Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

12.02.2009, 15:30

Yukarda Allah Var demek doğru mu?

Böyle demek yanlıştır.Çünkü gerçekte böyle bir şey yoktur.Çünkü Allah mekandan münezzehdir.Her yerde ilmiyle kudretiyle hazır nazırdır.

2

12.02.2009, 15:31

Üçünctecellî-i ehadiyetü menba olan :

Yani, Sâni-i Zülcelâl(ALLAH), cisim ve cismanî olmadığı için, zaman ve mekân Onu kayıt altına alamaz.

Ve kevn(KAıNAT) ve mekân, Onun şuhuduna ve huzuruna müdahâle edemez.

Ve vesâit(VASITALAR) ve ecram(YILDIZLAR), Onun fiiline perde çekemez. Teveccühünde(YÖNELMESıNDE) tecezzî (BÖLÜNME)ve inkısam(KISIMLARA AYRILMA) olmaz.

Birşey bir şeye mâni(ENGEL) olmaz. Hadsiz(SONSUZ) ef'âli(FııLı), bir fiil gibi yapar. Onun içindir ki, bir çekirdekte koca bir ağacı mânen derc ettiği(KOYDUğU) gibi, bir âlemi birtek fertte derc edebilir. Bütün âlem, birtek fert gibi dest-i kudretinde (KUDRET ELıNDE)çevrilir.

şu sırrı başka Sözlerde izah ettiğimiz gibi, deriz ki:

3

12.02.2009, 15:32

Nasıl ki nuraniyet itibarıyla bir derece kayıtsız olan güneşin timsali herbir cilâlı, parlak şeyde temessül eder(YANSIR). Binlerle, milyonlarla aynalar nuruna mukabil gelse, birtek ayna gibi, inkısam etmeden(KISIMLARA AYRILMADAN), bizzat(KENDıSı) herbirinde cilve-i misaliyesi(MıSALı GÖRÜNTÜSÜYLE) bulunur.

Eğer aynanın istidadı(ALACAK KABıLıYETı) olsa, güneş, azametiyle(BÜYÜKLÜğÜYLE) onda âsârını(ESERıNı) gösterebilir. Birşey bir şeye mâni(ENGEL) olamaz. Binler, bir gibi ve binler yere bir yer gibi kolay girer. Herbir yer, binler yer kadar o güneşin cilvesine mazhar olur.

4

12.02.2009, 15:33

ışte, , şu kâinat Sâni-i Zülcelâlinin, nur olan bütün sıfâtıyla ve nuranî olan bütün esmâsıyla(ıSıMLERıYLE), teveccüh-ü ehadiyet(TEK OLARAK YÖNELMESı) sırrıyla öyle bir tecellîsi (Allah`ın herbir isminin mânâsını icrâ etmesi; Allah`ın Rezzak ismiyle rızık vermesi, Muhyî ismiyle diriltmesi, şâfi ismiyle hastalara şifâ vermesi gibi.)var ki, hiçbir yerde olmadığı hâlde, her yerde hazır ve nazırdır. Teveccühünde inkısam olmaz(ALLAHIN HERşEYE YÖNELMESı AYNI ANDADIR.ÖNCE BıR şEYE YÖNELıP,SONRA DığERıNE YÖNELMEK SÖZKONUSU DEğıLDıR.ÇÜNKÜ ALLAH NURDUR.HERşEYE AYNI ANDA BAKAR). Aynı anda, her yerde, külfetsiz(ZORLANMADAN), müzahamesiz(ZAHMET ÇEKMEDEN), her işi yapar. 20.MEKTUB..ONUNCU KELıME.

5

12.02.2009, 15:54

Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsından Nur isminin bir kesif aynası hükmünde olan güneşin, emr-i Rabbânî ve teshîr-i ılâhî ile mazhar olduğu vazifeler, şu hakikati fehme takrîb eder. şöyle ki:

Güneş, ulviyetiyle beraber, bütün şeffaf ve parlak şeylere nihayet derecede yakın, belki onların zâtlarından onlara daha yakın olduğu; cilvesiyle ve timsâliyle ve tasarrufa benzer çok cihetlerle, onları müteessir ettiği halde, o şeffaf şeyler ise, binler sene ondan uzaktırlar. Onu hiçbir vecihle müteessir edemezler; kurbiyet dâvâ edemezler. Hem, o güneş, her şeffaf zerreye, hattâ ziyâsı nereye girmiş ise orada hâzır ve nâzır gibi olduğu, o zerrenin kabiliyet ve rengine göre güneşin aksi ve bir nevi timsâli görünmesiyle anlaşılır. Hem, güneşin azamet-i nurâniyeti derecesinde ihâtası, nüfûzu ziyâdeleşir. Nurâniyet azametindendir ki, en küçük ufak şeyler, ondan gizlenip kaçamazlar. Demek, azamet-i kibriyâsı, cüz'î ve ufak şeyleri, nurâniyet sırrıyla harice atmak değil, bilakis daire-i ihâtasına alıyor. Hem, güneşi, mazhar olduğu cilvelerde ve vazifelerde, farz-ı muhâl olarak, fâil-i muhtar farz etsek, o derece suhûlet ve sürat ve vüs'at içinde, zerreden, katreden, deniz yüzünden seyyârâta kadar izn-i ılâhî ile öyle işliyor ki, şu tasarrufât-ı azîmeyi yalnız bir mahz-ı emir ile yapar tahayyül edilebilir. Zerre ile seyyâre, emrine karşı müsâvidirler. Deniz yüzüne verdiği feyzi, zerreye de, kabiliyetine göre kemâl-i intizam ile verir.

ışte, semâ denizinin yüzünde ziyâdar bir kabarcık ve Kadîr-i Mutlakın Nur isminin cilvesine kesif bir aynacık olan şu güneşin, bilmüşâhede, şu hakikatin üç esâsının numunelerine mazhar olduğunu görüyoruz. Elbette güneşin nur ve harareti, ilim ve kudretine nisbeten toprak gibi kesif hükmünde, -Nurların nuru, nurların nurlandırıcısı, nurların takdir edicisi.- olan Zât-ı Zülcelâl, herşeye ilim ve kudretiyle nihayetsiz yakın ve hâzır ve nâzır ve eşya Ondan gayet uzak olduğuna; hem, o derece külfetsiz muâlecesiz, suhûletle işleri yapar ki, yalnız mahz-ı emrin sürat ve suhûletiyle icad eder gibi anlaşıldığına; hem hiçbir şey, cüz'î küllî, küçük büyük daire-i kudretinden harice çıkmadığına ve kibriyâsı ihâta ettiğine şuhud derecesinde bir yakîn-i imânî ile ımân ederiz ve ımân etmek gerektir.Sözler | On Dördüncü Söz | 153

6

12.02.2009, 15:57

Evet, görüyoruz ki, bütün yeryüzünde bir vüsat-i mutlaka içinde bir icad, bir tasarruf, bir faaliyet var. Hem, o vüsat içinde bir sürat-i mutlaka ile işleniyor. Hem, o sürat ve vüsatle beraber, teksir-i efradda bir sehâvet-i mutlaka görünüyor. Hem, o sehâvet ve vüsat ve süratle beraber, bir suhûlet-i mutlaka görünüyor. Hem, o sahâvet ve suhûlet ve sürat ve vüsatle beraber, her bir nevide, her bir ferdde görünen bir intizam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü sanat ve nihayet ihtilât içinde bir imtiyâz-ı etemm ve gayet mebzûliyet içinde gayet kıymettar eserler ve gayet geniş daire içinde tam bir muvâfakat ve gayet suhûlet içinde gayet san'atkârâne bedîaları icad etmek, bir anda, her yerde, bir tarzda, her ferdde bir sanat-ı hârika, bir faaliyet-i mu'ciznümâ göstermek, elbette ve elbette öyle bir Zâtın hâtemidir ki, hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hâzır, nâzırdır. Hiçbir şey Ondan gizlenmediği gibi, hiçbir şey Ona ağır gelmez; zerrelerle yıldızlar, Onun kudretine nisbeten müsâvidirler.

Sözler | Yirmi ıkinci Söz | 271

7

12.02.2009, 16:01

ışte, şu vaziyette bir insana hakiki ma'bud olacak, yalnız her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazînesi yanında, her şeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, aczden müberrâ, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir Kadîr-i Zülcelâl, bir Rahîm-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl olabilir. Çünkü, nihayetsiz hâcât-ı insaniyeyi ifâ edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhît bir ilim sahibi olabilir. Öyle ise, ma'budiyete lâyık yalnız Odur.
Sözler | Yirmi Üçüncü Söz | 289

8

12.02.2009, 16:09

Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardır ki, bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eşyayı bütün şuûnâtıyla birden görmeyen ve nihayetsiz işleri beraber yapamayan ve her yerde hâzır ve nâzır bulunmayan ve mekândan münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan, bize sahip olamaz ve müdâhale edemez."Sözler | Otuz ıkinci Söz | 546

9

12.02.2009, 16:14

Haşiye: ılim ve kudretiyle, Allah her şeyden büyüktür, yücedir. Zira O, zatının lazımı olan muhit ilmiyle her şeyi bilir. Zatının lazımı olan öyle bir ilimden hiçbir şeyin gizlenmesi mümkün değildir. Çünkü O, ilminin varlığı ve nur-u ilminin bütün alem-i vücudu ihatası sırrınca, her yerde vardır, hazır ve nazırdır; her şeyi ihata eder ve her şeyi görür, müşahede eder nuraniyet sahibidir.
şualar | On Beşinci şuâ | 554

10

12.02.2009, 16:16

Evet, nasıl ki güneş, ziyasıyla umum zemini ışıklandırıp vahidiyete bir misal olduğu gibi, ayine gibi mukabilindeki her şeffaf şeyde, timsali ve aksi ve yedi renkli ziyasıyla ve zatının suretiyle bulunup, ehadiyete dahi bir misal teşkil eder. Eğer güneşin ilmi ve kudreti ve ihtiyarı olsaydı ve cam parçalarının ve içinde güneşçikler görünen katrelerin ve kabarcıkların kabiliyetleri bulunsa idi, irade-i ılahiyenin kanunuyla herbirisinde ve yanında timsaliyle ve sıfatlarıyla tam bir güneş bulunup, sair yerlerde bulunması onun tasarrufatına hiç noksan vermeyerek kudret-i Rabbaniyenin emriyle, tesiriyle, hükmüyle pek büyük zuhurata sebep olarak, ehadiyetteki fevkalade kolaylık ve suhuleti gösterir.

Aynen öyle de, Sani-i Zülcelal, vahidiyet itibarıyle bütün eşyayı ihata eden ilim ve iradesi ve kudretiyle bakar ve hazır ve nazır olduğu gibi, ehadiyet cihetiyle ve tecellisiyle herşeyin, husufsan zihayatın yanında isimleri ve sıfatlarıyla bulunur ki, kolayca, bir anda sineği kartal sisteminde, bir insanı küçük bir kainat sisteminde icad eder. Ve zihayatı öyle mu'cizatlı bir şekilde yaratır ki, eğer bütün esbab toplansa, bir bülbülü, bir sineği yapamazlar. Ve bir bülbülü yaratan, bütün kuşları yaratan olabilir. Ve bir insanı halk eden, ancak kainatı icad eden Zattır. şualar | On Beşinci şuâ | 571

11

12.02.2009, 23:12

Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)
"şüphesiz Rabbiniz O Allah'tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arşa istivâ etti." (el-A'raf, 7/54)
"şüphesiz ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da arş üzerine istivâ eden Allah'tır." (10/3)
"Allah O'dur ki gökleri gördüğünüz şekilde direksiz yükseltmiştir. Sonra arş üzerinde istiva etmiştir." (er-Rad, 13/2)
"Rahman arşa istivâ etti." (20/5)
"Sonra arş üzerinde istiva edendir. Rahman'dır." (el-Furkan, 25/59) "Allah göklerle yeri ve onların aralarında olanları altı günde yaratan sonra arşa istivâ edendir." (es-Secde, 32/4)
"O, gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra da arş'a istivâ edendir." (el-Hadid, 57/4)] 1
(O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.(Rahman suresi 55-17
)


Yukarda Allah Var demek doğru mu?

Böyle demek yanlıştır.Çünkü gerçekte böyle bir şey yoktur.Çünkü Allah mekandan münezzehdir.Her yerde ilmiyle kudretiyle hazır nazırdır.



Kardeşim böyle demek yanlış diyorsunuz elbette "Hele can boğaza gelip dayandığında, ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz, Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz."(Vakıa Suresi, 83-85) Allah celle celaluhu tüm esma ve sıfatları ile bütün mahluk alemi yaratılmış alemin içnde bütün zerrelere ve ötesine kadar herşeye nufus ve tasaruf eden tüm varlığı ılmi ilahisiyle birlikte kudret sıfatıyla onları içten dışa dıştan içe kuşatandır.Fakat bu ayette görüldüğü üzere esma ve sıfatları ile tecellisinin kuşatmış olma vurgusu üzerine biz vurgusu ve çokluk ifade etmektedir.Yani o hiçten yaratığı hiç bir mahluk olanın Allah zatı tecellisini kaldıramıyacağı ne mahluk olan nede o olan mecul ü yaratarak sıfat-ı ılahiyesinden esmai ilahiyesini tecelli buyurarak o meculün üstüne olan tecelli i ılahisiyle Alemleri yaratmış ve ılmi ılahisi ve onunla tecelli olan kudreti ılahisiyle ihata etmişdir ve ne bir zerre dahi bir aşire zaman dahi bile o ihata ve tecelliden beri ayrı gayrı değildir Kitabı mübin olan Alemi şahadette...Evet buraya kadar ayetle burda ifade edilen manayı inşaallah anlamak ve anlatmak nasip olmuştur inşaallah...şimdi yukardaki ayette bahsi geçen Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kânellâhu bi kulli şey'in muhîtâ(muhîtan).Ve, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Ve Allah herşeyi kuşatandır. 4 / NıSA - 126 bu ayette biz değil Allah ismi azamı ifadesi kullanılmakta gök ve yer herşey onundur ve herşeyi kuşatmışdır ibaresini görüyoruz burda ve daha sonraki 7 ayette varlık , mahluk aleminin yaratılışını ve kendisinin istiva lafzıyla o bütün yaratılmışların üzerinde bir boyut ve mekana sahip ve münezzeh ve herşeyi kuşatan hükmeden olduğunu olduğunu bildiriyor.Yani Zatı Mahiyetyle yerleride gökleride batılarıda ,doğularıda kuşattığını ifade ediyor .Bizler şunu unutmamamız gerekiyor Allah (Celle Celaluhu ve Tekaddes Hazretlerinin) mahluk alemi dışında zaman ve mekan mülk alemi olan Kitabı Mubin ve gayb ve melekut alemi olan ımamı Mübin dışında, Zatı Mahiyeti ,Lahuti alemi yani zaman ve mekandan münezzeh olmakla birlikte çepe çevre tüm zahiri ,batini mülk ve melekut alemini çepe çevre kuşatan Allahlık hakikatı ve Zatı Mahiyeti var elbette bu bizim tassavur ve hayalimizin fevkınde olan bir gerçeklik ve hakikattır cennetin sidre sınırlarında kendisine refakat eden Cebrail a.s.bırakarak Kab-ı Kavseyn sınırlarında yani ne mahluk nede Allah olan bir mahiyet olan mecul sınırlarında, Tâ daire-i âzamiyesinin ünvânı olan Arş-ı âzamına girecek, tâ Kâb-ı Kavseyne, yani imkân ve vücûb ortasında Kâb-ı Kavseyn ile işaret olunan makama girecek ve Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ile görüşecektir. Ki, şu seyr ü sülûk ise, Mi'racın hakikatidir. 31.söz hakikatı mirac nedir?2. esas görüşen sebebi kainat ,Muhammedi hakikatı kainatın sırrı ve muhtevası olan Risaleti Ahmediye asm.ve bu görüş dahi bizzat Zatı Mahiyeti Vahidiyesi ile olması mümkün olmadan tecelli i ehadiyetle mümkün olduğunu anladığımız bir yüksek mirac sırrı ve hakikatı,yine bediüzzaman hazretleri şöyle ifade ediyor ''rubûbiyet-i ılâhiyeyi temâşâ ettirip o dairelerin semâvâtında makamları bulunan ve ihvânı olan enbiyâyı birer birer göstererek, tâ Kâb-ı Kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyet ile kelâmına ve rü'yetine mazhar kılmıştır.'' 31. söz Hakikatı mirac nedir 2. esas

Evet demekki Allah (c.c.)hem sağımızı, hem solumuzu, hem aşşağımızı ,hemde yukarımızı kuşatmıştır, hemde ilk Tekvinle, kün fe yekun hadisesiyle bende derimki Allah hemde yukardadır; yukarda değil demekte yanlış ve eksiktir.
Allahın selamı rahmeti ve bereketi müminlerin üzerine olsun.

12

27.07.2009, 19:26

Bakın kardeşlerim görüyorum ki;,İnayeti İlahi ve Tevafuk-u İlahi neticesinde rastgeldiğim üzere anladımki,mesele benim gabiliğim ve kabiliyetsizliğim den kaynaklanan bir şekilde,tam izah edilememiş ve hakikatın izahı olan maksadım tam anlaşılamamış.Bunu yine Tevaku İlahinin iktizası olarak başka bir forumda yazımdan alıntı yapan hasbi bir kardeşimin konuyu işediği yazıdan müşahade eyledim.Bu yüzden daha anlaşılır olmasına dair bir izah yapmaya mecbur oldum.






Allahın,Zat-ı Mahiyet-i Vahidiyeti ile zaman ve mekandan münezzehliği ve kevn ile Zat-ı Mahiyeti Vahidiyetinden olan,Ehadi münasebeti





Allahu Teala Mahiyet-i i Vahidiyet-i İlahisiyle,zaman mekan ve herşeyden münezzeh.Allah-u Tealanın Mahiyet-i Vahidiyet-inden,bizzat zatından olarak tezahür eden Ehad-i tecellileri ile de herşeye herşeyden daha yakın ve herşeyi kuşatandır:


Peygamberimiz (asv) “Yüce Allah yetmiş bin hicap arkasındadır” (İmam-ı Gazali, İhya-ı Ulum el-Din, 1:101)


Melekler ve Rûh oraya bir günde çıkarlar ki, oranın mesafesi ellibin yıldır. Mearic 4. Ayet


İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklım yürüyüş yaparken, bazan kalbim ile arkadaş olur. Kalb zevkiyle bulduğu şeyi akla veriyor. Akıl berveçh-i mutad, burhan şeklinde bir temsil ile ibraz ediyor. Meselâ:

Fâtır-ı Hakîmin kâinattan sonsuz bir uzaklığı olduğu gibi, sonsuz bir kurbiyeti de vardır. Evet, ilim ve kudretiyle bâtınların en bâtınında bulunduğu gibi, fevklerin de en fevkinde bulunuyor. Hiçbir şeyde dahil olmadığı gibi, hiçbir şeyden de hariç değildir.

Evet, âsâr-ı rahmetine mazhar olan sath-ı arzda mâmulât-ı kudrete bak ki, bir parça bu sırra vakıf olasın. Meselâ, biri arzda, diğeri semâda veya biri şarkta, diğeri garpta iki şeyi bir anda yaratan

Sâniin, o yaratılan şeylerin arasındaki uzaklık kadar uzaklığı lâzımdır. Ve keza herşeyin kayyûmu olduğu cihetle de, herşeyin nefsinden daha ziyade bir kurbiyeti de vardır. Bu sır, daire-i vücub, tecerrüd ve ıtlak hasâisindendir. Ve fâil-i aslînin mâhiyetiyle, zıllî olan münfail arasındaki mübâyenet-i lâzimesidir. Meselâ, şems, timsallerine kayyûm olduğu için, fevkalhad onlara bir kurbiyeti vardır. Ayinedeki zıl ve gölge ile semâda bulunan asıl arasındaki mesafe kadar da bu’diyeti vardır.
Mesnevi-i Nuriye Şule

Öyle de, o Celîl-i Pürkemâl, o Cemîl-i Bîmisâl, o Vâcibü’l-Vücud, o Mûcid-i Küll-i Mevcud, o Şems-i Sermed, o Sultan-ı Ezel ve Ebed, sana senden yakındır. Sen Ondan nihayetsiz uzaksın. Kuvvetin varsa, temsildeki dekaiki tatbik et.
Saniyen: Meselâ, وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 1 bir padişahın çok isimleri içinde Kumandan ismi çok mütedahil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, ta yüzbaşı, ta onbaşıya kadar, geniş ve dar, küllî ve cüz’î dairelerde de zuhur ve tecellîsi vardır. Şimdi, bir nefer, hizmet-i askeriyesinde, onbaşı makamında tezahür eden cüz’î kumandanlık noktasını merci tutar, kumandan-ı âzamına şu cüz’î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o ünvanla görüşmek istese, onbaşılıktan ta serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzım gelir.
Demek padişah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve eğer o padişah, evliya-i abdaliyeden nuranî olsa bizzat huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mâni olup hâil olamaz. Halbuki o nefer gayet uzaktır. Binler mertebeler hâil, binler hicaplar fâsıldır. Fakat bazan merhamet eder; hilâf-ı âdet, bir neferi huzuruna alır, lütfuna mazhar eder.
Öyle de, emr-i كُنْ فَيَكُونُ 2 ’a mâlik, güneşler ve yıldızlar emirber nefer hükmünde olan Zât-ı Zülcelâl, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey Ondan nihayetsiz uzaktır.

Onun huzur-u kibriyâsına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nuranî, yani maddî ve ekvânî ve esmâî ve sıfâtî yetmiş binler hicaptan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecât-ı tecellîsinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfâtında mürur edip ta İsm-i Âzamına mazhar olan Arş-ı Âzamına uruc etmek, eğer cezb ve lütfu olmazsa binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir. Meselâ, sen Ona Hâlık ismiyle yanaşmak istersen, senin Hâlıkın hususiyetiyle, sonra bütün insanların Hâlıkı cihetiyle, sonra bütün zîhayatların Hâlıkı ünvanıyla, sonra bütün mevcudatın Hâlıkı ismiyle münasebettarlık lâzım gelir. Yoksa zıllde kalırsın, yalnız cüz’î bir cilveyi bulursun.

Bir ihtar: Temsildeki padişah, aczi için, kumandanlık isminin meratibinde müşir ve ferik gibi vasıtalar koymuştur. Fakat بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ 3olan Kadîr i Mutlak, vasıtalardan müstağnidir. Vasıtalar sırf zahirîdirler. Perde-i izzet ve azamettirler. Ubûdiyet ve hayret ve acz ve iftikar içinde saltanat-ı Rububiyetine dellâldırlar, temâşâgerdirler. Muîni değiller; şerik-i saltanat-ı Rububiyet olamazlar.

1 : “En yüce misaller Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.
2 : “(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.
3 : “Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Sözler 16. Söz 3. Şua


İ'lem eyyühe'l-aziz! Herşeyin, içine melekût, dışına da mülk denir. Bu itibarla insanla kalb, birbirine hem zarf, hem mazruf olur. Çünkü, insan mülk cihetiyle kalbe zarf olur, melekût cihetiyle de mazruf olur.
Bu kaide, Arş ile kevn hakkında da tatbik edilir. Şöyle ki: Arş Zahir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan ism-i Zahir itibarıyla, Arş, mülk, kevn melekût olur. İsm-i Bâtın itibarıyla, Arş, melekût, kevn mülk olur. Demek, Arşa ism-i Zahir nazarıyla bakılırsa, kendisi zarf, kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözüyle bakılırsa, kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve keza, ism-i Evvel itibarıyla,2-

"Arşı su üzerindeyken..." Hud Sûresi: 11:7.
- âyetinin işaret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ismi Âhir itibarıyla,3- "Cennetin damı Rahman'ın Arşıdır." el-Münavi, Künuzü'l-Hakaik, s. 78. - hadis-i şerifinin ima ettiği kevnin nihayetini içine alıyor.
Demek, Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisselerle kevn ve vücudun sağını solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur.
M.Nuriye Hubab



Bakınız, Hakiki ve gerçek Vucudun sahibi Hak ve zaman ve mekandan münezzeh olan,Halikıyet-i İlahisinin iktizasıyla, Esma-i İlahisinin tecelli odağı olan Kevn ve eşyanın,İlmi Muhiti Ezelisindeki bil kuvveden,tecell-i Halıkıyyeti ile bil fiile çıkması neticesi itibari ile tüm Esma-i İlahiyenin ve Sıfatı İlahiyenin varlıkta tecelli noktasındaki kesişimi ile;hem Ezel,hem Ebed ve eşyadaki sonsuz acziyet ve fakr ile tecelli edilenin, istidadındaki sonsuz acziyet ve fakr ile ile ortaya çıkan ve tüm İlahi İsimleri ile tanınan ve sonsuza kadar da,bu sonsuz acz ve fakra ve ve bu kayyum keyfiyet ile,İsmi Camiye mazhar olan,eşya ve varlığın,Halıkıyet-i Mutlaka ve Rububiyet-i Mutlaka hakikatı noktasındaki tek ve hakiki ebede koordinatlı,Kevn şeceresinin, asli semeresi ve projesi olan insana,Uluhiyet,Hakilkıyet ve Rububiyet odaklı,sonsuza kadar,sonsuz Esma-i İlahisiyle tecelli edecek olan,-u Teala ve Tekaddes Hazretleri;cisim ,zaman ve mekandan münezzeh, En Nur olan,asla varlıkça ve varlıkta bulunan şuurun en yüksek mertebesi olan akıl ile dahi,Zatı Vahidiyet-i Mahiyet-i Vucud-u tahayyül edilemeyen ve edilemiyecek olan,gerçek Vucud sahibi Vacibul Vucuddur,
Kevn,varlık ve eşya dahi,zaman ve mekan boyutlarına bağlı olarak,Cenabı hakkın hallakıyeti münasebetiyle, zılli vucut sahibi olan varlıklardır.Bediüzzaman Hazretlerinin,18.Mektubu dahi bu meseleye en kati sarsılmaz,dağılmaz, burhan ve hüccetlerden müteşekkil bir ispattır.Eşyanın aslı hakikatı noktasında vehm ve adem bulunsada,

Allahın Halıkıyet münasebeti,olan İrade,Kudret ve İlm sıfatları ile münasebetarlıkla iç içe tecelli eden, Esma-i İlahi ile varlık vucud sahibi olmuş, ademiyetten, vehm den Hallakıyeti İlahinin ,Esma-i İlahisi ile tecellisi neticesi ile icad olunmuştur.Fakat ondandır,(Heme Ezost),''O'' Halikıyet-i İlahi dahi Rahmanın nefesinden Kelam olan ''kün'' ile zuhur etmişdir.Amma o değildir,(Heme Ost),yani bu kevn ve eşya Allah değildir,Estaizubillah.

Şimdi buraya kadar umarım kati olarak anlaşılmışdır ki;ne kevn ve nede eşya vehm değil,hakka nispeti ve hakkın tecellisi neticesinde hakikatdır,vardır.Ve bu kevn ve eşyada Cenab-ı Hakkın tecell-i Halikıyeti ile münasebetdarlığından kaynaklanan,Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyetinden,yani zatından olan, Esma-iİlahi ve Sıfat-ı İlahinin kudret eli nispetinde ki;Vahid-i Ehad-i tecelli, zuhur ve şe'ninden öte;bu kevn ile Zat-ı Vahidiyet-i Mahıyet-i İlahsiyle hiç bir alakadarlığı yoktur,Estaizubillah aslada olamaz.Çünkü Nur-u Mahz olan Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyet-iVacibul Vucudunu,zaman ve mekanla kayıtlı kusurlu aciz yaratılmış olan, kevni vucut ve vucutlar asla kaldıramaz,Arşı Azamından,bir an tüm perdeler kalkıp, Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyet-i İlahisi,bir an tecelli etse,Hafizan Allah ne varlık kalır,ne vucud,nede mevcut,herşey mahv ve helak olur.İnşaallah bu kısımda Allahın izni ile anlaşılmıştır.
Zat-ı İlahinin,zaman ve mekandan, yani yaratılmışların ölçü ve mahiyetleriyle kıyas olunamıyacak,tahayyul ve idrak olunamaz, mahluk vasf ve kusurlarından münezzeh,En Nur olan bir Vücudu Hakikisi vardır.O Allahdır ki;Haktır, Vacib dir,Vacibul Vucud,Nurdur,Latiftir,başlangıcı olmayan Evvel,sonu nihayeti olmayan Ahirdir,Zahirdir,Batın,Kemal,

Cemil,Celil olan,Ferd,Hayyu, Kayyumdur.O hiç bir şekilde acz ve kusur ve zayıflığı bulunmayanSamed,Aziz,Kayyum ve Mukim ve dahi bileşiklerden oluşmakdan münezzeh,Zatında kusursuz tekliği ve mükemmelliği olan,Vahid,Ehad,Kamil-i Mutlak,Kemalat-ı Zatiye sahibi olandır.



Eğer buraya kadar ki kısım da tam anlaşıldı ise şu meseleyi izahla konuya son vermeye çalışacağım.Hz.Allah ve Tekaddes Hazretleri,kevn ve eşya ile Halıkıyeti ve Rububiyeti mutlakanın iktizası olan,her bir İlahi Esmasının ve Sıfatının,tecellisi; Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyet-i Ehadiyet-i hakikatı ile,ile tezahür ve zuhur etmişdir ve sonsuza kadar da,artan bir keyfiyetle de,böyle devam edecektir.Kevn ve eşya yani tüm varlık ve mevcud ve mahlukat;değişik zaman ve mekan boyutlarıyla kapsamlı ve kısıtlı olan,ferşden arşa yüzmilyonlar galaksi ve o alemler ve 7 kat semaları içinde bulunduran Şehadet ve cennet ve cehennem alemleriyle, bir çok Alemleri içinde bulunduran,Gayb Alemlerinin hepsi berzahi, meculi,ne varlık ne de Vacib olmayan, Arş-ı Azamın hakikatı olan,ilk tekvinle,Rahmanın nefesinden Kelam-ı İlahi ile''kün'' hadisesi ile başlayan ,cennet alemlerinin firdevs sınırlarında genişletilen,genişlemesi halen sonsuza kadar devam edecek olan ve muhafaza edilen bir kuşatma ile çevrilmiş,Arş-ı Azamın İstiva Hakikatı ile Allah-u Teala ve Tekaddes Hazretlerinin Zat-ı Vahidiyet-i Mahiyet-i İlahileri varlıkdan,mahlukdan,vaciben perdelenmiştir.Allah-u Teala Hazretleri,Arş ve Arş-ı Azama medar,İsmi Batın-i sırrıyla,Kainat ve kainat-ı Suğra olan insandada sırrı Zat-ı Mahiye-ti Vahidden, İsm-i sırrı Ehadiyet ile tecellisi ile istivasına mazhariyete medar Arşlar yaratmışdır.Kalbde böyle bir arşdır ,toprakda,havada suda,...Yani koca kevni Alemi gaybı ve Şehaddetiyle;Homojen ve o homojen yapıdaki birlik ve uyumla birlikte, hotorojen farklılıklarla ve o farklılıkların oluşturduğu Vahidiyet ve Ehadiyete şehadet ettirmesi ile,Gaybi Alemlerde sonsuza kadar sürecek bir genişleme keyfiyet ile,genişletilerek yaratılmış bir balon misal, bir kevn hakikatı olan, bir evren düşünün,işte bu evrenin yukarıları aşşağıları,sağları,solları ve dahi batıları,doğuları,kuzeyleri güneyleri,İsmi Zahir,İsm-i Batın ile,İsm-i Evvel ve İsm-i Ahir ile Evvelinden Ahirine dıştan içe,Ahirinden Evveline dıştan içe kuşatılmışdır.Bu Hakkın Ez Zahir in iktizası En Nur ,Za-tı Mahiyet-i Vahidiyesinin Hakikatının ve İsm-i Batının iktizası,El latif,Vahidiyet-i Ehadiyesi sırrı hakikatının; kevnden, varlıkdan,tüm evrenden perdelenmesidir.İsm-i Zahir itibariyle Arş-ı Azamda perdelenmeye yukarıdaki kısımlarda açıklık getirmeye gayret ettik.İsmi Batın ile ise,Ehadi tecelliyetin sırrı hakikatı olarak,kevni dışından olduğu gibi,içinden Arş a medar,arşlarla da kuşatıp, o arşlarda da tecellisi vardırki;böylece hem dışından perdelendiği gibi, hemde içinden şiddeti zuhurundan bir perdelenme ile tecelli ederek kuşatmışdır.Şimdi buna dair Şeyh-i Ekber hazretlerinin himmetinden bir istifade-i feyz olan Enam suresi ayetinin izahını verip,Bediüzzaman Hazretlerinin himmetine ve tesbitlerine iltica ederek,isitifadeye vesile olması temennisi ile kusurların zatımdan,isabet edilmiş hayırların Allah dan ve ilim sahibi kıldığı büyük Asfiyaların himmetinden olduğunu beyan ederek, meselenin izahına son vereceğim.

Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. şahit olarak Allah yeter. Nisa 79

13

27.07.2009, 19:28

Gözler O'nu (görüp) idrak edemez. O ise bütün gözleri idrak eder. Ve O latîftir, habîrdir. En am 103.ayet
Letafet duyguyu idrakden perdeleyendir.Böylece Latiflik ancak akledilir;duyular ile idrak edilip,gözle görülemez.Ayette Allahın c.c. idrak edilemez oluşu Latif ve Habir isimleriyle bildirilmişdir.Bunun anlamı;Allahın,yaratıkların kendisini idrak edemiyeceği kadar Latif oluşudur.Bununla bereber bütün mevcudatta kendisine dayanılan Basirane; sonsuz ve nihayetsiz bir kudret ve herşeyi kuşatan bir İlimle,tecellisi ve varlığı bilinir.


mazmûnu üzere, hiçbir şey ile müşabeheti yok. Tahayyüz ve tecezziden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, hâlıkıyettir. Ehl-i vahdet-ül vücudun dedikleri gibi; mevcudat, evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi, Cenâb-ı Hakk'ın âsârıdır. "Heme Ost" değil, "Heme Ezost"tur. Yani herşey O değil, belki herşey Ondandır. Çünki hâdisat, ayn-ı Kadîm olamaz.
18. Mektup 2.Mesele-i Mühimme

Yirminci Nükte


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


اِنَّمَآ اَمْرُهُ اِذَآ اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكوُنُ
1

Âyet-i kerîmenin işaretiyle, emir ile îcâd oluyor. Ve Kudret hazineleri
ك-ن’dadır. Bu sırr-ı dakîkin vücûh-u kesîresinden birkaç veçhi Risalelerde zikredilmiştir. Burada, hurûf-u Kur’ân’ın, hususan sûrelerin başlarındaki mukattaât-ı hurûfun hâsiyetlerine ve fezâillerine ve tesirât-ı maddiyelerine dâir vürûd eden hadisleri, şu asrın nazar-ı maddîsine takrib etmek için, maddî bir misâl üzerinde o sırrın tefhîmine çalışacağız. Şöyle ki:


Zât-ı Zülcelâl olan Sahib-i Arş-ı Âzamın, mânevî bir merkez-i âlem ve kalb ve kıble-i kâinat hükmünde olan küre-i arzdaki mahlûkatın tedbirine medar dört arş-ı İlâhîsi var:

Biri, hıfz ve hayat arşıdır ki, topraktır. İsm-i Hafîzin ve Muhyînin mazharıdır.

İkinci arş, fazl ve rahmet arşıdır ki, su unsurudur.



Üçüncüsü, ilim ve hikmet arşıdır ki, unsur-u nurdur.

Dördüncüsü, emir ve irâdenin arşıdır ki, unsur-u havadır.
Lemalar 28. Lema


“İkisi de birbirine bitişikti, sonra ayrı ettik” mânâsında olan

كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا1’nın ifadesine nazaran, manzume-i şemsiye ile arz, dest-i kudretin madde-i esîriyeden yoğurmuş olduğu bir hamur şeklinde imiş. Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir. 2 وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاۤءِ âyeti, şu madde-i esîriyeye işarettir ki, Cenâb-ı Hakkın arşı, su hükmünde olan şu esîr maddesi üzerinde imiş. Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sâniin ilk icadlarının tecellîsine merkez olmuştur. Yani esîri halk ettikten sonra, cevâhir-i ferde kalb etmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır.
1 : Enbiyâ Sûresi, 21:30.


2 : “: “Arşı su üzerindeyken...” Hûd Sûresi, 11:7.

İşaratül İcaz Bakara suresi 29.Ayet Tefsiri


İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan büyük bir ölçüde tekrar ettiği ihyâ-yı arz ve toprak unsuruna nazar-ı dikkati celb ettiğinden, kalbime şöyle bir feyiz damlamıştır ki:

Arz, âlemin kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da arzın kalbidir. Ve tevazu, mahviyet gibi maksuda isal eden yolların en yakını da topraktır. Belki toprak, en yüksek semâvattan Hâlık-ı Semâvata daha yakın bir yoldur. Zira, kâinatta tecellî-i rububiyet ve faaliyet-i kudrete ve makarr-ı hilâfete ve Hayy-u Kayyûm isimlerinin cilvelerine en uygun, topraktır. Nasıl ki arş-ı rahmet su üzerindedir; arş-ı hayat ve ihya da toprak üstündedir. Toprak, tecelliyat ve cilvelere en yüksek bir ayinedir. Evet, kesif birşeyin ayinesi ne kadar lâtif olursa, o nisbette suretini vâzıh gösterir. Ve nurânî ve lâtif birşeyin de ayinesi ne kadar kesif olursa, o nisbette esmânın cilvelerini cilâlı gösterir. Meselâ, hava ayinesinde, yalnız şemsin zayıf bir ziyası görünür. Su ayinesinde şems ziyasıyla görünürse de elvân-ı seb’ası görünmüyor. Fakat toprak ayinesi, çiçeklerinin renkleriyle, şemsin ziyasındaki yedi rengi de gösterir. 1

اَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَاجِدٌ olan Hadîs-i Şerif, bu sırra işareten şehadet eder. Öyleyse, arkadaş, topraktan ve toprağa inkılâp etmekten, kabirden ve kabre girip yatmaktan tevahhuş etme!

1 “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, onun secde halidir.” el-Münavî, Feyzü’l-Kadîr, 2:68, hadis no:1348; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 2:110.

Mesnevi-i Nuriye Şule

Nasıl bir zerre camdan, bir katre sudan, bir havuzdan, denizden, kamerden seyyarelere kadar güneşin cilveleri var. Herbirisi kabiliyetine göre güneşin aksini, misalini tutuyor ve haddini biliyor. Bir katre su, kendi kabiliyetine göre “Güneşin bir aksi bende vardır” der. Fakat “Ben de deniz gibi bir âyineyim” diyemez. Öyle de, esmâ-i İlâhiyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamât-ı evliyada öyle merâtip var. Esmâ-i İlâhiyenin herbirisinin, bir güneş gibi, kalbden Arşa kadar cilveleri var. Kalb de bir arştır. Fakat “Ben de Arş gibiyim” diyemez.

Lemalar 17. Lema 13.Nota 3. Mesele



Herbir vücud-u fâniyi çok bâki vücutlara çekirdek yapar, makasıd-ı Rabbâniyesine medar eder, şuûnât-ı Sübhâniyesine mazhar kılar, kalem-i kaderine mürekkep ittihaz eder ve kudretin dokumasına bir mekik yapar. Ve daha bilmediğimiz pek çok inâyât-ı galiye ve makasıd-ı âliye için, kendi faaliyet-i kudretiyle kâinatı faaliyete getirir. Zerrâtı cevelâna, mevcudatı seyerâna, hayvânâtı seyelâna, seyyârâtı deverâna getirir, kâinatı konuşturur, âyâtını ona sessiz söylettirir ve ona yazdırır. Ve mahlûkat-ı arziyeyi, rububiyeti noktasında, havayı emir ve iradesine bir nevi arş, ve nur'unsurunu ilim ve hikmetine diğer bir arş, ve suyu ihsan ve rahmetine başka bir arş, ve toprağı hıfz ve ihyâsına bir çeşit arş yapmış; o arşlardan üçünü mahlûkat-ı arziye üstünde gezdiriyor.
24. Mektup 2. Makam 5. İşaret




İnşaallah anlaşılır olup, istifadeye ve istifadeden tezahür eden bir hayra vesile olur.
Allahın Selamı Rahmeti ve Bereketi mümünlerin üzerine olsun.
Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. şahit olarak Allah yeter. Nisa 79

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir