Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek
  • Konuyu başlatan "gaib"

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

1

15.01.2012, 19:30

Risâle-i Nur'un bir vazifesi de, huruf-u Kur’âniyeyi muhafaza idi. O harfleri muhafaza edenlerin imanlarını dahi muhafaza ediyordu. “Kalemle Nurlara hizmet ve sadakatla talebesi olmanın iki mühim neticesi vardır: 1- Âyât-ı Kur’âniyenin işaretiyle, imanl

Her şeyi o mektup anlatıyordu…

“Evet muhterem üstadım, bu günlerde Risâlet-ün-Nûr’un, fevkalâde faaliyeti içinde çok kerâmetlerini müşahede ediyoruz. Hattâ şöyle diyebilirim ki: Her bir talebeniz, başlı başına, birer birer, belki de kerratla böyle ikrama ve böyle in'âma mazhardırlar.” diyen Husrev Efendi mektubuna şöyle devam etmişti:

“Milâslı Mehmed Efendi, ‘Bir karyede bin kalemle Nura sarılan kardeşlerimizin köyündeki faaliyeti biraz mübalâğalı görmüşler. Ben onun tahkiki için geldim’ dedi. Risâlet-ün-Nurun bir kerameti idi ki, bu köyün kıymetli, fa'al bir talebesi Marangoz Ahmed yanımda idi. Ben dedim: ‘Vâkıa ben bu köye gitmedim, kardeşlerimden soruyorum, onlar da diyordu: ‘Kadın-erkek, çoluk-çocuk, Risâlet-ün-Nuru yazan bin kalem vardır.’ Sonra Marangoz Ahmed dedi ki: ‘Bizim köyümüz, üç yüz elli hanedir. İki hoca, bir hacı, üç adamdan başka bütün evlerimize Risâlet-ün-Nur girmiştir. Kadınlara, kız çocuklarına varıncaya kadar yazıyorlar. Hattâ ümmîlerden -kırk yaşından yukarı- yazı yazan on kadar kardeşimiz vardır.’ cevabında bulundu.”

Isparta’nın küçük bir karyesi olan bu köyün ismi SAV’dı. SAV’ın sakinleri, yani Üstadlarından gelen hakîkatleri kâğıda nakşeden nur işçileri, matbaaları kıskandıracak bir hummalı çalışma içerisindeydiler. Değil mi ki, Kur’ân’ın harflerini muhafaza edenleri alkışlayan ve onlara “Eyyühe’l-İhvan” diyen Hazret-i Ali (kv)’nin müjdesini ta kalblerinde hissediyorlardı… Değil mi ki, Kur’ân’ın “Kalem’e ve yazmakta oldukları şeylere …” diye başlayan yeminine eman verip iman ediyorlardı… Bir gece böceklerinin sesi, bir de kalem gıcırtılarının mûsikisi dalâletin kâbusunu dağıtmak ve ehl-i imanın iman tellerini ihtizaza getirmek için yazıyor, yazıyor, yazıyorlardı…



KALEMİN GÜCÜ




Bir mapus damı, bir de Said’den kalma üç-beş Saidler… Bir şiir dolaşıyordu ağızlarında mapusanenin kasavet duvarlarının yankısıyla bestelenmiş haliyle, “Yeşil takke takacağız, beyaz sarık saracağız; mürekkebimiz tükense, kanımızla yazacağız…” diye...

Bir Hilmi’si vardı Tokat’ın. Elinde kalemi, nakşediyordu Risâlelerini nur’un. Öyle bir müjdeye mazhar olmuştu ki, “Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir.” cümlesinin tecessüm etmiş halini andırıyordu. Nur’un ikinci Üstadı Husrev Efendi, “Hilmi komünizmin Tokat’a girmesine engel oldu.” diyordu.

O Husrev ki; Üstad Bediüzzaman, “Evet kardeşim, sen bir bahçe-i ebedî olan Kur’ân-ı Hakîm'in cennetinden, gül-ü Muhammedî (sav) namında, hadsiz nuranî hakîkatlerin fabrikası hükmünde, tefsir-i hakaik-i Kur’âniye etrafında halka tutan ve sizin gibi çarklardan mürekkeb olan bir cemaat-i mübareke içinde en has ve en yüksek mertebeye kâtib tayin edildiğine o rüya beşaret verdiği gibi, biz de beşaret ediyoruz.” diyordu.

Hem “Risâle-i Nur, Kur’ânın bir mu'cize-i manevîsi olduğu gibi; Husrev'in kalemi de, Risâle-i Nur'un pek kuvvetli bir kerameti olduğunu buraca her gün tasdik ediyoruz” da diyordu.



BU UĞURSUZ GECENİN

YOK MU SABAHI?



Zaman öyle bir cendereye girmişti ki, yüzyıllardır peygamberler ümmetlerine onun tarifini yapa gelmişlerdi. Ahir zaman peygamberi, o zamanı “İmanı muhafaza etmek, çıplak elde kor ateşi tutmaktan zor.” diye tarif ediyordu. Rahmeti gazabını sebkat etmişti Rabbimizin. Her asra imdad ettiği gibi bu asra da imdadını Nur Risâleleri şeklinde göndermişti.



Mehmet Akif’in:



“Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?

Mahşerde mi biçarelerin, yoksa felâhı!

Nur istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!

‘Yandık!’ diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!” serzenişine bedel Hasan Feyzi (Rahmetullahi Aleyh),


“Geliyor şu karşıdan gerçi bir zulmet,

Fakat sensin bugün atâ-yı rahmet...

Boğacaksın onu nurunla elbet

Ey bir rahmet-i âlem Risâlet-ün-Nur!” diye Nur’u müjdeliyordu.



KALEMLE NURLARA HİZMET

VE SADAKATLA TALEBESİ OLMANIN

İKİ MÜHİM NETİCESİ VARDIR



Risâle-i Nur'un bir vazifesi de, huruf-u Kur’âniyeyi muhafaza idi. O harfleri muhafaza edenlerin imanlarını dahi muhafaza ediyordu.

“Kalemle Nurlara hizmet ve sadakatla talebesi olmanın iki mühim neticesi vardır:

1- Âyât-ı Kur’âniyenin işaretiyle, imanla kabre girmektir.

2- Bütün şakirdlerin manevî kazançlarına, Nur dairesindeki şirket-i manevîye sırrıyla, umum onların hasenatlarına hissedar olmaktır.”

“Hatib Mehmed (Rahmetullahi Aleyh) namında ciddî bir ihtiyar talebe, İhtiyarlar Risâlesi'ni yazıyordu. Tâ Onbirinci Reca'nın âhirlerinde ve merhum Abdurrahman'ın vefatının tam mukabilinde, kalemi "Lâ ilahe illâ hû" yazıp ve lisanı dahi "Lâ ilahe illallah" diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatını mühürleyip, Risâletü’n-Nur talebelerinin imanla kabre gireceklerine dair olan işarî beşaret-i Kur’âniyeyi vefatıyla imza etmiş”ti.

“Risâle-i Nur'un bir şehid kahramanı olan merhum Hâfız Ali (Rahmetullahi Aleyh), hapiste Meyve Risâlesi'ni kemal-i aşkla yazarken ve okurken vefat edip kabirde melaike-i suale mahkemedeki gibi Meyve hakîkatleri ile cevab ver”mişti.

İnsanı bu asrın dehşetinden ancak şehid olmak kurtarabilirdi. Dâhilde mücahede ancak manevî mücahede suretinde olabilmesi sırrınca, şehidlik de ancak ilim talebesi olmakla mümkündü(r). Zira “Vefat eden ve ilm-i Sarf ve Nahiv okuyan bir talebenin kabrinde, Münker Nekir'e nasıl cevab verecek diye murakabe etmiş ve müşahede edip işitmiş ki: Melek-i sual ondan sordu: ‘Men Rabbüke. Senin rabbin kimdir?’ dediği zaman o Nahiv dersiyle iştigal ederken vefat eden talebe, o meleğin cevabında demiş: ‘Men mübtedadır, Rabbüke onun haberidir.’ Nahiv ilmince cevab vermiş, kendini medresede zannetmiş.”

Hem sel gibi akan belalara karşı ferdi çalışmalar kifayet eder gözükmemektedir. Global dünyanın her alanında şirketleşmeler olduğu gibi, manevîyatın muhafazasında da çok ve günahsız dualara ihtiyaç bulunmaktadır. İşte Risâle-i Nur’un yazısını yazmakla o netice hasıl olmaktadır.

"Bid'aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyeye ve hakîkat-ı Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir." müjde-i peygamberîye bazı talebeler, “Hadiste ‘âlim’ tabiri var, bir kısmımız yalnız kâtibiz.” diyecekler; cevaben, “Bir sene bu Risâleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakîkatlı bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risâle-i Nur şakirdlerinin bir şahs-ı manevîsi var, şübhesiz o şahs-ı manevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı manevînin parmaklarıdır. Kendi nokta-i nazarımda liyakatsız olduğum halde, haydi hüsn-ü zannınıza binaen bu fakire bir üstadlık ve tebeiyet noktasında bir âlim vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız. Ben ümmi ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır, hadîste gösterilen ecri alırsınız.” denilecekti.

MEVZU OSMANLICAYI KORUMAK

DEĞİL, KUR’ÂN’IN HARFLERİNİ

MUHAFAZA ETMEKTİR


Risâle-i Nur bu asra hem bir sirac, hem bir lem’a, hem bir şua olmakla dalâlet karanlıklarını dağıttığı gibi; harflerinin yazılmasıyla hâsıl olan netice, manevî bir elmas kılıç hükmünde dalâletin şer neticelerini neticesiz bırakıyordu. Nurdan, ateşten şuurlu varlıklar yaratan Rabbimizin şe’nidir ki, “hattâ zulmetten, hattâ esîr maddesinden, hattâ mânâlardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat, zîşuuru kesretle halkeder.” Hatta bunlar gibi, havaya ekilen mukaddes kelimelerden dahi pek çok mahlûku yaratır.

Bu nokta-i nazardan, Kur’ân’dan süzülen iman hakîkatlerinin toplandığı bir hakîkat kitabı Risâle-i Nur’un Kur’ân’î olan harflerini yazanların yazma işini yapıyor olmaları ve yazdıkları o yazılar oldukça ehemmiyetlidir. Mevzu, Osmanlıcayı korumak değil, Kur’ân’ın harflerini muhafaza etmektir. Kur’ân’a âit ne varsa kıymettardır ve sevablıdır. Yazan kişi, hiç olmazsa sevabına binaen yazıya sahip çıkacaktır.

Kaldı ki, lafız mânâyla kaimdir. O harfler Kur’ân adına hizmet eden manaları taşıyan Nur Risâleleri adına çalışır ve çalıştırılırsa mezkûr neticeleri temin edecektir.

GELİN HEP BERABER TEVBE EDELİM!


Bedîüzzaman Hazretleri talebelerinden masumane üç aylarda sevab kazanmak niyetiyle yazıda tembellik edenleri ikaz ediyor ve onlara yukarıya aldığımız dersi, ders veriyor. Bizler biz olalım, masum değil de tembellikten ve nefsaniyetten gelen gevşeklikten yazıda kalemi çalıştırmaktan uzak kalmayalım ve şu cümlelere iyice kulak verelim:


ZAMAN, GAYRET ZAMANIDIR VE İNSAN İÇİN ANCAK ÇALIŞTIĞI VARDIR!


Herkesin bir vazifesi vardır; öyle vazifeler de vardır ki, herkesin vazifesini içine alır. Zaman, kalemi çalıştırmak zamanıdır. Zaman, gayret zamanıdır ve insan için ancak yaptığı vardır. Biz biz olalım, yaptığımız en iyi işi, şimdi daha iyi yapalım.



Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

Bu konuyu değerlendir