız, tamamen sathi ve subjektiftir. ınsanın geçmişi ile ilgili iddialar da bu paraleldedir. Hiç bir ilmi delili ve tutarlılığı yoktur. Üstelik bugün evrimcilerin bazı sahtekarlıklarının ortaya çıkmış olması, kendilerine güveni iyice sarsmıştır.

Anlaşıldığı kadarıyla, bütün canlılar ve hususan insan, doğrudan mükemmel şekliyle yaratılmıştır.
Evrimcilerin yanıldığı noktalardan birisi de, bütün hayvan ve insanları; göz, kulak, burun vb. gibi organlardan ibaret olarak değerlendirmeleridir. Bir türden bir başkasının teşekkül ettiği iddia edilirken, bunların his ve duygu dünyasını da gözden uzak tutmamak gerekir.

Ceset veya vücut, canlıların elbisesi gibidir. Her canlının cesedi de ruhuna, hissiyatına uygundur. Koyunun bedenine münasip ruhu ve aslanın da yine ruhuna uygun bir bedeni vardır.

Koyunun ruhu ottan hoşlanır. Ona aslanın pençesini takmakla duygularını değiştirebilir miyiz? Bütün vücut üyelerini değiştirsek bile, ruhunu değiştiremediğimiz sürece, o yine ot peşinde koşan munis bir koyun olarak kalacaktır.
ınsan da böyledir. Onun da cesedi, ruhunun elbisesidir. Bedeniyle ruh duyguları arasında tam bir uygunluk vardır. ınsanda yazma hissi mevcuttur. Elleri de buna uygun olup kalemi tutacak şekildedir.

Görüldüğü gibi, maddeten ve manen mükemmel insan bedeninin; "Bir takım hayvani bedenlerin evrimiyle meydana geldiği"ni ileri sürmek, bu noktadan da tutarsızdır.

Batı'da evrim teorisinin lehinde büyük bir kampanya yürütülmektedir. Bu kampanyanın hangi ölçülerde sürdürüldüğü, aşağıdaki bir kaç misalle bir nebze anlaşılacaktır, sanırım.

Önde gelen biyoloğlardan A. N. Field, 1971 yılında yayınladığı "The Evolution Hoax Exposed" isimli eserinde şu görüşlere yer verir:
"...Evrimin ispat edilmiş bir vakıa olduğu, halkın boğazına takılırcasına her fırsatta tekrar edilmektedir... Evrim teorisinin, ilim kisvesi altında bir şebeke tarafından yürütüldüğü bilinmektedir."

Meşhur bir anatomi profesörü olan Thomas Dwight'ın ifadeleri de oldukça dikkat çekici. Bakın ne diyor:
"Evrim konusunda kurulmuş olan diktatörlük, meselenin dışında olanların tahmin edemeyeceği kadar despot hale gelmiştir. Sadece düşünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda terör çağlarını aratan bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba bilim dünyası liderlerinden kaç tanesi bu konudaki düşüncelerini aynen açıklayabilir?"

ıngiltere Kraliyet Derneği üyesi Paleontolog Merson Davis, 1926 yılında Victoria Enstitüsü yayınlarından birinde şunları yazmaktadır:
"Bugünlerde evrime karşı çıkmak, başkalarının da söylediği gibi para kazandırmıyor... Acaba kaç kişi Avrupa çapında meşhur zoolog Fleischmann'ın, evrimin ilmi olarak kabullenemeyeceğini ifade eden sözlerinden haberdardır? Fleischmann'a hiç kimse doğrudan doğruya karşı çıkmamıştır. Fakat üstü kapalı bir şekilde kınanmış ve kısa zamanda unutturulmuştur. ılim adamları, bu ve buna benzer hadiselerle karşılaştıkça bu konudaki fikirlerini beyan etmeyip kendilerini saklamaktadırlar."

1928 yılında Paul Shorey, Amerika'da yayınlanan Atlantic Montly dergisinde aşağıdaki görüşlere yer verir:
"Sadece gazete idarehanelerinde değil, Kuzey Amerika'daki bütün üniversitelerde hiç bir şey 'EVRıM' kadar kutsal olamaz. Bunun tenkidi mümkün değildir. Bir profesör, Hıristiyanlığa, ABD anayasasına, George Washington'a, kadın haklarına, evliliğe veya özel mülkiyete serbestçe dil uzatabilir. Fakat evrime asla... Bu, müsamahasızlık ve geri kafalılık olur."

Sir Ambrose Fleming'i sanırım tanımayan yok gibidir. Bu zat, radyo yayınlarını sağlayan termo iyonik radyo lambasını keşfetmiştir. 1934 yılında ıngiltere'de teşekkül eden evrimi protesto hareketinde Fleming de vardır ve evrimi çürütecek bir metni radyoda okumak için BBC (ıngiliz radyo ve televizyon kurumu) idaresinden müsaade ister. Fakat BBC müdürü C. A. Siepmann bu teklifi reddeder. Gerekçesi de şudur:
"Memlekette önde gelen bilginlerin çoğunluğunun desteğini sağlayabilmemiz için bu tip yayın yapılmaması, BBC'nin umumi politikasıdır."

Evrim lehindeki bu baskı, meşhur biyolog Prof. Sir William Batenson'u ise hayata küstürmüştür. Batenson, Amerikan ilmi ılerleme Birliği'nin Toronto'da yapılan kongresinde evrimi destekleyen delilin bulunmadığını dile getirmiştir. Lakin, tarafsız bir şekilde ortaya koyduğu bu düşüncesinden dolayı meslektaşlarının üzücü ve devamlı protestosuyla karşılaşması, O'nu büyük bir ümitsizliğe itmiş ve sonunda mesleğini terk etmiştir.

Dünya çapında meşhur evrimcilerden Douglas Dewar 1912 yılında "Türlerin Teşekkülü" adlı evrimi destekleyen bir kitap yazar. Bu kitabı, devrin başkanı Roosevelt tarafından da tavsiye görür. Dewar bu yayınından sonra araştırmasını daha da genişletir ve Hindistan kuşlarını detaylı şekilde inceler. Neticede, ani mutasyonlarla (değişme) türlerin değişmediği kanaatine varır ve evrim teorisini reddeder. Daha sonra "ınsan Özel Yaratık" adlı kitabını neşreder. Bu kitabının bir yerinde şöyle der:
"Evrimcilerin basını ele geçirmelerinin önemini pek az insan idrak etmiştir. Bu gün pek az dergide evrim teorisini reddeden makale çıkar. Hatta dini dergilerin bile bir çokları insanın hayvan soyundan geldiğini kabul eden modernistlerin elindedir... Genellikle bütün gazetelerin yazı işleri müdürleri evrimi, ispat edilmiş bir vakıa olarak bilmekte ve bu teoriye karşı herkesi cehalet, ya da delilikle suçlamaktadırlar... Hemen hepsi, evrimciler tarafından çıkarılan ilmi mecmualar ise, evrim mefhumuna ufak bir gölge düşürecek yazıyı bile yayınlamak istememektedirler... Kitap neşredenler ise, yürürlükte olan böyle bir teoriye karşı çıkıp da üzerine hücumlar toplayacak veya rağbet görmeyecek bir kitabı basmazlar. Hatta basım masrafları yazara ait olsa bile... Bununla yayınevinin itibar kaybedeceğini düşünürler. Böylece halk, meseleyi tek yönlü olarak bilmektedir. Halktan birisi, evrimi, yer çekimi kanunu gibi ispat edilmiş bir gerçek olarak bilir."

Batıdaki bu taassubun uzun sürmemesini dileriz.

Evrim teorisini müdafaa edenlerin büyük bir kısmının esas maksadı, insanın maymundan geldiği safsatasını zihinlerde yerleştirmektir. Bunu doğrudan söyleyemedikleri için, ilim kisvesi altında evrim teorisini ileri sürüp, bunu ispata çalışırlar.
Akla şöyle bir soru gelebilir: Niçin ısrarla insanın maymundan geldiği iddia ediliyor? Bu sorunun bir kaç cevabı olabilir.
Birinci ve en önemlisi; inançları sarsarak, materyalist felsefeyi ve inançsızlığı bütün dünyaya yaymaktır. Gerek Kur'an-ı Kerim'de ve gerekse ıncil ve Tevrat gibi diğer semavi kitaplarda; insanın ilk atasının Hz. Adem olduğu bildirilir. Onun da topraktan yaratıldığı beyan edilir. Dolayısıyla dini inancı sarsmanın yollarından birisi, bu semavi hükme ters düşen felsefeyi ileri sürmektir.

Evrim nedir? ıleri sürdüğü deliller nelerdir? Teori nedir? Bu teorinin leh ve aleyhindeki düşünceler nelerdir? Bütün bu soruların cevabını anlama ve araştırma safhasında olmayan gençlerin zihinleri, biyolojiden tarihe varıncaya kadar bütün derslerde evrim felsefesinin bombardımanı altındadır.

Evrim felsefesinin özellikle insanın geçmişi ile alakalı görüşü, ilim kisvesiyle bir kanun gibi devamlı telkin edilir. Ayrıca, evrim anlatıldıktan sonra, din ve ilmin çatıştığı tekerlemesinin de hemen ilave edildiğini unutmamak icap eder. Belki de bu genç, din ile ilmin değil, gerçekte evrim felsefesinin ortaya koymaya çalıştığı hayal mahsulü ile dinin çatıştığını, hayatı boyunca öğrenme imkanı bulamayacaktır.

Bazılarının evrimi savunmasının diğer bir sebebi de mesuliyetten kaçma hissidir. Çünkü, yaratılışı kabul, bir Yaratıcının varlığını gerektirir. Yaratıcıyı kabul edince ardından O'nun emir ve yasaklarına riayet gelecektir. Bu sorumluluktan kaçmanın tek yolu, yaratılışı tesadüf ve sebeplere havale etmektir.

(*) Daha fazla bilgi için: Fosiller ve Evrim, Tercüme; Â. Tatlı, Cihan Yayınları, 1984.
(**) Daha fazla bilgi için: şişli, N. ve ark. Genel Biyoloji, MEB Yayınları, 1979, Ankara.


Okunma Sayısı : 504

Adem Tatlı (Prof.Dr.)

11

30.08.2006, 12:16

Bir atadan geldiğimiz halde, farklı renkler ve ırklar nasıl ortaya çıktı?

"Ey insanlar!.. Muhakkak ki, biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve sizleri kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız..." (Hucurat, 13).
Bu soruya, bir başka soru ile cevap verilebilir: Tek atadan farklı renk ve ırkların ortaya çıkmasına engel nedir? Hem tek atadan gelinir, hem de farklı renk ve ırklar ortaya çıkar. Aslında bu tip sorular, daha ziyade biyolojiyle alakası olmayanlardan gelmektedir. Çünkü, bir biyolog bilir ki, her anne, baba, büyük anne ve büyük babaların karakterleri belli oranlarda yavrularına geçer. Bu oranlar, "Mendel Kanunları" adı altında meşhurdur. Cenab-ı Hakk'ın koyduğu bu kanunlara göre; mesela bir fert boy bakımından yüzde 50 ihtimalle annesine, yüzde 50 ihtimalle babasına benzeyecektir.

Ferdin hemen hemen bütün özelliklerinde bu veya buna yakın oranları görmek mümkündür. Lakin, bazı karakterler vardır ki, ortaya çıkmaları, yani bir fertte tesir göstermeleri, bazı şartlara bağlıdır. Nasıl ki, yıldızların görünmesi gecenin gelmesine bağlıdır. Güneş onların görünmelerine mani olur. Bazı çekinik (resessif) karakterler de, baskın (dominant) karakterlerin etkisi altındadır. Çekinik karakterler bu tesirlerden kurtulduğu zaman etkisini gösterecektir. Bu, belki de nesiller sonra mümkün olur.

Günümüzdeki ırkların hepsi ortak bir atadan gelir. Saf ırk mevcut değildir. Sözgelimi, beyaz ırkın bir ferdinden, bir zenci gibi koyu deri rengine sahip fert hasıl olabilir. Ya da bir Çinli'den, bir Kafkaslı kadar beyaz deriye sahip yavru meydana gelebilir.

Bazıları, zenci ırkın tropiklerdeki yoğun ultraviyole ışınlarına uyum sağlayarak meydana geldiğini iddia ederler. Halbuki bu görüş, Kuzey ve Güney Amerika'da aynı ışınlara maruz kalanların, niçin siyahlaşmadıkları meselesini izah edememektedir. Son yapılan çalışmalar, deri rengindeki bu farklılığın irsi olduğunu ortaya koymuştur.

Dolayısı ile, ırkların teşekkülünde ortaya çıkan siyahlar, kendileri için zararlı olmayan ışınların bulunduğu sahaya göç etmiştir. Diğer taraftan açık renkli ve mavi gözlü ıskandinav ırkı ise, ekvator yakınındaki yoğun ultraviyole ışığından kurtulmak için kuzeye gitmiştir.

Dışarıya kapalı bir kabile düşünün. Çevredeki diğer kabilelerle hiç bir irtibatı olmayan bir grup. Buradaki genetik özellikler, kabile fertlerinin sahip olduğu irsi karakterlerin toplamına eşittir. Belli sınırlar içinde yer alan böyle bir bölge "gen havuzu" olarak da adlandırılabilir. Bu gen havuzunda, çekinik karakterler, zamanla melezleme sonucu birbiriyle karışarak, yeni ve değişik karakterler hasıl eder.

Değişik renk ve ırk karakterlerine bu açıdan bakmak gerekir. Kuvvetle muhtemeldir ki, ilk insan Hz. Adem (as)'in genetik yapısında da çok farklı renk ve ırk özellikleri vardı. Tıpkı bir gen havuzu gibi, muhtelif karakterleri ihtiva ediyordu. Bütün bu karakterlerin bir anda ortaya çıkması elbette mümkün değildi. Zamanla bazı genetik açılımlar sonucu, değişik karakterler meydana geldi. Neticede günümüzdeki farklı fertler hasıl oldu.


Okunma Sayısı : 509

Adem Tatlı (Prof.Dr.)

12

30.08.2006, 12:18

Hz. Adem (as) ve Hz. Havva'da aynı kan grubu olduğu halde bugünkü dört kan grubu nasıl oraya çıktı?

Bu soruyu ortaya atan, Hz. Adem ile Havva'da aynı kan grubu olduğunu nereden biliyor? Onların kanını mı tetkik etmiş?

Her insanda, her bir karakter bir gen çifti, yani iki gen tarafından kontrol edilir. Bu genlerden birisi anadan, diğeri babadan gelmiştir.

Kan grubunu tayin eden genler; A, B ve O genleridir. Her bir fertte bu genler şu şekillerden biri durumunda bulunabilir: AA, AO, BB, BO, AB ve OO. O geni, A ve B genlerine göre çekinik (resessif) bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla AA genleri A kan grubunu verdiği gibi, AO genleri de A kan grubunu verecektir. Aynı şekilde BB ve BO genleri, B, BB genleri AB ve OO genleri de O kan grubunu hasıl edecektir. Bir başka ifade ile; A kan grubunda olan bir kimsede bu kan grubunu tayin eden genler, ya AA veya AO şeklindedirler. Hz. Adem'de AO ve Hz. Havva'da BO genleri olması halinde aşağıdaki durum ortaya çıkar.



şemada görüldüğü gibi, Hz. Adem'de A, Hz. Havva'da da B kan grubu heterozigot genetik yapıda olması halinde, günümüzdeki 4 kan grubu da meydana gelebilecektir.

Burada açıklanması gereken husus, Hz. Adem'e ait AO genetik yapıdaki kan grubunun, Hz. Havva'ya BO olarak nasıl geçmiş olduğudur. Dikkat edilirse, gerek Hz. Adem ve gerekse Hz. Havva'nın yaratılışı, normal anne ve babalı üreme kanununa uymamaktadır.

Bu yaratılışta bildiğimiz manada anne ve babanın olmayışı, buraya Mendel kanunlarının tatbikini imkansız kılar. Dolayısıyla Hz. Adem'deki A kan grubunun Hz. Havva'ya B kan grubu olarak geçmesinin Mendel kanununa uymayışını normal kabul etmek gerekir. Çünkü burada ilk yaratılış söz konusudur.

Kainatta cereyan eden hadiseleri tesadüf ve tabiatın yaptığı vehmedildiği sürece bu tip soruların ardı arkası kesilmeyecektir. Halbuki olayların meydana gelmesi veya gelmemesine Cenab-ı Hakk'ın sonsuz kudret ve nihayetsiz ilmi noktasından bakmak gerekir. O zaman, kan gruplarının veya bütün insanlığın ortaya çıkarılmasının bir insan veya kan grubunun yaratılması kadar kolay olduğu görülecektir.


Okunma Sayısı : 509

Adem Tatlı (Prof.Dr.)

13

30.08.2006, 12:20

Bütün varlıkları Allah yarattı. Öyleyse Allah'ı kim yarattı?

Bu ve benzeri sorular Allah hakkındaki bilgi ve inanç yetersizliğinden kaynaklanıyor. Allah, denildi mi ezelî ve ebedî olan, bütün sıfatları sonsuz kemalde bulunan Ehad ve Samed bir zat anlaşılır. Böyle bir zat ise yaratılmaktan münezzehtir. Zira yaratılan her şey hadistir (sonradan olmuştur), fanidir (varlığının bir sonu vardır) ve bütün sıfatları sınırlıdır. Bu soruda mahluk sıfatlarının yaratıcıya isnat edilmesi gibi açık bir tezat vardır.

Birtakım sorular var ki tarihleri çok eskiye dayanıyor. Bu soru da onlardan biri. Peygamber Efendimiz'e gelen, inançsız bir grup, 'Ya Muhammed, mahlukatı Allah yarattı? Allah'ı kim yarattı?' Diye sordular. Bu soru üzerine Cebrail (a.s) cevap olarak, Allah'tan ihlâs suresini getirdi. Bu sure ile şirkin bütün çeşitleri kökünden kesilip atılıyor, tevhidin bütün mertebeleri en güzel şeklide izah ve ispat ediliyordu.

Allah Ehattir. Zat ve mahiyeti varlıklara benzemekten, mekan ve zamandan, değişip başkalaşmaktan uzak olan tek ve yekta varlık odur. O Samettir. Bütün varlıklar, yaratılmasında ve yaşatılmasında, kısaca her hâl ve keyfiyetlerinde ona muhtaçtırlar, o ise hiçbir şeye muhtaç değildir.

Allah doğmak ve doğrulmak gibi mahluklara ait sıfatlardan uzaktır. Çünkü onun ne başlangıcı, ne de sonu vardır. Evet o, vardı ve ondan başka hiçbir şey yoktu. Ezelî ve ebedî olan Allah'ın bir başkasının tesiriyle vücuda geldiği nasıl düşünülebilir?

Onun eşi, benzeri, dengi yoktur. Ne yaratıcılığında, ne idaresinde, ne terbiye ediciliğinde, ne de hakimiyetinde; ona denk olabilecek hiçbir mevcut düşünülemez. Zerre kadar aklı olan kimse böyle bir zat hakkında, bu çelişkili sorunun sorulamayacağını bilir.

Evet yaratıcı olan, yaratılan olamaz. Kuvvet ve kudreti sonsuz olan, bir başkasının tesiriyle vücuda gelemez. Başlangıcı olmayan, sonradan olamaz. Kısaca hem yaratıcılığın sonsuz kemal sıfatlarıyla donatılmış, hem de mahluk olmanın gereği olarak sınırsız eksikliklere sahip bir konumda olamaz.

Bir de konunun devir-teselsül ile ilgili bir yönü vardır ki o da şudur. Art arda bağlı hadiseler zincirinde mutlaka bir ilk halka olmalıdır ki diğer halkalar ona bağlı olsun. Mesela, on beş vagonlu bir trende, her bir vagonu bir önceki vagon çeker. Sonuçta iş, lokomotife dayandığında, 'Lokomotifi kim çekiyor?' diye sorulmaz. Çekme gücü olan fakat çekilmeye ihtiyacı olmayan bir araç olmalı ki -o da lokomotiftir- tren sağlıklı olarak hareket edebilsin.

Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. şeker fabrikasındaki aletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgahlardı gösterilecektir. Neticede problem bir ilme, bir iradeye dayandırılmazsa, tezgahın da tezgahı sorulacak ve kısır döngüye düşülecektir.

Bir er, emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet başkomutan da padişahtan alır. Peki, padişah kimden emir alıyor, diye sorulmaz, zira o emir alan değil emir veren konumundadır. Eğer birinden emir alacak olursa, o da emredilenler sınıfına girer ona emir veren kimse padişah olur.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan açıkça anlaşılıyor ki, bu kainatın varlığı, zatı, isimleri ve sıfatlarıyla ezelî olan bir yaratıcıya dayanmaktadır. Böyle bir zatı kimin yarattığı sormak aklen mümkün değildir.

Okunma Sayısı : 513

Mehmet Kırkıncı

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder
  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

15

30.08.2006, 12:59

Bir arkadasım sordu ,ben hikmeti gereği çok derine inmemek lazm dedi ama belki cevabını bilen vardr soruyorum:
.
Allah ü tela neden hz adem ve hz havvadan başka bir eş daha yaratmadı?
bunun hikmeti ne olabilir?
yani bu şekilde kardeşlerin evlenmesi de engellenmiş olacaktı.

16

30.08.2006, 13:54

"Allah sizi bir tek babadan, Adem'den, onu da topraktan yarattı."

Baba bir olduğu halde, insanlar birbirini tahkir ediyor, kabilecilik yapıyor.

Baba bir olmasa, bu sefer daha kötüsü, belki insandan saymamak vuku bulacaktı.

En doğrusunu Allah bilir, Allahu â'lem bissavab, belki hikmetlerinden bir hikmet budur.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

  • Konuyu başlatan "insirah"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

17

30.08.2006, 14:02

Teşekkürler...Güzeldi...
Başka açıklaması olan varsa alabiliriz?

18

30.08.2006, 14:35

şöyle düşünün,
insan sormuştur hep, Allah niye beni yarattı, niye insanı yarattı?

Aklına doğal olarak, insanlığın atası, Hz.Adem aleyhisselâm gelecek.

Bu sefer, sorular Hz.Adem aleyhisselâm ve Allah'la olan ilişkisi üzerinde yoğunlaşacak.

Yok eğer Hz.Adem'den başka atalarımız da olsa, bu sefer, senin atan fasulyedendi gibi muhabbetler çıkarak, hikmetten uzaklaşacaktı insanlar.

Belki Allah, insanın ve kainatın yaratılışının gayesinin anlaşılması için böyle yaptı, en doğrusunu yine O bilir.

Hem Hz.Adem a.s. bir ilktir.

ınsanlığın ilk babası, ilk peygamberi, ilk evlat acısı duyanı, evladı ilk kafir olan, evladı ilk cinayet işleyen, evladı ilk maktul olan, ilk koca, meleklerden üstünlüğünü kanıtlayan ilk insan, şeytan tarafından ayağı kaydırılan ilk insan.

Hem Hz.Adem aleyhisselâm'dan başka insanlığın ilk ataları olsa, yaratılış zamanları birbirinden 2 dakika farklı olsa, bu sefer, niye senin atan daha geç doğdu, bak işte benimki daha iyi denecekti.

Aynı olsa, bu sefer sonraki imtihanlar, meleklerden üstünlük, şeytanın secdeyi red edişi, zelle ve Cennet'ten indirilme meselelerinde de ihtilaf çıkabilirdi insanlar arasında.

Dikkat ederseniz, insanlığın tekâsürü, yani üremesi, dünya üzerinde vuku bulmuştur. Bir rivayete göre, dünyaya indirilen Hz.Adem ile Hz.Havva aleyhimüsselâm, Arafat'ta birbirini bulmuştur. Zaten marifet, bilmek fiilinin köküyle aynı köktendir bu kelime.

Arafat'ta vakfeye durmak ise haccın farzındandır. Hz.Peygamber a.s.m. , "Hac Arafattır" buyurmuştur. Nasıl insanlık yeryüzüne indirildi, ilk mescidi burası oldu, en son günde, ahirette olacak haşrin, prova yeri de burası oldu. Milyonlarca insan, kefenlerine bürünmüş, saçları toz toprak üzerinde, uzak diyarlardan gelmiş, izdiham varken, "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" derken, biraz kalbi olanın nasıl orada gözünden yaş dökülmez. Merhametlilerin en merhametlisi de, herşeyi arkada bırakmış, kendisine bir kefen giyerek yönelmiş, tevbe edip bağışlanma dileyen bu kullarını nasıl affetmez?

Evet, Hz. Peygamber a.s.m. de, "Makbul bir haccın ecri, Cennet'ten başkası" olamaz buyurmuştur. Öyle bir sevap ki, Cennet'ten başkası ona mukabil gelemiyor.

ışte burada atamız bir, kıblemiz bir, gittiğimiz yön (ahiret) bir, amacımız (Allah'ın rızası) bir, vahdet içinde vahdet, ve Rabbimiz bir.

Hal böyleyken, niye insandan ve cinlerden olan şeytanlara vesvese aleti olacak bir koz verilip, bu mukaddes ibadete ve bir çok hikmete turp sıktırılsın?
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

19

30.08.2006, 16:44

Alıntı

Hem, madem bu misafirhane-i dünyanın sobalı lâmbası birdir ve rûznâmeli kandili birdir ve rahmetli süngeri birdir ve ateşli aşçısı birdir ve hayatlı şurubu birdir ve himâyetli tarlası birdir. Bir, bir, bir; tâ bin bir birler kadar... Elbette, bu bir birler bedahetle şehadet eder ki, bu misafirhanenin Sânii ve Sahibi birdir. Hem gayet kerîm ve misafirperverdir ki, bu yüksek ve büyük memurlarını zîhayat yolcularına hizmetkâr edip istirahatlarına çalıştırıyor.

şualar


Alıntı

Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir.

Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir.

Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir.


Alıntı

Evet, bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir. Belki esmâ ve ef’âl-i umumiye-i ılâhiyenin adedince vahdetleri giymiş bir tek insan-ı ekberdir. Belki, envâ-ı mahlûkat sayısınca dallarına vahdetler, birlikler asılmış bir şecere-i tûbâ-i hilkattir.

Evet, kâinatın idaresi bir ve tedbiri bir ve saltanatı bir ve sikkesi bir, bir, bir, bir, tâ bin bir bir birler kadar...
Hem bu kâinatı çeviren isimler ve fiiller bir iken, herbiri kâinatı veya ekserisini ihata eder. Yani, içinde işleyen hikmeti bir ve inayeti bir ve tanzimatı bir ve iaşesi bir ve muhtaçlarının imdatlarına koşan rahmet bir ve o rahmetin bir şerbetçisi olan yağmur bir -ve hâkeza, bir, bir, bir, tâ binler bir birler...

Hem bu kâinatın sobası olan güneş bir, lâmbası olan kamer bir, aşçısı olan ateş bir, levazımat deposu ve hazineli direği olan dağ bir, sakacı ve sucusu bir ve bağları sulayan süngeri bir -ve hâkeza, bir, bir, bir, tâ bin bir birler kadar...

ışte, âlemin bu kadar birlikleri ve vahdetleri güneş gibi zâhir birtek Vâhid-i Ehade işaret ve delâlet eden bir hüccet-i bâhiredir.

Hem kâinat unsurlarının ve nevilerinin her birisi bir olmasıyla beraber, zeminin yüzünü ihata etmesi ve birbirinin içine girmesi ve münasebettarâne ve belki muavenetkârâne birleşmesi, elbette mâlik ve sâhip ve sânilerinin bir olmasına bir alâmet-i zâhiredir.
ıkinci şuâ | 31


Allah'ın vahidiyetini gösteriyor bir manada bu birlikler...

Said kardeş Allah razı olsun yazın için... özellikle haccı anlatan bölümleri duygulandırdı hacca gitme iştiyakı uyandırdı...

selametle
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

20

30.08.2006, 16:54

âmîn ecmaîn.

Orada o duyguyu yaşayanlar tarafından anlatılanlara, Hz.Peygamber'in a.s.m. hadislerine bakınca, gözünün önüne gelen tablo bile gözlerini yaşartmaya yeter. Kim bilir yaşamak ne güzel. Allah makbul ve mebrur hac nasip eylesin, âmîn, âmîn, âmîn...
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir