Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

21

08.08.2008, 13:10

Zevcesine Götürün

Biri, Resûlüllah /s.a.v.)'a geldi ve şöyle dedi: -- Ya Resûlallah! Siyahlığım ve yüzümün çirkinliği, cennete girmeme engel olurmu? Bunun üzerine, Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: --"Olmaz. Nefsimi kudret elinde tutan Yüce Allah'a yemin ederim ki; sen, Rabbine iman etmemişsin. O'nun Resûlü-nün getirdiklerine de inanmamışsın." Buna karşı o kimse şöyle dedi:-- Sana peygamberlik ikramını yapan Yüce Allah'a yemin ederim ki, Allah'tan başka ilâh yokyur, Muhammed Allah'ın Resûlüdür. şahadetimi, bu meclise oturmadan sekiz ay önce yapmıştım. Ve sen o zaman huzurunda olanlar ve olmayanlara hitab etmiştin. Siyahlığım ve yüzümün çirkinliğine bakıp kovmuşlardı. Halbuki ben: Benîselim kabilesindenim. Kavmimin içinde soylu biriyim. Dayılarımın siyahlığı bana ağır basmış. Onun bu sözlerini dinleyen Resûlüllah (s.a.v.) şöyle sordu: --"Amr b. Vehb bugün buradamı?" Resûlüllah'ın sorduğu zât, Sakif kabilesinden birir idi. Yakın zamanlarda müslüman olmuştu. --Burada değil dediler. O siyah sahabeye sordu: -- "Onun evini biliyormusun?" --Biliyorum, deyince, şöyle buyurdu: --"Onun evine git. Kapısına yavaşça vur; selâm ver. içeri girince şöyle söyle: -- Resûlüllah (s.a.v.) kızınızı bana zevce olarak verdi." Amr b Vehb'in sevimli bir kızı vardı. Güzellikten ve akıldan yana nasipli biriydi. O kimse gitti, kapıyı vurdu, selâm verdi. Arapça konuştuğunu görünce merhaba deyip kapıyı açtılar. Ama siyahlığını ve yüzünün çirkinliğini görünce ondan sıkılmaya başladılar. --Resûlüllah (s.a.v.) kızınızı bana zevce olarak verdi, deyince onu kötü bir şekilde reddettiler. O kimse, oradan çıkınca, doğru Resûlüllah (s.a.v.)'ın yanına geldi. O, gittikten sonra, kız babasına şöyle dedi: -- Ey babacığım! Vahiy seni rüsvay etmeden bir kurtuluş yolu ara. Eğer Resûlüllah (s.a.v.) beni ona zevce olarak vermiş ise, Allah'ın ve resûlünün rıza gösterdiğine razıyım. Babası hemen çıktı, Resûlüllah (s.a.v.)'a geldi; ona yakın bir yere oturdu. Resûlüllah (s.a.v.) onu görünce sordu: -- "Senmisin, Allah'ın Resûlünü reddeden?" Buna karşılık şöyle dedi: -- Yaptım; ama Allah'tan bağışlanmamı istedim. Onun yalan söylediğini sanmıştım. Eğer doğru ise, kızımızı ona zevce olarak veriyoruz. Allah'ı ve Allah'ın Resûlünü darıltmaktan Allah'a sığınırız. Bunun üzerine dört yüz dirheme nikahı kıydılar. Resûlüllah damada şöyle buyurdu: -- "Hanımının yanına var; huzuruna gir." Buna karşılık damat şöyle dedi: -- Seni Hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki: Dünyalık bir şeyim yok. Kardeşlerime gidip bir şeyler istemem lâzım. Resûlüllah buyurdu: -- "Kadının mihri, mü'minlerden üç kişiye aittir. Osman b. Affan'a git, iki yüz dirhem al." Hz. Osman (r.a.) fazlasıyla verdi. -- "Ali'ye git; ondan da iki yüz dirhem al." Hz. Ali de ona istediğini fazlasıyla verdi. Bunları aldıktan sonra pazara çıktı. şen ve sevinçli idi. Hanımına bazı şeyler alıyordu. Bu arada bir ses duydu: -- Ey Allah'ın süvarileri! Geliniz, sefer var, sefer... Resûlüllah'ın münadisi öyle çağırıyordu. Bunu duyar duymaz o kimse başını semaya kaldırdı: -- Allahım! yerlerin ve göklerin Rabbi... Muhammed (s.a.v.)'in ilâhı. Bugün bu paraları, Allah'ın, Resûlünün ve mü'minlerin sevdiği yola sarf edeceğim.Hemen bir at, bir kılıç, bir mızrak ve kalkan aldı. Kuşağını beline bağladı. Başını da güzelce sardı. O kadar sardı ki: Yalnız gözleri görünüyordu: Bu hali ile gitti, muhacirlerin yanında durdu. Onu böyle görünce tanımadığımız bu atlı kimdir? dediler. Hz. Ali(r.a.) onlara şöyle dedi: -- Bırakın onu. Belki o size Bahreynden katıldı, belkide şam tarafından gelmiştir. Belki de o sizden dinî bilgilerinizi öğrenecektir. ısterim ki o varlığı ile sizlere yadımcı olsun. Savaş sırasında, mızrak vurdu, kılıç salladı... Atı onu yorunca indi. Kollarının yorgunluğunu giderdi. Sonra kollarını sivadı. Resûlüllah! (s.a.v.) onun siyah kollarını görünce sordu: -- " Sen Sa'd mısın?" -- Evet, Ya Resûlüllah! anam babam sana feda olsun. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: -- "Ceddine saadetler." Bundan sonra durmadan mızrağı ile kılıcı ile savaşmaya devam etti. Her vuruşta Allah'ın düşmalarından birini öldürüyordu. Bir ara Sa'd düştü dediler. Resûlüllah (s.a.v.) ona doğru yöneldi. Yanına vardı, başını göğsüne yasladı. Yüzünden toprakları elbisesi ile sildi. Ve şöyle buyurdu: -- "Kokun ne kadar güzel. Seni Allah'ın ve Resûlünün sevgisine ısmarlıyorum." Bundan sonra, Resûlüllah (s.a.v.) ağladı. Sonra güldü. Sonra yüzünü beri yana çevirdi. Daha sonra buyurdu: -- "Kabe'nin Rabbine yemin olsun: HAVZ'a gitti" Ebû Lübabe dedi ki: -- Babam anam sana feda olsun, Yâ Rasûlüllah! HAVZ nedir? Resûlüllah (s.a.v.) şöyle anlattı: --" Havzı Rabbim bana ihsan eyledi. Onun genişliği San'a ile Basra arası kadardır. ıncilerle yakutlarla süslüdür. Onun suyu, sütten beyazdır. Tadı, baldan tatlıdır. ondan bir kere içen ebedî susamaz." Tekrar sordu: --Ya Resûlüllah! önce ağladığını, sonra güldüğünü, daha sonra yüzünü çevirdiğini gördük. şöyle anlattı: "Sa'd'ı sevdiğim için ağladım. Onun Allah katındaki derecesine sevinip güldüm. Allah katındaki ikramına sevinip güldüm. Yüzümü çevirmeme gelince, gözde hurilerden zevcelerini gördüğüm içindir. Onların kolları açık, halhalleri gözüküyordu. Onlardan hayâ ederek yüzümü çevridim.", Bundan sonra, onun silahı, atı ve ona ait diğer şeyler için emir verdi: -- "Bunları alın, zevcesine götürün ve deyin ki: -- Allah onu sizden daha iyi biri ile nikâhladı."
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

22

12.08.2008, 20:43

şükür borcumuz var!


Erzurumlu ıbrahim Hakkı’nın hocası Fakirullah Hazretleri, öğrencilerinden birinin eline bir testi verdi ve su almak için kuşluk vakti çeşmeye gönderdi.

Çocuk bu ya… Öğrenci çeşmenin başına varınca orada bulunan çocuklarla oyuna daldı ve medreseye su götüreceğini unuttu. Gün batıncaya kadar çeşme başında oynadı.

Öğrenci tam gün batmak üzereyken görevini hatırladı, derhal oyunu bıraktı ve testisini çeşmeden doldurup medreseye döndü.

Medreseye döndü dönmesine de, bir de hesap vermesi vardı! Arkadaşları onu aralarına alıp hırpalamaya başladılar.

“Nerede kaldın? Sen su getirmeye gitmedin mi? Suyu alıp neden dönmedin? Neden geciktin?” gibi sorularla etrafını çevirdiler ve tartakladılar.

Bunca arkadaşı tarafından tartaklanan ve dışlanan öğrenci Fakirullah Hazretlerine sığındı. Fakirullah Hazretleri duruma müdahale ederek:

“Arkadaşınızı neden suçluyorsunuz?” dedi.

Arkadaşları:

“Hocam, kuşluk vakti gönderdiniz, gün batarken döndü, bizi bu kadar susuz bekletti.” dediler.

Fakirullah Hazretleri:

“Arkadaşınızın kabahati yoktur. Ona kızmayın! O, çeşme başında oyuna dalmaya mecburdu. Çünkü kısmetiniz olan su henüz kurnaya gelmemişti. Arkadaşınız başkalarının kısmetini doldurup size getiremezdi. Ne zaman sizin kısmetiniz kurnaya geldi, işte o zaman arkadaşınız oynamayı bırakıp testiyi çeşmeye tutarak kısmetinizi doldurup getirdi. Onun kabahati yoktur. Siz kısmetinize kızın! Ve nihayet şükredin ki, Allah kısmetinizi göndermiş ki, geç de olsa suya kavuştunuz! Sizin şükür borcunuz var!” dedi.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

23

05.09.2008, 01:58

Hazret-i Ebu Bekir’in (r.a.) oğlu Abdurrahman (r.a.) anlatıyor:

“Babam her akşam Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yanına giderdi. Bir akşam yine Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yanına gitmek üzereyken birkaç kişi misafir çıka geldi. Babam bana, “Abdurrahman! Ben gelinceye kadar misafirlere bak. Beni beklemeden yemeklerini yedir” dedi.

Ben de akşam misafirlerin yemeklerini önlerine koydum. Fakat misafirler, “Baban gelip de bizimle yemezse biz de yemeyiz” dediler. Onlara, “Babam sinirlidir. Yemek yemediğinizi görürse bana kızar” dedim. Fakat onlar yemediler.

Nihayet babam geldi. Misafirlere yemek verip vermediğimizi sordu. Misafirler, “Vallahi biz yemedik” dediler. Babam bana, “Abdurrahman! Ben sana beni beklemeden onların yemeklerini yedir demedim mi?” diye kızdı. Ben de korkudan saklandım. Fakat babam bir daha bağırınca saklandığım yerden çıkıp geldim ve “Benim günahım yoktur. Misafirlerin buradalar. Onlara sor. Yemeklerini önlerine koydum. Fakat onlar yemediler. Baban gelip bizimle yemezse biz de yemeyiz dediler” dedim.

Babam bu sefer onlara, “Neden yemediniz? Madem yemediniz, ben de bu gece yemek yemeyeceğim!” dedi. Onlar da, “Sen yemezsen biz de yemeyeceğiz!” dediler. Babam bu defa, “Yahu ne belâya çattık! Niçin yemiyormuşsunuz?” diye çıkıştı.

Fakat az sonra babamın öfkesi yatıştı ve “Benim öfkem şeytandandı!” dedi ve yemek sofrasını kurdurup besmele çekerek misafirlerle birlikte yemek yediler.

(Hayatü’s-Sahabe, 2/302.)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

24

11.09.2008, 15:37

Yolun Hakkı

Hz. Peygamber yol kenarında oturan bazı sahabileri görünce;

"Yol kenarlarında oturmaktan sakının" buyurdu.

Sahabiler; "Buraları bizim oturup konuştuğumuz yerlerdir" deyince;

"Eğer burada oturursanız yolun hakkını verin" buyurdu.

"Yolun hakkı nedir" sorusuna ise Allah elçisi şöyle cevap verdi:

"Yoldan gelip geçenleri seyretmemek, yoldan eza veren şeyleri kaldırmak, selâm almak ve emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l münker yapmak "

(Buhârî, Mezâlim, 22; Ebû Dâvud, Edeb, 12; Ahmed b. Hanbel, III, 36, 47, IV, 30).
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

25

22.09.2008, 17:05

Abdullah b. Cedan bir gün vadide yürürken, dağda bir yarık ve mağara gördü ve oraya doğru yöneldi. Mağaraya girdiğinde, orada yılanbaşlıklı, gözü ışıldayan bir yakut gördü. Mağaranın arka kısmında ise ev gibi bir yer gördü ve merak edip girince, orada uzun bir kemik yığını buldu. Kemiklerin başuçlarında da üzerinde tarihleri yazılı ve kendilerinin Cürhüm kabilesinden olduğunu bildiren levhalar vardı. Orada Cürhüm kralının kemiklerine de rastladı. Az ileride yakut, lü’lü, zeberced, altın, elmas gibi çeşitli mücevherlerden destelenmiş bir define buldu.

Defineden alabildiği kadar alan Abdullah, kapıyı kapayıp işaretledikten sonra oradan ayrıldı. Evine dönünce cömert desinler diye herkese dağıtmaya, yedirip içirmeye başladı.

ınsanlar istifade etsinler diye bağlıklar, bahçelikler, gölgelikler yaptı. Bu sırada aşiretinin başına geçti ve aşiretini yönetti. Hazinesinden de daima iyilik yapmaya devam etti.

Fakat yaptığı iyilikleri kendisini övmek ve övdürmek maksadıyla yaptı. Bir defa olsun şükretmedi, günahlarına üzülmedi.

Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuşlardır:

“Abdullah b. Cedan’ın büyük gölgeliğinin altında, öğleden sonranın şiddetli sıcağında gölgelenirdim.”

Hazreti Aişe validemiz (r.a.) Peygamber Efendimize (asm):

“Onun iyilikleri kendisine hiç fayda sağladı mı ya Resulallah?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz (asm):

“Hayır sağlamadı.” buyurdu. Aişe validemiz:

“Neden ya Resulallah?” diye sorunca da Peygamber Efendimiz (asm):

“Çünkü o, bir gün olsun ‘Ey Rabbim, kıyamet günü benim günahımı bağışla!’ demedi” buyurdu.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

26

25.09.2008, 03:10


Hz. Ömer’in (r.a.) hilafeti zamanındaydı. Tayin ettiği valilerden biri, Cuma hutbesi esnasında Hz. Ömer’i (ra) övünce bir sahabi dayanamayıp itiraz etti ve valiye karşı geldi.

Namazdan sonra durum Hz. Ömer’e (ra) iletildi. Ve sahabe hakkında ululemre itaatsizlikten dâvâ açıldı.

Ardından duruşma için valiye karşı gelen sahabe yakalanıp Hazret-i Ömer’in (ra) huzuruna götürüldü.

Sahabe, Hz. Ömer’in (ra) huzuruna girince selâm verdi.

Fakat Hz. Ömer (r.a.), hiddetinden selamı duymadı bile. Selâmı almamakla beraber, sahabeyi de azarladı.

Bunun üzerine suçlu sayılan Sahabe sertçe çıkıştı:

“Ya Ömer! Ben bir suç işlediysem, sen iki suç işledin!” Hiddeti birden sönen Hz. Ömer (r.a.):

“Nedir benim iki suçum?” diye sordu. Sahabe:

“Allah’ın selâmını verdim; çok hiddetlendiğin için almadın. Vacibi terk ettin. Bu bir. Beni suçlu saydın; tamam. Fakat suçluyu dinlemeden tek taraflı hüküm verdin. Bu da iki.”

Hatasını anlayan Hazret-i Ömer (ra):

“Peki, anlat o zaman; nedir olay?” dedi.

Sahabe:

“Tayin ettiğin vali, hutbede seni öyle övdü, öyle övdü ki, seni Hazret-i Ebu Bekir’in (ra) önüne geçirdi. ışte bu yanlış düşünceyi zihinlerden silmek için müdahale ettim.” dedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) sahabeden özür dileyip duâ istedi ve onu serbest bıraktı. Övgüde sınırı aşan valiyi ise hemen görevden aldı.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

27

08.10.2008, 14:26


Ebû Zer (ra) anlatıyor:

Bir gün Hazret-i Peygamber’in yanında oturuyorduk.

Peygamber Efendimiz (asm) bize:

“ıslâm’ın en sağlam kulpu nedir?” diye sordu.

Sahabiler:

“Namaz” dediler. Peygamber Efendimiz (asm):

“Namaz güzeldir. Fakat o en kuvvetli kulp değildir” dedi.

Sahabiler:

“Ramazan orucu” dediler.

Peygamber Efendimiz (asm):

“O güzeldir. Fakat en sağlam kulp değildir” buyurdu.

Sahabîler:

“O halde cihaddır” dediler.

Peygamber Efendimiz (asm):

“O da güzeldir, fakat en sağlam kulp değildir” dedi.

Sonra kendisi cevap olarak buyurdu ki:

“ıslâm’ın sağlam kulpu, Allah katında amellerin en sevimlisi, Allah için sevmek veya Allah için buğz etmektir.”

(ımam Ahmed, Ebu Zer’den)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

28

08.10.2008, 21:01

ya içime doğuyor burayı okumak okumak sanki.. Allah razı olsun..
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

29

22.10.2008, 11:23

Ebu Zer (ra) denilince senin icin akan sular duruyor zaten :wink:
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

30

22.10.2008, 11:24


Bir gün bir doktora, gerginlik ve tedirginlikten şikayetçi olan bir hasta gelmiş. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu; fakat kendisinin rahatsız, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş. Doktor,

* Bu işleri başka biri yapamaz mı? Ya da bir başkası size yardımcı olamaz mı? diye sormuş. Adam,

* Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor! diye cevap vermiş. Doktor,

* Sana bir reçete vereceğim. Bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor! diyerek, yazıp eline vermiş.

Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış. Reçetede, Her
gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin yazıyormuş. Hasta adam;

* Yürüyüşü anladık ama; neden mezarlık? diye sormuş. Doktor,

* Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum. Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi ölüp mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkan olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin, demiş.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

31

28.10.2008, 10:15

Bâyezîd-i Bestâmî bir davete iştirak etmiş. Yemek verilmiş. Yatsı namazı için orada bulunanlar abdest vs. işlerini görmekle meşgulmüş. Bu esnada bir ihtiyarın kendi başına bir köşede elindeki ibrikle abdest almaya çalıştığını görmüş. Etrafta bu kadar, o ihtiyara hizmet edecek kişi varken hiç kimsenin kalkıp da yardım etmemesi dikkatini çekmiş. Fevkalâde feraset sahibi olan Bâyezîd-i Bestâmî Hazretleri ihtiyarın yanına gelmiş. Usulcacık ibriği tutarak, ibriği almak için müsaade istemiş. O zât da, pek memnun olmuş. Ayaklarına da suyu döküp ihtiyarın potinlerini giydirdiği sırada, yavaşça kulağına eğilip Hz Bestâmî; Amcacığım sen gençliğinde hiç hizmet etmedin mi ki, şu insanların hiçbiri sana hizmet etmiyor. Bu nasıl bir iş merak ettim. ıhtiyar amca uzun uzun tebessüm etmiş, o da Hz şeyh'in kulağına eğilerek; Ah güzel evlâdım elbette hizmet ettim. Hizmet ettim, hem de senelerce mürşidime. ıhvanıma hizmet ettim. Elimden geldiği kadar mahlûkata hizmet ettim. Hiç etmeseydim senin gibi bir kutb-ı âlem benim ayaklarıma su döker miydi demiş.»
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

32

04.12.2008, 22:37

ne güzel demis :)
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

33

04.12.2008, 22:39

üç suale bir cevap


Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, şems-i Tebrîzî;
"Sorun!" buyurdu. ıçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı.

Sormaya başladı:

"Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım."
şems-i Tebrîzî hazretleri;

"Öbür sorunu da sor!" buyurdu

O;

"şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi.

şems-i Tebrîzî;

"Peki öbürünü de sor!" buyurdu.

O;

"Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi.
Bunun üzerine şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu.
Ve;

"Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu." dedi.

şems-i Tebrîzî;

"Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu.

Kâdı bu işin açıklamasını istedi. şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:

"Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim."

O kimse şaşırarak;

"Ağrıyor ama gösteremem." dedi.

şems-i Tebrîzî;

"ışte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez.
Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.

Yine bana;

"Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu.


Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

34

21.12.2008, 02:09


Nâci ibn-i Ali el-Murâdî, birkaç kişi ile seyahate çıktı. Yol arkadaşlarına dedi ki:

“Aramızda bir başkan seçelim. Sünnettir.”

Arkadaşları:

“Seni seçtik.” o-dediler.

Nâci Hazretleri:

“Bence sakıncası yok. Ama yapacağım her meşru işe rızâ gösterecek misiniz?”

Arkadaşları:

“Râzı olacağız.” dediler.

Hazretin rehberliğinde ve başkanlığında bir süre yola devam ettiler. Derken bir fakîrle karşılaştılar. Fakîr ihtiyacı olduğundan yakınıyor ve yardım istiyordu.

Hazret:

“Bu fakîre bir dirhem veriniz.” Dedi.

Bu emir arkadaşlarının hoşuna gitmedi. Fakat itiraz etmediler. Çıkarıp fakire bir dirhem verdiler. Ardından fısıldaştılar:

“Bizim de ihtiyacımız var!”

“Biz yolcuyuz!”

“Biz çok mu zenginiz!”

“Biz fakir değil miyiz?”

Bir ara, yamalı hırka giymiş bir fakirle karşılaştılar. Arkadaşları yollarını ve yönlerini değiştirip fakiri görmezden geldiler. Nâci ibn-i Ali ise hırkası yamalı fakiri karşıladı, musafaha yaptı ve hal hatır sordu.

Arkadaşları kızdılar ve homurdanmaya başladılar. ıçlerinden, “Böyle giderse, çok geçmeden parasız pulsuz kalacağız!” diye geçirdiler.

Fakir gizlice Nâci Hazretlerinin eline on dirhem tutuşturdu, bunun muhakkak kabul edilmesini ricâ etti ve uzaklaştı.

Nâci bin Ali on dirhemi arkadaşlarına uzatınca, arkadaşları şaşırdılar.

“Nedir bu?” dediler.

Nâci ibn-i Ali:

“Alın bu parayı. Yol azığı yaparsınız. Siz âhiret sevabına râzı olmadınız, Allah da size iyiliğinizin on misli karşılığı olan parayı bu dünyada verdi” dedi.

Arkadaşları hatâlarını anladılar ve tövbe ettiler.
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir