Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

21

02.11.2007, 23:33

Bunda da Bir Hayır Vardır

Bir zamanlar Afrika´daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.

Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. ıster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:

"Bunda da bir hayır var!"

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın başparmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi:

"Bunda da bir hayır var!"

Kral acı ve öfkeyle bağırdı:

"Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?"

Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını farkettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.

"Haklıymışsın!" dedi.

"Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. ışte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi."

"Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı.

"Bunda da bir hayır var."

"Ne diyorsun Allah aşkına?" diye hayretle bağırdı kral.

"Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir."

"Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene!!!..."


:D
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

22

06.11.2007, 09:05

BıR KISSA, BıN HıSSE

Padişah adakta bulunmuş bir gün.

"Eğer benim bu işim olursa zahitlere para dağıtacağım!" demiş.

Dileği tutmuş padişahın; isteği yerine gelmiş.

Bir kese altını aldığı gibi, adamlarından birine vermiş.

"Git bu paraları zahitlere dağıt!" diye emretmiş.

Köle kurnaz ve muzip!

Koca şehri bütün gün dolaşmış.

Parayı dağıtacak kimse bulamamış.

Geceleyin saraya geri dönmüş, gelmiş.

Altın dolu keseyi öperek padişahın önüne koymuş.

"Buyurduğunuz adamları bulamadım padişahım!" demiş.

Padişah şaşırmış:

"Nasıl olur? Ben bu şehirde böyle en az dört yüz zahid tanırım."

Kurnaz ve akıllı köle:

"Padişahım! Hakikî zahid para almıyor.

"Alanlara da hakikî zahid diyemeyiz!" demiş.

Padişah gülmeye başlamış ve adamlarına demiş ki:

"Ben kendini Allah'a ibadete vermiş,

"Dünyaya küsmüş zahitleri ne kadar seversem,

"Benim bu yaramaz kölem de onlara o kadar düşmandır.

"Yalnız kölemin sözlerine ne denir?

"Doğrusu kölem haklıdır!"

(Gülistan'dan)

Süleyman KÖSMENE
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

23

06.11.2007, 22:10

ne güzel... :)
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

24

09.11.2007, 21:14

Ecelin yeri ve zamanı değişmez

Süleyman Aleyhisselâm halkın sorunlarını ve sıkıntılarını çözmek amacıyla onları dinliyordu. Huzura bir adam gelmiş, o da dert ve sıkıntılarını arz ediyordu. ışte o esnada oraya gayet heybetli bir zat girdi. Ve Süleyman Aleyhisselâm'a arzuhalde bulunan adama gayet dikkatlice bakmaya başladı. Bunu fark eden adam bu zatın heybetli bakışlarından çok ürktü ve Hz. Süleyman'ın kulağına usulca "Bana hışımla bakan bu zat kimdir?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Süleyman onun Azrail Aleyhisselâm olduğunu, kendisini ziyaret kastıyla geldiğini belirtti. Adam Azrail lafını duyar duymaz benzi sarardı ve korkudan titremeye başladı, telaş ve endişeyle Süleyman Aleyhisselâm'a yalvarmaya başladı:
– Ey Allah'ın Peygamberi! Azrail'in bana hışımla baktığını gördüm. Nerdeyse bakışıyla canımı alacaktı. Sen her şeye muktedirsin. Allah sana saltanat vermiş, kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgârlar senin emrinde… Ne olur rüzgârına emret de derhal beni buradan çok uzaklara, Hindistan'a götürsün. Gözlerden çok uzaklarda olunca belki Azrail Aleyhisselâm'ın hışmından emin olur, böylece canımı kurtarmış olurum!
Hz. Süleyman, korkuyla tir tir titreyen bu adama acıdı. Ve emrindeki rüzgârlara talimat verip o adamı Hindistan'a götürmesini emretti. Rüzgar Süleyman Aleyhisselâm'ın emriyle o adamı aldı, esti, püstü ve Hindistan'da uzak bir adaya bıraktı.
Daha sonra Hz. Süleyman, Azrail Aleyhisselâm'ı çağırıp:
– Ey Azrail! Biraz evvel yanımda bulunan adama, neden hışımla ve heybetle baktın? Niçin o zavallıyı korkuttun? diye sorunca, Azrail Aleyhisselâm cevap verdi:
– Ey Allah'ın Peygamberi! Ben o adama öfkeyle ve hışımla bakmadım. Hayret ve taaccüple baktım. Hayretimin sebebi ise, onun burada olmasıydı. Çünkü Allahu Teâlâ bana "Birkaç dakika sonra o adamın canını Hindistan'da almamı" emretmişti; fakat onu burada görünce şaşırdım. Bu kadar kısa bir zamanda oraya nasıl gidecek? diye hayret ettim. Fakat senden Hindistan'a gitmesini isteyince mesele anlaşılmış oldu.
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

25

12.11.2007, 15:09

Bir hükümdar, vezirine der ki: Bana öyle bir şey yap ki, sıkıldığımda, ona bakınca rahatlıyayım; kızınca, ona bakıp sakinleşeyim. Saltanatımla mağrur olunca da, ona bakıp tevazu sahibi olayım.
Vezir der ki: Bir yüzük yaptır, taşına (Sonu ne olacak?) yazdır! O hâl zuhur edince, yüzüğe bak!

Hükümdar yüzüğü yaptırır. Saltanatı ile mağrur olunca, o yüzüğe bakar, içinde bulunduğu nimet ve devletin (Sonu ne olacak) diye düşünür. (Elbet sonu ölümdür. Kıyamette hesabı var. Kötüye kullanırsan azabı var!) der, mağrur olmaktan kurtulur. Bir musibet geldiğinde de yüzüğe bakar, (Madem ölüm vardır, üzülmek boşuna!) diyerek rahatlar. Kızdığı zaman, (Sonu ne olacak) yazısını okur, (Sonu ölüm olduktan sonra, kızsam ne çıkar) der, gazabını yatıştırırdı
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

26

12.11.2007, 18:30

cok güzelmis. Allah razi olsun
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

27

07.04.2008, 21:55

Tevekkül Böyle Olur mu?

Büyük velilerden şakik Belhi (VIII. yyıl) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına şahit oldu. Yanına yaklaştı ve sordu:

- Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verdi:

- Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.

Bu açıklama şakik´i adeta bir şamar gibi sarstı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:

- Hey şakik kendine gel! şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah´a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

mavi_53

Acemi

Mesajlar: 20

Konum: ıSTANBUL

Meslek: Öğrenci

  • Özel mesaj gönder

28

19.04.2008, 00:22

Evliyalar ölmez imiş...

Evliyalar Ölmez imiş,
Can acısın görmez imiş...


Diye bir söz söylenmiş. Gerçektende evliyalar ölmüyor.ışte Hacı Bayram Veli! Aşağı yukarı beş yüz kırk altı yıl evvel, Ankara'da, bu dünyadan, öteki dünyaya göçmüş... Beş yüz kırk altı yıl bu! Dile kolay... Ankara'da, anasının, babasının mesarını bilmeyen çok insan vardır, Hacı Bayram'ı bilmeyen, bir kere türbesinin önünden geçmeyen, bir defa işi düşüp de kapısına yapışmayan bir Ankara'lı düşünülebilir mi? Daha, türbeler kapatılmadan evveldi... Diye anlatırlar. Solfasol köyünden çok temiz, çok saf bir genç, askere gidiyormuş. Babasından kalma bir kaç altını, anasından kalma birkaç mücevheri varmış. Delikanlının derdi asker dönüşü evlenmek; servetini içine koyduğu küçük sandığını emanet edeceği, güvenip, bırakacağı kimseciği de yok. Düşünüyor, tasınıyor, acaba ne yapsam, diye sızlanıyor... Derken, bir gece rüyasında Hacı Bayram'ı görmez mi? "A! be Salimcik, ne düşünüp duruyorsun getir sandığını, bana bırak!" diyor.
Selim oğlan, ertesi günü, sevine sevine Ankara'ya geliyor,doğru türbedarın önüne dikiliyor, hal, keyfiyet böyle, böyle... diye meseleyi anlatıyor. Türbedar da uyanıklardanmış, gece o da haberini almışmış. Getiriyorlar sandığı, Hazretin başucuna bırakıyorlar. Sandık deyince, öyle koca bir şey sanılmasın, ancak bir çanta kadar.
Delikanlı askere gidiyor; gidiyor ama dönmek bilmiyor. Yemen ellerinde Uveys El-Karani gibi... Gez babam gez. Tam sekiz yıl!.
Bu sekiz yıl içinde ahval değişmiş, türbedar ölmüştür. Yeni gelen, Bayram Velî'nin başucundaki bu acayip sandığın hikmetini bir türlü anlayamamış. Kaldırıp, bir kenara koymak istiyor, ne mümkün? Yerinden kımıldatmanın ihtimali yok. Bu işe pek şaşıran türbedar, yanına bir yardımcı çağırıyor. Bir derken, üç oluyor... Nafile, sandık ne açılıyor, ne kımıldıyor. Sonunda:"Buişin içinde bir hikmet var" diyorlar!
Gel zaman, git zaman bizim Solfasol'lu, askerden kurtulup dönüyor. Ama artık o taze delikanlı değildir. Gene saftır, gene tertemizdir. Doğruca Hacı Bayram türbesine varıyor, bakıyor ki, türbedar değişmiş. Ama hiç umursamıyor, Ben malımı türbedara değil, doğrudan ona, Bayram Veli'ye emanet etmiştim" diyor ve sandığı almak üzere huzura varıyor. Üç ihlâs, bir fatiha okuduktan sonra "Hazretim!" diyor, "Ver bakalım emanetimi! Hani, ben askere giderken getir, saklayayım demiştin ya!"
Türbedar ve sandığı yerinden oynatamayan üç arkadaşı, merakla, konuşan adama bakıyorlar. O bir şeyin farkında değil sandığı kucakladığı gibi yola revan oluyor...
Ankara'lılar bu hikayeyi, emanete sadakatin tatlı bir örneği diye fırsat düştükçe anlatırlar...

29

26.04.2008, 22:58

ıstanbul’un Fatih’i Sultan Muhammed Han'a bir açıkgöz dilenci gelip elini açar:
–Allah için yardım edin kardeşinize! der. Fatih şöyle bir bakar dilenciye. Sormadan edemez:
–Nereden kardeşin oluyormuşum, söyler misin? Dilencinin cevabı çoktan hazır:
– Hepimiz Âdem Aleyhisselam'ın evladı değil miyiz? Babamız anamız aynı değil midir? Fatih başını sallar:
– Doğru söyledin, aksini iddia etmek mümkün değildir.
Hemen elini kaftanının cebine sokar, çıkardığı bir altını dilenciye uzatır. Dilenci verileni az bularak söylenir:
–Ben senin kardeşin olayım da bunca servetin sahibi olan sen, kardeşini bir altınla savasın, olur mu? Fatih bu defa anlayacağı dilden cevap verir:
–Sen verilene şükrederek uzaklaş buradan. Yoksa Âdem'den olan diğer kardeşlerin de gelecek olursa eminim sana bu kadarı da düşmez.


:D
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

30

26.04.2008, 23:03

ayna ablam çok güzeldi.Allah razı olsun paylaşım için. :)
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.
Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün.
Gerisi zaten kendiliğinden gelir...

( ŞEMS-İ TEBRİZİ )


31

26.04.2008, 23:05

Geçenlerde hocam da bunu anlatmıştı... çok hoşuma gitmişti...
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

32

27.04.2008, 14:10

cok güzel, Allah razi olsun.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

33

15.06.2008, 00:03

Hz.Ali'nin Yorumu

Ashabtan (Peygamberimizin arkadaşları) Abdullah oğlu Cabir bir rüyasında, büyük ineklerin küçük inekleri sağdığını, hastaların sağları ziyaret ettiğini, kuru bir çay kenarında yemyeşil bahçeler bulunduğunu, minberde (camilerde imamın hutbe okuduğu yer) koca koca putlar durduğunu gördü. Bu, sıradan bir rüyaya benzemiyordu. Bunun önemli bir mesajı olmalıydı.

Bu rüyayı yoracak kişi olarak ilk defa Hz. Ali aklına geldi. Hz. Peygamberin "ılim beldesinin kapısı" diye nitelediği Hz. Ali ancak güvenilir bir açıklama getirebilirdi. Bu düşüncelerle rüyasını yordurmak üzere Hz. Ali´ye müracaat etti.

Rüyasını tane tane anlattı ve ne anlama geldiğini yormasını rica etti.

Hz. Ali "Yanlış yorumdan Allah korusun" diyerek söze başladı ve şöyle devam etti.

- "Büyük ineklerin küçük inekleri sağması, yetki ve mevkilerini halkı soymak için kullanan görevlileri (amir ve memurları); hastaların sağları ziyaret etmesi, yoksulların hallerini arzetmek için zenginlerin peşinde koşmasını; kuru çay kenarında bulunan yemyeşil bahçeler, uzaktan veya dışardan bakıldığında çok büyük sanılan ve öyle ünlenmiş ama aslında içleri kupkuru çölden ibaret olan ilim adamlarını; minberde duran koca koca putlar ise, layık olmadığı halde ilmin, dinin ve devletin yüce makamlarına yükselmiş kimseleri ifade eder."
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

mavi_53

Acemi

Mesajlar: 20

Konum: ıSTANBUL

Meslek: Öğrenci

  • Özel mesaj gönder

34

16.06.2008, 21:40

zamanımıza ne kadar benziyo değil mi bu yorum...

35

16.06.2008, 21:51

işte ahirzaman için söylenecek herşey söylendi... Başka söze ne hacet....
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

36

20.06.2008, 11:07

ÜÇ SUAL BıR CEVAP

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, şems-i Tebrîzî;
"Sorun!" buyurdu. ıçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı:
"Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım."
şems-i Tebrîzî hazretleri;
"Öbür sorunu da sor!" buyurdu.
O;
"şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi.
şems-i Tebrîzî;
"Peki öbürünü de sor!" buyurdu.
O;
"Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi.
Bunun üzerine şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu.
Ve;
"Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu." dedi.
şems-i Tebrîzî;
"Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu.
Kâdı bu işin açıklamasını istedi. şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:
"Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim."
O kimse şaşırarak;
"Ağrıyor ama gösteremem." dedi.
şems-i Tebrîzî;
"ışte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez.
Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.
Yine bana;
"Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu.


Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.


--------------------------------------------------------------------------- -----
1) Said Nursi'nin Van'da bulunduğu yıllar, öğrencilerinden Molla Hamid anlatıyor. Nur Dede kitabından.
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

37

27.09.2008, 19:02

Zamanin birinde alim zatlardan biri bir nehir kenarinda namaza durmuş.. Mecnun tam o sırada sözde alim zatın önünden geçmiş.. Adam öfkeyle namazını bozarak: 'Bre melun görmez misin ki namaza duruyorum, ne diye önümden geçersin?' der. Mecnun'un cevabıysa ilginçtir: 'BEN LEYLANIN AşKIYLA SENıN NAMAZ KILDIğINI GÖRMEZKEN, SEN MEVLANIN AşKIYLA BENı NASIL GÖRDÜN...?'

Sahte dindarlara ve aşkı böyle yaşayamayanlara ithaf olunur.....
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

38

04.10.2008, 20:07

Akşemseddin'in Fatih Sultan'ı ıkazı

Fatih Sultan Mehmed Hocası Akşemseddin Efendi' ye : "Sen olmasaydın ben bu fethi başaramazdım.." diye iltifat edince Akşemseddin Efendi sakalını sıvazlayarak :" Sultanım... " demiş "Beni bir sebep görerek hakiki güvenin Allah'a olması lazım geldiğini bildiğinize kani olmasaydım, şimdi burasını terk ederdim .ınsanların birbirlerine destek olmaları , birbirlerine güvenmeleri ,yaradılışları dolayısıyla zaruridir.Fakat bu güven hiçbirzaman Allah'a güvenden önce gelmemelidir.Zira, insan noksan sıfatlar üzerine yaratılmıştır.Allah'tan başkasına dayanan ve güvenenin hüsrana uğrayacağını Kur'an-ı Kerim bildirmektedir."
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.
Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün.
Gerisi zaten kendiliğinden gelir...

( ŞEMS-İ TEBRİZİ )


39

22.01.2009, 21:56

yöneticilerden rica etsem bu bölümü de kıssadan hisseler bölümüne taşıyalım inşaallah.
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir