Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

07.11.2004, 22:03

Bir kıssa bin hisse


Akkoyunlu devletinin dağılmasını fırsat bilen şah ısmail, etrafına topladığı müritleri ile şirvan’a saldırdı. Halkı kılıçtan geçirdi. Ehl-i Sünnet âlimlerini öldürdü. Müslümanların mallarına, kadınlarına ve kızlarına saldırdı. Ashab-ı Kiram’a dil uzatıp sövmeye başladı.

Bunu haber alan Yavuz Sultan Selim Han, 1514 yılında şah ısmail’in üzerine yürüdü. Bu günlerde, Akkoyunlu devletinin saray hafızlarından Hafız Mehmed Efendi Tebriz’de büyük âlim Molla Kemaleddin-i Erdebilî’nin talebesi bulunuyordu.

Hafız Mehmed’in oğlu Hasan Can anlatıyor:

Bir gün ikindi namazından sonra şeyh Erdebilî Hazretleri babamı çağırdı ve dedi ki:

“Cenâb-ı Hak sizi ve evlâdınızı bu büyük belâdan koruyacaktır. Çünkü sizler Hafız-ı Kur’ân’sınız.”

Babam, “Osmanlı Sultanı bu ülkeye ayak basmak üzeredir. Bu işin sonu nereye varır?” diye sordu.

şeyh, “Bu gelen Sultan öyle bir zattır ki, kendiliğinden buralara gelmez. şah ısmail denen bedbahtı cezalandırmak için Cenâb-ı Allah tarafından memur edilmiştir. Bütün evliyanın duâları ve himmetleri onunladır. Kendisi dahi makam sahibi bir velîdir” dedi.

Babam, “Demek şah ısmail mağlup olacaktır, öyle mi?” diye sordu.

şeyh, “Mağlup olacak, bozguna uğrayacaktır. Lâkin şah ısmail kaçıp kurtulacaktır” dedi.

Netice şeyh Kemaleddin-i Erdebilî’nin bildirdiği gibi oldu. Yavuz Sultan Selim Çaldıran’da şah ısmail’i yendi. şah ısmail perişan vaziyette, tacını ve tahtını bırakarak ortalıktan kayboldu.

(Evliyalar Ansiklopedisi, 7/20.)

Süleyman KÖSMENE
Yeni Asya

07.11.2004

2

08.11.2004, 05:24

Yavuz Sultan Selim Çaldıran zaferinden sonra Akkoyunlu saray hafızı Mehmed Efendinin oğlu Hasan Can’ı yanına alarak ıstanbul’a döndü. Velîlerden olan Hasan Can, Yavuz Sultan Selim’in en yakın dostu ve sırdaşı oldu.

Bir gün Yavuz Sultan Selim Han, Hasan Can’a, “Bu gece gördüğün rüyayı anlat bakalım dostum” dedi.

Hasan Can ise o gece rüya gördüğünü hatırlamıyordu.

“Bu gece rüya görmedim padişahım.” dedi.

Bir gün sonra Hasan Can, Kapı Ağası Hasan Ağaya uğradı. Hasan Ağa ibadetine düşkün, geceleri teheccüte kalkan takva ehli bir saray görevlisiydi. Bu geceden beri endişeli ve şaşkın bir vaziyete girmişti. Hazinedarbaşı Mehmed Ağa ve Saray Ağasının da bulunduğu bir toplulukta utangaç bir üslûp içinde dedi ki:

“Arkadaşlar! Ben bir ıztırabın içine düştüm. Allah rızası için beni bu ıztıraptan kurtarın. Bu gece bir rüya gördüm. Herkes rüya görür diyeceksiniz. Benimkisi bir tuhaf! ışin dehşetli yanı, rüyamı şevketli Padişahımıza anlatmaya memur edildim. Hâşâ; benim gibi yüzü kara bir günahkârın rüyasının ne değeri ola ki, padişah katında anlatıla?”

Hasan Can:

“Demek rüyayı gören sensin. Derhal memur edildiğin görevini yap o zaman. Padişahımız bu gece görülen bir rüyayı merak eder. Demek Hasan’lardan biri bir rüya görmüş ama, o Hasan, Hasan Can değil, Hasan Ağa imiş. De bakalım ne rüya gördün?” dedi.

Hasan Ağa, “Bu gece rüyamda bu eşiğinde oturduğunuz kapıyı hızlı hızlı çaldılar. Kapıya koştum ve açtım. Baktım ki, harem dairesi, başlarında sarık bulunan Arap yüzlü nur simalı kimselerle dolu idi. Ellerinde bayraklar ve silâhlarla hazır vaziyette duruyorlardı. Kapı dibinde ise nur yüzlü dört kişi duruyordu. Onların ellerinde de birer sancak vardı. Kapıyı çalanın elinde padişahımızın sancağı vardı. O zat bana dedi ki:

“Biz neden geldik bilir misiniz?”

“Buyurun!” dedim.

“şu gördüğün kimseler Ashab-ı Kiram’dır. Bizi Yavuz Sultan Selim Hana Resulullah Efendimiz (a.s.m.) gönderdi ve buyurdu ki: ‘Mekke ve Medine’nin hizmeti kendisine verildi. Kalkıp gelsin.’ Gördüğün bu dört kişi Ebu Bekir-i Sıddık, Ömer’ul-Faruk, Osman-ı Zinnureyn ve ben Ali bin Ebu Talip’im. Bu haberi derhal Sultan Selim Hana söyle.”

Orada bulunanların tüyleri diken diken olmuştu.

Hasan Ağa rüyasını Yavuz Sultan Selim Hana anlatınca, Koca Padişah dedi ki:

“Ey Hasan Can! Sana demez miyiz ki, biz bir tarafa gidersek, emir üzerine gideriz! Biz o Yüksek Makamın emir kuluyuz!”

(Evliyalar Ansiklopedisi, 7/25.)

Süleyman KÖSMENE

08.11.2004

3

09.11.2004, 10:14


Bir çıban bir cevheri böyle götürdü

Hasan Can anlatıyor:

“Müslüman âleminin Sultanı Yavuz Sultan Selim Han, bir gün oturdukları köşkten çıkıp, saray eteğindeki bahçeye yürüyerek indiler. Gezintileri sırasında buyurdular ki:

“Hasan Can! Arkama güya bir diken batıp acıtır.”

Ben dedim ki:

“Her hâlde bahçedeki ağaçlardan olmuştur. Ferman buyurulursa bir göreyim.”

“Bak!” dedi.

Mübarek yakalarını çözüp baktım. Azıcık bir yer ağarmış, etrafı kırmızı olmuştu. Ferman buyurdular ki:

“Bir parça sık!”

Parmaklarımla yokladım. Büyükçe bir kütle olduğunu anladım. Dedim ki:

“Saadetli Padişahım. Bu büyük bir çıbandır. Henüz hamdır. Olmadıkça zedelemek doğru olmaz. Bir münasip merhem koymak gerekir.”

Buyurdular ki:

“Biz çelebi değiliz ki, bir küçük çıban yüzünden cerrahlara müracaat edelim.”

O geceyi acı içinde geçirdiler. Ertesi gün çıbanın olgunlaşması için hamama gittiler. Benim yanında olmadığımı fırsat bilip çıbanı iyice sıktırmışlar. Hamamdan döndükleri zaman buyurdular ki:

“Hasan Can! Sözünle amel etmedik. Ama kendimizi helâk ettik.”

Zaman geçtikçe o sert madde azdı, taştı, aktıkça aktı. ılâç merhem kabul etmez oldu. Koca Sultanın iktidarını aldı götürdü. ıki ay müddetle divan-ı hümayuna belli etmemeye çalışarak acı içinde kaldılar.

Nihayet çıban Kudretli Sultanı yataklara düşürdü. Son nefesine kadar yanından ayrılmadım. Ona Kur’ân okudum. Kelime-i şehadet telkinde bulundum. Sekerata girdiği vakit buyurdular ki:

“Hasan Can! Bu ne hâldir?”

Dedim ki:

“Sultanım, Allahü Teâlâ ile olacak zamandır!”

Buyurdular ki:

“Bizi bunca zamandır kiminle bilirdin? Cenab-ı Hakka teveccühümüzde kusur mu gördün?”

“Hâşâ!” dedim. “Lâkin bu zaman başka zamanlara benzemez.”

“Yâsin Suresini oku!” buyurdular.

Yâsin Suresini okumaya başladım. Bir defa bitirdim. Benimle beraber okudular. ıkinci defa tekrar Yâsin Suresini okumaya başladım. Nihayet, “Selâmün kavlen min Rabbirrahîm.” (Rabb-i Rahîm’den onlara selâm vardır.) ayetine geldiğim zaman gördüm ki, mübarek dudakları bu ayet-i kerîmeyi okuyarak hareket ediyordu. O anda sağ şahadet parmağını kaldırdılar, diğer mübarek parmaklarını sıktılar ve temiz ruhlarını teslim ettiler.

Eli elimdeydi. Mübarek bileğini tutmuş, nabzını dinliyordum. Nabzın durduğunu hissedince, hekim başına, “Cevher gitti!” dedim.

(Evliyalar Ansiklopedisi, 7/28.)

Süleyman KÖSMENE

09.11.2004
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir