Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

11.01.2011, 09:11

Ankara’da en kara bir hâlet-i ruhiye hissettim

Ankara’da en kara bir hâlet-i ruhiye hissettim
11.01.2011












Bir zaman,
ihtiyarlığın başlangıcında, Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in
ağlamalarına inkılâp ettiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünya beni Eski
Said zannedip oraya istediler, gittim.







[b]YEDİNCİ RİCA[/b]

Bir
zaman, ihtiyarlığın başlangıcında, Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in
ağlamalarına inkılâp ettiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünya beni Eski
Said zannedip oraya istediler, gittim. Güz mevsiminin âhirlerinde
Ankara’nın benden çok ziyade ihtiyarlanmış, yıpranmış, eskimiş kalesinin
başına çıktım. O kale, tahaccür etmiş hâdisât-ı tarihiye suretinde bana
göründü. Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kalenin
ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devletinin ihtiyarlığı
ve Hilâfet Saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığı, bana gayet hazîn
ve rikkatli ve firkatli bir hâlet içinde, o yüksek kalede geçmiş
zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı ve baktım.
Birbiri içinde beni ihata eden dört beş ihtiyarlık karanlıkları içinde,
Ankara’da en kara bir hâlet-i ruhiye hissettiğimden,HAŞİYE bir nur, bir
teselli, bir rica aradım.

Sağa, yani, mazi olan geçmiş zamana bakıp
teselli ararken, bana mazi, pederimin ve ecdadımın ve nevimin bir
mezar-ı ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahşet verdi.

Sol
tarafım olan istikbale, derman ararken baktım. Gördüm ki, benim ve
emsalimin ve nesl-i âtinin büyük ve karanlıklı bir kabri suretinde
göründü, ünsiyet yerine dehşet verdi.

Sağ ile soldan tevahhuş edip
hazır günüme baktım. O gafletli ve tarihvâri nazarıma o hazır gün, yarım
ölmekte ve hareket-i mezbûhânedeki ıztırap çeken cismimin cenazesini
taşıyan bir tabut suretinde göründü.

Sonra bu cihetten dahi meyus
olunca, başımı kaldırıp, ömrümün ağacının başına baktım. Gördüm ki, o
ağacın tek bir meyvesi var; o da benim cenazemdir, o ağaç üstünde
duruyor, bana bakıyor.

O cihetten dahi tevahhuş edip başımı aşağıya
eğdim, o ömür ağacının aşağısına, köküne baktım. Gördüm ki, o aşağıda
olan toprak, kemiklerimin toprağıyla mebde-i hilkatimin toprağı
birbirine karışmış bir surette, ayaklar altında çiğneniyor gördüm. O da
derman değil, belki derdime dert kattı.

Sonra mecburiyetle arkama
baktım. Gördüm ki, esassız, fâni olan dünya, hiçlik derelerinde ve
yokluk zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem ararken, zehir
ilâve etti.

O cihette dahi hayır göremediğimden, ön tarafıma baktım,
ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki, kabir kapısı tam yolumun üstünde
açık görünüp, ağzını açmış, bana bakıyor. Onun arkasında, ebed tarafına
giden cadde ve o caddede giden kafileler uzaktan uzağa nazara çarpıyor.


Ve bu altı cihetten gelen dehşetlere karşı bana nokta-i istinad ve
silâh-ı müdafaa olacak, cüz’î bir cüz-ü ihtiyarîden başka birey elimde
yok. O hadsiz a’dâ ve hesapsız muzır şeylere karşı tek bir silâh-ı
insanî olan o cüz-ü ihtiyarî, hem nâkıs, hem kısa, hem âciz, hem icadsız
olduğundan, kesbden başka birey elinden gelmez. Ne geçmiş zamana
geçebilir, tâ ondan bana gelen hüzünleri sustursun; ve ne de istikbale
hulûl edebilir, tâ ondan gelen korkuları men etsin. Geçmiş ve
geleceklere ait emellerime ve elemlerime faydası olmadığını gördüm.

Bu
altı cihetten gelen dehşet ve vahşet ve karanlık ve meyusiyet içinde
çırpındığım hengâmda, birden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın semâsında
parlayan İmân nurları imdada yetişti. O altı ciheti o kadar tenvir edip
ışıklandırdı ki, gördüğüm o vahşetler ve karanlıklar yüz derece tezauf
etseydi, yine o nur onlara karşı kâfi ve vâfi idi. Bütün o dehşetleri
birer birer teselliye ve o vahşetleri birer birer ünsiyete çevirdi.

[b]HAŞİYE:
O zaman bu hâlet-i ruhiye Fârisî bir münâcat suretinde kalbe geldi, yazdım. Ankara’da Hubab risalesinde tab edilmiştir.

Lem’alar, 26. Lem’a, 7. Ricâ[/b]
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir