Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

181

09.06.2005, 07:44

M. Latif SALıHOğLU

şahsî kemâlâtı perdeleme hikmeti (2)




Nur Külliyâtının muhtelif risâlelerindeki ilgili bahisleri okuyanlar, meselâ âhirzaman şahısları, olayları ve kıyâmet vukuâtı hakkında söylenmiş hemen bütün kudsî rivâyetlerin teşbihli (müteşâbihât) olduğu, derin mânâları üzerinde hikmetli perdeler bulunduğu ve asıl mânâlarının anlaşılması için de, bunların mutlak sûrette tevil edilmesi, yorumlanması gerektiği şeklindeki izahlarla, ifadelerle karşılaşır.

Tıpkı, "Beşinci şuâ"nın yer aldığı şuâlar 497, 498 ve 510. sayfalarda zikredilen şu hakikatli ifadeler gibi:

* "Âhirzamanda vukua gelecek hâdisâta dair hadislerin bir kısmı, müteşabihat-ı Kur’âniye gibi, derin mânâları var. Muhkemât gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde tevil ederler."

* "ıman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî meseleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz."

* ıhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Hem, dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur’âniye gibi kapalı ve tevilli oluyor."

Evet, demek ki, âhirzaman şahısları ile kıyâmet alâmetleri hakkındaki hadislerin, rivâyetlerin, kişiyi teslime mecbur etmeyecek ve kâinatta geçerli âdetullah kànunlarına ters düşmeyecek şekilde örtülü, perdeli, yani teşbihli ifade edilmesi gerekiyor. Tâ ki teklif ve imtihan sırrı bozulmasın.

Risâle-i Nur'da geçen bütün bu tarz izahlar arasında sadece bir tek istisna vardır ki, o da "güneşin batıdan doğuşu" hakkındaki rivâyetle ilgilidir.

Yani, hiçbir yoruma, hiçbir tevile ihtiyacı olmayan sadece ve sadece "şemsin mağripten tulûu"na dair hadistir ki, mânası zâhirdir, açıktır. Ve, bundan dolayı da, paydos düdüğü çalar, imtihan süresi biter, tevbe kapısı kapanır; böylece, insanlık camiasının dünya misafirhanesindeki bekleyişi de sona ermiş olur.

ışte, yine Beşinci şuânın aynı sayfalarında geçen konuyla ilgili iki-üç cümle:

* "Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve iman makbul olmaz.

* "Güneşin mağripten tulûu ise, bedahet derecesinde bir alâmet-i kıyamettir. Ve bedaheti için, aklın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hadise-i semâviye olduğundan, tefsiri ve mânası zâhirdir, tevile ihtiyacı yoktur."

Hülâsa, rivâyetlere konu olan kıyâmete veya âhirzamana ait diğer alâmetler de böyle güneş gibi açık ve zâhir sûrette görülecek olsaydı şayet, herhalde onların her biri için de tevbe kapısının kapanması gerekecekti. Her ne ise...

* * *

Yaşadığımız zamanın—müddeti uzun—âhirzaman olduğu, içinde bulunduğumuz asrın da helâket ve felâket asrı olduğunu, özellikle Risâle-i Nur okuyucuları gayet iyi bilir.

Yine, gayet iyi bilindiği gibi, Sünûhât'taki "Rüyâda bir hitâbe" bölümünde "Ey helâket ve felâket asrın adamı!" diye hitap edilen Üstad Bediüzzaman, bu zaman da mukadderât-ı ıslâm için "rey sahibidir" ve i'câz-ı Kur'ân'ı beyân etmekle tavzif edilmiş en büyük namzettir. Üstelik, sâdık rüyâlarda "âmirâne hitap" ile onu tavzif eden de Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtüvesselâmdır.

Fakat Bediüzzaman, gerek Resûlullah'tan ve gerekse diğer mâneviyât kahramanları tarafından intikal eden şahsıyla ilgili bütün mânevî işaret ve beşaretleri "hikmet-i ipham" sırrına uygun şekilde gizlemeye, perdelemeye çalışmış.

Öyle ki, meselâ kendisine "Sen Seyyidsin", yahut "Sen Mehdi'sin" denildiğinde, Bediüzzaman, muarızı olan düşmanlarını susturacak, dostlarını ise düşünmeye sevk edecek tarzda hikmetli cevaplar vermiş.

ışte, bunun misâlleri...

Birinci misâl: Sene, 1944. Yer, Denizli.

Gerisini Üstad Bediüzzaman'ın ifadesinden okuyalım: "Denizli'deki ehl-i vukuf, 'Said Mehdiliğini ortaya atsa, bütün şâkirtleri kabul edecek' dediklerine mukabil, Said demiş: 'Ben Seyyid değilim. Mehdî, Seyyid olacak' diye, onları reddetmiş." (şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, Haziran 2004 baskısı, sayfa 334.)

Demek ki ne yapmış Üstad? "Onları reddetmiş."

Aynı mevzu ve aynı hadise ile alâkalı olarak Emirdağ Lâhikası'ndaki bir mektubunda ise, Üstad, verdiği cevaptan sonra "O ehl-i vukuf sustu" diyor. (S. 233.)

Peki, Üstad neden o ehl-i vukufu reddedip susturucu cevaplar veriyor?

Çünkü, yine kendi tâbiriyle, o bir "vukufsuz ehl-i vukuf"tur.

Ayrıca, Risâle-i Nur hakkındaki raporlarını bütünüyle reddeden Bediüzzaman, bu "vukufsuz ehl-i vukuf"un Mehdilik meselesini ortaya atmasındaki asıl maksatlarını da şu sözlerle deşifre ediyor: "Bazı emârelerle bildim ki, gizli düşmanlarımız Nurun kıymetini düşürmek fikriyle, siyaset mânâsını hatırlatan mehdîlik dâvâsını tevehhüm ile, çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar." (şuâlar, s. 336.)

ıkinci misâl: Sene, yine 1944 ve yer yine Denizli.

Denizli kahramanı Hasan Feyzi, aynı sene içinde intisap ettiği Risâle-i Nur müellifi Üstad Bediüzzaman'ın hem Seyyid, hem de şerif olduğunu, yazdığı mektubunda beyan ediyor. Ayrıca, zâhiren "Kürdî" olmasına rağmen, "hakiki hüviyet ve milliyeti"nin başka olduğuna inandığını söylüyor. (Bkz: Emirdağ Lâhikası, s. 75.)

Acaba, Üstad Bediüzzaman'ın "Kürdîlik perdesi" altındaki "hakiki hüviyet ve milliyeti" ne ola ki?

Bunun perdeli izahını "silsile-i şerâfet ve siyâdet" tâbiriyle ifade eden merhum Hasan Feyzi'nin aynı mektubunu, Üstad Bediüzzaman da tensip ile Lâhikaya dahil ediyor.

Üçüncü misâl: Zaman, mekân ve şahıslar yine Denizli ile alâkalı, bağlantılı.

Yine Emirdağ Lâhikası 172. sayfada yer alan sâdık Nur talebesi Halil ıbrahim'in mektubunda Üstad'a hitaben şu ifadeleri okumaktayız: "Muhterem Efendim. Mesmuatıma nazaran (duyduğuma göre), Denizli'de, bundan yetmiş seksen sene evvel (Rumî 1293, Milâdî 1877) büyük bir evliyadan Hasan Feyzi isminde bir zat, bir gün talebelerine, 'Bugün Kürdistan da bir evliya dünyaya geldi' diye beşarette bulunmakla zât-ı devletlerini işaret buyurmuş."

Sizce, şahsî kemâlâta temas eden bu mektuptaki müjdeli ifadede bir "perdeleme" tadilatı var mı, yok mu?

Biz meseleyi tahkik ettik, Denizli'ye gidip canlı şahitlerle de konuştuk ve neticede şu kanaate vardık ki, söz ve yazı ile vâki olan bu müjdeli rivâyet, tam da "hikmet-i ipham"a uygun şekilde, hasseten "evliya" tâbiri tâdil edilerek Lâhikaya konmuş...

O halde, perdeyi yırtmamak ve sadece birazcık aralamak mülâhazasıyla, şöyle bir suâli zihinlerinize havale ederek geçelim: Sizce, bir insan dünyaya "evliyâ" veya "âlim" olarak gelir mi? Yoksa, gelmesi beklenen, müjdelenen, yani tavzif edilen zâtlar için mi şurada, şu gün, yahut şu sene dünyaya geldi denilir?

şayet, bu ve benzeri suâllerin hikmetli cevabını bulabilirsek, Üstad Bediüzzaman'ın şahsî kemâlâtına dair izahları yaparken, neden perdeli bir üslûp (hatta bâzan, meselâ muarızları susturucu, reddedici veya şaşırtıcı bir üslûp) kullanmayı ihtiyar ettiğini de bir derece anlamış oluruz.

Başkasının meseleyi başka türlü anlaması/anlatması, kanaatinin şöyle veya böyle olması, bizi fazla enterese etmemeli diye düşünüyoruz. Zira, herkes durumuna ve derecesine göre bir imtihana tâbidir. Cenâbı Hak, bizleri en emin ve istikametli yol olan "cadde-i kübrâ-yı Kur'âniye"den ayırmasın ve muhafaza buyursun.

09.06.2005

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

182

09.06.2005, 11:44

aciz kardeşim;

Alıntı

ışte dikkat edilirse; Hazret-i Üstad Onbeşinci Mektupta: “Süfyanın Risalet-i Muhammediyeyi inkar ile şeriat-ı ıslâmiyeyi tahrib etmeya çalışmasına karşı âl-i beyt-i Nebeviyenin silsile-i nuraniyesine bağlanan ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek âl-i beytten Muhammed mehdi isminde bir zat-ı nuranî o süfyanın şahs-ı manviyesi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.” diyor

ittihad.com dan alıntı

abi burda üstad isim vermiş "âl-i beytten Muhammed mehdi isminde bir zat-ı" bu biraz kafa karıştırıcı değilmi sizce ??

Risale-i Nurda geçen bir çok cümle veya ifade doğrudan hadis ya da kuran mealidir. Bazı durumlarda ya bir hadis veya bir kaç hadisten alınma mealler zikredilir. Yukarıdaki ifade de bir kaç hadisten alınma bir meal ifadesidir.
sualinize konu olan bölüm ise sahih bir hadis kaynağı olan Ebu Davudda geçen bir hadistir.Bu hadisin bir bölümü şöyledir.

Alıntı

O günde Benden veya ehli beytimden, adı adıma, babasının adı da babamın adına uyan bir adam gönderir."

ışte birçok alim bu hadiste geçen adı adıma uygun ifadesini "Muhammed Mehdi" olarak tanımlamışlardır.
Burda geçen bu isim Mehdinin ünvanıdır.

183

09.06.2005, 12:07

Alıntı sahibi ""[url=http://www.ittihad.com.tr/tilsimlarin%20zeyli.mht"

Tılsımlar mecmuasının zeyli'nde - (Ahmed Feyzi Kul abinin yazdığı, Üstad'ın tashih ve bir kısım ayıklamadan sonra risalelere eklediği ama hücumlardan dolayı muvakkaten kaldırdığı risale) Ahmed Feyzi Kul abi [/url]"] Ayrıca yukarıdaki Hadis-i şerif te, Hazret-i Mehdi’nin ismi Peygamberimiz (A.S.M.) ismine babasının ismi de babasının ismine uyacağı gayet yüksek bir belagatla ifade buyurulmuştur. Yalnız dikkat etmek lâzımdır ki: Hadis-i şerifte bu manayı gösteren yani tevafuk uymak mânasını ... kelimesiyle irad buyurulmuş olup, tetabuk kelimesi ihtiyar edilmemiştir .

Çünkü tetabuk kelimesiyle irad buyurulmuş olsaydı Hazreti Mehdinin isminin aynen Muhammed veya Ahmed olması icab edecek o zaman itiraza mahal kalmayacaktı, herkes tasdik edecekti. Halbuki böyle olsa yani hâdise-i istikbâliye bir derece perdeli ve kapalı olmazsa teklif kalkar, ihtiyar kalkar. O zaman bu dâr-ı dünyanın bir dâr-ı imtihan ve tecrübe olmasının mana ve hikmeti kalmazdı.



ıfhamname (Mehdi bahsi) ve Tılsımların zeylini okuyalım.

ittihad.com.tr >> Arşiv
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

184

09.06.2005, 12:07

Alıntı

O günde Benden veya ehli beytimden, adı adıma, babasının adı da babamın adına uyan bir adam gönderir."

Bu hadisin zahiri manası dikkate alındığı zaman mehdinin siminin Muhammed babasının isminin ise Abdullah olacağı anlaşılır. Bu ise çok açık ve bedihi bir tespit olduğundan imtihan sırrına ve hikmet kanunlarına uygun düşmez.
demek ki bu hadis de diğer ahirzaman hadisleri gibi müteşabihattır.
yani daha farklı manalrı vardır.
Sırlı ifadeler taşımaktadır.
bu nedenle bu hadislerin zahiri manalaına bakarak hüküm vermek yanıltıcı olabilir.
Bu hadisin ifade ettiği manaları biraz olsun anlamak büyük bir kazançtır.
Onun için de peygamberimizin Ehl-i Beytine olan muhabbetine nazar etmek gerek.
Evet;
Peygamberimiz Ehli Beytine çok önem vermiştir.
Ümmetini de Ehli beytini sevmeye ve onlara uymaya teşvik etmiştir.
ama bu sevgi sadece bir akrabalık bağından dolayı değildir.
Bu sevginin sebebi ehli Byetinin Kurana ve Sünnete olan sahibiyetidir.
yani Ehli Beyti Kurana ve Sünnete tam uydukları için Ehli beytine uymayı emretmiştir.
Yoksa Kurana ve Sünnete uymayan kişinin ehli beytten hissesi yoktur.
demek ki esas olan Kuran ve sünnete uymaktır.
Kuran ve Sünnet hesabına ömrünü geçirerek Ehli beyte dahil olmaktır.
Bu noktadan yola çıkarsak:

Alıntı

O günde Benden veya ehli beytimden, adı adıma, babasının adı da babamın adına uyan bir adam gönderir.

bu hadisdeki maksat da yine ehli beyte uygun bir maksat olsa gerektir. yani simi ve cismi bir benzerlikten çok hizmet benzerliği olsa gerektir. yani adı adıma uygun, babasının adı da babamın adına uygun ifadeleri, Mehdinin Peygambermizin yaptığı tarzda bir hizmet yapacağı, mehdi zamanında peygambermizin zamanına uyan şartların oluşacağı anlamına gelir.
Yani Mehdi de Peygambermiz gibi tam bir iman ve kuran hizmeti yapacaktır.
Mehdi hizmeti ile Kuran ve Sünnete öyle bir ihlas ve sadaketle tabi olacaktır ki, ortaya koyduğu hizmet sahabe mesleği olarak anılacaktır.
işte adı adıma uygun

185

09.06.2005, 12:26

Alıntı sahibi ""ahmetsaid""

Risale-i Nurda geçen bir çok cümle veya ifade doğrudan hadis ya da kuran mealidir. Bazı durumlarda ya bir hadis veya bir kaç hadisten alınma mealler zikredilir. Yukarıdaki ifade de bir kaç hadisten alınma (iktibas demek istedi galiba ahmetsaid abi) bir meal ifadesidir.


ışin hem bu yönü var, hem de,


"ışte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyat dahi çok muhteliftir; birbirine zıt hükümler olmuş."


Başınızı ağrıtmak istemiyorum, ama tekrar altını çiziyorum, lütfen linkini verdiğim iki yazıyı okuyun, ıfhamname > Bahs-i Mehdiyyet ve Tılsımların zeyli, uzun olduğundan okumak istemiyor olabilirsiniz, ama okumaktan pişman olmayacağınızı %99 kanaatle umuyorum, okuyan var ise, en azından hissettirsin.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

186

09.06.2005, 13:03

okudum... okumayanlarıda okumaya şedid bir şekilde davet ediyorum.

üstadı bazı durumlarından(sakal bırakmayışından) dolayı eleştirenlere cevaplar verilmiş. risale-i nurun dilinin sikletinden bahsedilmiş. mehdilik mevzusunda bulunan perdelerin aralandığı bir yazı.

gözlerim parladı.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

187

09.06.2005, 13:42

selamın aleykum

Allah razı olsun yararı oldu...evet artık inanır gibi oluyorum..


Hadis-i şerif meali: "Mehdi (R.A) çıkmasından önce, şarktan, parlak kuyruğa sahib bir yıldız doğacaktır. "

…………………………&#823 0;………………………….

O yıldız, Birinci Harb-i Umumide, Risale-i Nur'un ilk intişarı anların­da zuhur etmiştir. Bu senede görenlere şâyân-ı dikkattır

bu çıkmışmıdır?

Hadis-i şeriflerde Mehdinin sakalı seyrektir diye okumuştum..sakalı olmadığına dair hadis varmıymış...?

selametle

188

09.06.2005, 14:09

Dediğim bahisleri okuyunca "Üstadım! Bu bize yapılır mı! Hem Mehdî ol, hem de bizden sakla!" diye - tabiri caizse - tatlı bir serzenişte bulunmuştum.

Tılsımların mecmuasını çıktı alıp buradaki cemaatteki abilere falan vermiştim, birisi gece 2'lere kadar falan 4 kere mi ne okumuş, coşmuş.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

189

09.06.2005, 21:00

Alıntı

Biz Abdulmüttalib'in çocukları cennet halkının büyükleriyiz. Ben, Hamza, Ali, Ca'fer, Hasan Hüseyin ve Mehdi."

ıbni Mace de geçen bu hadise göre Mehdi cennetle müjdelenmiştir. Ve bu sıralama fazilet derecesi bakımından Mehdi'nin hemen sahabeden sonra geldiğini de açıklıyor.
Mehd'nin cennetle müjdelenmesi meselesi oldukça mühim bir husustur. Biz buradan Mehdi'nin Peygambermizin yolundan giderek tam olarak istikametini muhafaza edeceğini de anlıyoruz.
Yani Mehdi istikamet hatasından korunmuştur.
Yani Kuran ve Sünnet hesabına verdiği hükümler doğrudur.
Bu nedenledir ki açık ve net olarak Peygamberimiz tarafından cennetle müjdelenmiştir.
Yani Mehdi(as) de cennetliktir.
Bu noktadan yola çıkarak;
Mehdi de kendisine tabi olan has ve sadık ve ihlaslı taleblerini cennetle müjdeleyecektir.
Yani Mehdiye tabi olan, onun davası için ömrünü feda eden müminler de cennetlik olacaktır.
ışte üstad Hz.lerine;

Alıntı

Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkar şakirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil fiyat olarak, o şakirtlerden tam ve halis bir sadakat ve daimi ve sarsılmaz bir sebat ister. Evet, Risale-i Nur on beş senede kazanılan kuvvetli iman-ı tahkikiyi on beş haftada ve bazılara on beş günde kazandırdığını, yirmi senede, yirmi bin zat tecrübeleriyle şehadet ederler.
Hem, iştirak-i âmâl-i uhreviye düsturuyla, herbir şakirdine, herbir günde binler halis lisanlarla edilen makbul duaları ve binler ehl-i salâhatin işledikleri âmâl-i salihanın misil sevaplarını kazandırıp, herbir hakikî sadık ve sebatkar şakirdini amelce binler adam hükmüne getirdiğine delil, kerametkârâne ve takdirkârâne ımam-ı Ali Radıyallahü Anhın üç ihbarı ve keramet-i gaybiye ve Gavs-ı Âzamdaki (k.s.) tahsinkârâne ve teşvikkârâne beşareti ve Kur’an-ı Mucizü’l-Beyânın kuvvetli işaretiyle o halis şakirtler, ehl-i saadet ve ashab-ı Cennet olacaklarına müjdesi pek kat’î ispat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiyat ister.

hakikatını söylettiren sırlardan birisi yukarıda nakletttiğimiz hadisi şeriftir.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

190

09.06.2005, 23:57

selamın aleykum

Abdulkadir kardeş o yazıyı buraya aktarsak nasıl olur...

191

10.06.2005, 00:30

O kadar uzun yazıyı alıntı yaparsak modlar fırça atar gibi geliyor bana :D
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

192

10.06.2005, 00:49

selamın aleykum

Ayrı başlıkta olur bence...başka kardeşlerde okusunlar

193

10.06.2005, 00:51

M. Latif SALıHOğLU

şahsî kemâlâtı perdeleme hikmeti (3)





Bir sözün kimin tarafından söylediği, kime söylendiği, nerede, ne zaman ve ne maksatla söylendiği bilinmezse eğer, o sözün asıl mânâ ve mahiyeti de kâmilen anlaşılmaz. Yahut, kısmen de yanlış anlaşılır.

ışte, dünkü yazımızda kısaca temas ettiğimiz gibi, Üstad Bediüzzaman'ın Seyyidliği ve Mehdiliği hakkında veya âhirzaman şahısları hakkında, zamana, zemine ve muhataplara göre farklı üslûp kullanarak sarf ettiği sözlerini de, aynı ölçü ve prensiplerin ışığı altında ele alıp öyle değerlendirmek gerekiyor. Aksi halde, çıkarılacak hüküm ve mânâ yanlış olur.

Meselâ, Bediüzzaman'ın "vukufsuz ehl-i vukuf" dediği Denizli'deki muarızlarının hazırlamış olduğu raporda (1944) geçen maksatlı bir-iki ifadeye ve buna karşı Üstad Bediüzzaman'ın verdiği cevaplara bir bakalım.

Rapordaki ifadelerden birinde şöyle deniyor: "Said Nursî, Müslümanlar arasında âhirzamanda çıkacak olan Süfyan'ı anlatırken, Türk inkılâbının yaratıcısında (yani M. Kemal'de) görülen vasıf ve vaziyeti nazara vermiş bulunmaktadır."

Bu ehl-i vukufu reddeden ve Ankara'da teşkil edilecek bir yüksek ilim heyetinin eserlerini incelemesini talep eden Bediüzzaman, mahkemedeki iddianâmeye aynen geçen yukarıdaki iddiaya cevap verirken de, sözü "yaratmak" tâbirine getiriyor ve şöyle diyor: "Yaratıcı Cenâb-ı Hak'tır. Bu tâbir küfre temas ediyor. Böyle tâbiri istimâl eden, Risâle-i Nur'un parlak hakaik-i imaniyesini muhakeme edemez." (Bkz: Mufassal Tarihçe; A. Badıllı, s. 1002.)

"Vukufsuz ehl-i vukuf"un söylediği bir başka söz ise–dün de yer verdiğimiz gibi–şöyledir: "Said Mehdiliğini ortaya atsa, bütün şâkirtleri kabul edecek."

Üstad Bediüzzaman, bu noktada da "Mehdî değilim" diyerek onları reddettiğini ve asıl maksadı başka olan (meseleye siyasî hâkimiyet rengini verip, mahkemenin dikkatini Mehdî–Süfyan çatışması noktasına döndürmek isteyen) bu sinsî muarızlara susturucu cevaplar verdiğini beyan ediyor. (şuâlar, s. 334. Emirdağ Lâhikası s. 233)

Burada, iki noktaya daha dikkat: Birincisi, "bütün şâkirtlerin" Mehdîliğini kabul etmesi. ıkincisi ise, Mehdiliğini yüzde yüz bilse dahi, Bediüzzaman'ın bunu açıkça söylemediği, söyleyemediği ve söylememesi gerektiği hususu...

Öte yandan, Üstad Bediüzzaman, yine aynı yerde (Denizli'de) ve aynı seneler zarfında Hasan Feyzi ismindeki talebesinin, Üstadının hem Seyyid, hem şerif ve hem de üzerinde setr ve ihfâ perdesinin bulunduğu bir mânevî "hüviyet" sahibi olduğuna dair mektubunu almış, kabul etmiş ve biraz daha perdeledikten sonra bunu Lâhikaya koydurmuştur. (Age, s. 75.)

Kezâ, aynı Üstad, Emirdağlı talebesi Osman Çalışkan ile Urfalı talebesi Salih Özcan'a, hem anne tarafından, hem baba tarafından evlâd-ı Resûl olduğunu, yani neseben de Seyyit ve şerif olduğunu söylemiştir. (Bkz: Son şahitler; ilgili şahıslar.)

Bunlar gibi daha pekçok bilgiler ve belgeler ışığında, yine de herkes şahsî düşünce ve kanaatinde serbesttir. ısteyen, mânevî hüviyetini alabildiğine ve olabildiğince setreden Üstad Bediüzzaman'ı Seyyit ve Mehdî olarak kabul eder, isteyen etmez. Kimse şöyle veya böyle düşünmeye zorlanamaz. Zaten, bu iş zorla, dayatmayla, baskıyla olacak birşey değil.

Üstad Bediüzzaman, "Risâle-i Nur bu meseleyi halletmiştir" dediğine göre, eserlerin künhüne vâkıf olan bir Nur talebesinin bu meselelerde herhangi bir şüphesi, tereddüdü, arayışı, nümayişi olmasa gerektir.

Sadece, sâfi zihinleri bulandırmaya çalışanlar var ki, onların medar-ı itiraz noktalarını da cevâben izah etmek durumundayız. Meseleyi kim ne tarafa çekerse çeksin, bizim yaptığımız budur, bundan ibarettir.

ıftiranın belgesi

"Mehemed" rumuzlu okuyucumuz, e-posta yoluyla gönderdiği iki ayrı tenkit yazısında şöyle diyor:

Latif Bey, 3 Mayıs ve 4 Haziran 2005 tarihli gazetede çıkan yazılarınızı okudum.

şöyle yazıyorsunuz: "Said-i Nursî ve Kürt Sorunu" isimli kitabın (DOZ Yayınları, ıst. 1991) yazarı olan Malmisanij'e göre, Said Nursî, Cumhuriyet devri yöneticilerinden korktuğu için, şeyh Said ayaklanmasına katılmamış. Ayrıca, hayatının bağışlanması karşısında, rejimle çatışmamış, hatta hâkim zihniyetle uyum içinde görünmeye çalışmış."

Yine, son yazınızda "Malmisanij'in şahsiyetini değil, fikirlerini eleştirdik" diyorsunuz.

Malmisanij'in kitabının adını yazmışsınız, sayfa numarası belirtmemişsiniz. O kitabı okudum, bu dediklerinizi kitapta bulamadım.

Müslüman iftira eder mi? Malmisanij hangi sayfada yazmış? Bence ya bu alıntının sayfasını yazmalısınız, ya da sütununuzda hatanızı düzeltmelisiniz. Aksi takdirde müfteri olursunuz?

AÇIKLAMA: Muhterem Mehemed, şükürler olsun ki biz müfteri değiliz. Bediüzzaman'a yapılmış asıl büyük iftira, Malmisanij'in "Kürt Sorunu" isimli kitabında var. Siz "Okudum" dediğiniz halde bunları nasıl görememişsiniz; hayret doğrusu...

Muhterem, bakınız söz konusu kitabın daha ilk sayfalarında başlıyor, en büyük iftira.

Meselâ, kitabın takdim bölümünde "şeyh Said hadisesi" sonrası (yani 1925'ten sonra) için yapılan yorumda "Yönetimle vardıkları mütabakat sonucunda, 'Kürtçülük'le bütünüyle ilişkilerini keserek 'uslu' birer vatandaş olacakları konusunda verdikleri güvencelerin karşılığında hayatının bağışlanmasını sağlayanlar" arasında ne yazık ki Said Nursî ismi de zikrediliyor. Burada iki iftira birden yapılıyor: Birincisi "Kürtçülük", ikincisi ise " hayatının bağışlanması karşılığında Kemalist yönetimle yapılan uyum veya anlaşma..." (Sayfa 7.)

Eğer bununla tatmin olamadıysanız, bu kez kitabın 26. sayfasına bakınız. Orada da şu ifadeleri göreceksiniz: "TC yetkililerinin Kemalist olarak geçinen bir bölümü Said Nursî'den ve eserlerinden öcü gibi korkarken, onun (yani Nursî'nin) pasifleştirici ve en azından uysallaştırıcı düşüncelerinin farkına varan kimi devlet yetkililerinin ise, onu desteklemekte..., kendileri açısından yarar görmüşlerdir."

Maalesef, burada da birkaç iftira birden yapılıyor: Pasifleştirici, uysallaştırıcı, kullanmaya müsait düşünce ve kişilik...

Ayrıca, kitabın 35, 53 ve 57. sayfalarına da bakarsanız, Bediüzzaman Said Nursî'ye ne tür iftiraların yapıldığını açık surette göreceksiniz. Meselâ, "Devletin baskıcı yönetimine düşünsel destek sağlamak" gibi.

Acaba, hiçbir zalime boyun eğmemiş ve daima istibdada karşı gelmiş Üstad Bediüzzaman'a bundan daha büyük iftira nasıl olur?

Her şeye rağmen sizin iyi niyetinizi tebrik ve duâ ile karşılarken, Said Nursî hakkındaki fikirleri değişmiş, düzelmiş diye duyduğumuz yazar Malmisanij'in, adı geçen kitabındaki yanlışları düzeltmesini beklediğimizi de belirterek noktalıyoruz. Selâmlar.

10.06.2005

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr

Kaynak

Alıntı

sâfi zihinleri bulandırmaya çalışanlar var ki
kısmındaki şahıslar, belki ıfhamname'nin yazılmasına sebebiyet veren şahıslardır.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

194

10.06.2005, 00:53

Re: selamın aleykum

Alıntı sahibi ""alkan_unal""

Ayrı başlıkta olur bence...başka kardeşlerde okusunlar


Olabilir, önemli kısımları renkli, altı çizgili, kalın, italik falan yaparak şekillendirmeye çalışırım, hızlı göz gezdirenler merak uyandıracak cümleleri okuduklarında dayanamayıp bütün yazıları okurlar bu sayede :D
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

195

10.06.2005, 00:58

selamın aleykum

:D iyi fikir...

196

10.06.2005, 10:16

Gençler!...
Lütfen meseleyi dağıtmayın.
size öncden de ikaz yaptık.
uzun yazı nakletmeyin diye.
zaten ilgili yazıların linki verilmiş.
isteyen gider oradan okur.

Üstelik meselenin hususi yönleri var.
"ıfhamname" bazı kişi ve kişilere cevap olarak yazılmış.
Bu nedenle işin geriplanının tam bilmeyen bazı yerleri yanlış anlar.

siz Mehdi ile ilgili delil arıyorsanız, öncelikle 5.şua,1.şua, 8:lema gibi eserleri okuyun. daha çok bilgi buursunuz.

saygılar

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

197

11.06.2005, 19:13

RıSALE-ı NUR'UN HAKıMıYET DEVRESı

RıSALE-ı NUR’UN HAKıMıYET DEVRESı

“Üstad, Nurların yazılmasına, teksirine çok ehemmiyet verirdi. "Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mucize-i Kur'âniyedir." deyip, Nur'a ait hizmeti, zamanın en büyük meselesi olarak kabul eder, bu ehemmiyetle davranırdı.” (Tarihçe-i Hayatı sh: 463)

“Lillahilhamd Risalet-in Nur, bu asrı belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu'cize-i Kur'aniye olduğunu çok tecrübeler ve vakıalar ile körlere de göstermiş.” (Kastamonu Lahikası sh: 6)

“Nihayet öyle eserler vücuda geliyor ki; bu asır ve gelecek asırların bütün insanlarının imanî, ıslâmî, fikrî, ruhî, kalbî, aklî ihtiyaçlarına tam cevab verecek ve kâfi gelecek Kur'anî hakikatlar ihsan ediliyor.” (Tarihçe-i Hayatı sh: 161)

“Evet dinin, şeriatın ve Kur'an'ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammalarını hall ve keşfeden ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden ve Mi'rac ve haşr-i cismanî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur'an hakikatlarını en mütemerrid ve en muannid feylesoflara ve zındıklara karşı güneş gibi isbat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i Nur eczaları, elbette Küre-i Arz ve küre-i havaiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendi ile meşgul edecek bir hakikat-ı Kur'aniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 47)

“Bu zamanın ve gelecek asırların Müslümanları ve bizler, Kur'an-ı Azîmüşşan'ın tefsiri olan öyle bir rehbere muhtacız ki; tahkikî iman dersleriyle, iman mertebelerinde terakki ve teâli ettirsin.” (Sözler sh: 766)

“şimdi bir nida-yı nuranî ile hitab ederek: Artık ihtilaf yok, ittihad var. Cansızlar ve camidler devri geçmek üzeredir. Canlılar ve cazibler asrı geliyor. Susunuz, dinleyiniz! şimdi Nur devridir ve Nur hâkimdir. Zulmette boğulan şu asrı ve gelecek asırları, Kur'andan aldığım nurumla reyyan edeceğim diyor.” (Konferans sh: 88)

“Bediüzzamanın azami ihlas, azami sadakat ve azami fedakarlık manasını ihtiva eden, gösteren ve işaret eden mesleğini nazara vermek lazım gelmektedir. Tâ ki, hizmet-i Nuriyede bulunacak Kur’an şakirdleri kıyamete kadar bu düstular muvacahesinde hareket etsinler.” (Hizmet Rehberi baş kısmı)

“Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek; Risale-i Nur'a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki benim bir fâni dilime bedel Risale-i Nur'un yüzbin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşâallah kıyamete kadar devam ettirecekler. (şualar sh: 377)

“Risale-i Nur şahs-ı mânevîsi itibariyle bütün hakaikde "üstad-ı küll" hükmüne getirmiş ve topyekûn ıslâmiyet hakikatlarının bir aks-i nurunu ve tecellisini Risale-i Nur şahs-ı mânevîsinde dercederek, ehl-i hakikat ve kemali hayretle baktırmış ve böylece, Risalet-i Ahmediye ve hakikat-ı Muhammediyenin câmi bir âyinesi olan Risale-i Nur ile Said Nursî, bir Said olarak çürümüş, erimiş; fakat mânen bütün âlem-i ıslâm olarak tevellüd etmiş, beka bulmuştur. Ve tâ kıyamete kadar Risale-i Nur bâki kalacak ve daima tekemmül edecektir.” (Tarihçe-i Hayatı sh: 168)

“...ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem'iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi (Müslümanların kalbindeki manevî hisleri) bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden ıslâmî perde-i ulviyeyi (utanma gibi dinî hayatın temelini) yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi (ıslâm cemiyetinde yaşanan faziletleri) yandırıyor. Herbir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me'yusane çabalarken, Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişti. Kâinatı ihata eden son ordusunu (*) gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, manevî imdad getirmek hizmetinde hârika bir emirber nefer olarak Âyet-ül Kübra Risalesi'ni ımam-ı Ali (R.A.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş.” (Kastamonu Lahikası sh: 55)

Yani mezkür beyanlar, gelecek zat dahi Bediüzzaman Hazretlerine bağlı kalacağından Bediüzzamanın ve Risale-i Nurun manevî riyaseti dairesinde, temsilen icra ettiği müceddidiyet cereyanından başkası aranmaz diye ifade ediyor.


“Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i ıslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.

Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir.” (Kastamonu Lahikası sh: 189)

ışte bu beyanatta açıkça görüldüğü üzere:

1- “iman ve din için;

2- hayat-ı içtimaiye ve şeriat için;

3- hukuk-u âmme ve siyaset-i ıslâmiye

için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.”

diyerek üç vazife sahasını belirlemiştir.

Yani birincisi iman hizmeti ki yukarıda açık ifadelerle bildirildiği üzere kıyamete kadar devam edecek olan Nurun haslar dairesi olup bu daire o vazifeyi yapıyor.

ıkincisi ise, ictimaî hayatta bid’aların izalesiyle şeairin ihyası vazifesine bakacak olan ictimaiyyun heyeti ve mümessili gerekiyor.

Üçüncüsü dahi, hukukî ve siyasî sahada teşri’ ve tanzim yapacak olan hukukıyyun ve siyasiyyun heyeti ve mümessili lâzımdır. Bu son iki vazifenin tahakkuku, ittihad-ı ıslâmın varlığına bağlıdır.

Bu üç vazifenin her biri müstakil birer mehdi olmayıp üçü birden mehdiyet cereyanını teşkil eder. Çünkü zaman cemaat ve şahs-ı manevî zamanıdır. Evet, Hz. Üstad diyor ki:

“Her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve şahs-ı manevî-i dalaletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı manevî müceddid olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. şahıs ne kadar da hârika olsa, şahs-ı manevîye karşı mağlub olmak kabildir. Risale-i Nur'un o cihette bir nevi müceddid olması kaviyyen muhtemel olduğundan o sıfatlar, hâşâ benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risale-i Nur'a bir nevi çekirdek olabilir. Kur'anın feyziyle Cenab-ı Hakk'ın ihsanıyla o çekirdekten Risale-i Nur'un meyvedar, kıymetdar bir ağaç hükmüne icad-ı ılahî ile geçmesidir.” (Emirdağ Lahikası-ll sh: 152)

Netice:

Risale-i Nur ve iman hizmeti kıyamete kadar devam edecektir.

http://www.ittihad.com.tr/uc%20mehdi%20iddiasi.htm

198

30.06.2005, 03:00

1.şua'da , Tevbe Suresinde geçen : "Allah Nurunu tamamlıyacaktır" mealindeki Ayetin ebced hesabı tefsirinde , bu Ayetin 3 zümreye baktığını

1-) Mevlana Halidi Bağdadi Hazretleri ve talebelerine (Hicri 1294)
2-) Risale-i Nur Müellefi ve Risale-i Nur şakirtlerine (Hicri 1324)
3-) "lamlar ve mimler şeddeli kabul edersek inşallah tam bir asır sonra (Hicri 1424) gelecek olan Mehdinin şakirtlerine işaret ediyor !


diyor !

Mehdi , Hidayete vesile olan demektir. Bu anlamda Bediüzzaman bir Mehdidir. Lakin , kendi eserlerinde Ahirzamanda beklenen Bütük Mehdinin kendisinin olmadığını söylemesini , bir takım teviller ile izah etmeye çalışmak , kanaati acizanemce Üstada itaatsizlik oluyor !

Aynı mesele , Sikkey-i Tasdik-i Gaybiyyenin başında , Ehl-i Kalb olan Topal şükrünün hüsn-ü zannını tadile çalıştığını , ve 18.Mektubtaki iki çoban arasında geçen rüyayı görme ve rüyayı tabir etmedeki Hakikat arasındaki farkdan bahseden yine üstad !

Peki sorarsanız , kim bu Büyük Mehdi...Madem Hicri 1426 dayız...deriz ki , ıman nuru olan göreceğinden , bizde iman nuru olmadığından iman nuru olanlar açıklarlar inşallah !

199

30.06.2005, 10:28

Kardeşim bu başlıktaki bütün yazıları oku. ittihad.com.tr >> arşiv den Tılsımlar Mecmuasının zeyli ve ıfhamname'nin Mehdi bahsini oku. Eğer yine de ısrar edeceksen ve böyle bir isnadda bulunacaksan:

Evet, ben de Hasan Feyzi, Ahmed Feyzi, Abdulkadir Badıllı ve diğer umum Nur talebeleri gibi Üstad'a itaatsizim!

Burada isnad-ı tekellüf var, lütfen önceki alıntı ve yazıları, bilhassa Hasan Feyzî abinin Nurcu oluşunu oku. Ondan sonra görüşelim.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

200

30.06.2005, 11:07

nesl-i cedid kardeşim;

öncelikle abulkadirsaid kardeşin dediği gibi bu konudaki yazıları oku.

ondan sonra belki ağır ithamlarda bulunmaktan uzak durursun.

zira

Alıntı

Mehdi , Hidayete vesile olan demektir. Bu anlamda Bediüzzaman bir Mehdidir. Lakin , kendi eserlerinde Ahirzamanda beklenen Bütük Mehdinin kendisinin olmadığını söylemesini , bir takım teviller ile izah etmeye çalışmak , kanaati acizanemce Üstada itaatsizlik oluyor !

demekle bir çok ağabeyi itham ediyorsun.
Başta Zübeyr,Sungur,Ahmet Feyzi, Hasan Feyzi, Fırıncı, Birinci abiler olmak üzere Nurun has talebeleri Üstad'a Mehdi demişler.
Sen bir tek zata , üstelik ülkesine bile gelemeyecek kadar uzaklara gitmiş bir zata muhabbet edecem diye bu gün ahirete gitmiş nurun kahramanlarını haksız yere itham etme.
Üzerine büyük bir kul hakkı alıyorsun.

Alıntı

Peki sorarsanız , kim bu Büyük Mehdi...Madem Hicri 1426 dayız...deriz ki , ıman nuru olan göreceğinden , bizde iman nuru olmadığından iman nuru olanlar açıklarlar inşallah !

bu da çok yanlış bir ifade. Mümin insanda iman nuru vardır. Hem sen 1426 da geleceğine dair iman nuru kazandın da niye şahıs tespitinde bu nuru kullanmıyorsun?
vazgeç bu hayali Mehdiden...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir