Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

03.01.2011, 16:46

Mustafa Kemal'in tekliflerini neden kabul etmedim?

Mustafa Kemal'in tekliflerini neden kabul etmedim? 03.01.2011



Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi
olmayan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risâle-i Nur meydana gelmezdi.



Mühim bir suale hakikatli bir cevaptır.

Büyük memurlardan bir kaç zat benden sordular ki: Mustafa Kemal sana üç
yüz lira maaş verip, Kürdistana ve vilâyât-ı şarkiyeye, Şeyh Sinûsî
yerine vâiz-i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul
etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya
sebep olurdun" dediler.

Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı
dünyevîyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa,
herbirisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan
Risâle-i Nur, o zâyiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi
ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı
ihlâsı taşıyan Risâle-i Nur meydana gelmezdi. Hattâ ben, hapiste
muhterem kardeşlerime demiştim: Eğer Ankara'ya gönderilen Risâle-i
Nur�un şiddetli tokatları için beni idama mahkûm eden zâtlar, Risâle-i
Nur ile imanlarını kurtarıp idam-ı ebedîden necat bulsalar, siz şahit
olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim.

Beraetimizden sonra Denizli'de beni tarassutla tâciz edenlere ve büyük
âmirlerine ve polis müdürüyle müfettişlere dedim: Risâle-i Nur'un
kabil-i inkâr olmayan bir kerâmetidir ki, yirmi sene mazlumiyet
hayatımda, yüzer risâle ve mektuplarımda ve binler şakirtlerde hiçbir
cereyan, hiçbir cemiyet ile ve dahilî ve haricî hiçbir komite ile hiçbir
vesika, hiçbir alâka, dokuz ay tetkikatta bulunmamasıdır. Hiçbir fikrin
ve tedbirin haddi midir ki, bu hârika vaziyeti versin? Bir tek adamın,
birkaç senedeki mahrem esrarı meydana çıksa, elbette onu mesul ve mahcup
edecek yirmi madde bulunacak. Madem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki,
"Pek harika ve mağlûp olmaz bir deha bu işi çeviriyor." Veya
diyeceksiniz: "Gayet inayetkârâne bir hıfz-ı İlâhîdir." Elbette böyle
bir dehâ ile mübareze etmek hatadır. Millete ve vatana büyük bir
zarardır; ve böyle bir hıfz-ı İlâhî ve inâyet-i Rabbâniyeye karşı
gelmek, firavunâne bir temerrüddür.

Eğer deseniz: "Seni serbest bıraksak ve tarassut ve nezaret etmesek
derslerinle ve gizli esrarınla hayat-ı içtimâiyemizi bulandırabilirsin."


Ben de derim: Benim derslerim, bilâistisna bütünü hükûmetin ve adliyenin
eline geçmiş; bir gün cezayı mûcip bir madde bulunmamış. Kırk elli bin
nüsha risâle, o derslerden milletin ellerinde dikkat ve merakla gezdiği
halde, menfaatten başka hiçbir zararı hiçbir kimseye olmadığı, hem eski
mahkemenin, hem yeni mahkemenin mucib-i mes'uliyet bir madde
bulamamaları cihetiyle, yenisi ittifakla beraetimize ve eskisi, dünyaca
bir büyüğün hatırı için yüz otuz risâleden beş on kelime bahane edip,
yalnız kanaat-ı vicdaniye ile yüz yirmi mevkuf kardeşlerimden yalnız on
beş adama altışar ay ceza verebilmesi kat'î bir hüccettir ki, bana ve
Risâle-i Nur'a ilişmeniz mânâsız bir tevehhümle çirkin bir zulümdür. Hem
daha yeni dersim yok ve bir sırrım gizli kalmadı ki nezaretle tâdiline
çalışsanız...

Ben şimdi hürriyetime çok muhtacım. Yirmi seneden beri lüzumsuz ve
haksız ve faydasız tarassutlar artık yeter! Benim sabrım tükendi.
İhtiyarlık vaziyetinden, şimdiye kadar yapmadığım bedduâyı yapmak
ihtimali var. "Mazlûmun âhı tâ Arşa kadar gider" diye bir kuvvetli
hakikattir.

Sonra o zâlim, dünyaca büyük makamlarda bulunan bedbahtlar dediler:
"Sen, yirmi senedir bir tek defa takkemizi başına koymadın. Eski ve yeni
mahkemelerin huzurunda başını açmadın, eski kıyafetinle bulundun.
Halbuki on yedi milyon bu kıyafete girdi."

Ben de dedim: On yedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki
rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupaperest sarhoşların
kıyafetlerine ruhsat-ı şer'iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense,
azîmet-i şer'iye ve takvâ cihetiyle, yedi milyar zatların kıyafetlerine
girmeyi tercih ederim. Benim gibi yirmi beş seneden beri hayat-ı
içtimaiyeyi terk eden adama "İnat ediyor, bize muhaliftir" denilmez.
Haydi, inat dahi olsa, madem Mustafa Kemal o inadı kıramadı ve iki
mahkeme kırmadı ve üç vilâyetin hükûmetleri onu bozmadı; siz neci
oluyorsunuz ki, beyhude hem milletin, hem hükümetin zararına, o inadın
kırılmasına çabalıyorsunuz? Haydi siyasî muhalif de olsa, madem
tasdikinizle yirmi senedir dünya ile alâkasını kesen ve mânen yirmi
seneden beri ölmüş bir adam, yeniden dirilip, faydasız kendine çok
zararlı olarak hayat-ı siyasiyeye girerek sizin ile uğraşmaz. Bu halde
onun muhalefetinden tevehhüm etmek, divaneliktir. Divanelerle ciddî
konuşmak dahi bir divanelik olmasından, sizin gibilerle konuşmayı terk
ediyorum. Ne yaparsanız minnet çekmem dediğim, onları hem kızdırdı, hem
susturdu.

Son sözüm: Hasbünallah ve ni'me'l-vekil (Bize Allah yeter. O ne güzel vekildir. / Âl-i İmrân Sûresi: 3: 173)

"Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben
O'na tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de O'dur." (Tevbe Sûresi: 9: 129.)


Şuâlar, On İkinci Şuâ, s. 460

http://www.yeniasya.com.tr/haber_detay2.asp?id=1821



"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

2

04.01.2011, 08:46

M. Kemal beni iki defa davet etti
04.01.2011












Mustafa Kemal iki
defa şifre ile Van vilâyetinin eski valisi ve benim dostum Tahsin Beyin
vasıtasıyla beni, neşredilen Hutuvât-ı Sitte'ye mükâfaten taltif için
Ankara'ya celb etti, gittim.







[b]Üçüncü esas:
Sabık mahkememizde bir müddeiumumînin yanlış bir mânâ ile Beşinci
Şuâ'ya dair suallerinde kanun hesabına değil, belki bir ölmüş şahsın
dostluğu taassubu hesabına mânâsız ve lüzumsuz itirazları sebebiyle bu
gelecek uzunca tafsilâtı vermeye mecbur oldum.

Evvelâ: Bu Beşinci
Şuâ'yı hükümetin eline geçmeden evvel biz mahrem tutuyorduk. Hem bütün
taharrilerde bende bulunmadı. Hem maksadı yalnız avâmın imanlarını
şüphelerden ve müteşabih hadisleri inkârdan kurtarmaktır. Dünya cihetine
üçüncü, dördüncü derecede, dolayısıyla bakar. Hem verdiği haberler
doğrudur. Hem ehl-i siyaset ve dünya ile mübareze etmiyor, yalnız ihbar
eder. Hem şahısları tayin etmiyor. Küllî bir surette, bir hakikat-i
hadîsiyeyi beyan eder. Fakat, o küllî hakikati bu asırdaki dehşetli bir
şahsa tam tatbik etmişler. Onun için bu senelerde yeni telif edilmiş
zannıyla itiraz ettiler. Hem o risalenin aslı, Dârü'l-Hikmetten daha
eskidir. Yalnız bir zaman sonra tanzim edildi, Risâle-i Nur'a girdi.
Şöyle ki:

Bundan kırk sene evvel ve Hürriyetten bir sene evvel
İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın Başkumandanı, İslâm ulemasından
dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular.
Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler.

Ezcümle, bir hadiste, "Âhir zamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında 'Hâzâ kâfirün'
yazılmış bulunur" diye hadis var deyip benden sordular. Dedim: "Bir acîp
şahıs bu milletin başına geçer ve sabah kalkar, başına şapka giyer ve
giydirir."

Bu cevaptan sonra bunu sordular: "Acaba o zaman onu giyen
kâfir olmaz mı?" Dedim: 'Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek.
Fakat, baştaki imân o şapkayı da secdeye getirecek, inşaallah Müslüman
edecek.'

Sonra dediler: 'Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek
ve bu hadise ile 'Süfyan' olduğu bilinecek.' Ben de cevaben dedim: "Bir
darb-ı mesel var. Çok israflı adama eli deliktir denilir. Yani elinde
mal durmuyor, akıyor, zâyi oluyor deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su
olan rakıya müptelâ olup, onunla hasta olacak ve kendisi hadsiz
israfata girecek, başkalarını da alıştıracak."

Sonra birisi sordu ki: 'O öldüğü zaman İstanbul'da dikili taşta şeytan dünyaya bağıracak ki,
filân öldü." O vakit ben dedim: 'Telgrafla haber verilecek.' Fakat bir
zaman sonra, radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim.
Sekiz sene sonra Dârü'l-Hikmet'te iken dedim: "Şeytan gibi radyoyla
dünyaya işittirecek."

Sonra sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc ve Me'cüc ve
dâbbetü'l-arz ve Deccal ve nüzûl-ü İsa (as) hakkında suâller
sormuşlardı. Ben de cevap vermiştim. Hattâ eski risalelerimde onlar
kısmen yazılmışlar.

Bir zaman sonra Mustafa Kemal iki defa şifre ile
Van vilâyetinin eski valisi ve benim dostum Tahsin Beyin vasıtasıyla
beni, neşredilen Hutuvât-ı Sitte'ye mükâfaten taltif için Ankara'ya celb
etti, gittim. Şeyh Sinusî Kürtçe lisanı bilmediğinden, beni onun
yerinde üç yüz lira maaşla vilâyât-ı şarkıye vâiz-i umumîsi, hem meb'us,
hem Diyanet Riyaseti dairesinde, Dârü'l-Hikmet âzâlarıyla beraber, eski
vazifemle memnun etmek ve benim Van'da temelini attığım
Medresetü'z-Zehrâ ve şark dârülfünunuma Sultan Reşad'ın verdiği on dokuz
bin altın lira, iki yüz mebus içinde yüz altmış üç mebusun imzasıyla
yüz elli bin banknota iblâğ edilerek kabul edildiği halde, ben Beşinci
Şua aslının verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm.
Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve "Bu adamla başa
çıkılmaz, mukabele edilmez" diye, dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı
içtimaiyeyi terk edip yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarf ettim.
Fakat bazı zâlim ve insafsız memurlar, bana dünyaya bakacak iki üç
risaleyi yazdırdılar.

Sonra bazı zâtlar, âhirzaman hâdisatını haber
veren müteşabih hadîsleri suâl etmek münasebetiyle, o eski risâlenin
aslını tanzim ettim. Risâle-i Nur'un Beşinci Şuâsı nâmını aldı...

[Devamı için bakınız: Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 562][/b]





http://www.yeniasya.com.tr/haber_detay2.asp?id=1842

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

3

04.01.2011, 09:35

M. KEMAL'İN TALEBİNİ SAİD NURSî'YE BABAM İLETTİ 04.01.2011 Birinci
Mecliste Mardin meb'usu olan Abdülgani Ensari'nin oğlu Nezih Ensari,
Said Nursî ile M. Kemal arasındaki görüşmenin, babasının aracılığı ile
gerçekleştiğini söyledi. Ensari, "Atatürk, babamdan kendisini Said
Nursî ile buluşturmasını istiyor. Atatürk'ün bu isteğini Said Nursî'ye
iletiyor babam. Said Nursî sekiz saat görüşmek şartıyla kabul ediyor"
dedi.

[b]O GÖRÜŞMEDE BABAM DA HAZIR BULUNMUŞTU [/b]Nezih
Ensari, Mardin Life dergisinde yayınlanan röportajında, babasının da
hazır bulunduğu görüşmede Said Nursî'nin M. Kemal'e 'Namaz kıl,
inançlarına sahip çık. Avrupa'nın yaşam tarzını, giyimini ve
ahlâksızlığını getirme. Teknolojisini getir. İlmini getir. Sanatını
getir' şeklinde 'nasihat'larda bulunduğunu aktardı.


[b]O GÖRÜŞMEYİ M. KEMAL İSTEDİ[/b]





Türkİye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) kurucularından Mardin
Mebusu Abdülgani Ensari'nin oğlu Nezihi Ensari, Said Nursî ile Mustafa
Kemal arasındaki görüşmenin, babasının aracılığı ile gerçekleştiğini
söyledi. Ensari, "Atatürk, babamdan kendisini Said Nursî ile
buluşturmasını ister. Atatürk'ün bu isteğini Said Nursi'ye iletiyor
babam. Said Nursî 8 saat görüşmek şartıyla kabul ediyor" diye konuştu.









TBMM'nin kurucularından Abdülgani Ensari'nin oğlu Nezihi Ensari, Mardin
Life dergisinin Mart-Nisan 2008 sayısında yer alan röportajında,
babasından bahsederken şunları söyledi: "Babam Abdulgani Ensari ilk
TBMM'nin kurucularından ve mebuslarındandır. 1920 yılında Siverek'te
garnizon komutanı iken Mardin'de izinde olduğu bir sırada gıyabında
oradaki halk ve devlet erkânı tarafından mebus seçildi. Babam
ilköğreniminden sonra kaydolduğu Harp Okulunda Ali Fuat Cebesoy ve Kazım
Karabekir ile sınıf arkadaşıydı. Harp okulu bitiminde Sultan
Abdulhamid, babamı yanına alarak kendine yaver yaptı. İngilizlerin
Sultan Abdulhamid'e düzenledikleri suikast sırasında da babam onun
yanındaydı. Abdulhamid görevden alınınca babam Bağdat'a gitti. Görevli
subay olarak 1. Dünya Savaşı sonunda gazi unvanı alan babam Siverek'te
garnizon komutanlığına verildi. Mebus seçildikten sonra Atatürk babama
özel mesaj gönderiyor ve 'Hemen Ankara'ya gel' diyor. Babam mazbatasını
alıp yola düşüyor. O zaman yaylı arabayla 36 gün süren bir yolculuktan
sonra Ankara'ya varabiliyor. Babam Meclisin ikinci döneminde de
Atatürk'ün isteğiyle Mardin mebusu oluyor.'

Nezihi Ensari, babasının Said Nursî ile Mustafa. Kemal'i buluşturmasını
ise şöyle anlattı: "Atatürk, babamdan kendisini Said Nursî ile
buluşturmasını ister. Atatürk'ün bu isteğini Said Nursi'ye iletiyor
babam. Said Nursî 8 saat görüşmek şartıyla kabul ediyor. Ve Atatürk,
Said Nursî ve babam bir araya geliyorlar. Ülke meselelerinin
konuşulduğu bu görüşmelerde Said Nursî, Atatürk'e şöyle nasihat eder:
"Namaz kıl, inançlarına sahip çık. Avrupa'nın yaşam tarzını, giyimini
ve ahlâksızlığını getirme. Teknolojisini getir. İlmini getir. Sanatını
getir." Görüşmeler gayet samimi bir şekilde geçermiş. Atatürk'ün
elinden bir çok hediye almış olan babam, 1974 yılında vefat etti. Babam
vasiyetinde kesinlikle tören istemediğini, sadece tekbirlerle ve
salâlarla uğurlanmak istediğini belirtmiştir."
http://www.yeniasya.com.tr/haber_detay2.asp?id=1844



"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir