Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

20.07.2006, 12:20

Asılsız bazı tenkidlere cevap

ASILSIZ BAZI TENKıDLERE CEVAP
Evvela bilinmelidir ki, ıslamiyeti müdafaa etmek yolundaki fedakârane hizmetine zarar vermek isteyen gizli din düşmanlarının tahrikiyle ve iğfalatiyle Bediüzzaman Hazretleri hapishanelerde ve çekilmez musibetler içinde hayatını geçirdiği, inkârı mümkün olmayan bir hadisedir.

Hem Bediüzzaman Hazretlerinin, ahirzaman fitnesi denen mevcud sefahetlerin manevi tahribatını tamir etmek yolunda hayatı boyunca çalıştığı dahi bedihi olduğundan, Bediüzzaman Hazretlerini tenkid etmek, gizli cereyana yardım olacağı hükmü de, milli vicdanda yerleşmiştir. Bununla beraber Bediüzzaman Hazretlerinin dinî hizmeti tenkid edildikçe, O’na olan bağlılık daha kuvvetlenmiştir ve kuvvetlenir.

Esasen dinî sahaya bakan tenkidlerin, önce iyi niyete ve sonra da şer’î delillere dayanması şarttır. Aksi halde tenkidci, muhatab alınmaz.

Hatta bahsimize konu olan ve müslüman halkın hürmet ettiği “Süleymaniye” ismini de kullanarak dini hissiyatı taraflarına çekmek gibi iddiacılara münasib düşmeyen bir yol tercih edilmiştir. Ortaya atılan iddialar dahi çok basit ve tutarsız ve kasıtlı olduğu görüldüğünden nazara alınmadı. Ancak, o tenkidler sinsice hazırlanıp yayılmışsa, bazıların manevî zarar görmemesi için şer’î ve mantıkî cevablar verilmelidir. Biz de tenkidcileri müstemi’ makamamında bırakıp iyi niyetlileri muhatab alacağız. şöyle ki:

1- RÜYA MESELESı

Hz. Bediüzzamanın rüyasında, Resulullah’dan A.S.M. ilim istemesi ve bu rüyanın manevî feyzinden ilme karşı kuvvetli bir alaka duyması ve ilimde yükselmesi olan masumane ve meşru rüya hadisesi, tenkid bahanesi yapılıyor.

Halbuki asırlardan bu yana ıslam büyükleri olan mürşidler ve veliler ve hatta avam dairesinde dahi bunun gibi nice rüyalar ve feyizdarlıkları –bilhassa tasavvuf dairesinde– hayli nakledilmiştir. Din namına yapılan tenkidlerde, bütün müslümanların ortak kabul ettikleri şeriatın temel kitablarından delil getirmek şarttır. Bu zamanda böyle bahaneci bazı tenkidciler, şer’î kaynaklardan kaçtıkları gibi kendi şahsi anlayışlarıyla bazı ayetlerin kısa meallerini kaynak makamında gösterdiklerinden sözleri değer taşımaz.

2- ıMAMıYE ANLAYIşINA BENZETME

ışin daha garibi, bu rüya, Alevilik mezhebinin “imamiye, talimiye” gibi kollarına benzetilmek istenilmiş. Halbuki bu mezheblerin, akıl, ilim, tefekkür ve naklî delillere değil, sadece mutlak manada imama bağlı kalınacağı şeklindeki anlayışları, mezhebler tarihi ve hatta kelam kitablarında dahi tafsilatla yazılmıştır. Halbuki Risale-i Nur eserleri, ilmî ve şer’î ahkâmı esas almış olduğu gibi, Bediüzzaman dahi kendisini sözü dinlecek tek şahsiyet olarak göstermemiştir. Mesela birkaç örnek verelim. Bediüzzaman diyor:

“Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. ışte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.” Münazarat:14

Yani ortaya atılan sözlerin ve iddiaların doğruluk ölçüsü, ahkâm-ı Kur’aniyeyi gösteren şeriatın malum temel kitablarında yazılı hükümler olduğuna, Bediüzzaman Hz. “mehenge vurunuz” sözüyle dikkat çeker.

Yine Bediüzzaman diyor:

“Benim çok kusurlu şahsıma hüsn-ü zan ile verdiğiniz makamlar cihetinde değil; belki vazifeye, hizmete bakıp o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusurat ile âlûde mahiyetim, benden kaçmağa bir vesile olur. Sizi kardeşliğimden kaçırmamak, pişman etmemek için, şahsiyetime karşı haddimin pek fevkinde tasavvur ettiğiniz makamlara irtibatınızı bağlamayınız. Ben size nisbeten kardeşim, mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârane dua ve himmetinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var. Cenab-ı Hakk'ın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymetdar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette, taksim-i mesaî kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.” Emirdağ Lahikası:73

Bediüzzaman Hazretlerinin daha bunlar gibi pek çok beyanları, Risale-i Nurda serpilmiş olup, nazarlar şahıslardan kitaba, yani hakaik-ı Kur’aniye çevriliyor.

şimdi kasıtlı olarak yapılan iddiada Bediüzzamanın, mutlak manada sözü dinlenen tek şahıs manasındaki “imamiye ve talimiye” ciliğe benzetilmek istenmesi, bilerek hakikatı tahrif ile tersine çevirip hak ve hakikata sinsice taarruzdur !... Ehl-i insafın vicdanlarına havale ediyoruz.

3- RÜYA ıLE ıRşAD MESELESı

Bir de, rüya ile irşadın yapılamıyacağı iddia ediliyor. Üstelik mesele ile alakası olmayan bazı ayetler, ehl-i ilmin nefret edeceği sathilikle güya delil olarak gösteriliyor. Büyük müfessirlerimizin ve imamlarımızın hükümlerini yok sayarak mezhebsizlik yoluna sapılıyor. Halbuki, Kur’anda, ehadiste ve dinî şahsiyetlerin tarihçelerinde, yazılı olan bu rüya ile irşad hadiseleri mebzuliyetle vardır. Bu meselenin bedihi oluşu sebebiyle, Merhum Ömer Nasuhî Efendinin Büyük ıslam ılmihalinden bir örnekle iktifa ediyoruz. şöyle ki:

“Mescid-i Nebevî (Peygamberin Mescidi) yapıldıktan sonra, ashab-ı kiram toplanıp beş vakit namazı cemaatla kılmaya başlamışlardı. Fakat namaz vakitlerini ilân edip bildirmek gerekiyordu. Başka milletlerin ibadete çağrı için boru öttürmek, çan çalmak, yüksek bir yerde ateş yakmak gibi kabul etmiş oldukları anlamsız işaretler ıslâmiyete yakışmazdı. Bir aralık Hazret-i Ömer'in teklifi ile: "Essalâte Camiaten (topluca namaza)" diye seslenildi. Sonra Ensar-ı kiramdan Abdullah ibni Zeyd'e rüyasında bildiğimiz şekilde ezan öğretildi.” Büyük ıslam ilmihali:546

[center][size=12pt]4- KUR’AN HAKıKATLARININ ıLHAMEN GELışı[/size][/center]

Risale-i Nurdaki ifadelerini bozarak hareket eden tenkidcilerin Bediüzzamana atfen bir iddiaları da şöyle:

“Kur’anın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!” denmiş.


Halbuki Bediüzzaman’ın asıl ifadesi şöyledir:

الْكِتَابِ cümlesinin sarih bir manası asr-ı saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mübin'in nüzulü olduğu gibi, mana-yı işarîsiyle de, her asırda o Kitab-ı Mübin'in mertebe-i arşiyesinden ve mu'cize-i maneviyesinden feyz ve ilham tarîkıyla onun gizli hakikatları ve hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor” şualar: 711 diyerek her asrın dinî şahsiyetlerin bu ılahî ihsana mazhariyetleri beyan edilip “şu asırda bir şakirdini ve bir lem'asını cenah-ı himayetine ve daire-i harîmine bir hususî iltifat ile alıyor.” şualar: 711 şeklindeki meşru ve makbul bir ifadeyi, “Kur’anın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!” şeklinde bilerek tahrif etmek, açık bir garazkârlığın ve dinî inkişafa sinsi muhalefetin eseri olur.

Evet, bu paragrafda Kur’an ayetlerinin sarih manasından başka işari manaların dahi bulunduğu ve bu işarî manaların her asırda mazharları bulunabileceği cihetiyle Risale-i Nur’un dahi feyiz ve ilham yoluyla bir mazhariyeti bulunduğu ifade ediliyor. Bu ise dini ölçüler dairesinde ıslâm ulemasınca kabul edilmiştir. Tenkitçiler ıslâm’ın dini şahsiyetlerini hatta ehl-i sünnetin hak mezheblerini dahi nazara almamak gibi garip anlayışları olduğu anlaşılıyor. Çünkü tenkidciler iddialarını, güya Kur’andan hüküm çıkarabilme salahiyetinde imişler gibi bazı ayetleri tevilat-ı fâside ile tahrif ederek garazlarına alet ettikleri görülüyor.

Bediüzzaman Hazretleri, eserlerinde, Kur’anın mana camiiyeti ve külliyeti hakkında izahlar yapmıştır. Bunlardan birisi şöyledir:

Kur’anın “Lafzındaki câmiiyettir. Elbette evvelki sözlerde, hem bu sözde zikrolunan âyetlerden şu câmiiyet aşikâre görünüyor. Evet لِكُلِّ اَيَةٍ ظَهْرًا وَبَطْنًا وَ حَدًّا مَطْلَعًا وَلِكُلٍّ شُجُونٍ وَغُصُونٍ وَ فُنُونٍ olan Hadîsin işaret ettiği gibi; elfâz-ı Kur'aniye, öyle bir tarzda vaz'edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bâzan bir sükûnûn çok vücuhu bulunuyor. Herbir muhatâbına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.

Bediüzzaman Hazretleri bir mahkemede iddia makamının tenkidine verdiği cevabında diyor ki:

“...mana-yı sarihî ile, mana-yı işarî ve mana-yı küllî ile hususî ferdlerin farkını anlamayan bir cehalettir. Necmeddin-i Kübra ile Muhyiddin-i Arabî gibi binler ülemaların küllî hâdiselerine, hattâ nefsin cüz'î ahvaline dair âyâtın mana-yı sarihi değil, işarî manalarını beyan sadedinde çok yazıları var olduğu malûmdur. Hem âyâtın mana-yı işarî-i küllîsinde her asırda efradı bulunduğu gibi bir ferdi bu zamanda ve bu asırda Risale-i Nur ve bazı şakirdleri de bulunduğuna eskiden beri ülema mabeyninde makbul bir riyazî düsturu olan ebced ve cifir hesabıyla bir tevafuk göstermek, elbette hiç bir cihetle âyâtı şahsî fikirlere âlet ediyor denilmez. Ve böyle diyen büyük bir hata eder ve dekaik-i ilmiyeye ihanet eder.” şualar: 419

“Hem dememişiz ki mana-yı işarînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki, mana-yı sarihinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da mana-yı işarî ve remzîdir. Ve o mana-yı işarî de bir küllîdir, her asırda cüz'iyatları var. Ve Risale-i Nur dahi bu asırda o mana-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferddir ve o ferdin kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ülema beyninde bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur'anın âyetine veya sarahatine değil incitmek, belki i'caz ve belâgatına hizmet ediyor. Bu nevi işarat-ı gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatın nihayetsiz işarat-ı Kur'aniyeden hadd ü hesaba gelmeyen istihraclarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez.” şualar: 682

ışte Risale-i Nur Külliyat’ında bu manada olarak çeşitli izahlar vardır.

Amma tenkidçiler ıslâm âlimleri dairesinde makbul olan anlayışlara değil, kendi maksadlı anlayışlarına bağlı kalarak garip sözler söyleyebilirler. Bu gibi sözleri hakiki müslümanlara tesir etmediği gibi aksine nefret uyandırır.

ıttihad ılmi Araştırma Heyeti Tarafından Hazırlanmıştır...

[/quote]

2

20.07.2006, 20:26

Bir forumda müteriz,muannid, ve ziyadesi ile müfteri bi tenkidçinin sorularına verdiğim cevapları,konu açılmışken ,buraya yazmayı uygun buldum.

Soru 1) RıSALEı NUR denen kitaplar kutsal mıdır, değil midir?
Risale-i Nur kutsal bir kitaptır. Kur'an'ı Kerimin hakikatlerinden damlamış bir tefsirdir. Bir damla su kaynağını hatırlatır. Risale-i Nur'da bir damla Nur'dur ki Kur'an'ı hatırlatır. ilimden ve fenden gelen itirazları suhuletle cevaplar. Bakın 100 seneye karib kimse imani hiç bir meselesine ilişmemiş ilişememiş yanlız bazı safdiller ve kıskanç bir kısım zevat yalnız has talebeler ve zayıfların şevkini artırmak için yazılış keramet ve tevafuklara muhalefet edip ikinci üçüncü derecede olan iman hakikatlerini içermeyen meselelerde bilmeden parmak uzatmış bir kısmı bilerek müfteri olmuştur.
Evet Risale- i Nur kutsaldır. Lakin, sorunu mantığında siz onu Kur'an yerine koyuyorsunuz denmektedir. Allah'ı hakiki ve samimi anlatan her şey herkez kutsaldır. Bu manada Risaleler kutsaldır. Amma; Kur'an'ın 40 mucizesini ıspatlamış vahiy ile ilhamın ,ilham ile istidracın ayırımını tam yapmış bir kitabın talebelerine siz onu vahiy gibi veya vahiyden üstün tutuyorsunuz demek ya cahillik ve ya ihanettir ki, dinsiz filozoflarla,kafirlerle savaşan hiç bir müslüman cemaate ilişmeyen mesleklerini hak görmekle beraber kendi mesleğini en güzel gören bir cemaate yapılan bu iftira yeri inletmiştir. Evet en güzel meslek bizimkidir. Ama tek güzel meslek bizimki değildir. Öyle ya kendi mesleğimden daha iyi meslek görsem onu icra ederdim. Sizde öyle yapmazmısınız.

Haşir Risalesini mahkemeye ibraz ediyorlar. Bilir kişiye diyorlar ki ;burda batıl bir şey veyahut suç unsuru bulun ki cezalandıralım veyahut rezil edelim. Adamlar okuyor ve diyorlar ki; "Bırakın bir hatayı bir suçu müşevveş diline rağmen kendimi Haşrin caddelerinde dolaşıyor hissettim. "
Evet Risaleler kutsaldır. Eğer sen dininde samimi isen benim muarrızım olsan dahi benim için kutsalsın.
vesselam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

3

20.07.2006, 20:28

Soru 2) RıSALEı NUR denen kitaplar kutsal ise Allah Kur’an’dan sonra bir başka ilahi kitap göndermiş olurki bu idda yeni bir din,yeni bir ilahi kitap ve yeni bir peygamber demek değil midir?

Riseleleri hiç bir şekilde Kur'an'dan üstün tutuğumuzu hiç kimse ıspat edemez. Zira; ben bu kitapları okumaya başladığımdan beri Kur'anın mucizelerini ve Allah'ın kelamı olduğunu öyle inandım ve anladım ki değil bu kardeş bütün zındıka ve şeyatin toplansa beni Kur'an'ın yanlış ve insan kelamı olduğuna inandıramaz. ınanmayan ya 25. Söz olan Mucizat-ı Kuraniye Risalesini okusun veya susun.
Eğer Risaleleri üstün tutsaydık şu an onun niye Kur'an'dan üstün olduğunu anlatmaya çalışırdım. Madem böyle bir şey yapmıyorum. O zaman Kur'an'ı vahiy Risaleleri ilhamat ve istihraç ve Kur'an'dan damlamış bir ilim kabilinden görüp değerlerini yerli yerine koyarak ıspat ediyorum.
Evet hiç bir kelam hiç bir kitap Allah'ın insanla mükalemesi olan Kur'an' yetişemez. Hiç biri bu değeri kesb edemez.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

4

20.07.2006, 20:31

3) RıSALEı NUR denen kitaplar kutsal değildir deniyorsa öyleyse; şualar, Birinci şua, c. I, s. 833.de geçen “Resailin Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.” Cümlesinin ne anlama geldiğini düşünüp Said Nursiye göre bu risalelerin arştan inen kitaplar olduğunu öğrenmeleri gerekmez mi?

Risaleler kutsal değildir demedim. Burda yanıldın

Ve ey aklı gözüne inmiş müfteri "iktibas" ile "indirme" kelimelerini birbirine karıştırıyorsun. Sonrada bu kıt ilminle başkasından -hangi cemaatlerden aldığını çok iyi bildiğimiz- bu soruları soruyorsun.
Sen arşın ne demek olduğunu dahi bilmiyorsun. Senin kalbin dahi Allah'ın arşıdır. O arz ve semaya sığmaz bir mü'minin kalbine sığar. Bu anlamda; Üstad Kur'an'ın feyzinden yani ilhamınından istihraç ile alınmış bir kitap olduğunu söylüyor. Yani içine yunan felsefesi karışmamış, taasub ve tarafgirlik girmemiş ne batının felsefesi ne de doğunu bidatlar bulaşmış din malumatından alınmadığını söylediği aşikar ortadar.Sadece Kur'an'ın feyzinden bereketinden damlamıştır. Bu ne bir tevildir, ne bir çeviridir. Akil olan apaçık görür. Senin gibi inatçı ve kıskanç aklı gözüne inmiş, husumeti ilim, tarafgirliği cihad zanneden müfteriler hariç
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

5

20.07.2006, 20:37

4)Said Nursi bilgi birikimini ölmüşlerden, rüyalarından ve vehimlerinden mi edinmiştir?
5) Said Nursi bilgi birikimini ölmüşlerden, rüyalarından ve vehimlerinden edinmişse Kur’an’a göre böyle bir bilginin gerçekliği, güvenilirliği ve sahihliği ne ölçüde doğrudur?

Heyhat sorunun şemali dahi hakaret içeriyor. Öğrenmek için değil, sırf tarafgirlik ve kıskançlık damarı ile ,köşeye sıkıştırmak maksatlı sorulduğu kelimelerden belli. Çünkü, eğer doğruları öğrenmek için olsa “vehim” demez “ilham” derdi.
Hem rüyasında gördüğü ve ona ilim verileceğini müjdeleyen ve ölmüş diye bahsettiğin zat Rasulullah (a.s.m) dir. Seni edebe davet ediyorum.

Risale-i Nur Kur'an'ın bir çeşit tefsiridir. Bu zamanda kafirlerden tenkid görmüş 660 kusur ayeti tevil ve tefsir etmiş, Güneş gibi kafirlere ıspat etmiştir.
Risaleler Kur'an'dan damlamıştır. Kur'an'dan feyz almıştır. Bütün talebeleri şahittir ki, yazıldığı sıralarda müellifinin yanında tek bir kitap tek bir kişi yoktur. Yalnız ve sadece Kur'an vardı.

Evet bazı cemaatler yada kendilerine her ne diyorsa Risalelerin önünü arkasını keserek bilerek yanlış mana vererek veya verdirerek avamın nazarında Risalleri küçük düşürmeye çalışıyorlar.
Her neyse…
"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Sûresi: 32.)"
Yoksa senin üstadların yada her neyse malumatını kendi becerileri ile mi kazandı?

Malumat edinmenin, bir şey öğrenmenin, talim ve tahsildenn ,hiss-i kable’l vukuya, istihraçtan ilhama ,ilhamdan vahiye çeşitli mertebeleri vardır. Buna kimsenin itırazı olamaz.
şimdi bak baharda başka yere göçen şu leyleğe acaba yolunu ona ilham eden kim ,yoksa o şuursuz hayvan o binlerce kilometre yolu talimlemi öğrendi. şaşarım aklına.
Bazen birini düşünürsün o an gelir. Bazen bir meseleyi düşünürsün aklında yokken kalbine bir bilgi ilham olur. Malumatından istihraç ederek onu teyit ve te’kit ettikten sonar malumata sunarsın.
şimdi Peygamberimizin vasıtası ile ılham’ı akıldan uzak ve muhal gören muannid kardeşim;
Ayettin dediği gibi “Peygamberimiz bir insandır”. Yani malumatı insan gibi talimden, hissikable’vukudan,ilhama, ilhamdan vahiye uzanan bir tarik ile olur. Vahiy ise peygambere has bir vaziyettir. Sair malumat edinme; mertebelere gore diğer insanlarda vuku bulmuş ve bulmaya devam etmektedir.
Arasında güneş ve ay gibi fark vardır. Biri ışığını Güneşten alıp yansıtır, ilham bu misalde akla yaklaştırılabilir. Amma;vahiy perdesiz direk Güneşten ışık almaya benzer ki ;burda hata yada göz şaşması, hislerin mugalatası söz konusu değildir.
Vahiy kapısı artık kapanmıştır. Velayet-ı Ahmediye kapısı ise açıktır. Buna delil mi istersin bazen an ami ,avamdan bir samimi, zatın Rasulullah’ı rüyasında görmesi belki ona nasihat etmesi vakidir.Büyük ulemanın bu konudaki haberleri delildir.Yalnız burdaki görüşme velayet makamındadır. ılhamat nevindendir.Risalet makamında olsa her rüyasında görenin Sahabe olması iktiza ederdi. Zira; vahiy kapısı kapanmıştır.

Peygamberimizin tasarrufu bitmiştir, görevi sona ermiş bir kenarda beklemektedir diyorsan derim ki; hiç ölmüş babası ile rüyasında görüşmüş ve belhi nasihat almış birini bildin mi, yada bak şehitlere “onlara ölmüş demeyin” ayetini nasıl güneş gibi parlatırcasına bazen yakınları ile temasa geçiyorlar, yad Kıbrıs savaşında nasıl Mehmetçiğe yardıma koşturuluyorlar. şimdi sen basit bir ölüde bir şehitte olan makamı Rasulullah’ta muhal mi görüyorsun. Her asırda takviyeye muhtaç Müslümanları Rabbim velayet-i Ahmediye’den mahrum bıraktığını mı iddia ediyorsun. şaşarım aklına. Hele Hz. Adem’den bu yana en dehşetli fitneler giriftar, imanın kalelerine ilşilmiş, Kur’an’ın çevresindeki surların yıkıldığı bir zamanda tek gayesi ıslam olan ve Kur’an hakikatlerini haykırmak olan, batının sapık felsefesine ,kominizme, ve ateizme, küfüre ve Kur’an’a sokulmak istenen şüpheler savaş açmış bir adama,Said Nursi’ye basit bir adam da dahi vaki olan velayet-i Ahmediye denilen ilhamatı akıldan uzak mı görüyorsun. Ne yani hakikatleri haykıran, cihadının Hak olduğunu 80 yılda 800000’den fazla talebesi şahit olan bir zat kibir edip, senin üstadların gibi bu malumatı kendi yeteneklerimle kazandım “ mı demesi gerikirdi.
Evet Said Nursi şaşmaz şaşırtmaz velayet-ı Ahmediyeden ders almıştır. Yalnız bu ilhamlar işrakiyun gibi malumatı sadece ilham ve sezgiden ibaret sayan sapık fırka gibi değil. ıstihraç kabilindendir.
Bunlara delili itırazın varsa konuş yoksa sus. ıslam senin malumatından ibaret değildir.

Ey muannid, fitneye mübtela, tarafgirlik damarı ile hissi akıl zanneden, husumeti ilim zanneden mütemerrid müfteri;bunları okuyabilirsen ne kadar batıl bir yolda zehab ettiğini anlarsın.
Ey aklı gözüne inmiş ebleh; hakikat senin malumundan ibaret değildir. Herşeyi kendi malumatınla tenkid edersen, benim bilgim ve mesleğim tek güzel olan dersen, gerçekten senin yolun en üstün olsa,samimiyetsizliğinden, haikat sana küser gider ve küsüp gitmiştir.

şimdilik 5 madde cevaplandırılmıştır. Devam edilecektir.

Lakin; 100'e yakın soru sormuş olan bu zat, bu 5 cevabtan sonra forumu terk etti. Demek ya kabul etti,ya ilzam oldu ya bir Nurcuya toslaması şansızlığı oldu

Selam dua ve muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

6

20.07.2006, 20:56

Öyle ortada dolaşan meşhur bir 100 soru var, her Nur forumuna atarlar bu hamiyetperver müslümanlar(!) Lâkin müellifiyle müşerref olamadık henüz. Kuklayı görmek lazım ki, kuklacıyı da bilelim...

Not: Kastım bu aynı 100 soruluk yazıyı sürekli forum forum dolaştıran ahmaklar değil, bunu hazırlayan elleri kırılasıcalardır. Bunları yazan belki de münafık, Allahû â'lem. Çünkü iltibas ile bu kadar iftira attıkları bu cemaat, Türkiye'de ıslam'ın sancaktarlığını etti. ınşa'Allah Üstadımızın daha geniş dairedeki fütühatla ilgili müjdelerini de dört gözle bekliyoruz.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

7

20.07.2006, 21:02

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

Yahu bu soruları soranlar, Allah aşkına açsınlar bu forumun sayfalarında geçmişte sorulmuş, ıslam ile ilgili soruları ve Risale-i Nur'dan olan cevaplarını okusunlar. Hangi alim daha önce böyle cevap vermiş? Niye meseleyi saptırıp başka mecraya çekiyorlar.

Allah bizi neden yarattı, meleklerin varlığının ispatı, binbir türlü mesele hepsi anlatılmış.

Ellerini vicdanlarına koyup desinler bana, hadi Bediüzzaman bunca haltı -afedersiniz- yedi. Sebep neydi,

1- Bunaklık

2- Maddi manevi makam ve menfaat


1- Asla kabul edilemez, risaleleri okuyup düşünenler, bunu iddia edenin suratına tükürürler.

2- Asla maddi makamları kabul etmedi, karşılıksız hiçbirşey almadı bugüne kadar, üzüm bile ikram etseler parasını verdi. Manevi makam desen, kendisini övenlerden kaçardı. Övgüyü sadece risaleler için kabul ederdi.

Madem rıza-yı ılahîden başka hiçbir kazancı yoktu, Allah aşkına söyleyin, bu adam deli miydi ömrünün 40 yılını zindanda, sürgünde, binbir zorluk içinde geçirdi, 24 kere zehirlendi, bu kadar iftiralara göğüs gerdi, yine de hizmet dedi. Ben hayatımda, bu kadar çok eziyete katlanıp da, sabır gösteren, beddua etmeyen bir adam görmedim, bilmedim. Bir insan bu kadar şeye dayanıyorsa, bir nokta-i istinad olmalı. Bu ise asla ve asla maddi manevî makam ve menfaat değildir.

Korkarım ki bir gün iftiracıların bu sözleri gayretullaha dokunacak, Said Nursi ahirette yakalarına yapışacak, bırakmayacak!


Daha önce böyle bir cevap yazmıştım. Buna ek olarak diyorum ki, ahlaksız herifler, siz ne kadar sıkıntı çektiniz Allah yolunda, gayret gösterdiniz de, bu lafları etme hakkını kendinizde görebiliyorsunuz.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

8

20.07.2006, 21:06

Sorular Bayındırvari gibi geldi. ıftira olmasın, onun tarzına çok benziyor.
Soruların cevabı o kadar basit ki; ama bilmeyenin aklını çeliyor. Zaten maksat Nurcuları ilzam etmek değil. Büyüyen potansiyeli durdurmak. Başarıyorlarda...
Allah yardımcımız olsun Bir kez daha tekrar ediyorum. Devir tembellik, birbirimiz arasında fırka, cemaat, anlayış farkı gözetmek değil; dostlar dairesini de arkamıza alıp çalışmak ve birleşmek zamanıdır.

Cemaatlerin ön planda olan abileri. Haddimden fazla olarak derim ki; şu ayrılığı iş bölümüne yükseltin artık. Bakınız biz tıfıllar kardeşçesine anlaşıyoruz. Bunu tüm cemaate yayınız rica ederiz
Selametle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

9

20.07.2006, 21:33

Ahhh canımm üstadım ahhh bu yapılanları okudukça senin sözlerin geliyor aklımıza teselli buluyoruz!!!!

“Evet; ümitvar olunuz! şu istikbâl-i inkılâbat içerisinde en gür seda ıslâm’ın sedası olacaktır”"

Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz."

"Risale-i Nur'un mesleği, nezihane, nazikane, kavl-i leyyindir."

"Harici tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahil ise öyle değildir. Dahildeki hareket müsbet birşekilde manevî tahribata karşı, manevî, ihlas sırrı ile hareket etmektir. Hariçdeki cihat başka, dahildeki cihat başkadır."

"Benim ve Risale-i Nur'un mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan 'şefkat' itibariyle; bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden canilere, değil ilişmek; belki beddua ile de mukabele edemiyorum."

"Bizim vazifemiz onlar hakkında yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Bize eza ve cefa edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur'a sadakat ve sebat ile çalışmalarını tavsiye ederim."

10

22.07.2006, 00:16

ıttihad ılmi Araştırma Heyeti

Tarafından Hazırlanmıştır

5- PEYGAMBERLıK ıTHAMI

şualar adlı eserin 711. sahifesindeki ifade, çok acib tahrif edilerek son Peygamber olma iddiası şeklinde iftira edildi. Risale-i Nurda böyle ithamlara verilen cevablardan birisi şöyledir:

“Said Nursî gibi bir ıslâm müellifini böyle siyasî iftiralarla mevzubahs etmek; çok vecihlerle vicdansızlıktır, müdhiş bir gaddarlıktır, âdi bir yalancılık derekesine sukuttur.

Herhangi bir din âlimine, bir bahane ile peygamberlik isnadını yapmak, doğrudan doğruya ıslâmiyete bir taarruz ve Kur'ana bir ihanettir.” Emirdağ Lâhikası-ll sh: 219

Peygamberimizin A.S.M. son peygamber, yani hâtem-ül enbiya olduğunu, Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan eder:
kelimesine bak! Bu âyetin her tarafından uçup bu kelimenin başına konan letaifi gör. Zira bu âyet, nübüvvet hakkındadır. Nübüvvet mes'elesinde "Beş Maksad" vardır. Bu maksadlar, beş nükte ve letaiften in'ikas etmiştir. Bu beş letaif, nin sadefindedir. Maksadlar ise:

1- Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resuldür.

2- Ekmel-ür Rusüldür.

3- Hâtem-ül Enbiyadır.

4- Risaleti, âmmedir.

5- şeriatı, sair şeriatların mehasinini cem' ile onların nâsihidir.” ışarat-ül ı’caz sh: 50

“Demek Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hâtem-ül enbiyadır. Mefhum-u muhalifiyle işmam eder ki, ondan sonra peygamber gelmez. Hâtemiyetine hâtem ve imza basar.” ışarat-ül ı’caz sh: 51

Evet “Vakta ki, âlem-i insaniyet zaman-ı saadetin şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i efkâr ile, an'anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlarıyla ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hattâ Küre-i Arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü.” ışarat-ül ı’caz sh: 52

deki ibtida manasını ifade eder. ıbtida ise, bir intihaya bakar. ıntiha, adem-i ihtiyaca delalet eder. Öyle ise o hazret, Hâtem-ül Enbiya'dır ve âlem-i insaniyetin başka bir resule ihtiyacı yoktur.” ışarat-ül ı’caz sh: 52

“Nasılki Nur-u Muhammedî ve hakikat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, divan-ı nübüvvetin hem fâtihası hem hâtimesidir. Bütün Enbiya, onun asıl nurundan istifaza ve hakikat-ı diniyenin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (A.S.M.) cebhe-i Âdem'den tâ Zât-ı Mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.

Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Mi'rac'da kat'î bir surette isbat edildiği gibi , şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi, hem âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. [u] Öyle de hakikat-ı Kur'aniye[/u], zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile beraber müteselsilen Enbiyaların suhuf ve kütüblerinde nurlarını neşrederek gele gele tâ nüsha-i kübrası ve mazhar-ı etemmi olan Kur'an-ı Azîmüşşan suretinde cilveger olmuştur.

Bütün Enbiyanın usûl-ü dinleri ve esas-ı şeriatları ve hülâsa-i kitabları Kur'anda bulunduğuna, ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler.” Barla Lâhikası sh: 324

şimdi az bir kısmı olarak nakledilen ve Risale-i Nurda büyük bir yekün teşkil eden bu sarih beyanlar müvacehesinde Bediüzzaman Hazretlerine dil uzatanlar, ehl-i vicdan nazarında ne hale düşüyorlar!...Ve eğer nedamet etmezlerse, huzur-u ılahide ve mahkeme-i kübrada halleri nice olur!...

11

22.07.2006, 00:18

6- URVET-ÜL VÜSKA MESELESı

Tenkid bahanesi arayanlar, Risale-i Nurda geçen “urvet-ül vüska” tabirini istismara kalktılar.

Kur’anda geçen bu tabiri, Önce ansiklopedi ve bazı lûgatlardan bakalım. Mesela Kamus-i Türkîde şu ifade var: Kemal-i itmi’nanla yapışılıp istinad ve istimdad olunabilen şey.

Kur’an Lugatı-Timaş yayınları, “vüska” kelimesi için teşbihtir der. Yani temsilî bir ifade olduğunu kaydeder.

Lugatlar küçük farklarla Kamus-i Türkînin beyanına yakın manada ifade ederler.Yani bu tabir Kur’an ve islamiyet manasına geldiği gibi; lûgat ve mecaz manalariyle de, Kemal-i itmi’nanla yapışılıp istinad ve istimdad olunabilen şey ve benzeri manalarda kullanılmaktadır.

şâmil Yayınları-ıslam Ansiklopedisi- “urvet-ül vüska” tabirini genişçe izah eder. Biz bu izahından mes’elemizle alakası olan kısımlarını nakledeceğiz. şöyle ki:

Urvet-ül vüska: Çok sağlam kulp, tutanak, sap anlamındadır. Kur'ân'da iki âyette yer alan urvetü'l-vuska kavramı çok geniş manalıdır. Bu kavramın geçtiği âyetleri müfessirler uzun uzadıya açıklamışlardır.

Burada tağutu inkâr edip Allah'a iman eden kimse, asla kopmak bilmeyen bir kulpa sıkı sıkıya yapışmış bir kimseye benzetilmektedir.

Ebussuud Efendi bu kelimeyi şöyle tefsir eder:

“Bu ilâhî kelâm bir temsildir. Kesin ve parlak delillerle sâbit ve kopma ih­timali bulunmayan hakka bağlılık mefhûmu aklî bir sûret olup sağlam ve kopmaz bir ipe tutunmak gibi hissedilebilen bir sûrete teşbih edilmiştir.

Bu sağlam kulp (el-urveti’l-vüskâ), istiare (mecâz) yoluyla, imân ve tevhidden ibaret olan hak itikadı da ifâde ediyor olabilir. Buna göre, o kulpa tutunmak da, istiare yoluyla, hakka bağlılığı ifâde eder.”

Bu konuyla ilgili Buharî ve Müslim'de Abdullah b. Selam'dan şöyle bir hadis-i şerif rivâyet edilmektedir: Rasûlüllah (s.a.s) döneminde bir rüya gördüm. Onu Peygamber (s.a.s)'e anlattım. Rüya şuydu: Yemyeşil bir bahçe içindeymişim. (ıbn Amr şöyle dedi: Bu bahçenin yeşilliğini ve genişliğini de zikretti) Onun ortasında demirden bir direk vardı. Bunun alt tarafı yerde, üst tarafı da semadaydı. En üst tarafından da bir kulp bulunmakta idi. Bana "Bu direğe çık" dediler. Ben "Gücüm yetmez" dedim. Derken bir hizmetçi geldi. Arkamdan elbiselerimi kaldırıp "tırman" dedi. Ben de kulpu yakalayıncaya kadar tırmandım. Bana: "Kulpa yapış" dedi. Derken bu kulp elimde olduğu halde uyandım. Rasûlüllah (s.a.s)'ın yanına gittim. Bana şöyle dedi: "Gördüğün bahçe ıslâm bahçesidir. Direk de ıslâmın direğidir. O kulp ise sapasağlam olan kulptur. Sen ölene kadar ıslâm üzere kalacaksın" Bu bakımdan sahabe-i kiram Abdullah b. Selam (r.a) hakkında şöyle derlenmiş: "Cennet ehlinden bir kişi görmek isteyen, buna,(Abdullah b. Sellam)'a baksın (Müslim, Fedailu's-Sahabe,150; ıbn Mâce, Rüya, 10; Buharî, Tabir, 23).

...Urvet'ul-Vuska (sağlam kulp) ifadesi, Allah'a teslim olan mü'min'in gönlünde Rabbına karşı güven ve emniyet bağının ifadesidir. ” (ıslam Ansiklopedisi- şâmil Yayınları, “urvet-ül vüska” maddesi.)

Bütün bu izahların neticesinde, teşbihî bir tabir olan “urvet-ül vüska “ Kur’an ve ıslamiyet manasında olduğu gibi, Allaha, Kur’ana, ıslamiyete ve Resulullaha samimi bağlılığı sebebiyle güvenilen ve istikamete vesile oluşu itibariyle bağlanılan manevi değerlere de denilebildiği görüldü. Fakat bu nakıllere rağmen yine de itiraz edilirse, böyle kasıdlı ve te’vilat-ı fâsideye dayanan itirazlar nazara alınmaz.

şimdi Risale-i Nurda urvet-ül vüska tabirinin geçtiği parçaları ele alacağız. şöyle ki:

" (وَيُؤْمِنْ بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ )(بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى) Bu iki kudsî cümleler, kuvvetli münasebet-i mâneviye ile beraber makam-ı cifrî ve ebcedî hesabıyla, birincisi Risalet-ün Nur'un ismine, ikincisi onun tahakkukuna ve tekemmülüne ve parlak fütuhatına mânen ve cifren tam tamına tetâbukları bir emaredir ki; Risalet-ün Nur bu asırda, bu tarihte bir "urvet-ül vüska"dır. Yâni çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir "hablullah"tır. Ona elini atan, yapışan necat bulur diye mânâ-yı remziyle haber verir.” şualar sh: 272

“Hem "Elbakara" suresinde, hem "Lukman" suresinde
فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى cümlesidir. Yani: "Allah'a îman eden hiç kopmayacak bir zincir-i nuraniye yapışır, temessük eder." Risâle-i Nur ise, îman-ı billahın Kur'anî bürhanlarından bu zamanda en nuranisi ve en kuvvetlisi olduğu tahakkuk ettiğinden, bu بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى külliyetinde hususî dâhil olduğuna teyiden makam-ı cifrîsi bin üçyüz kırkyedi (1347) ederek Risalet-ün Nur intişarının fevkalâde parlaması tarihine tam tamına tevafukla bakar. Ve bu ondördüncü asırda Kur'anın i'caz-ı manevîsinden neş'et eden bir urvet-ül vüska ve zulümattan nura çıkaracak bir vesile-i nuraniye Risâle-in Nur olduğunu remzen bildirir.” şualar sh: 700

Bu parçada dahi Risale-i Nur eserlerinin Kur’andan alınan bürhanlar olduğu, yani Kur’ana bağlı olduğu ve milyolarca makbul ıslamî eserlerin vazifesi gibi, ıman nuruna vesile olduğu, hem remzî mananın külliyetinde, yani geçmiş asırların, ımam-ı Rabbanî, ımam-ı Gazali, şah-ı Geylanî gibi büyük dinî şahsiyetlerin de bu remzi mana tabakasından hissedar oldukları nazara verildi.

Keza “ Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. "Urvet-ül vüska" sıdktır . Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur.” Hutbe-i şamiye sh: 50

Bu kısımda lûgat ve mecaz bir mana ile, kalben,lisanen ve fiilen yaşanan doğruluğa, sıdk’a Urvet-ül vüska denildi.

Ve keza Hamiyet-i ıslâmiye, en kuvvetli ve metin ve arştan gelmiş bir zincir-i nuranîdir. Kırılmaz ve kopmaz bir urvet-ül vüskadır. Tahrib edilmez, mağlub olmaz bir kudsî kal'adır" Hutbe-i şamiye sh: 65

Burada da ıslamiyeti koruma sıfatı olan Hamiyet-i ıslâmiyeye urvet-ül vüskadır deniliyor.

“...meşrutiyet-i şer'iye taht-ı efkâra çıktı; habl-ül metin-i milliyeti ihtizaza getirdi; nuranî urvet-ül vüska olan ıslâmiyet ihtizaza geldi.” Münazarat sh: 66

Bu parağrafta dahi ıslâmiyet, doğrudan urvet-ül vüska vasfiyle tavsif edildi.

şimdi bu nakıllerin ortaya koyduğu hakikatlara rağmen, yine de Risale-i Nur eserlerini ve Bediüzzamanı çürütebilmek yoluna gidilse ancak, iyi niyet sahibi ve münsif insanların nefretleri kazanılır.

12

23.07.2006, 00:56

S.a. Benimde bir kaç sorum olacktı.Çevremdeki bir çok insandan duyduğum propaganda sorularından bir kaçını yazacağım.

1- Üstad fakir olmasına rağmen ve öldüğünde dünyalığı 1 bohça kadar olmasına rağmen daha hayattayken ülkemize bile yeni yeni otomobil girmeye başlamışken nasıl olurda Üstadın arabası vardı?Bu arabayı nerden kimden almıştır?

2- Genelkurmayın resmi belgelerindede üstadın kürt teali cemiyetinin kurucularından olduğu belirtilmiştir.Acaba ingizlizleri istanbulu işgal ettiğinde hutuvat-ı sitte eserini yazarak mukavemet gösteren, ruslar anadoluyu işgal ettiyinde gönüllü alay komutanı olarak vatanı için çarışarak esir düşen bu zatın böyle bir cemiyetin kurucuları arasındolma ihitmali varmıdır?Mesela ilk başta iyi niyetle kurucularından olup daha sonra cemiyetin gerçek niyetini anlayıpta ayrılmış olabilirmi? Saygılarımla..

13

23.07.2006, 01:06

ve aleykümüsselâm,

1- Araba onun mülkü değildi, hizmetindeydi, karıştırmamak gerek.

2- O genel kurmay, binlerce resmi belgesinde, irtica diyerek yıllarca anamızı ağlattı. Bugün de birisi çıktı içlerinden dedi ki, YAş ile uzaklaştırılanların uzaklaştırılma sebepleri arasında hanımlarının başörtülü olması ve ibadetleri var, subayların bir çok ev halini biliyoruz.

Onların içinde, din iman düşmanı, münafık, kitapsız çok. Genelkurmayı yanlıştan ve hatadan münezzeh bir kurum görmüyorum, bilakis, müfterî olduğunu, yaptığı onca icraattan anlıyorum.

Hem bir arkadaşım dedi ki, zamanında askeri okula girmek istediğinde mülakatta şöyle bir soru sormuşlar:

"Bir kuyuya Peygamber ile Atatürk düşmüş, ilk önce çıkması için hangisine yardım edersin."

Kusura bakmayın ama ben bu soruyu soranın suratına tükürürüm. Askeriye artık Peygamber (a.s.m.) ocağı sayılabilecek bir yer değil. ısraf, yolsuzluk gırla gidiyor, ne naneler yiyorlar daha belki haberimiz yok.

Said Nursi, "Herkesin başına polis dikilmez, ama herkesin vicdanı bir polis olursa, ancak o zaman asayiş olur, biz de iman hizmetiyle bunu yapmaya çalışıyoruz, bize tazyik uygulayacağınıza daha bize yardım etmeniz lazım." derken, onların asıl derdi asayiş değil, menfaatleriydi.

Not: Bu soruyu duyan zekî bir abi, Atatürk'ü çıkarırım dedi. Allah Allah niye ki dedik, o da dedi ki: "Benim Peygamberimin a.s.m. ordan çıkmak için yardıma ihtiyacı yok."

Mülakata bu abi gitmeliymiş, güzel kapak olurmuş.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

14

23.07.2006, 08:31

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

Hem bir arkadaşım dedi ki, zamanında askeri okula girmek istediğinde mülakatta şöyle bir soru sormuşlar:

"Bir kuyuya Peygamber ile Atatürk düşmüş, ilk önce çıkması için hangisine yardım edersin."

Kusura bakmayın ama ben bu soruyu soranın suratına tükürürüm. Askeriye artık Peygamber (a.s.m.) ocağı sayılabilecek bir yer değil. ısraf, yolsuzluk gırla gidiyor, ne naneler yiyorlar daha belki haberimiz yok.

Said Nursi, "Herkesin başına polis dikilmez, ama herkesin vicdanı bir polis olursa, ancak o zaman asayiş olur, biz de iman hizmetiyle bunu yapmaya çalışıyoruz, bize tazyik uygulayacağınıza daha bize yardım etmeniz lazım." derken, onların asıl derdi asayiş değil, menfaatleriydi.

Not: Bu soruyu duyan zekî bir abi, Atatürk'ü çıkarırım dedi. Allah Allah niye ki dedik, o da dedi ki: "Benim Peygamberimin a.s.m. ordan çıkmak için yardıma ihtiyacı yok."

Mülakata bu abi gitmeliymiş, güzel kapak olurmuş.


Allah razı olsun abiden binlerce kez razı olsun ne güzel söylemişş.."Benim Peygamberimin a.s.m. ordan çıkmak için yardıma ihtiyacı yok." :D ...Böyle sorular karşısında güzelce cevap vermek içinde imanın kuvvetlenmesi gerek yani bolca Nurları okumak..Allah razı olsun.

selametle..

15

23.07.2006, 14:03

Yani diyorsunuzki araba onun değildi, peki kimindi?Zira üstadın hediye kabul etmediğini biliyoruz.Ayrıca genelkurmayın bu belgelerini çürütecek gözle görülen çok emare var ama dışardaki insanlara bunu nasıl inandırabiliriz.

Hakkınızı helal edin bana bu şekilde çok sorular geliyor.Cevap verebilmek adına bu soruları yöneltiyorum.Yanlış anlaşılmasın.Zira benim bu konularda terettüdüm yok.Selametle.

16

23.07.2006, 15:18

Nur talebelerinden birinin olsa gerek. Üstad da kabul ettiyse, Nur hizmeti adına kabul etmiştir, kendi adına değil. Çünkü o arabayla, hizmete Üstad ve talebeler hep birlikte gidiyorlardı. Zaten mahkeme mahkeme dolaştırıldığı için yaşlı ve hasta durumda olan Üstadın da vesaite ihtiyacı vardı.

Bu soruyu kasıtlı soranların ve bu vesveseyi çıkaranların açıktan atmak istediği ama mesned bulamadığı ve o yüzden vesvese şeklinde ara öğün olarak verdiği iftira, ıngilizler, Amerikalılar ya da Kürtler verdi ona bu arabayı vs. diyerek, Üstad'ı onların kuklası gibi göstermek, akıllard soru işaretleri bırakmak. Üstad en ufak şeyi kabul etmezdi parasız, mutlaka arabanın da bir hikmeti vardır. Bu iddiayı ortaya çıkaran lâîni merak ediyorum.

Bu soruları soran adamlara bunu anlatmak gerek, ama sürekli el-hannas gibi vesvese verecek açık arıyorlarsa, o adamların niyetinden ben şüphe ederim. Üzüm yemek değil bağcıyı dövmek amacıyla bağa giren adamı, bağcının da sopalama hakkı vardır, çünkü bu hukuka tecavüz.

Bu yüzden, kasten, el-hannas gibi, vesvese verir şekilde, niyeti sırf tahkir, tezyif ve tecavüz olan adam bunları söylediğinde, sözümü sakınmam.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

17

24.07.2006, 11:56

Risale-i Nur'u çekemiyenler verilen ikna edici cevablara rağmen iftiralarını artırdıkça artırıyorlar. Dertleri artan ilgiyi soğutmak, yoksa söyledikleri masa başında tasarlanmış ve cevablarıda bilinen sorulardır. Ama; pek çok safdil kardeşimiz özellikle F.Gülen cemaatini de beğenmeyerek Risale-i Nurlara bu iftiralara inanarak küsmüş durumda.
Sorularda taktik şudur: ılk önce soruyu sorarlar. Bir Nurcu çıkıp soruya Risalelerden cevap verir. Fakat müfteriler masa başında iyi hazırlandıkları için cevaba hemen bir soru hazırlamışlardır. Bu sefer onu sorarlar. Bu böyle bir kaç kez devam eder.Bundan iki amac ve sonuç çıkar. Cevab veren Nurcunun sinirlerini yıpratmak ve dinleyici olan Nuru tanıma arzusundaki kişinin dinleme sabrını bitirmek. Bundan çıkan sonuç Nurcunu zahirde mağlubiyeti ve dinleyici, Nuru tanıma meraklısının kafasında soru işareti kalmasıdır.

Madem böyle sorular soran müfteriler var, madem meyve veren ağaç taşlanır, bunlara topyekun doğru bir taktikle cevap verme stratejisi belirlemekte fayda vardır.

Tabiki en güzel cevap lisan-ı hal ile verilen cevaptır. Her şeyden önce Nurları okumayan,tanımayan kişlerle konuşurken Risaleleri ve Üstadı nazara vermemek gerekir ki tarafgirlik hissi ile doğru olan bir mesele sadece kulakta boşalıp havaya uçmasın,kalbe nufus etsin. Sonuçta önemli olan manadır, kaynak ikinci plandadır.Ben çok kardeşlerimizden duymuşum sürekli Risalelerde şu yazıyor, Üstad şöyle demiş diyerek dinleyiciye "Yahu bu kitap Kur'an'dan üstün müdür, Said Nursi peygamber midir?" dedirtiyorlar.
Çok ilginç bu eleştiriyi yapan kişi konuşmalarında sürekli kendi üstadını ön plana çıkarmaktadır. Ama; bu konuda eleştiri alan Nurlar olduğundan, bu eleştirileri bir yerlerden duymuş olduğundan, tarafgirlik,kıskançlık veya daha hafifleştirelim safdillikle bu soruları sormaktan çekinmemektedirler.
Öyle ise tüm kardeşlerimizde tavsiyem ehil olmayan kişilerle ya konuşulmasın ya Risaleler ile Üstad nazara verilmeden konuşulsun.
Yerel sohbetlerde ehil omayan misafir geldiğinde sadece imani meseleler konuşulması çok mühümdir. Yanlış anlamalara sebeb vercek kerametlerden konuşulması şiddetle men edilmelidir. Eğer ki ders böyle bir konu ise hemen değiştirmelidir. şuna inanın kesinlikle o tek Nurlarıu henüz tanımayan şahıs, yanlış anlamalarla pek çok zarar verecektir.

Eğer ki yukarda bahsedildiği gibi eleştirilere sözle cevab vermek gerekiyorsa mümkünse yine Riseleleri nazara almadan cevap vermek çok mühimdir. Eğer iftira Risalelerin bir metini ile ilgili ise metinin geçtiği risale ve sayfa nosu verilerek okunur veya yazılır. Risale-i Nur ismini bir daha telafuz etmemek önemlidir. Soruya net cevap verdikten sonra saldırı maksatlı ikinci soru hemen gelecektir, verdiğiniz cevap üstünde soru sorması için yönlendirme yapmak en doğrudur. Nazarları ustaca ikinci sorudan uzaklaştırmalıdır. Zira; ona da cevap verseniz üçüncüsü dördüncüsü hazırdır. Hem bu sorulara bilginiz yetmeyebilir hem sinirleriniz tahamül edemiyebilir. Buda sizin mutlak ilzamınız demektir ki; bundan en büyük zararı dinleyici görecektir. Zira; artık Risalelere inanmaktadır.
Cevablar düşünmeden ve tartışma mantığında olmamlıdır. Mümkünse "ben bu sorunun cevabını şimdilik bilmiyorum,bana biraz süre verirseniz cevab verebileceğime inanıyorum", demek gerekir. "Bana biraz süre verirseniz cevab veririm" derseniz, sizi körü körüne Risalelere inamakla suçlayacaklardır. "Hem cevabı bilmiyorsun hem cevab verebileceğinden eminsin, o kitaba körü kürüne bağlanmışsın" diyeceklerdir.

şuna canı gönülden inanın ki; her soruya Risalelerden cevab verebilirsiniz, yalnız doğru bir taktikle. Ben (riya olmasın) inatçı bazı ehl-i tarik kardeşlerimizi çok iyi bir taktikle Nur dostu olmasına vesile oldum. Ama; bu iftira gibi soruların kaynağından ders alan samimiyetsiz bir adamı ikna edemedim.Yine bu kaynaklardan ders alan,onların doğru adam olduğuna inanmış, samimi bir müslümanı pes ettirdim. ışte bir ölçü birimi daha, soru soranın samimiyeti tespit edildikten sonra strateji belirlemek.
Eğer dinleyici samimi soran samimiyetsizse cevabları soru soranı kaale almadan cevablandırmak gerekir, böylece soru soranın sinirleri yıpranacak, sizi düşürmek istediği duruma kendi düşecektir. Soru soran samimi bir insansa onu çok iyi karşılamalı "kardeşim,abicim" gibi iltifatlardan çekinmemek elzemdir. Dinleyici de bu hitaplarınıza saygı duyacaktır.
ışte galibiyet emareleri görünmektedir. Bilginizi kelimleri mümkün olduğunca süslüyerek vermeniz en güzeldir. Lakin; mananın belini incitmemek gerekir. Laf süslemeyi beceremiyorsanız sadece bilgi verin ama; kısa ve mümkün olduğunca kısık sesle konuşun. eğer internete yazışıyorsanız kısa cevapları herzaman tercih edin. Hiç bir hakareti cevaplandırmayın. Sadece soruya konsantre olun.

Forumdakilerin yaş oranını düşüklüğünden cesaret aldım. Yoksa hadim değil ki size nasihat edeyim

Selam dua ve muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

18

24.07.2006, 14:34

üstad devamlı doğrularıyla uğraştı.
onunla uğraşanlara kulak bile asmadı.okuyun tarihçei hayatını.
biz üstaddan eminsek yolumuza devam.çünkü bizi tenkid edenlerde müslüman.
üstad diyorki küfür devam ediyor.biz dahilde müsbet hareket edeceğiz.
hizmetimize devam edeceğiz.ilişenlere diyeceğizki biz size karışmıyoruz.
sizde bizimle uğraşmayınız.biz ehli imanla dostuz.

onun için bu tür şeylerle uğraşmayalım.hizmete devam.
elbette yanlış yapanlara cevap verirsinki artık cevap verdiğin için uğraşmıyacaksın.
ister kabul eder ister etmez o kendisi bilir.

biz ise nurlarla hizmete devam.
yemişli ağaçlar taşlanır.taşlanmazsa hizmetin kıymeti kalmaz.

cevap verenlerden Allah razı olsun.biz cevabını veririz.
gerisi Allaha ait.
dindar hiristiyanlarla bile kavga meselelerini unutup ittifak etmemiz lazımdır diyen üstadı dinlemeliyiz.çünkü diyor küfür devam ediyor.

onun için biz nurlara aç olanlarla uğraşalım.tok olanlarla değil.
anlamayanlarla değil.
selam canım kardeşlerim.

19

24.07.2006, 15:02

Keramet gibi, içeriden olmayanlardan anlamayacağı konuları açmamak konusunda hemfikirim. Ama önyargılar karşısında bu kadar yılgın olmayı da benimseyemiyorum.

Ben okuldaki derslerimi öğrenirken, asla ezberlemeye çalışmam. Yapmaya çalıştığım tek şey, dersleri mütalea ederek, işin özünü anlamaya çalışmak olur. ışin özünü kaparken, ille de bir miktar ezber olur, ama bu ezber diye adlandırılmaz, bilmek diye müsemma olur.

Konunun özü, iskeleti ve oradaki fikir işleyişi, sistemi anlaşılmaya çalışılır. Bu yöntemi bugüne kadar uyguladım ve çok başarılı buldum. Öğrencilikte tek kaybımı tembellikten ve dikkat dağınıklığından, ders vaktinde başka şeyler meşgul olmaktan gördüm o ayrı mesele :),

ışte öyle de, mesleğimizi tanımamız lazım. Bunun için, risaleleri, üslubunu, tekniğini, Üstadı ve mizacını ve yaşam hikayesini ve yaşayış tarzını, talebelerini, kısacasa Nur camiasına ait şeyleri öğrenip, dinleyip, tefekkür edip, zihinde şekillendirmek gerek. Tabi bu sıhhatli olduğunu düşündüğümüz kaynaklardan olmalı, yoksa inandırıcılığı olmayan bazı hokkabazların dediklerni kále almam, düşünmem bile.

O yüzden, ilk önce, kendimiz cevap verme makamına geçeceksek, bu himmeti kendimizde görüyorsak, bunu sistemli yapmalıyız. Cevap vermeyecek bile olsak, kendimiz için, bu yolu anlamak için bunları öğrenmeliyiz. Biz hizmetimizi yaparız, Allah'a tevekkül ederiz.

Hakikatlerin tebliğinde izlenecek yol da, laftan anlamaz nato mermer nato kafalarla fazla vakit ziyan edilmemesi, kalu selâmâ, selam derler geçerler dendiği gibi Kur'an'da, onlarla uğraşmamaktır. Niyeti bozuk adama anlatmakla uğraşmam, ama onu şah mat edecek, zekâ ürünü, kısa bir cevap ihsan ederse Allah, 2 hamleyi yapmaktan da çekinmem.

Önemli olanlardan birisi, topluluk önünde yapılan münazaradır, münakaşaya kaçmamak, soğukkanlı olmak gerekir. Münazara ve ispat yollarını iyi bilmek lazımdır. Üstad'ın literatürümüze soktuğu manevî tevatür, iman hakikatlerinin ıspatında bence büyük bir buluştur. Bunun gibi bizim mesleğimizde bir çok ikna yolu var. Herşeyden önce, mesleğimiz hakkında ilk kendi şüphelerimizi gidermeli ve sımsıkı sarılmalıyız. Biz sallantılı görünürsek, el-hannas tipi bazı vesveseciler, bunu izlemekten hasis bir zevk alır.

Bizi itham edenler veya münazaralar olduğunda, niyeti bozuk müfsidlerin hareketlerine sadece kızarım, onların hidayete gelmesi için bir himmet sarfedesim gelmiyor, ben cevabımı, onlardan zarar görmemesini istediğim, diğer insanlar ve onları muhtemel risale talebeliği ve istifadesi için veririm. Önyargılı inatçı keçilerden bana ne, benim görevim açıkca tebliğ etmek, anlatmak. En çok üzüldüğüm ise, ifsadcıların yaydığı iftira dalgalarından, adeta anavatanları işgal edilmiş gibi, fikir vatanlarına,dünyalarına zulümat sokulan, mesele hakkında fikri olmayıp, aldatılanlar, batıla hak, hakka batıl libası giydirilerek, çok manevî değerden mahrum bırakılanlardır.

Medar-ı bahis olan mesele, ıslam veya Nurculuk olabilir. Soruyu asıl soran kim, onu bilmek lazım gelir. Zira, soruyu soranın niyetine göre, o sorunun cevabı değişir. Asıl soru, soruyu soranın niyetinde gizlidir.

Bize gelen iftiralar, genelde, ahmak, ehl-i hamiyet ama yolunu şaşırmış, Üstad'ın "Dinde hassas, muhamekat-ı akliyede zayıf kardeşlerim!" dediği, şahıslar kanalıyla geliyor. Bazı komiteler, bir takım iftiralar, komplolar kuruyor, hazırlıyor, enaniyetinden veyahut başka sebeplerinden, bazı ahmaklar, bunları hüccet kabul edip bize karşı mermi gibi kullanıyor. Bunları bu adamlar, kendileri düşünüp, araştırıp buldular da mı bize karşı kullanıyorlar, yoksa mermisini, tüfeğiini ABD'den alan PKK gibi, bir mihraktan aldılar mühimmatı da, öyle mi bizim fikir dünyamızda terör estirmeye çalışıyorlar. Kuklayı, maşayı değil, kuklacıyı bilmek lazım.

Tenkid edenler ve alet olanlar hakkında belki başka zaman yazarım bugüne kadar gördüklerimi.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

20

24.07.2006, 16:15

Evet Yunusum kardeşime bende katılıyorum. Ama; bir insan olarak böyle taaruzları bilip görmemezlikten gelmek çok zor oluyor. Ben tavsiye verirken böyle mecbur kalan kardeşlerimize yardımcı olmasını murad ettim. Yoksa tabi ki biz istikametimizi bozmayız. Amacımız, iman olmalı.Ama;bunun ortasını iyi bulmak lazım. Tek amaç ifratla bu müfterileri susturmak olmadığı gibi, tefritlede bütün bütün bu iftiraları cevabsız bırakmak tepkiye sebeb olur.
Evet bütün delikleri kapatmalıyız,Nur düşmanlarına hücüm edebileceği bir menfez bırakmamalı.Zayıf bazı Nurcuları ve Nur dostu olup Risaleleri pek okumamış olanları iyice tenbih etmeli ki onlar saldıracak bir şey bulamasın. Zira; Nur dostu olduğunu söyleyen sıradan bir kişinin bazı menfi hareketlerini tüm Nurculara biçerek büyütüp müslümanları ürkütüyorlar.
Mesela; bir müfteri, kötü niyetli olduğunu anladığım bir Nur eleştirmeni;Filistinde ölen müslümanlar için Nurcuları gıyabi cenaze namazına davet ettiğini ve Nurcuların bunu kabul etmediğini söyledi. Pek çok kişi Nurcuları yuhaladı. Davasını ıspat için bana isim vermesini söyledim, vermedi.Ama; diğer safdil kardeşlerin hafızsında kalan Nurcuların Filistinlileri önemsemediği oldu.şimdi bakıyorum ki; Nurcu bazı kardeşler diyor ki; "Bizim davamız iman davası, bizim davamız dahili,harice bakmıyoruz" diyor. şimdi bu doğru bir yaklaşım olabilir. Ama; dışardan çok olumsuz karşılanabiliyor. Bizim bu dualara iştirak etmemiz gerekiyor. Onların yanında olduğumuzu göstermemiz gerkiyor. Bu dava dışına çıkmak demek değildir.. Çünkü, avam dış görünüşe bakıyor. "Ha Nurcu yanımda mı ,yanımda. " Gerisine bakmaz. Bu da zaman kaybettiren bir mesele değildir. Davadan sapmış olunmaz.
Dikkatli olmak ve çabamızı artırmak durumundayız. Nasıl Karikatür skandalı Batıda Peygamberimize ilgiyi artırdı. Birileri çıkıpta "ya bizim davamız iman, biz böyle şeylere bakmıyoruz" deyip "Peygamberimize artan ilgiden faydalanmak gereksizdir" dese onu eleştiririz. Aynen öyle şu an tüm gözler bu iftiralar sebebi ile bizde. Herkez Nurcuların nasıl hareket edeceğine veya ettiğine bakıyor. Böyle bir ilgiyi kullanmak ,lehimize çevirmek pek ala mümkün. Ne yapmamız gerektiğini bilirsek, en azından lisan-ı halimizi düzeltirsek,dostlar dairesi iftiraların arttığı bu zamanda devasa boyutlara ulaşabilir.
Ben gördüğümü söyledim. ınancım bu yönde. Sadece Risale-i Nurları uygularsak bize yetecek. Hem dilini, hem ahlakını ,hem bize öğrettiği tahkiki imanı, hem bize öğrettiği Kur'an hakikatlerini....
Ben gördüm ki, kıyamete kadar namağlup devam edebilmek Kur'an'ın bu devirlerdeki en güzel tefsiri Risale-i Nurla mümkün olacak.

Selam ve muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir