Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

01.05.2008, 16:07

Risale-i Nur Mesleğinin Esasları

Aşağıya yazacaklarım Risale-i Nur Mesleğinin Esasları'dır. Bu esaslara uymayan her kişi ve topluluk (başta ben ve Yeni Asya cemaati) kim olursa olsun Nurcu veya Risale-i Nur talebesi değildir. ışte o esaslar:

--------------------------------------------------------------------------- ------------
Risale-i Nur mesleğinin dokuz esası

Ehl-i hidâyet ve diyânet ve ehl-i ilim ve tarîkat, hak ve hakîkate istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarîk-ı hakta yalnız Rabbini düşünüp tevfikına îtimat ederek gittiklerinden, manen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissettiği vakit, insanların yerine Rabbine müracaat eder, medet Ondan ister. Meşreplerin ihtilafıyla, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enâniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek, ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. ıhlası kaçınr, vazifesi zîr ü zeber olur.

ışte, bu müthiş sebebin verdiği vahim neticeleri görmemenin yegâne çaresi, Dokuz Emirdir.

1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.

2. Belki, daire-i ıslamiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek...

3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "Mesleğim haktır," yahut "daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini îma eden "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.

4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-ı ılahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle...

5. Hem ehl-i dalalet ve haksızlık (tesanüd sebebiyle) cemaat sûretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı manevî-i dalalete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek.

6. Ve hakkı, batılın savletinden kurtarmak için,

7. Nefsini ve enaniyetini,

8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,

9. Ve ehemmiyetsiz rekabetkarane hissiyatını terk etmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla îfa eder. Haşiye

Lem'alar, s.145-146.


Haşiye: Hatta hadîs-i sahîhle, ahir zamanda ısevîlerin hakîki dindarları ehl-i Kur'ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakîkat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samîmi ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakîki dindar rûhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.

2

01.05.2008, 16:09

Risale-i Nur mesleğinin esası ihlas sırrına dayanır

Mesleğimiz sırr-ı ihlasa dayanıp, hakaik-ı îmaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüd etmeye mesleğimiz îtibariyle mecburuz. Binler teessüf ki, şimdi müthiş yılanların hücumuna maruz bîçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz'î kusurâtı bahane ederek, birbirini tenkitle, yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.

Kastamonu Lâhikası, s.186.

3

01.05.2008, 16:11

Risale-i Nur mesleğindeki ihlas esası, siyasî cereyanlara tabî olmaya manidir

Sual: Neden, ne dahilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlere hiçbir alaka peyda etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve şakirtlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan menediyorsun? Halbuki, eğer temas etsen ve alakadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur dairesine girip, parlak hakîkatlerini neşredeceklerdi; hem bu kadar sebepsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın!

Elcevap: Bu alakasızlık ve içtinabın en ehemmiyetli sebebi, mesleğimizin esası olan ihlas bizi menediyor. Çünkü bu gaflet zamanında, husûsan tarafgirane mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine alet ederek, hatta dînini ve uhrevî harekatını da, o dünyevî mesleğe bir nevi alet hükmüne getiriyor. Halbuki, hakaik-ı îmaniye ve hizmet-i Nuriye-i kudsiye, kainatta hiçbir şeye alet olamaz. Rıza-yı ılahîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirane Çarpışmaları hengamında bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dînini dünyaya alet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfîk-ı ılahiyeye dayanmaktır.

ıçtinabımızın çok sebeplerinden bir sebebi de; Risale-i Nur'un dört esasından birisi olan şefkat etmek, zulüm ve zarar etmemektir. Çünkü, Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.(Fâtır Sûresi: 18.)-1- yani "Birisinin hatasıyla, başkası veya akrabası hatakar olmaz; cezaya müstehak olmaz" olan düstur-u irade-i ılahiyeye karşı, bu zamanda ınsan ise şüphesiz ki çok zalim ve çok nankördür. (ıbrahim Sûresi: 34.)-2- sırrıyla şedid bir zulüm ile mukabele eder. Tarafgirlik hissiyle, bir caninin hatasıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adavet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar.

Halbuki bir masumun hakkı, yüz cani için feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. şimdiki vaziyet, yüz masumu birkaç cani için zararlara sokar. Mesela, hatalı bir adama müteallik, bîçare ihtiyar valide ve pederi ve masum çoluk çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirane adavet etmek, şefkatin esasına zıttır. Müslümanlar içinde tarafgirane cereyanlar yüzünden, böyle masumlar zulümden kurtulamıyorlar. Husûsan ihtilale sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir. Cihad dînî de olsa, kafirlerin çoluk çocuklarının vaziyetleri aynıdır. Ganîmet olabilir; Müslümanlar onları kendi mülküne dahil edebilir. Fakat ıslam dairesinde birisi dinsiz olsa, çoluk çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez; hukûkuna müdahale edilmez. Çünkü o masumlar, ıslamiyet rabıtasıyla dinsiz pederine değil, belki ıslamiyetle ve cemaat-i ıslamiye ile bağlıdır. Fakat, kafirin çocukları, gerçi ehl-i necattırlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tabi ve alakadar olmasından, cihad darbesinde o masumlar memlûk ve esir olabilirler.

Emirdağ Lahikası-l, s. 38-39.

4

01.05.2008, 16:13

Risale-i Nur, tasavvuf dairesine girmeden, doğrudan hakîkate yol açıyor

ımam-ı Rabbanî (r.a.) Mektubâtında ... hem demiş ki: "Bütün tarîklerin nokta-i müntehası, hakaik-ı îmaniyenin vuzuh ve inkişafıdır. " Hem demiş ki: "Velayet üç kısımdır: Biri velayet-i suğra ki, meşhur velayettir, biri velayet-i vusta, biri velayet-i kübradır.

Velayet-i kübra ise, veraset-i Nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakîkate yol açmaktır..."

Madem hakîkat böyledir; ben tahmin ediyonım ki, eğer şeyh Abdülkadir-i Geylanî (r.a.) ve şah-ı Nakşibend (r.a.) ve ımam-ı Rabbanî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini hakaik-ı îmaniyenin ve akaid-i ıslamiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekávet-i ebediyeye sebebiyet verir. ımansız Cennete gidemez, fakat tasavvufsuz Cennete giden pekçoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ı ıslamiye gıdadır.

Eskiden kırk günden tut, ta kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-ı îmaniyeye ancak çıkılabilirdi. şimdi ise, Cenab-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa o yola karşı lakayd kalmak elbette kar-ı akıl değil. ışte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur'anî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.

Madem hakîkat budur, esrar-ı Kur'aniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilaç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına manız heyet-i ıslamiyeye en nafi' bir nur ve dalalet vadilerinde
hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu îtikadındayım. Bilirsiniz ki, eğer dalalet cehaletten gelse, izalesi kolaydır. Fakat, dalalet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri, irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenab-ı Hak şu zamanda, î'câz-ı Kur'ân'ın manevî lemeatından olan malûm Sözler'i, şu dalalet zındıkasına bir tiryak hasiyetini vermiş tasavvurundayım.

Mektubat, s. 26-27.

Sahabelerden ve Tabiîn ve Tebe-i Tabiînden en yüksek mertebeli velayet-i kübra sahibi olan zatlar, nefs-i Kur'ân'dan bütün letaiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur'ân onlar için hakîki ve kafi bir mürşid olduğundan, gösteriyor ki; her vakit, Kur'ân-ı Hakîm, hakîkatleri ifade ettiği gibi, velayet-i kübra feyizlerini dahi ehil olanlara ifaza eder.

Evet zahirden hakîkate geçmek iki sûretledir:

Biri: Tarîkat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat'-ı meratip ederek hakîkate geçmektir.

ıkinci Sûret: Doğrudan doğruya, tarîkat berzahına uğramadan lütf-u ılahî ile hakîkate geçmektir ki, Sahabeye ve Tabiîne has ve yüksek ve kısa tarîk şudur. Demek, hakaik-ı Kur'âniyeden tereşşuh eden Nurlar ve o Nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya malik olabilirler ve maliktirler.

Mektubat, s. 340.

5

01.05.2008, 16:16

Risale-i Nur mesleğinde, îmandan sonra en fazla takva ve amel-i salih esas tutulur

Bugünlerde, Kur'ân-ı Hakîmin nazarında îmandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i salih esaslarını düşündüm.

Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında, bu takva olan def'i mefasid ve terk-i kebâir üssü'l-esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş.

Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzları yapan, kebîreleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebâir-i azîme içinde, amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır.

Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir. Hem, takva içinde bir nevî amel-i sâlih var. Çünkü, bir haramın terki vâciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde, birtek içtinab, az bir amelle yüzer günah terkinde, yüzer vâcip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta, niyet ile, takva namiyle ve günahtan kaçınmak kastıyla, menfi ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır.

Risâle-i Nur şakirtlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüzer amel-i salih işlenmiş hükmündedir.

Kastamonu Lâhikası, s. 106.

6

01.05.2008, 16:18

Nur mesleğinde hakîkat, sünnet, feraize dikkat ve büyük günahlardan çekinmek esastır

Tarîkate ikinci, üçüncü derecede bakar. Galib kardeşimiz Alevîler içinde Kadirî, şazelî, Rufaî tarîkatlerinin bir hulâsasını, Sünnet-i Seniyye dairesinde bir tarîkat dersi vermesini düşünüyor. Hakîkat namına ve îmanı kurtarmak ve bid'alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç dört faydası var:

Birincisi: Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Rafizîlik ve siyasî Bektaşilikten bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faydası var.

ıkincisi: Hubb-u Âl-i Beyti meslek yapan Âlevîler ne kadar ifrat da etse, Rafizî de olsa, zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünkü muhabbet-i Âl-i Beyt rûhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beytin adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. ıslamiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarîkat namına çekmek, büyük bir faydadır.

Hem, bu zamanda, ehl-i îmanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakarlıklarından istifade edip kendilerine alet etmemek için, Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirtlerinin üstadı ımam-ı Ali Radıyallahü Anh'dır ve Nurun mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır, elbette hakîki Alevîler, kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.

Bu zaman, îmanı kurtarnıak zamanıdır. Seyr-i sülûk-u kalbî ile, tarîkat mesleğinde bu bid'alar zamamnda çok müşkülat bulunduğundan, Nur dairesi hakîkat mesleğinde gidip, tarîkatlerin faydasını temin eder.

Emirdağ Lâhikası-I, s. 237-238

7

01.05.2008, 16:20

ıhlastan sonra en büyük esas sebat ve metanettir

Evet, mesleğimizde, ihlas-ı tammeden sonra en büyük esas, sebat ve metanettir. Ve o metanet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuat var ki, öyleler, herbiri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş adi bir adam ve yirmi otuz yaşında iken, altmış yetmiş yaşındaki velîlere tefevvuk etmişler var.

Kastamonu Lâhikası, s. 187

8

01.05.2008, 16:28

Mesleğimizin esası uhuvvettir

Mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlat, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakîki kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz "Halîliye" olduğu için, meşrebimiz "hıllet"tir. Hıllef ise, en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samîmi ihlastır. Samîmi ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.

Lem'alar, s.156.

Tevhîd-i îmanî, elbette tevhîd-i kulûbu ister. Ve vahdet-i îtikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.

Evet, inkar edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir rabıta anlarsın ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telakkî edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkarane bir münasebet hissedersin. Halbuki, îmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esma-i ılâhiye adedince vahdet alâkalan ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.Mesela, her ikinizin Hálıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir. Bir bir... bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, Dîniniz bir, kıbleniz bir. Bir bir... yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir ... ona kadar bir, bir.

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhîdi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulunduklan halde; şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü' mine karşı hakîki adavet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve îtisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın.

Mektubat, s. 254-255.

ımân mâl-i umûmidir; her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü'minlerin uhuvveti esastır.

Emirdağ Lahikası-I, s.177

9

01.05.2008, 16:29

Risale-i Nur' un bir esası da dostluk ve kardeşane arkadaşlık bağları kurmaktır

Madem, hayat-ı içtimaiyenin bir temel taşı ve fıtrat-ı beşeriyenin bir hacet-i zarûriyesi ve aile hayatından ta kabîle ve millet ve ıslamiyet ve insaniyet hayatına kadar en lüzumlu ve kuvvetli rabıta ve her insanın kainatta gördüğü ve tek başına mukabele edemediği medar-ı zarar ve hayret ve insanî ve ıslamî vazifelerin îfasına mani maddî ve manevî esbabın tehacümatına karşı bir nokta-i istinad ve medar-ı tesellî olan dostluk ve kardeşâne cemaat ve toplanmak ve samîmane uhrevî cemiyet ve uhuvvet; hem siyasî cephesi olmadığı halde ve bilhassa hem dünya, hem din, hem ahiret saadetlerine katî vesîle olarak îman ve Kur'ân dersinde halis bir dostluk ve hakîkat yolunda bir arkadaşlık ve vatanına ve milletine zararlı şeylere karşı bir tesanüd taşıyan Risâle-i Nur şakirtlerinin pekçok takdir ve tahsine şâyân ders-i îmânda toplanmalarına cemiyet-i siyasiye namını verenler, elbette ve herhalde, ya gayet fena bir sûrette aldanmış veya gayet gaddar bir anarşisttir ki, hem insaniyete vahşiyane düşmanlık eder, hem ıslamiyete nemrudane adavet eder, hem hayat-ı içtimaiyeye anarşîliğin en bozuk ve mütereddî tavrıyla husûmet eder ve bu vatana ve millete ve hakimiyet-i ıslamiyeye ve dînî mukaddesata karşı mürtedane, mütemerridane, anûdane mücadele eder.

şûalar, s. 242.

Hem, Nur mesleğinde, benlik ve gösteriş bir nevî şöhretperestlik, merdut olduğundan, bu enaniyet zamanında insanlara kendini satmaya çalışmak ve beğendirmek, bir anda Nur şakirtleri böyle büyük bir imtiyaz gibi bu eserlerle meşhur mevkîlere kendilerini göstermek bir nevî gösteriş olması cihetiyle, kader-i ılâhî Nur şakirtlerini, tam ihlasın muhafazası için, şimdilik müsaade etmiyor.

Emirdağ Lahikası-1, s. 250.

10

01.05.2008, 16:29

Risale-i Nur mesleğinde benlik, enaniyet, şan, şeref, gösteriş ve makam sahibi olmak yoktur

Eğer mesleğimiz şeyhlik olsa idi, makam bir olurdu veyahut mahdut makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidatlar namzet olurdu. Gıptakârâne bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir; gıptakârâne müzahemeye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder. Pederâne, mürşidâne mesleklerdeki gıptakârâne hırs-ı sevap ve ulüvv-ü himmet cihetiyle çok zararlı ve hatarlı neticeler vücuda geldiğine delil, ehl-i tarîkatin o kadar mühim ve azîm kemâlâtları ve menfaatleri içindeki ihtilâfâtın ve rekabetin verdiği vahîm neticelerdir ki, onların o azîm, kudsî kuvvetleri bid'a rüzgarlarına karşı dayanamıyor.

Lem'alar, s.159-160.

Ey kardeşlerim, sizler biliyorsunuz ki, bizim mesleğimizde, benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. Onu ihsas eden hâlâttan şiddetle içtinab ediyoruz.

Kastamonu Lâhikası, s. 104.

11

01.05.2008, 16:30

Nur mesleğinde, îman ve Kur'an hizmeti, maddî ve manevî hiçbir makama basamak yapılamaz


Nasıl ki ehl-i hamiyet bir insan, dostların hayatını kurtarmak için kendini feda eder; öyle de, ehl-i îmanın hayat-ı ebediyelerini tehlikeli düşmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa (hem lüzum var) kendim, değil yalnız layık olmadığım o makamları, belki hakîki hayat-ı ebediyenin makamlarını dahi feda etmeye, Risale-i Nur'dan aldığım ders-i şefkat cihetiyle terk ederim. Evet, her vakit, husûsan bu zamanda ve bilhassa dalaletten gelen gaflet-i umûmiyede, siyaset ve felsefenin galebesinde, ve enaniyet ve hodfüruşluğun heyecanlı asrında büyük makamlar herşeyi kendine tabî ve basamak yapar. Hatta dünyevî makamlar için dahi mukaddesatını alet eder. Manevî makamlar olsa, daha ziyade alet eder. Umûmun nazarında kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini ve hakîkatleri basamak ve vesîle yapıyor diye itham altında kalıp, neşrettiği hakîkatler dahi tereddütler ile revacı zedelenir. şahsa, makama faidesi bir ise, revaçsızlıkla umûma zararı bindir.

Elhasıl, hakîkat-i ihlas, benim için şan ü şerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesîle olabilen şeylerden beni menediyor. Hizmet-i Nuriyeye gerçi büyük zarar olur; fakat kemiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduğundan, hâlis bir hâdim olarak, hakîkat-i ihlas ile. herşeyin fevkınde hakaik-ı îmaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum. Çünkü o on adam, tam o hakîkati herşeyin fevkınde gördüklerinden, sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer ağaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen şüpheler ve vesveseler ile, o kutbun derslerini, "Husûsi makamından ve husûsi hissiyatından geliyor" nazarıyla bakıp, mağlûp olarak dağılabilirler. Bu mana için hizmetkarlığı, makamatlara tercih ediyorum.

Emirdağ Lahikası-l, s. 73-74.

12

01.05.2008, 16:34

Nur mesleğinin dört yolu: acz, fakr, şefkat ve tefekkür

Cenab-ı Hakka vasıl olacak tarîkler pekçoktur. Bütün hak tarîkler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarîkatlerin bazısı bazısından daha kısa, daha selametli, daha umûmiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kásır fehmimle Kur'ân'dan istifade ettiğim, acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarîkıdır.

Evet, acz dahi aşk gibi, belki daha eslem bir tarîktir ki, ubûdiyet tarîkıyla mahbûbiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine îsal eder. Hem, şefkat dahi aşk. gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki, Rahîm ismine îsal eder. Hem, tefekkür dahi aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsal eder.

şu tarîk, hatî tarıkler misillü, letâif-i aşere gibi on hatve değil ve tarîk-ı cehriye gibi nüfûs-u seb'a, yedi mertebeye atılan adımlar değil, belki Dört Hatveden ibarettir. Tarîkatten ziyade hakîkattir, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa, onları yapmak veya halka göstermek demek değildir. şu kısa tarîkın evradı, ittiba-ı sünnettir; feraizi işlemek, kebairi terk etmektir ve bilhassa namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.

.......
.......

Herşey nefsinde mânâ-yı ismiyle fanîdir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-yı harfiyle ve Sani-i Zülcelâlin esmâsına ayinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık îtibariyle sabittir, meşhûddur, vâciddir, mevcuddur.

şu makamda tezkiyesi ve tathîri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse, kainat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip, Mûcid-i Hakîkiden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziyayı vücudu nihayetsiz zulümat-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enaniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakîkinin bir ayine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zîra bütün mevcudat esmasının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücudu bulan bir kalb, herşeyi bulur.

Hatime

şu acz, fakr, şefkat; tefekkür tarîkındaki dört hatvenin izâhâtı, hakîkatin ilmine, şeriatın hakîkatine, Kur'an'ın hikmetine dair olan yirmi altı adet Sözlerde geçmiştir. Yalnız, şurada bir iki noktaya kısa bir işaret edeceğiz. şöyle ki:

Evet, şu tarîk daha kısadır. Çünkü dört hatvedir. Acz, elini nefisten çekse, doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâle verir. Halbuki en keskin tarîk olan aşk, nefsinden elini çeker, fakat maşuk-u mecazîye yapışır. Onun zevalini bulduktan sonra Mahbûb-u Hakîkiye gider. Hem şu tarîk daha eslemdir. Çünkü nefsin şatahât ve bâlâpervazane dâvâları bulunmaz. Çünkü acz ve fakr ve kusurdan başka nefsinde bulunmuyor ki, haddinden fazla geçsin. Hem bu tarîk daha umûmi ve cadde-i kübrâdır. Çünkü kainatı, ehl-i Vahdetü'l-Vücud gibi, huzur-u daimî kazanmak için, îdama mahkûm zannedip "La mevcude illa Hu" hükmetmeye veyahut ehl-i Vahdetü'ş-şuhud gibi, huzûr-u daimî için kainatı nisyan-ı mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip, "La meşhude illa Hu" demeye mecbur olmuyor. Belki îdamdan ve hapisten, gayet zâhir olarak, Kur'ân affettiğinden, o da sarf-ı nazar edip ve mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek, Fâtır-ı Zülcelâl hesabına istihdam edip, Esmâ-i Hüsnâsının mazhariyet ve ayinedarlık vazifesinde istimal ederek, mânâ-i harfi nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzûr-u daimîye girmektir; herşeyde Cenâb-ı Hakka bir yol bulmaktır. Elhasıl, mevcudatı mevcudat hesabına hizmetten azlederek, mânâ-yı ismiyle bakmamaktır.

Sözler, s. 438-441.

13

01.05.2008, 16:35

Risale-i Nur Mesleğinde, ımana hizmette siyaset topuzu yoktur.

Bu iki ay zarfında heyecanlı bir vaziyet-i siyasiye karşısında bana, hem alâkadar olduğum çok kardeşlerime kavî bir ihtimal ile ferah verecek bir teşebbüs etmek lazımken, o vaziyete hiç ehemmiyet vermeyerek, bilakis, beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fıkirde bulundum. Bazı zatlar hayret içinde hayrette kaldılar. Dediler ki: "Sana işkence eden bu mübtedi' ve kısmen münafık baştaki insanların takip ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki, ilişmiyorsun?" Verdiğim cevabın muhtasarı şudur ki: Bu zamanda ehl-i ıslamın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve îmanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, îmanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münâfık derecesine iner. Münâfık, kâfırden daha fenâdır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılap eder. Hem nur, hem topuz; ikisini, bu zamanda benim gibi bir aciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nûra sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun, bakmamak lazım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise: O vazife şimdilik bizde değildir: Evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lazımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nûra kâfi gelir; topuzu tutacak elimiz yok.

Lem'alar, s. 96.

14

01.05.2008, 16:37

Risale-i Nur mesleğinde Al-i Beyt muhabbeti esastır

Risale-i Nur'un üstadı ve Risale-i Nur'a Celcelûtiye Kasîdesi'nde rumuzlu işaretiyle pekçok alâkadarlık gösteren ve benim hakaik-ı îmâniyede husûsi üstadım ımam-ı Ali'dir (r.a.). Ve "Gul La Es'elüküm aleyhi ecren illel meveddete fil gurba" ayetinin nassıyla, Al-i Beytin muhabbeti, Risale-i Nur'da ve mesleğimizde bir esastır. Ve Vehhabîlik damarı, hiçbir cihette Nurun hakîki şakirtlerinde olmamak lazım geliyor. Fakat, madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilaftan istifade edip, ehl-i îmanı şaşırtıp ve şeâiri bozarak, Kur'ân ve îmân aleyhinde kuvvetli cereyanları var. Elbette bu müthiş düşmana karşı cüz'î teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.

Emirdağ Lâhikası, s.200

15

01.05.2008, 16:38

Risale-i Nur mesleğinde insanların teveccühü istenilmez

Teveccüh-ü nas istenilmez, belki verilir; verilse de, onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa, ihlası kaybeder, riyaya girer. şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nas ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından, teveccüh-ü nası arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lazımdır. şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.

Sahabelerin senâ-i Kur'âniyeye mazhar olan "îsâr hasleti"ni kendine rehber etmek, yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i dîniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı ılâhî bilerek, nasdan minnet almayarak ve hizmet-i dîniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünkü hizmet-i dîniyenin mukabilinde dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlas kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maîşetlerini temin etsin. Hem, zekata da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez; belki verilir. Verildiği vakit de, "Hizmetimin ücretidir" denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek.

Lem'alar, s. 144.

16

01.05.2008, 16:38

Mesleğimizde tahrip ve tecavüz yok, müdâfaa ve tamir var

Mesleğimiz, tecavüz değil, tedâfü'dür; hem tahrip değil, tamirdir; hem hâkim değiliz, mahkûmuz. Bize tecavüz edenler hadsizdirler. Mesleklerinde elbette çok mühim ve bizim de malımız hakîkatler var. O hakîkatlerin intişarında bize ihtiyaçları yoktur; binler o şeyleri okur, neşreder adamları var. Biz onların yardımına koşmamızla, omuzumuzdaki çok ehemmiyetli vazife zedelenir ve muhafazası lazım olan ve birer taifeye mahsus bir kısım esaslar ve alî hakîkatler kaybolmasına vesîle olur.

Mesela, hadisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabîlik ve Melamîliğin bir nevine zemin ihzar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer'iyeyi perde yapıp, eserler yazılmış. Risâle-i Nur, gerçi umûma teşmil sûretiyle değil, fakat her halde hakîkat-i ıslamiyenin içinde cereyan edip gelen esas velayet ve esas takva ve esas azîmet ve essat-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince fakat ehemmiyetli esaslan muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zarûretle, hadisatın fetvalarıyla onlar terk edilmez.

Kastamonu Lahikası, s. 48-49

17

01.05.2008, 16:40

Risale-i Nur'un mesleği, maddi manevi feragat mesleğidir.

Risale-i Nur'un mesleği maddî manevî feragat mesleğidir. Ben maddî ve manevî herşeyimi feda ettim, her musîbete katlandım. Her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakîkat-i îmaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i îmaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve manevî herşeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır. Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur'a sadakat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.

Emirdağ Lâhikası-11, s. 80.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir