Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

21

08.01.2012, 22:29

Biz okuyucu kardeşlerimize saygı gösteriyoruz ve seviyoruz.

Biz sizin iyiliğinizi istiyoruz. Üstadımıza birisi kusurunu söylediği zaman Aler res'u vel ayn yani başım gözüm üstüne diyor.
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

22

08.01.2012, 22:34

Medih için değildir. Kusurlarımı, sened-i özrümü, mazeretimi bu ünvan ile ibraz ediyorum. Zira bedi, garip demektir. Benim ahlâkım, suretim gibi ve üslûb-u beyanım, elbisem gibi gariptir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalibi, benim üslû

Medih için değildir. Kusurlarımı, sened-i özrümü, mazeretimi bu ünvan ile ibraz ediyorum. Zira bedi, garip demektir. Benim ahlâkım, suretim gibi ve üslûb-u beyanım, elbisem gibi gariptir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalibi, benim üslûp ve muhakematımla mikyas ve mihenk itibar yapmamayı bu ünvanın lisan-ı haliyle rica ediyorum. Hem de muradım, "bedî," acip demektir.
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

23

08.01.2012, 22:39

Risale-i Nur Erkanları ve Hasları diye bir bölüm açabiliriz.

Risale-i Nur talebeleri ve erkanları hasları gibi bölümler güzel olur.

Medrezetüz Zehra Erkanları olabilir.
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

24

08.01.2012, 22:47

Bizler muhabbet fedaisi değil miyiz?

Muhabbetimizi muhkemleştirecek kalblerimizi rabt ettirecek şeylere çok ihtiyacımız var. Bizler dünyanın en güçlü cemaati ve devleti olduğumuz halde davamızı hakkıyla yapamıyoruz. Gizli düşmanlarımız kendi aralarında bizden daha iyi ittihad ediyorlar. Birbirlerine düşman oldukları halde sırf dünya için. Biz de 20. Lem'a olan İhlas Risalesindeki devaları yaralarımıza sürmeliyiz. Birbirimize ihtiyacımızı his etmiyoruz. Haklı hep ben çıkayım istiyoruz. Hakkın hatırı bazen çok hatırlara feda ediliyor.

(ev kemâ kâle) hadis-i şerifi, ikisi de ihlâs ne kadar İslâmiyette mühim bir esas olduğunu gösteriyorlar. Bu ihlâs meselesinin hadsiz nüktelerinden yalnız Beş Noktayı muhtasaran beyan ederiz.
TENBİH: Bu mübarek Isparta'nın medar-ı şükran bir hüsn-ü taliidir ki, ondaki ehl-i takvâ ve ehl-i tarikat ve ehl-i ilmin, sair yerlere nisbeten, rekabetkârâne ihtilâfları görünmüyor. Gerçi lâzım olan hakikî muhabbet ve ittifak yoksa da, zararlı muhalefet ve rekabet de başka yerlere nisbeten yoktur.
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek
  • Konuyu başlatan "gaib"

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

25

08.01.2012, 22:51

Olur ki Siz bir şeyden hoşlanmazsınız da o sizin hakkınızda hayırlı olur.

Olur ki Siz bir şeyden hoşlanmazsınız da o sizin hakkınızda hayırlı olur.



Kardeşim Allah için biz sizleri seviyoruz. Ahirzaman fitnesi bizi ayırdı. Süfyan bilmeyerek dine hizmet etti. Kader sizi orda istihdam etti. Bizi de burda.



Kader cilvesini abilerimiz anlayamadı Süfyan ve Deccal'in fitnesine kapıldı.



Zaten Üstadımız da babalar sakitane bakacak nesl-i ati yapacak demişdi. Biz nesl-i atiyiz.



Üstadımızın bir talebesi sanırım Büyük ruhlu Küçük Ali abi Üstadımıza soruyor: Ya Üstad sen yaz diyorsun biz de yazıyoruz. Amam anlamıyoruz diyor.



Üstadımız da sen yaz kardeşim siz öyle bir nesle bunları taşıyor sunuz ki onlar anlayacak. Sen yaz kardeşim demiş. İşte biz O nsiliz. Elhamdülillah. Anlıyoruz.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

26

09.01.2012, 00:42

Birden ruhuma gelmiş bir endişeyi beyan ediyorum.

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Birden ruhuma gelmiş bir endişeyi beyan ediyorum.

Ehl-i dalâlet, Risale-i Nur'un elmas kılıçlarına mukabele edemedikleri için, şakirtleri içinde, derd-i maişet cihetinden ve bahar mevsimi gafletinden istifade ederek, meşrepler veya hissiyatları muhalefetinden zayıf damarları bulup, şakirtleri içindeki tesanüdü sarsmak istediklerini hissettim ve anladım. Sakın, çok dikkat ediniz, içinize bir mübayenet düşmesin. İnsan hatadan hâli olamaz; fakat tevbe kapısı açıktır.

Nefis ve şeytan, sizi, kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevk ettiği vakit, deyiniz ki: "Biz, değil böyle cüz'î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi Risale-i Nur'un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibarıyla dünyaya, enaniyete ait herşeyi feda etmek vazifemizdir" deyip nefsinizi susturunuz. Medâr-ı nizâ bir mesele varsa meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız; herkes bir meşrepte olmaz. Müsamahayla birbirine bakmak şimdi elzemdir.

Umum kardeşlerimize birer birer selam ederiz.
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

27

09.01.2012, 00:43

Hem, belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zâhirde müttakîler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlarla uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir.

Kardeşlerim,

Her ihtimale karşı bu sabah ihtar edilen bir meseleyi beyan etmek lâzım geldi.

Bizim Kur'ân'dan aldığımız hakikatler güneş, gündüz gibi şek ve şüphe ve tereddüdü kaldırmadığını, yirmi seneden beri "Acaba zındık filozoflar buna karşı ne diyecekler ve dayandıkları nedir?" diye nefsim ve şeytanım çok araştırdılar. Hiçbir köşede bir kusur bulamadıklarından sustular. Zannederim, çok hassas ve iş içinde bulunan nefis ve şeytanımı susturan bir hakikat, en mütemerridleri de susturur.


Madem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiyat takdir edilmez derecede kıymettar ve bütün dünyası ve canı ve cânânı pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakikatin uğrunda ve yolunda çalışıyoruz; elbette bütün musibetlere ve sıkıntılara ve düşmanlara kemâl-i metanetle mukabele etmemiz gerektir. Hem, belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zâhirde müttakîler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlarla uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir.

Said Nursî
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

28

09.01.2012, 01:01

Ehl-i İmân aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz?

[b]Bismillahirrahmanirrahim

İşte, ey mü'minler!

Ehl-i İmân aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz?

Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Herbirisine karşı tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecburken..., onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adâvetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?

O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kalen, uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kale-i İslâmiyeyi küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak, ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.

Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri hercümerc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır."

Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri hercümerc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır."

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı "Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat Sûresi: 49:10.) kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, "Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir." (Buharî) düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz.

Bediüzzaman Said NURSİ Hz.
[/b]
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

29

09.01.2012, 01:05

Sormak gerek: Hegemonik güçlerin İslâm’a açıkça savaş açtıkları, gözümüzün önünde İslâm ülkelerinin işgal edilip, masum insanların katledildiği şu zamanda, Müslümanlar ittifak etmeyecekse, ne zaman ittifak edecekler? Şimdi değilse ne zaman?

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın ve parçalanmayın.”
Âl-i İmrân, 103

Avrupa tarihi, din savaşları, mezhep savaşları, milletlerarası savaşlarla dolu kanlı bir tarihtir.
Yahudiler bütün Avrupa’da, yüzyıllar boyunca katliamlara maruz kaldılar.
Aynı zamanda bu katliamlar, reform hareketlerinin ilk dönemlerinde, Katolik ve Protestanlar arasında da cari idi. Yalnızca Sen Bartelmy katliamında, bir gecede 40 bin Protestan, Katolikler tarafından vahşice öldürüldü.

Avrupa’da milletlerarası savaş eksik olmuyordu. 14. ve 15. yüzyıllarda Fransa ve İngiltere arasındaki savaş ‘100 Yıl Savaşları’ olarak bilinir. Avrupa’da 1618 – 1648’li yıllarda yapılan savaşlar da, tarihe ‘30 Yıl Savaşları’ olarak geçmiştir. Yine 20. yüzyılda meydana gelen iki dünya savaşı Avrupa devletleri arasında oldu.

Fakat günümüzde bu savaş ve anlaşmazlıkların hepsi unutulmuş görünüyor.

Yahudiler yüzyıllarca, dünyanın her tarafında dağınık ve sefil bir şekilde yaşarken, Siyonizm düşüncesiyle bir araya geldiler ve dünya üzerinde büyük bir güç oluşturdular.
Dünyadaki nüfusları 20 milyon olduğu halde, siyasi ve ekonomik alanda 7 milyar dünya nüfusuna tesir edecek bir konuma geldiler.

Hıristiyan mezhepleri arasında bugün bir sıkıntı olmamakla beraber, onların Yahudilerle bile anlaştıklarını, birleştiklerini görüyoruz.
Kendi aralarında yüzyıllarca savaşan Avrupa devletleri, şimdi “Avrupa Birliği”ni oluşturdular ve dünya üzerinde büyük bir güç odağı haline geldiler.

***

Günümüzde, Müslümanları birleştirecek pek çok ortak bağ olduğu halde, hâlâ bir İslâm birliği oluşturulamamıştır.
Bugün dünya nüfusunun 1/5’ini Müslümanlar oluşturmakta (Bir buçuk milyar). Fakat siyasi, ekonomik ve kültürel alanda, dünya çapında tesirleri pek az!

Müslümanların, dünya üzerinde büyük bir nüfusa ve ekonomik potansiyele sahip olmakla beraber, tesirsiz olmalarının temelinde, birlik ve beraberlik ruhuna sahip olamayışları vardır. Eğer siyasi, ekonomik ve kültürel birliktelik sağlanabilse, dünya dengelerini değiştirecek yeni bir güç ortaya çıkacak.

Teorik olarak bütün Müslüman fert ve devletler, Müslümanlar arası ittifakın, dünya üzerinde maruz kalınan siyasi, ekonomik, kültürel bütün felaketlerden kurtulmaya vesile olacağını, aynı zamanda bunun Allah’ın emri olduğunu çok iyi bilir ve bunu temenni ederler. Fakat iş pratiğe gelince bazı şartlanmışlıklardan ve nefsânî, şahsî garazlardan kurtulup da bunu gerçekleştiremezler.

Sormak gerek: Hegemonik güçlerin İslâm’a açıkça savaş açtıkları, gözümüzün önünde İslâm ülkelerinin işgal edilip, masum insanların katledildiği şu zamanda, Müslümanlar ittifak etmeyecekse, ne zaman ittifak edecekler?
Şimdi değilse ne zaman?
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

30

09.01.2012, 01:09

Âhiret kardeşlerime mühim bir ihtar
İki maddedir.

..................................................................................

İkinci madde: Maatteessüf, Risale-i Nur'un, imansız ve emansız cin ve insî düşmanları onun çelik gibi metin kalelerine ve elmas kılıç gibi kuvvetli hüccetlerine mukabele edemediklerinden çok gizli desiseler ve hafî vasıtalarla, haberleri olmadan yazanların şevklerini kırmak ve fütur vermek ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde şeytancasına hücum edip darbe vuruyorlar. Hususan burada ihtiyaç pek çok ve yazıcılar çok az ve düşmanlar çok dikkatli, kısmen talebeler mukavemetsiz olduğundan, bu memleketi o Nurlardan bir derece mahrum ediyor.

Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam hangi risaleyi açsa, benimle değil, hâdim-i Kur'an olan Üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

31

09.01.2012, 01:13

Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, ittihad-ı İslâmdır. Ittihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib (şubeli), muhit(geniş, kapsamlı), merâkiz ve maâbid-i İslâmiyeyi (İslami merkezleri ve mabedleri) birbirine rabtettiren (bağlayan) bir silsile-i nuran

Tekraren söylüyorum ki, ittihad-ı İslâm hakikatında olan ittihad-ı Muhammedînin (a.s.m.) cihetü'l-vahdeti (birleştiği cihet) Tevhid-i İlâhîdir. Peyman (and) ve yemini de îmandır. Müntesibî, umum mü'minlerdir. Nizamnâmesi (tüzüğü), sünen-i Ahmediye'dir (Peygemberimizin ahlak ve yaşayışıdır) (a.s.m.). Kânunu, evâmir ve nevâhi-i şer'iyedir(Allah'ın emir ve yasaklarıdır)......

......Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, ittihad-ı İslâmdır. Ittihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib (şubeli), muhit(geniş, kapsamlı), merâkiz ve maâbid-i İslâmiyeyi (İslami merkezleri ve mabedleri) birbirine rabtettiren (bağlayan) bir silsile-i nuraniyi ihtizaza (harekete) getirmekle onunla merbut (bağlı) olanları ikaz ve tarîk-ı terakkiye (yükselme yoluna) bir hâhiş (arzu) ve emr-i vicdanî (vicdanen yapma gereklliği) ile sevk etmektir. Bu ittihadın meşrebi (usulü) muhabbettir. Husumet ise, cehalet ve zaruret (çaresizlik, fakirlik ve zorda kalmak) ve nifakadır (fitnelere, ayrılıklara, münafıklığa)dır.
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

32

09.01.2012, 01:22

eğer komünistler mürekkep ve kâğıdı yok etmek imkânını da bulsalar, benim gibi birçok gençler ve büyükler fedai olup, hakikat hazinesi olan Risale-i Nur'un neşri için, mümkün olsa derimizi kâğıt, kanımızı mürekkep yaptıracağız.Afyon hapsinde mevkuf Konya

Temyiz Mahkemesi lâhiyasından bir parçadır
Dinsiz, komitelerin neşriyatlarının vesvese ve şüpheleri neticesinde yıkılan imanları Risale-i Nur eserleri ispatçılıkla imar ediyor.

İşte gençliğimizin Risale-i Nur'a elektriklenmiş gibi sarılmalarının en ince sır ve hikmetlerinden bir tanesi de budur: Senelerden beri feragat-i nefisle ve eşsiz bir fedakârlıkla ihtiyar, hasta ve fevkalâde ihtimama muhtaç bir çağda gizli düşmanları olan komünist ve masonların ve bunlara aldananların çeşitli işkencelerine karşı, tahammülün fevkınde sabrı ile Bediüzzaman Said Nursî; din aleyhindeki birçok sinsi plânları hakikatbîn nazarıyla, realist görüşüyle fark etmiş, dehşetli dessasâne ve perdeli olan bu plânları akîm bırakacak imanî eserleri telif etmiştir.

Fakat, ne hazîn ve acıklı ve binler teessüflere şâyeste bir vaziyettir ki, bu İslâmiyet kahramanı ve harikulâde büyük zat, yirmi beş senedir hapislerde, zindanlarda, tecrid-i mutlaklarda imha edilmeye çalışılmaktadır.

Komünistlerin ihanetiyle meydana gelen evhamın icap ve neticesi olan garazkârlıklarla Risale-i Nur müellifi cezalandırılsa dahi, Risale-i Nur eserleri yine büyük bir iştiyak ve gittikçe artan bir alâka ile okunmakta devam edecektir.

Birinci ve en kuvvetli delili şudur ki: Yeni harfle teksir edilebilen Asâ-yı Mûsâ eserini okuyan gençler, Kur'ân harfleriyle yazılmış mütebâki eserleri de okuyabilmek için kısa bir zamanda o yazıyı da öğreniyorlar. Bu şekilde birçok ilimlerin öğrenilmesine engel olan ve dinden imandan çıkarmak için telif edilen eserleri okumaya mecbur eden Kur'ân hattını bilmemek gibi büyük bir seddi de yıkmış oluyorlar. Bir milletin gençliği ne zaman Kur'ân ve ondan lemean eden ilimlerle teçhiz ve tahkim edilmişse, o vakit o millet terakkî ve teâlî etmeye başlamıştır. Gençlik, İmân ve İslâmiyet ihtiyacıyla yanan ruhlarını Kur'ân tefsiri Risale-i Nur'un füyuzat ve envârıyla doldurmaya başlamıştır. Böylelikle tahkikî bir imana sahip olacak gençliğimiz dinsizliğe, komünistliğe karşı mücadele edip vatanlarını İslâm düşmanlarına asla sattırmayacaklardır. Bunun için, eğer komünistler mürekkep ve kâğıdı yok etmek imkânını da bulsalar, benim gibi birçok gençler ve büyükler fedai olup, hakikat hazinesi olan Risale-i Nur'un neşri için, mümkün olsa derimizi kâğıt, kanımızı mürekkep yaptıracağız.

Evet, evet, evet. Binler defa evet!
Savcı iddianamesinde diyor ki: "Said Nursî eserleriyle üniversite gençlerini zehirlemiştir." Biz de buna mukabil deriz ki: "Eğer Risale-i Nur bir zehir ise, bizim bu zehirlere tonlarla, binlerce kilo ihtiyacımız vardır. Eğer çoklukla olduğu yeri biliyorsa, bize tayyarelerle sevk etsin."

Biz Risale-i Nur talebeleri, İmân ve İslâmiyet hizmeti uğrunda zâlimlerin zulmüne mâruz kaldığımız vakit, hapishane köşelerinde veya darağaçlarında ölmeyi, istirahat döşeğindeki ölüme tercih ederiz. Görünüşü hürriyet, hakikati istibdad-ı mutlak olan bir esaret içinde yaşamaktansa, hizmet-i Kur'âniyemizden dolayı zulmen atıldığımız hapishanede şehid olmayı büyük bir lûtf-u İlâhî biliriz.

Afyon hapsinde mevkuf
Konyalı
Zübeyir Gündüzalp

Not : Bu müdafaa ve temyiz lâyihası Temyiz Mahkemesine gönderildikten sonra, Temyiz Reisliği Zübeyir'in hapisten tahliyesi için telgrafla emir vermiştir.
¨ ¨ ¨
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek
  • Konuyu başlatan "gaib"

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

33

10.01.2012, 17:23

Aziz kardeşim ve Üstadım Hasan_Sinan abi Risale-i Nur hepimiz için Kur'an ve Sünnetin nuru olması hasebiyle ana kaynağımızdır. Risale-i Nur harici diğer kaynaklar hatta Bediüzzaman Üstadımızın sözleri dahi mihenge vurulmadan kalbe girmesine izin verilmeme

Risale-i Nurun disinda gösterilen kaynaklar Risale-i Nur´da gecen kaynaklar gibi degeri yoktur.

Aziz kardeşim ve Üstadım Hasan_Sinan abi Risale-i Nur hepimiz için Kur'an ve Sünnetin nuru olması hasebiyle ana kaynağımızdır. Risale-i Nur harici diğer kaynaklar hatta Bediüzzaman Üstadımızın sözleri dahi mihenge vurulmadan kalbe girmesine izin verilmemeli. BİZ DE ÖYLE YAPMALIYIZ.

"Sual: Neden bunların umumuna fena diyorsun? Halbuki hayırhâhımız gibi görünüyorlar.

Cevap: Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.
Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.
Sual: Neden hüsn-ü zannımıza su-i zan edersin? Eski padişahlar ve eski hükûmetler seni haktan çeviremedi. Jön Türkler sizi kendilerine râm ve müdaheneci edemediler. Zira seni hapis ettiler, asacaklardı; sen tezellül etmedin. Merdane çıktın. Hem sana büyük maaş vereceklerdi, kabul etmedin. Demek sen onların taraftarlığı için demiyorsun. Demek hak taraftarısın.

Cevap: Evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve âkıbete bakınız.

Sual : Nasıl anlayacağız? Biz câhiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz.

Cevap: Çendan cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil... İşte, müştebih ağaçları gösteren semereleridir. Öyleyse, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız. İşte birisinde istirahat ve itaattir. Ötekisinde ihtilâf ve zarar saklanmıştır.
Size bir misal daha söyleyeceğim:
DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ: http://www.risaleara.com/oku.asp?id=4760
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

34

10.01.2012, 19:26

Ey dinî cemiyetler! Maksadımız, dinî cemaatlar maksatta ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve "Neme lâzım, başkası düşünsün" sözünü de söylettirir. Hutbe-i Şamiye

O maksad ise
ilâ-yı kelimetullahtır. Demek Tarikatlerin ve Nurcuların ittihad etmesi caiz değildir. Yazıcılar ile Okuyucuların, Yeni Asya ile Zehra Vakfının, hatta ehl-i fıkıh ile Ehl-i nur'un da ittihadı caiz değil ve zarardır.
Demek mevzu-u bah
is bölünme farklı meslek ve meşreblere ayrılmak değildir; o farklı meşreb ve meslekleri batıl kabul etmektir. Kim bunları batıl kabul ediyorsa ayrılan odur. Mesela, İman mesleği olan Risale-i Nur'u ayrışma olarak gören ayrılıkçıdır. Yada farklı bir siyasi fırkaya rey verdiği için bir meşreb ve mesleği batıl ilan etmek de bölücülüktür. Demek mesele doğru teşhis edilirse çözüme ulaşılır. Yoksa yok...


Siyasette reye gelince:
Meşveret-i şer'iyeyle reylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. Kastamonu Lahikası

Peki bu düstur külli midir? Bu tartışılabilir.

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek
  • Konuyu başlatan "gaib"

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

35

10.01.2012, 20:58

Risale-i Nur'un mesleği ve meşrebi ise Üstad Hazretleri tarafından ayrıntılı bir şekilde belirlenmiştir. Nur Talebeleri için geçerli olan meslek budur.

Meslek ve Meşereblerde İttihad

Bediüzzaman Hazretleri'nin "Maksadda ittihad lazımdır. Meslekler ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir" sözünü nasıl anlamak gerekir?

Cevap

Üstad Hz. bu sözü 1909 yılında yazdığı bir gazete makalesinde söylemiştir. Sözün tamamı şöyledir:

"Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklid yolunu açar ve "Neme lâzım, başkası düşünsün" sözünü de söylettirir."

İfadelerin tamamından anlaşılan, hizmet metotları farklı farklı olması normaldir. Hem iyidir de. Çünkü tek bir metot olsa bütün müslümanlar onu taklid ederler ve daha güzel ve yeni ihtiyaçlara cevap verecek metotlar araştırmazlar. Bu ise kabiliyetleri söndürür ve caiz olmaz.
Üstadın dediği şekillde olursa bütün İslam ümmeti çok geniş bir meşveret meclisine dönüşür ve birinin bulduğu bir güzellikten diğerleri de faydalanabilir.

Fakat metotların farklı olması muhteva ve içeriğin de farklı olmasını mecbur kılmaz. Mesela hepsi de Kur'an ve sünneti merkeze alır, ehl-i sünnetin makbul kitaplarından, tefsirlerinden faydalanırlar.

Bununla beraber meslekler farklı olsa da bu asırda bütün müslümanların Risale-i Nur'daki iman derslerine ihtiyacı vardır. Üstadın tabiriyle ortaya konulan bu eserler mal-ı umumidir. Mesleği ayrı ayrı olsa da herkes istifade edebilir ve etmelidir.

Aynen Fahreddin-i Razi'nin, İbn-i Kesir'in ve Elmalı'nın tefsirlerinden her meşreb sahibi istifade ettiği gibi, Risale-i Nur da ahirzamanda gelmiş Kur'an'ın harika bir tefsiridir. Herkes istifade edebilir.

Risale-i Nur'un mesleği ve meşrebi ise Üstad Hazretleri tarafından ayrıntılı bir şekilde belirlenmiştir. Nur Talebeleri için geçerli olan meslek budur.

Mesela İhlas Risalesinde şu şekilde tanımlamıştır:

"Mesleğimiz haliliye olduğu için meşrebimiz hullettir"

Emirdağ Lahikasında ise, ehl-i sünnetin temel düsturlarının şimdiki hizmet tarzımızı gerektiridği ve başka meslek mensublarının da Risale-i Nur mesleğinden istifadeye başladığını şöyle anlatır:

"Kelâm'ın ve Usûl-üd Din allâmelerinin ve Ehl-i Sünnet Velcemaat'ın dâhî muhakkiklerinin İslâmî akidelere dair çok tedkik ve muhakematla ve âyât ve hadîsleri müvazene ile kabul ettikleri Usûl-üd Din (dinin asılları) düsturları, şimdiki Risale-i Nur'un meşrebini muhafazaya emrediyor, kuvvet veriyor. Hattâ hiçbir yerde, hattâ ehl-i bid'a kısmı da bu meşrebimize ilişemiyorlar.

Hakikat-ı ihlas tam muhafaza edildiği için, her nevi ehl-i İslâm içine giriyor. Şîalıkta mutaassıb ve Vehhabîlikte de müfrit, feylesofların en maddîsi ve mütefennini ve mutaassıb hocaların en enaniyetlisi, beraber Nur dairesine girmeğe başlamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek
  • Konuyu başlatan "gaib"

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

36

10.01.2012, 21:04

“Her asır başında hadîsçe geleceği tebşir edilen (müjdelenen) dinin yüksek hâdimleri (hizmetkârları, müceddidleri); emr-i dinde mübtedi' (yeni şeyler icad eden, bidatçi) değil, müttebi'dirler (şeriat ve sünnete tabidirler). Yani, kendilerinden ve yeniden

Hizmet Metodu

Risale-i Nur'un hizmet düsturları, Risale-i Nur öncesi dönemdeki hizmet düsturlarından farklı mıdır? Farklıysa bu fark nedir?
Cevap

Üstad Bediüzzaman derki; “Bütün hak tarikler Kur’an’dan alınmıştır”. Yani Allah’a götüren bütün yolların esası Kur’an’dan alınmıştır. Hak olan bütün İslâmî hizmet yolları Kur’an’a hizmet ederler.
Hizmet etme yolları ise farklı farklı olabilir. Önemli olan bu hizmet metodlarında sünnet ve şeriata zıt şeylerin olmamasıdır.
Her asırda hizmet metodları farklı farklı olabildiğine göre, asırlar geçtikçe ve zamanın şartları başkalaştıkça elbette hizmet metodları da değişir. Hz. Üstad buna “zamanın ilcaatı” der.” Yani zamanın getirdiği ve zorladığı yeni ihtiyaçlara göre tarzlar değişir. Üstad, bu noktadaki nazarını Divan-ı Harb-i Örfî isimli eserinde şöyle izah eder:
“Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki (makalelerimdeki) umum hakaikte (hakikatlerde) nihayet derecede musırım (ısrarlıyım). Şayet zaman-ı mazi canibinden (geçmiş zaman tarafından), asr-ı saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim (göstereceğim). Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.
Şayet müstakbel (gelecek) tarafından üçyüz sene sonraki tenkidat-ı ukalâ (akıllıların tenkidleri) mahkemesinden tarih celbnamesiyle (çağrısıyla) celb olunsam, yine bu hakikatları tevessü' ve inbisat (genişlemek) ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez (değişmez); hakikat haktır.”

Şualar’daki bir takrizden alınan şu ifadeler de her asırdaki müceddidlerin bu tavra sahip olduğunu anlatır:
“Her asır başında hadîsçe geleceği tebşir edilen (müjdelenen) dinin yüksek hâdimleri (hizmetkârları, müceddidleri); emr-i dinde mübtedi' (yeni şeyler icad eden, bidatçi) değil, müttebi'dirler (şeriat ve sünnete tabidirler). Yani, kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm (hükümler, kurallar) getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve sünen-i Muhammediye’ye (asm) harfiyen ittiba' (uymak) yoluyla dini takvim ve tahkim (güçlendirme) ve dinin hakikat ve asliyetini izhar (gösterme) ve ona karıştırılmak istenilen ebâtılı (batıl şeyleri) ref' ve ibtal ve dine vaki' tecavüzleri redd ve imha ve evamir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkâm-ı İlahiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilân ederler.

Ancak tavr-ı esasîyi (temel esası) bozmadan ve ruh-u aslîyi (şeraitin asıl ruhunu) rencide etmeden yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine (anlayışına) uygun yeni ikna' usûlleriyle ve yeni tevcihat (mana yönleri göstererek) ve tafsilât (açıklamalar) ile îfa-i vazife ederler.”

Risale-i Nur’un yeni tarzı nedir? Sualine cevab olmak üzere Risale-i Nur’dan iki yeri aşağıya alıyoruz:
“Evliya divanlarını ve ulemanın kitaplarını çok mütalâa eden bir kısım zatlar tarafından soruldu: "Risale-in-Nurun verdiği zevk ve şevk ve îman ve iz'an onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?"

Elcevap: Eski mübarek zatların ekseri divanları ve ulemanın bir kısım risaleleri, îmanın ve mârifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler.Onların zamanlarında, îmanın esasatına (temellerine) ve köklerine hücum yok idi ve erkân-ı îman sarsılmıyordu. Şimdi ise, köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoğu, has mü'minlere ve ferdlere hitab ederler. Bu zamanın dehşetli taarruzunu def'edemiyorlar. Risale-i Nur ise, Kur'anın bir mânevî mu'cizesi olarak îmanın esasatını kurtarıyor. Ve…
1- Mevcud ve muhkem (sağlam) îmandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile îmanın isbatına ve tahakkukuna ve muhafazasına ve şübehattan (şübhelerden) kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.

O divanlar derler ki: "Veli ol, gör, makamata çık, bak; nurları, feyzleri al." Risale-i Nur ise der:"Her kim olursan ol, bak, gör; yalnız gözünü aç, hakikatı müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan îmanını kurtar."

2- Hem Risalet-ün-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlisdir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ımânevî-yi dalâlet karşısında tek başiyle galibane mukabele eder.

3- Hem Risalet-ün-Nur, sair ulemanın eserleri gibi yalnız aklın ayağı ve nazariyle ders vermiyor ve evliya misillü yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor; belki aklın ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letâifin teavünü ayağıyle hareket ederek evc-i a'lâya uçar, taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişemediği yerlere çıkar, hakaik-ı îmaniyeyi kör gözüne de gösterir.” (Sikke-i Tasdik)

“Diyorlar ki: "Senin eski zamandaki müdafaatın (savunmaların) ve İslâmiyet hakkındaki mücahedatın (manevî mücadelen), şimdiki tarzda değil. Hem Avrupa'ya karşı İslâmiyet'i müdafaa eden mütefekkirîn (düşünürler) tarzında gitmiyorsun. Neden Eski Said vaziyetini değiştirdin? Neden manevî mücahidîn-i İslâmiye (manevî İslam mücahidleri olan düşünürler) tarzında hareket etmiyorsun?

Elcevab: Eski Said ile mütefekkirîn kısmı, felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarını kısmen kabul edip, onların silâhlarıyla onlarla mübareze ediyorlar (çarpışıyorlar); bir derece onları kabul ediyorlar. Bir kısım düsturlarını, fünun-u müsbete (isbat olunmuş fenler) suretinde lâ-yetezelzel (sarsılmaz) teslim ediyorlar (kabul ediyorlar). O suretle İslâmiyetin hakikî kıymetini gösteremiyorlar. Âdeta kökleri çok derin zannettikleri hikmetin dallarıyla İslâmiyeti aşılıyorlar, güya takviye ediyorlar.
Bu tarzda galebe az olduğundan ve İslâmiyetin kıymetini bir derece tenzil etmek (düşürmek) olduğundan, o mesleği terkettim. Hem bilfiil gösterdim ki: İslâmiyetin esasları o kadar derindir ki; felsefenin en derin esasları onlara yetişmez, belki sathî kalır. Otuzuncu Söz, Yirmidördüncü Mektub, Yirmidokuzuncu Söz bu hakikatı bürhanlarıyla isbat ederek göstermiştir. Eski meslekte, felsefeyi derin zannedip, ahkâm-ı İslâmiyeyi (İslamın hükümlerini) zahirî (yüzeysel) telakki edip felsefenin dallarıyla bağlamakla durutmak ve muhafaza edilmek zannediliyordu. Halbuki felsefenin düsturlarının ne haddi var ki, onlara yetişsin?” (Mektubat, 29. Mektub)
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek
  • Konuyu başlatan "gaib"

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

37

10.01.2012, 21:42

“Risale-i Nur zındıkaya (dinsizliğe) karşı hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) muhafazaya çalışması gibi, bid'ata (yeni harflere) karşı da huruf ve hatt-ı Kur'an'ı (Kur’an harflerini ve yazısını) muhafaza etmek bir vazifesi...” (Kastamonu Lahikası)

Hatt-I Kur'an'i Yani Islam Harflerini Huhafaza Etmek Tüm Risale-I Nur Talebelerinin Asli Bir Görevidir. Imani Kurtarmak Nasil Bir Vazife Ise Bid'alara Karşi Da Sünnet Olan Ve Şeairden Olan Hatt-I Kur'ani Muhafaza Etmek Bir Metod Değildir. Veya Sadece Bir kısım Risale-i Nur talebelerinin yapacağı bir vazife değildir. Vazife umumidir. Bütün Risale-i Nur talebelerinin asli görevidir. Ve bir ayrıntı ve teferruat da değildir.
Hizmetin esasıdır.

Bediüzzaman ve Yeni Harfler

Üstad Bediüzzaman'ın yeni harflere bakışı nasıldır? Risalelerin yeni harflerle basılmasına ne zaman izin vermiştir?

Cevap

Bediüzzaman Hazretleri, risalelerin Latince olarak basılmasına 1956 yılında izin vermiş ve o tarihten itibaren, başta Ankara, İstanbul olmak üzere beş vilayette basılmaya başlanmıştır.

Bununla birlikte Üstad Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’daki beyanlarına baktığımızda, bu müsaadesinin Nur Talebeleri için değil risaleleri bilmeyen diğer ehl-i imanın istifadesi için olduğu anlaşılmaktadır. Yani, Üstad’ın Latin harflerine müsaadesi, cemaatin artık hatt-ı Kur’an’ı bırakarak yeni harflere geçmesi için değil, dışarıdaki ehl-i imanın istifadesi içindi.

Emirdağ’da iken, risaleleri Osmanlıca olarak tamamını matbaada basma teşebbüsü üzerine yazdığı aşağıdaki mektubda, ‘talebelerin latin harflerini tercih etmesi’ ihtimaline binaen inayet-i ilahiyenin eski harflerle dahi matbaa kapısını açmadığının kalbine ihtar edildiğini şöyle beyan ediyordu:

“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sizin bu defa neş'eli güzel mektublarınız, Risale-i Nur'un serbestiyeti ve matbaa kapısıyla intişarı hakkında beni çok mesrur eyledi; ve kahraman Tahirî'nin yine bu ehemmiyetli işte çalışması için buraya gelmesi, beni şiddetle dünyaya bakmağa sevketti. Kalben dedim: Madem kardeşlerim bu derece istiyorlar, çaresini arayacağız. Gecede kalbime geldi ki: İki ehemmiyetli sebebden, inayet-i İlahiye tam serbestiyet ve eski harflerle tamamını tab'etmek tam müsaade etmiyor.

Birinci sebeb: İmam-ı Ali'nin (R.A.) işaret ettiği gibi, perde altında her müştak, kendi kalemi ile veyahut başka kalemi çalıştırmasıyla büyük bir ibadet ve âhirette şehidlerin kanıyla racihane müvazene edilen mürekkep ile mücahede hükmündeki kitabetle (yazarak) envâr-ı imanı neşretmektir. Eğer tab'edilse, herkes kolayca elde ettiği için, kemal-i merakla ona çalışamaz, bilfiil neşrine hizmet vazifesini kaybeder.

İkinci sebeb: Risale-i Nur'un mühim bir vazifesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi muhafaza etmek olduğundan, tab' yoluyla işe girişilse, şimdi ekser halk yalnız yeni hurufu bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla tab'etmek lâzım gelecek. Bu ise Risale-i Nur'un yeni hurufa bir fetvası olup, şakirdleri de o kolay yazıyı tercih etmeğe sebeb olur.” (Emirdağ-1)

Dikkat edilirse yukarıdaki Mektub’da, iki sebeble, tamamını basmaya Allah’ın inayet etmediği anlaşılıyor:

1- Allahu Teala, Nur Talebeleri’nin elleriyle Nurları yazarak kazandıkları şehid sevabına üstün gelen sevablardan mahrum kalmasını murad etmiyor.

2- Matbaa’da tamamı basılmaya niyet edildiğinde, Osmanlıca’dan çok Latince basmak gerekecek. Çünkü halk bunu biliyor. Latince tamamı basıldığında, bazı Nur Talebeleri bunu fetva gibi algılayıp kolaylarına gelen o yazıyı tercih etmelerine sebeb olur. Allahu Teala ise, Kur’an harflerinin bırakılıp Latinceye geçilmesinden razı olmadığı için inayet-i ilahiye tamamını tab etmeye müsaade etmiyor.

Emirdağ-1 mektubları içerisinde olduğu dikkate alındığında 1945-1948 arasında yazıldığı anlaşılan bu mektubda Üstad, tamamının basılmasına müsaade etmeyip Asayı Musa’nın Latince ve Osmanlıca olarak, Zülfikar’ın ise yalnız Osmanlıca basılması ile kanaat ediyor.

Daha sonra, yukarıda dediğimiz gibi 1956 senesinden itibaren onun izni ve müsaadesi ile risaleler Latince olarak basılmaya başlanmıştır. Üstad Hazretleri’nin Latince baskı ile iki çeşit hizmeti hedef aldığı ifadelerinden anlaşılıyor.

1- Bu iman dersleri çokça neşrolarak Anadolu’nun sınırlarına dayanmış olan komünizm dinsizliğine sed çeksin.

2- İslam dünyasının kardeşliği yeniden kazanılsın.

Bunlar elbette önemli hizmetlerdir. Fakat bu veya benzeri hizmetlerin hiç birisi Nur Talebeleri’nin Kur’an yazısı ile olan asıl hizmetlerini bırakmalarına fetva olamaz. Üstad Hazretleri’nin böyle bir fetvası olmadığı gibi, pek çok aleyhte beyanları vardır.

Nur Talebeleri içim önemli olan Latin harflerine ne zaman ve ne kadar bir süre için müsaade edilmesinden ziyade, Risale-i Nur’un ve Üstad’ın yeni harflere aslen nasıl baktığı ve Nur hizmetinde ona ne kadar yer ayırdığıdır.

Üstad’ın yeni harflere nasıl baktığını şu cümleler çok açık ifade ediyor:

“Şakirdlerin gayret ve şevk ve himmetleri şimdiye kadar matbaalara ihtiyaç bırakmamışlar. İnşâallah o kudsî hizmete devam edip, o elmas kalemler ile neşr-i envâr edecekler. Madem bütün bütün mesleğimize muhalif olan yeni hurufu (harfleri), bir-iki risale için kabul ettiğimiz halde matbaacılar çekindiler, o hayr-ı azîmi kaybettiler. Siz o iki risaleyi bizim hesabımıza, kahraman kardeşlerimizden yirmi-otuz zâta tevzi' ederek, yirmi-otuz nüshayı eski hurufla yazdırınız. Yazan kalem sahiblerine daimî hasenat kazandıran o pek büyük hayrı, siz kazanınız. Eğer yeni hurufla, el makinasıyla o iki risaleden yazılmış nüshalar varsa, bize bazı nüshalar gönderiniz.” (Kastamonu Lahikası)

Bu satırlarda, Üstadın “bütün bütün mesleğimize muhalif” demesi ve talebelerin el yazılarıyla matbaalara ihtiyaç bırakmamalarından memnuniyeti cidden dikkate şayandır.

Ayrıca yeni harflere Üstad’ın bakışının ne derece olumsuz olduğunu Üstad 18. Lem’a’da Hz. Ali’den nakille çok açık ifadelerle anlatır.

Peki, Latince ile hiç mi hizmet edilmeyecek? Elbette hayır. Yukarıda da geçtiği gibi, cemaat haricindeki insanların ve yeni girenlerin istifadeleri için elbette bir zaruret durumu vardır. Onların mahrum kalmaması için yeni harflerle de hizmet olacaktır. Fakat önemli olan bu müsaadenin zaruret miktarını aşarak, şakirdlerin o kolay yazıyı tercih etmelerine sebeb olmaması, cemaatin Osmanlıca risaleleri bırakıp Latincelere sarılmamalarıdır.

Bakınız Üstad Hazretleri, Risale-i Nur’un Latinceye müsaadesindeki sınırı nasıl ifade etmiştir:

“Risale-i Nur'un bir vazifesi; huruf-u Kur'aniyeyi muhafaza olduğundan, yeni hurufa zaruret derecesinde inşâallah müsaade olur.” (Kastamonu Lahikası)

Demek ki, Hz. Üstad’ın, “Omsanlıca mı, yeni yazı mı?” sualine vereceği cevabın özü işte üstteki satırlardır. Esas hizmet Kur’an harfleriyle, yani Osmanlıca iledir. Yeni harfler ise zaruret miktarınca kullanılabilir.

Üstad Hazretleri’nin en büyük arzularından biri Nur Talebeleri’nin Kur’an yazısını okuyup yazmayı öğrenerek Kur’an harflerinin muhafazasına hizmet etmeleri idi. Buna dair risale ve mektublarda o kadar çok ifadeler var ki, toplansa sayfalar tutar. Mesela bazıları şunlardır:

“Risale-i Nur şakirdleri bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur'âniyi (Kur’an yazısını) harika bir surette neşir ve tamim (yayıp umumîleştirmek) ile muhafazasına çalıştıkları bir zamanda….” (Sikke-i Tasdik, 18. Lem’a)

“Hatt-ı Kur'anın (Kur’an yazısının) tebdiline (değiştirilmesine) karşı, Kur'an şakirdlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur'anîyi muhafazaya çalışması aynı senededir.” (Mektubat, 29. Mektub)

“Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu (Kur’an harfleriyle) yazmak veya yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur talebesi ünvanını alır.” (Kastamonu Lahikası)

“Risale-i Nur'dan eskimez yazı öğrenmeye gelince: Kur'an yazısıyla olan Nur Risalelerini yazmaktaki kazancımız çok büyüktür. Eskimez yazıyı kısa bir zamanda öğreniyoruz. Hem yazarken malûmat elde ediyoruz. Hem Risale-i Nur eczalarını çoğaltmakla, imana ve Kur'an'a hizmet edildiği için pek büyük manevî kazançlar kazanıyoruz. Hem yazılarak edinilen bilgi hâfızaya daha esaslı yerleşiyor. Bunun için şimdiye kadar binlerle genç Risale-i Nur'u yazarak Kur'an yazısını öğrenmiş ve öğrenmektedir.” (Nur’un İlk Kapısı)

Yani Nur talebeleri, yeni tanıyan bir müslümana Latin harfleriyle basılmış risaleleri verebilirler. Fakat en kısa bir sürede onun da Hatt-ı Kur’an denilen Kur’an alfabesini öğrenerek risaleleri orjinallerinden okumalarını sağlamaları bir vazifeleridir.

Kur’an yazısıyla yazılan orijinal risalelerden okumayı bırakıp Latincelere yönelmek asla Risale-i Nur’un nazarı değildir. Çünkü Üstad’ın nazarında yeni harfler bid’adır. Bunu gösteren bazı cümleleri şunlardır:

“Risale-i Nur zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid'ata (yeni hurufa) karşı da huruf ve hatt-ı Kur'an'ı (Kur’an harflerini ve yazısını) muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur'aniyeyi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur'aniyeye ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillah ayıldılar. İnşâallah tamamen kurtuldular.” (Kastamonu Lahikası)

“Bu zât, Ağras'taki Nur talebelerinin başında nâzırları hükmünde olduğu bir zaman, Sünnet-i Seniyeye ittiba ve bid'alardan içtinabı meslek ittihaz eden talebelerin manevî şerefini kâfi görmeyerek ve ehl-i dünyanın nazarında bir mevki kazanmak emeliyle mühim bir bid'anın (yeni hurufun) muallimliğini deruhde etti (üzerine aldı). Tamamıyla mesleğimize zıd bir hata işledi. Pek müdhiş bir şefkat tokadını yedi. Hanedanının şerefini zîr ü zeber edecek bir hâdiseye maruz kaldı.” (10. Lema)

Bid’alara taraftar olmamak, Nur hizmetinin şartlarından biridir. Üstad Bediüzzaman, bid’a taraftarlarını talebeliğe değil dostluğa bile kabul etmiyor. Dost talebe ve kardeş olarak kabul ettiği insanları tarif ederken dostlar için şöyle diyor:

“Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat'iyyen, Sözler'e ve envâr-ı Kur'aniyeye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun; ve haksızlığa ve bid'alara ve dalalete kalben tarafdar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın.” (Mektubat)

Kastamonu Lahikasında da şöyle der:

“Bid'a ile amel eden, kalben tarafdar olmamak şartıyla dost olabilir.”

Bid’alara kalben taraftarlık gösteren birini dostluğa Kabul etmeyen, hiç talbeleri arasına alır mı?

Netice olarak şunu diyebiliriz: Nur Talebeleri, Nurlardan aldıkları dersle sünnet-i seniye üzere bir İslami bakış açısı kazanır ve bid’alara karşı mesafeli dururlar. Bu nokta-i nazardan Risale-i Nur Talebesi olmaya gayret eden kimselerin Kur’an yazısı ile okuyup yazmayı öğrenip öğretmeleri ve risalelerin Osmanlıcalarından okuyup ders vermeleri temel bir vazifeleridir.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

38

10.01.2012, 23:19

Ittihad etmek icin ortak noktalarimizi bilmemiz lazim. Hüsrev agabey ortak noktamiz olarak kabul edemeyiz. Zira o bir sahistir. Risale-i Nur ise Sahs-i Maneviyi esas alir. Risale-i Nurun bir mirascisi Risale-i Nurun da herseyini kabul etmek zorunda. Hem mirasin genel sartlari da bunu gerektirir.

Herkesin kabul edecegi ortak noktalarimizda ittihad etmemiz ve bunu da ictima-i hayatta vurgulamamiz gerekir. Herkesin anlayacagi bir lisan ile bunu yapmamiz gerek. Yoksa benim dedigim olsun veyahut benim dedigim dogrudur diye insanlara zorla hakikat kabul ettirilmez..
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

  • "yaşargürt" bir erkek

Mesajlar: 36

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

39

11.01.2012, 00:12

Şahs-ı manevinin liderlikle bir zıtlığı yoktur. Bunu en güzel örneği, Peygamber Efendimiz (asm) ile sahabeler cemaatinin şahs-ı manevisinin durumudur. Sevgili Peygamberimiz (sav) hem onlara liderlik yapar, hem de onların görüşlerini alır ve onlarla istişa

Ittihad etmek icin ortak noktalarimizi bilmemiz lazim. Hüsrev agabey ortak noktamiz olarak kabul edemeyiz. Zira o bir sahistir
Haklısın ortak noktaları bilmemiz lazım.

Ortak noktalarımız: 1-Peygamber Efendimiz ASM ortak noktamız. Ve o bir şahıs ve kul. Ve onun şahs-ı manevisi de var. Yani İslamiyet.
2-Üstadımız Bediüzzaman ortak noktamız. Ve o bir şahıs ve kul. Ve onun şahs-ı manevisi de var. Yani Risale-i Nur.


Şahs-ı Manevî

Şahs-ı maneviyi maddi ve manevi anlamda nasıl misallendirebiliriz? Şahs-ı maneviye dahil olma şartları nedir? Şahs-ı manevinin meşveretle bir ilişkisi varmıdır. Şahs-ı manevi anlayışı ile bir ulul emre tâbi olmak anlayışı biri birisine zıt düşer mi?
Cevap

Şahs-ı manevi, çok kimselerin belirli bir maksada yönelik olarak bir araya gelmesi ile ortaya çıkan bir topluluğun manen tek bir şahıs gibi olması demektir.
Tek bir şahıs nasıl bir gayeye yönelik çalışmalar yapıyor ve belirli neticeler elde ediyorsa, topluluğun şahs-ı manevisi de öyledir.
Maddi misal olarak kamu kuruluşlarını verebiliriz. Mesela, Kızılay'ın da bir şahs-ı manevisi vardır. Bu gibi devlet kuruluşlarına, "kamu tüzel kişiliği" denmesi de şahs-ı manevi manasındadır.
Bu kurumun bütün personeli, birlikte kuruluş gayelerine yönelik çalışmalar yaparlar ve tek başlarına yapamayacakları büyük hayırlara vesile olabilirler.
Manevi olarak ise, bütün hayır kuruluşlarını, cemiyetleri ve cemaatleri misalverebiliriz.
Şahs-ı maneviye dahil olmanın şartı, o topluluğun gayelerini samimi bir şekilde kendine gaye edinmek ve bu gayeleri elde etmek yolunda diğer ferdelerle sıkı bir dayanışma içinde olmaktır. Üstad Bediüzzaman dayanışma yoluyla şahs-ı manevi oluşturmanın nasıl büyük bir kuvvet artışına sebeb olduğunu şöyle anlatır:
"Hakikî ve samimî bir ittifakta (birleşmekte) herbir ferd, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid (birleşmiş) adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır." (21. Lema)
Ayrıca Hz. Üstad, şahs-ı manevi oluşturarak yapılan hayırlı çalışmalardan kazanılan büyük sevapların, bölünmeden bütünüyle, şahs-ı maneviye dahil her bir ferdin amel defterine kayd edileceğini, bunun hakikat ehli büyük zatlar tarafından keşfen görüldüğünü ve Allah'ın rahmetinin genişliğinin de bunu gerektirdiğini söyler.
Şahs-ı manevi'nin fikri ise, en güzel meşveret, yani istişare yoluyla ortaya çıkar. Eğer ona dahil ferdler arasında verimli bir meşveret ilişkisi yerleşmiş olursa çok güzel fikirler ortaya çıkabilir. Zararlar erkenden farkedilip tedbirler alınır, kâr getirecek fırsatlar kaçırılmaz. Ferdlerin kabiliyetleri gelişir.
Üstad'ın yukarıdaki sözünde geçtiği gibi, bir akılla değil, on akılla düşünülmüş, yirmi gözle görülmüş gibi olur.
Şahs-ı manevinin liderlikle bir zıtlığı yoktur. Bunu en güzel örneği, Peygamber Efendimiz (asm) ile sahabeler cemaatinin şahs-ı manevisinin durumudur.
Sevgili Peygamberimiz (sav) hem onlara liderlik yapar, hem de onların görüşlerini alır ve onlarla istişare ederdi. Üstelik Kur'an, "Onlarla istişare et" diyerek ona bunu emretmişti.
En güzel liderlik arkasındaki topluluğun görüşlerinden devamlı faydalanan ve istişare mekanizmasını iyi çalıştıran liderliktir.
Allahu teala, arı ve karınca gibi hayvan topluluklarına bile içlerinden birer reis tayin ettiğine göre, insanların cemiyetlerinin başsız olması asla düşünülemez. Bunun aksini savunmanın İslam ahlakı ile hiç bir alakası yoktur.
Müslümanların birlik beraberlik olması, şahs-ı manevi teşkil etmeye çok önem vermesi ve meşvereti iyi kullanan kaliteli liderler yetiştirmesi lazımdır. Bu zamanda İslam Dünyası'nın batı karşısında gelişmesi için bu şarttır.
Yaşasın şeriat-ı garrâ!

Yaşasın adalet-i İlâhî!

Yaşasın ittihad-ı millî!

Ölsün ihtilâf!

Yaşasın muhabbet-i millî!..

Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam!

Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler!

Yaşasın satvet-i muşahhas ordular!

Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet...

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek
  • Konuyu başlatan "gaib"

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

40

11.01.2012, 14:36

Risale-i Nur Talebesi kimdir? Üstad Risale-i Nur Talebesi’ni nasıl tarif eder ve onlarda aradığı şartlar nelerdir? Bediüzzaman Hazretleri bu suallerin cevablarını çeşitli risale ve mektublarında vermiştir. Bunları üç ana başlık altında toplayabiliriz:

<img src="http://www.risaleonline.com/Themes/Kibar/images/applications-office.png" align="absmiddle" alt="Makale" /> Risale-i Nur Talebesi Olmanın Şartları


Risale-i Nur Talebesi kimdir? Üstad Risale-i Nur Talebesi’ni nasıl tarif eder ve onlarda aradığı şartlar nelerdir? Bediüzzaman Hazretleri bu suallerin cevablarını çeşitli risale ve mektublarında vermiştir. Bunları üç ana başlık altında toplayabiliriz:

1. Risale-i Nur’u neşretmeyi en büyük vazifesi bilmek:
Hazret-i Üstad bu şartı şöyle açıklar: “Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler'i (Risaleleri) kendi malı ve te'lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.”[1]

Risale-i Nur Talebesi, hayatını bu kudsî iman Kur’an hizmetine adayan kişidir. Bu uğurda gereken hiçbir fedakârlıktan çekinmez. Risale-i Nur’un neşri için üzerine düşen vazife ne ise yapar. Neşir için Üstad’ı ne emrediyorsa, Risale-i Nur’da nasıl beyan edilmişse o şekilde yerine getirmeye çalışır. Şahsi hayatında, içine girdiği her ortamda Risalelerden elde ettiği iman hakikatlerini insanlarla paylaşır. Bunun için önüne çıkan her fırsatı değerlendirerek insanların bu kuvvetli iman dersleri ile tanışması için, elinden gelen her şeyi, usulüne uygun bir şekilde yapmaya çalışır.

Nur Talebesi’nin evi bir Nur Medresesi gibi çalışır. Çoluk çocuğuyla Risale-i Nur okuyup yazarak çalıştığı gibi, alakadar komşularını da arasıra davet ederek Risale-i Nur’dan istifade etmelerine çalışır. Okulunda, işyerinde hep bu şuurla yaşar, bu şuurla hareket eder. Bunun için Hazret-i Üstad, “Her şakirdin (talebenin) vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devam ile olur.”[2] der.

2. Risaleleri yazarak neşretmek:
Bediüzzaman Hazretleri Kur’an harflerinin yasaklandığı bir asırda Kur’an’a hizmet ettiğinin bir neticesi olarak, her bir talebenin Risaleleri, Kur’an harfleriyle bizzat yazarak neşretmesini de bir talebelik şartı olarak koşmuştur.

“Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur talebesi ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevîkazançlarımda hissedar olmakla beraber; benim gibi dua eden kıymetdar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.”[3]

Görüldüğü gibi Üstad, talebelerinden Risaleleri yazmalarını, Risale-i Nur’a intisab edip bağlanmanın şartı olarak koşuyor, eğer yazmaları mümkün olamıyorsa, kendine bedel başkalarının yazmalarını şart koşuyor ve ancak bu takdirde “Nur Talebesi” ünvanını alacaklarını beyan ediyordu. Bu şekilde bir yandan Risaleler neşrolurken, bir yandan Kur’an harflerinin, toplumca tamamen terk edilmesinin önüne geçiliyordu.[4]Herkesin, “artık eski harfler terk edildi kimse kullanmıyor, bilmiyor” zannettiği bir dönemde, memleketin dört bir yanında Nur Talebeleri manevî bir cihad ruhuyla[5] Kur’an yazısıyla meşgul oluyor, öğreniyor, öğretiyordu. Bu şekilde memleketimizde Kur’an yazısı incelse de kopmamış, gittikçe kuvvetlenerek günümüze kadar ulaşmıştır. Hazret-i Üstad’ın Risale yazmayı talebelik şartı olarak gördüğünü gösteren diğer bazı beyanları:

“Yazdığın Kader Sözü beni çok memnun etti. Dua ile kardeşlik hakkını eda ettiğin gibi, bunun yazmasıyla talebelik hukukunu dahi kaza ettin.”[6]

“Saatçi Lütfü Efendi'ye pek çok selâm ve dua ederim. Cenab-ı Hak ona, o bana yazdığı Pencere Risalesi'nin harfleri adedince ruhuna rahmet, kalbine nur, aklına hakikat, malına bereket ihsan eylesin. Âmîn, âmîn, âmîn. Maksadım, ona o risaleyi yazdırmak, onu has talebeler dairesine dahil etmekti. Yoksa ona o zahmeti vermezdim.”[7]

“Kalben, kalemen, bilfiil alâkadar olmak (kalemle yazmak) şartıyla, yirmidört saatte yüz defa, tasavvurca beşyüz defa, manevî kazanç ve duamda hissedar olmaya müstehak olmanızı arzu ettiğim bir vakitte bu sualleriniz, beni sizin hesabınıza çok mesrur etti ve bir beşaret oldu.”[8]

3. Sadakat ve sebat:
Talebeliğin diğer büyük bir şartı sadakat ve sebattır. Yani kalben sadık olmakla beraber sadakatinde yılmayıp devamlı olarak bu sadakat üzere kalmaktır. Şöyle açıklar:
“Risalet-ün-Nur, kendi sâdık ve sebatkâr şâkirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil, fiat olarak o şâkirdlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimî sarsılmaz bir sebatister.”[9] Yani Nur Talebesi olmak ve onun getireceği büyük sevablardan hissedar olmak ancak ömür boyu süren bir sadakatle mümkün olur.

Burada saydığımız üç şartı Bediüzzaman Hazretleri iç içe olarak ele almış birbirinden ayırmamıştır. Yani Nur Talebesi evvela kalben sadık olacaktır. Bununla birlikte hayatının ana gayesi olarak Risale-i Nur’un ve ondaki Kur’an hakikatlerinin insanlığa ulaşmasını görecektir. Bu hakikatleri ulaştırırken, Kur’an harfleri ile bizzat veya başkası vasıtasıyla yazıp yazdırarak neşirle birlikte bir yandan da Kur’an harflerinin muhafazasına hizmet edecektir.

Bu şekilde sadakatle ve Nurları yazarak Risale-i Nur’a talebe olan kimselerin çok büyük manevî kazançlar elde edeceğini müjdeleyen Üstad bu kârları şöyle sıralar:

1- İmanla kabre girmek.
2- Bütün diğer talebelerin sevablarına ortak olmak.
3- İlim talebelerinden sayılıp şehadet mertebesini kazanmak.[10]




[1] 26. Mektub

[2] Kastamonu Lahikası

[3] Kastamonu Lahikası

[4] “Kur'an hattını muhafaza etmek hizmetiyle de muvazzaf olan Risale-i Nurun, muhakkak Kur'an yazısıyla neşredilmesi lâzımdı.” (Tarihçe-i Hayat)

[5] “Huruf-u Kur'aniyeyi tercüme ile tahrif, tebdil, tağyir etmek (Kur’an harflerini bozmak, değiştirmek); mülhidlerin (dinsizlerin bu) dehşetli cinayetlerine mukabil cihad eden Said, ifratkârane ve müsrifane tevafukta çok tedkikatı lüzumsuz değil, manasız olmaz.” (Kastamonu Lahikası)

[6] Barla Lahikası

[7] Barla Lahikası

[8] Barla Lahikası

[9] Sikke-i Tasdik-i Gaybî

[10] “Kalemle Nurlara hizmet ve sadakatla talebesi olmanın iki mühim neticesi vardır:
1- Âyat-ı Kur'aniyenin işaretiyle, imanla kabre girmektir. 2- Bütün şakirdlerin manevî kazançlarına, Nur dairesindeki şirket-i maneviye sırrıyla, umum onların hasenatlarına hissedar olmaktır. Hem bu talebesizlik zamanında, melaikelerin hürmetine mazhar olan talebe-i ulûm-u diniye sınıfına dâhil olup âlem-i berzahta -talii varsa, tam muvaffak olmuşsa- Hâfız Ali ve Meyve"de bahsi geçen meşhur talebe gibi; şüheda hayatına mazhar olmaktır.” (Emirdağ Lahikası) http://www.risaleonline.com/makale/risal…lmanin-sartlari
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir