Giriş yapmadınız.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

21

17.10.2006, 18:47

devam inş. :) takipteyiz...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

22

17.10.2006, 20:54

"Peygamber, rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler."

(Bakara 2/285)

-------------

"asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin … iyiliğidir."

(Bakara 2/177)

-------------

"Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur."

(Nisa 4/136)

23

17.10.2006, 21:12

Meselâ, hamele-i Arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sâir bir kısım melekler hakkında muhbir-i sâdıkın tasvir ettiği, meselâ kırk binler başlı, herbir başda kırk binler lisân ve her lisânda kırk binler tarzda tesbihât ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubûdiyetlerini ifade eden hakikate çıkmak için, şuna dikkat et ki: Zât-ı Zülcelâl



(Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. (ısrâ Sûresi: 44.)
Biz dağları onun [Dâvud’un] emrine verdik ki, onunla beraber tesbih eder. (Sad Sûresi: 18.)
Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik. (Ahzâb Sûresi: 72.)


gibi âyetlerle tasrih ediyor ki, mevcudâtın en büyüğü ve küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve azametine münâsip bir tarzda tesbihât ettiğini gösteriyor; ve öyle de görünüyor.

kaynak: Sözler, Sayfa 151

24

17.10.2006, 21:22

MELEKLER


“Görünmemek olmamaya hüccet olamaz.”

Hayal edemeyeceğimiz kadar geniş olan göklerde hayat olup olmadığı meselesi, pek çok insanın zihnini meşgul eder. “Semavat, meleklerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi” şeklîndeki tesbit, meseleyi halletmektedir.

Evet, şu küçük dünyamızda hiçbir yeri canlılardan boş bırakmayan ılâhî kudret, elbette o koca semayı boş bırakmamıştır. Melekler ve ruhaniler, sema ülkesinin sakinleridir.

Melekler,

• Alem sarayının seyircileri,

• Kâinat kitabının mütalacıları,

• Saltanat-ı rububiyetin dellalları,

• Kâinattaki hayırlı işlerdeki kânunların temsilcileri, nazırlarıdırlar. Meselâ, bunlardan biri olan Mikail,

•“Rezzakiyet arşının hamelesinden”

olup

- Yeryüzü tarlasında ekilen ılâhî san’atlara Cenab-ı Hakk’ın havliyle, kuvvetiyle, hesabıyla, emriyle umumi bir nazır,

- Umum çiftçi-misal meleklerin reisidir.



kaynak

25

17.10.2006, 21:37


Allah(c.c) razı olsun.okumamıza vesile olduğunuz için.


7. Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).

8. Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olanları da kendilerine vâdettiğin Adn cennetlerine koy. şüphesiz azîz ve hakîm olan sensin!

9. Bir de onları, her türlü kötülüklerden koru. O gün sen kimi kötülüklerden korursan muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük kurtuluştur.

mü'min suresi





26

18.10.2006, 04:10

Amin ecmain inşaallah kardeşim..devam inş..

27

18.10.2006, 11:36

...

Arkadaş! Melaikenin vücudunu tasdik ve kabul etmek, imanın rükünlerinden biridir. Birkaç makamda bu rüknü ispat ve izah edeceğiz.

Birinci makam
Arzın, ecram-ı ulviyeye nisbeten pek küçük ve süfli olduğu halde canlı mahlukatla dolu olduğunu görüp alemin de nizam ve intizamına dikkat eden insan, ecram-ı ulviyenin de o yüksek burçlarında, hayatlı sakinleri olduğuna kat'i bir şekilde hükmeder.
Evet, o burçlarda melaikenin vücudunu kabul etmeyen adamın meseli şöyle bir adamın meseline benzer:
O adam, büyük bir şehre giderken, şehrin bir kenarında pek küçük bir binaya tesadüf eder. Bakar ki insanlarla doludur. Ve arsalarına bakar ki, canlı mahlukatla dolu. Ve gıdalarına bakar ki, nebatat, balık vesaire gibi hayat şartları yerindedir. Sonra bakar ki, pek uzakta milyonlarca apartmanlar, köşkler var. Aralarında, uzun uzun meydanlar, tenezzühgahlar bulunur. Fakat, o küçük binadaki insanların hayat şartları, o büyük binalarda bulunmadığından, o yüksek, müzeyyen sarayları, sakinlerden boş, hali olduğunu itikad eder.

Melaikenin vücudunu tasdik eden adamın meseli ise şöyle bir şahsın meseli gibidir:
O adam, o küçük hanenin insanlar ile dolu olduğunu görür görmez, bila-tereddüt, o yüksek kasırların da hayat yeri ve onlarda da onlara münasip sakinler bulunduğuna hükmeder. Ve o yüksek kasırlara mahsus ve münasip hayat şartları vardır. Fakat oraların sakinleri pek uzak olduklarından, görünmemeleri, yok olduklarına delalet etmez.Binaenaleyh, arzın zevilhayatla dolu olmasından kat'iyetle anlaşılıyor ki, bu geniş boşlukta durmakta olan semalarda, yıldızlarda, burçlarda ve çok kısımlara münkasım ve müştemil semavatta, şeriatın "melaike" ile tesmiye ettiği zihayatlar mevcuttur.

...

ışarat'ül-ıcaz / 245
Bu kainatta görünen bütün güzellikler öyle bir güzelden geliyorki,bu mütemadiyen değişen ve tazelenen kainat,bütün mevcudatiyle ayinedarlık dilleriyle ,o güzelin cemalini tavsif ve tarif eder./4. şua

28

18.10.2006, 14:38

Allah razı olsunn cnm .. :) bende devam edeyim biraz inşaallah..

ıkinci makam

Bundan evvel ispat ve izah edildiği gibi, hayat, mevcudatın keşşafıdır, belki mevcudatın neticesidir. Binaenaleyh, bu geniş fezanın sakinlerden ve şu yüksek semavatın şenliklerden hali olduklarının imkanı var mıdır?

Evet, bütün ukala, akıl, nakil manevi bir icma' ve ittifakla melaikenin mana ve hakikatlerine hükmetmişlerdir; fakat tabirleri çeşit çeşittir.

Mesela, Meşaiyyun, enva-ı mevcudatı idare eden ruhani mahiyet-i mücerrede ile, ışrakiyyun ise ukul ve erbabü'l-enva ile, dinler dahi melekü'l-cibal, melekü'l-bihar, melekü'l-emtar gibi tabirlerle tabir etmişlerdir.

Hatta, akılları kör gözlerinde bulunan maddiyyun taifesi de, melaikenin manasını inkar etmeye mecal bulamadıklarından, fıtratın namuslarına nüfuz eden kuva-yı sariye ile tabir etmişlerdir.

Sual: Kainatın irtibatını, hayatını temin için, hilkatte cereyan eden namuslar, kanunlar kafi gelmez mi?

Cevap: Senin dediğin o sari kanunlar, namuslar, itibari ve vehmi emirlerdir. Muayyen vücutları, müşahhas hüviyetleri ancak onları temsil eden ve onların makesi bulunan ve onların yularlarını ele alan melaike ile sabit olur.

Ve keza, teşekkül-ü ervaha münasebeti olmayan şu camid alem-i şehadete vücudun münhasır olmadığına, akıl ve nakil müttefikan hükmetmişlerdir. Binaenaleyh ervaha münasip ve muvafık çok alemlere müştemil olan alem-i gayb, melaike ile dolu ve alem-i şehadetin hayatına mazhardır.

Hülasa: Melaikenin mana-yı hakikati, bu izah edilen emirlerden tebarüz etti. Binaenaleyh, melaikenin suretleri, eşkalleri arasında, ukul-u selimenin kabul ettiği vecihle, şeriatın izah ve beyan ettiği şekildir ki, melekler mükerrem abddirler; emirlere muhalefetleri yoktur ve muhtelif kısımlara münkasım ve latif ve nurani cisimlerdir.

kaynak:ışaratül-ıcaz | Melakieye Îman ve ınsanın Yaratılışına Dair | 246

29

19.10.2006, 13:14

Hattâ memleketimizde gayet cesur bir adam, sekerat vaktinde melekü'l-mevti görmüş, demiş: "Beni yatak içinde yakalıyorsun!" Kalkmış, atına binmiş, kılıcını eline almış, ona meydan okumuş. Merdâne, at üstünde vefat etmiş.

Kaynak: Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | Sayfa : 337

30

19.10.2006, 13:16

Haşiye1

Bizde "Seydâ" lâkabıyla meşhur bir veliyy-i azîm, sekeratta iken, ervâh-ı evliyanın kabzına müekkel melekü'l-mevt gelmiş. Seydâ, bağırarak demiş ki: "Ben talebe-i ulûmu çok sevdiğim için, talebe-i ulûmun kabz-ı ervâhına müekkel, mahsus taife ruhumu kabzetsin" diye dergâh-ı ılâhiyeye rica etmiş. Yanında oturanlar bu vak'aya şahit olmuşlar

Kaynak:Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 336

31

19.10.2006, 13:18

Her ölünün ruhunu Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm mı bizzat kabzediyor? Yoksa aveneleri mi kabzediyorlar?
Bu hususta üç meslek var:
Birinci meslek: Azrâil Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mâni olmaz. Çünkü nuranîdir. Nuranî bir şey, hadsiz aynalar vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül eder. Nuranînin temessülâtı, o nuranî zâtın hassasına mÂliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin aynalardaki misalleri güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi, melâike gibi ruhanîlerin dahi, Âlem-i misalin ayrı ayrı aynalarında misalleri, onların aynılarıdır, hassalarını gösterirler. Fakat aynaların kabiliyetine göre temessül ediyorlar. Nasıl ki Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, bir vakitte Dıhye suretinde Sahabeler içinde göründüğü dakikada, binler yerde başka suretlerde ve Arş-ı Âzam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanatlarıyla secde ediyordu. Her yerde, o yerin kabiliyetine göre temessülü varmış; bir anda binler yerde bulunuyormuş.


Kaynak: Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 336

32

01.11.2006, 11:08

2- Yemin olsun peş peşe gönderilen meleklere. • Ve rüzgâr gibi esip her tarafa yayılanlara. • Ve bulutları yeryüzüne dağıtanlara. • Ve hak ile bâtılı ayıranlara. • peygamberlere vahiy getirenlere. (Mürselât Sûresi: 1-5.)

Yemin olsun kâfirin ruhunu tâ derinliklerinden şiddetle söküp alanlara. • Ve müminin ruhunu kolaylıkla alanlara. • Ve suda yüzercesine gökten inenlere. • Ve Allah'ın emrini yerine getirmek için yarışanlara. • Ve emrolundukları işi tanzim ve tedbîr edenlere. (Nâziât Sûresi: 1-5.)

Melekler ve Cebrâil o gece Rablerinin izniyle yeryüzüne inerler. (Kadir Sûresi: 4.)

Başında ise Allah'ın emrine karşı gelmeyen ve verilen emri yerine getiren haşin ve şiddetli melekler vardır. (Tahrîm Sûresi: 6.)

33

01.11.2006, 11:11

ıki adam, biri bedevî, vahşî; biri medenî, aklı başında olarak, arkadaş olup ıstanbul gibi haşmetli bir şehre gidiyorlar. O medenî, muhteşem şehrin uzak bir köşesinde pis, perişan küçük bir hâneye, bir fabrikaya rast geliyorlar. Görüyorlar ki, o hâne, amele, sefil, miskin adamlarla doludur. Acîb bir fabrika içinde çalışıyorlar. O hânenin etrafı da zîruh ve zîhayatlarla doludur. Fakat onların medâr-ı taayyüşü ve hususi şerâit-i hayatiyeleri vardır ki, onların bir kısmı âkilü'n-nebattır, yalnız nebâtât ile yaşıyorlar. Diğer bir kısmı âkilü's-semektir, balıktan başka bir şey yemiyorlar.

O iki adam, bu hali görüyorlar. Sonra bakıyorlar ki, uzakta binler müzeyyen saraylar, âlî kasırlar görünüyor. O sarayların ortalarında geniş tezgâhlar ve vüsatli meydanlar vardır. O iki adam, uzaklık sebebiyle veyahut göz zayıflığı ile veya o sarayın sekenelerinin gizlenmesi sebebiyle; o sarayın sekeneleri, o iki adama görünmüyorlar. Hem, şu perişan hânedeki şerâit-i hayatiye, o saraylarda bulunmuyor.

O vahşî, bedevî, hiç şehir görmemiş adam, bu esbâba binâen görünmediklerinden ve buradaki şerâit-i hayat orada bulunmadığından der: "O saraylar, sekenelerden hâlîdir, boştur; zîruh, içinde yoktur" der, vahşetin en ahmakça bir hezeyânını yapar.

ıkinci adam der ki: "Ey bedbaht, şu hakîr, küçük hâneyi görüyorsun ki, zîruh ile, amelelerle doldurulmuş; ve biri var ki, bunları her vakit tazelendiriyor, istihdam ediyor. Bak, bu hâne etrafında boş bir yer yoktur, zîhayat ve zîruh ile doldurulmuştur. Acaba hiç mümkün müdür ki, şu uzakta bize görünen şu muntazam şehrin, şu hikmetli tezyinâtın, şu sanatlı sarayların onlara münâsip âlî sekeneleri bulunmasın? Elbette, o saraylar, umumen doludur ve onlarda yaşayanlara göre başka şerâit-i hayatiyeleri var. Evet, ot yerine belki börek yerler, balık yerine baklava yiyebilirler. Uzaklık sebebiyle veyahut gözünün kabiliyetsizliği veya onların gizlenmekliği ile sana görünmemeleri, onların olmamalarına hiçbir vakit delil olamaz. Adem-i rüyet, adem-i vücuda delâlet etmez. Görünmemek, olmamaya hüccet olamaz."

ışte, şu temsil gibi, ecrâm-ı ulviye ve ecsâm-ı seyyâre içinde küre-i arzın hakâret ve kesâfetiyle beraber bu kadar hadsiz zîruhların, zîşuurların vatanı olması ve en hasis ve en müteaffin cüzleri dahi, birer menba-ı hayat kesilmesi, birer mahşer-i huveynât olması, bizzarûre ve bilbedâhe ve bittarîkı'l-evlâ ve bilhadsi's-sâdık ve bilyakîni'l-katî delâlet eder, şehâdet eyler, ilân eder ki; şu nihayetsiz fezâ-i âlem ve şu muhteşem semâvât, burçlarıyla, yıldızlarıyla, zîşuur, zîhayat, zîruhlarla doludur. Nârdan, nurdan, ateşten, ışıktan, zulmetten, havadan, savttan, râyihadan kelimâttan, esîrden ve hattâ elektrikten ve sâir seyyâlât-ı latîfeden halk olunan o zîhayat ve o zîruhlara ve o zîşuurlara şeriat-ı Garrâ-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân, "melâike ve cân ve ruhâniyâttır" der, tesmiye eder.

Melâikenin ise, ecsâmın muhtelif cinsleri gibi, cinsleri muhteliftir. Evet, elbette bir katre yağmura müekkel olan melek, şemse müekkel meleğin cinsinden değildir. Cin ve ruhâniyât dahi, onların da pek çok ecnâs-ı muhtelifeleri vardır.

29.söz/sözler/468-469

34

01.11.2006, 11:15

ıkinci Esas

Melâikenin vücuduna ve ruhânîlerin sübutuna ve hakikatlerinin vücuduna bir icmâ-ı mânevî ile-tâbirde ihtilâflarıyla beraber-bütün ehl-i akıl ve ehl-i nakil, bilerek, bilmeyerek ittifak etmişler denilebilir. Hattâ, maddiyâtta çok ileri giden hükemâ-i ışrâkiyyunun Meşâiyyun kısmı, melâikenin mânâsını inkâr etmeyerek, "Her bir nevin bir mahiyet-i mücerrede-i ruhâniyeleri vardır" derler. Melâikeyi öyle tâbir ediyorlar. Eski hükemânın işrâkiyyun kısmı dahi melâikenin mânâsında kabule muztar kalarak, yalnız yanlış olarak "ukûl-ü aşere" ve "erbâbü'l-enva" diye isim vermişler. Bütün ehl-i edyân, "melekü'l-cibâl, melekü'l-bihar, melekü'l-emtâr" gibi, her neve göre birer melek-i müekkel, vahyin ilhamı ve irşâdıyla, bulunduğunu kabul ederek, o nâmlarla tesmiye ediyorlar. Hattâ, akılları gözlerine inmiş ve insaniyetten cemâdât derecesine mânen sukut etmiş olan maddiyyun ve tabiiyyun dahi, melâikenin mânâsını inkâr edemeyerek, Haşiye "kuvâ-i sâriye" nâmiyle bir cihette kabule mecbur olmuşlar.



--------------------------------------------------------------------------- -----



Haşiye: Melâike mânâsını ve ruhâniyâtın hakikatini inkâra mecâl bulamamışlar, belki fıtratın nâmuslarından "kuvâ-i sâriye" diye, "cereyan eden kuvvetler" nâmını vererek, yanlış bir sûrette tasvir ile bir cihetten tasdikine mecbur kalmışlar. Ey kendini akıllı zanneden!..
sözler /29.söz/470

35

07.12.2006, 09:25

ıkinci Esas

Melâikenin vücuduna ve ruhânîlerin sübutuna ve hakikatlerinin vücuduna bir icmâ-ı mânevî ile-tâbirde ihtilâflarıyla beraber-bütün ehl-i akıl ve ehl-i nakil, bilerek, bilmeyerek ittifak etmişler denilebilir. Hattâ, maddiyâtta çok ileri giden hükemâ-i ışrâkiyyunun Meşâiyyun kısmı, melâikenin mânâsını inkâr etmeyerek, "Her bir nevin bir mahiyet-i mücerrede-i ruhâniyeleri vardır" derler. Melâikeyi öyle tâbir ediyorlar. Eski hükemânın işrâkiyyun kısmı dahi melâikenin mânâsında kabule muztar kalarak, yalnız yanlış olarak "ukûl-ü aşere" ve "erbâbü'l-enva" diye isim vermişler. Bütün ehl-i edyân, "melekü'l-cibâl, melekü'l-bihar, melekü'l-emtâr" gibi, her neve göre birer melek-i müekkel, vahyin ilhamı ve irşâdıyla, bulunduğunu kabul ederek, o nâmlarla tesmiye ediyorlar. Hattâ, akılları gözlerine inmiş ve insaniyetten cemâdât derecesine mânen sukut etmiş olan maddiyyun ve tabiiyyun dahi, melâikenin mânâsını inkâr edemeyerek, Haşiye "kuvâ-i sâriye" nâmiyle bir cihette kabule mecbur olmuşlar.



--------------------------------------------------------------------------- -----



Haşiye: Melâike mânâsını ve ruhâniyâtın hakikatini inkâra mecâl bulamamışlar, belki fıtratın nâmuslarından "kuvâ-i sâriye" diye, "cereyan eden kuvvetler" nâmını vererek, yanlış bir sûrette tasvir ile bir cihetten tasdikine mecbur kalmışlar. Ey kendini akıllı zanneden!..

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=460&t=&b=&s=&l=&p=6
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

36

07.12.2006, 09:28

Ey melâike ve ruhâniyâtın kabulünde tereddüt gösteren bîçare adam! Neye istinad ediyorsun, hangi hakikate güveniyorsun ki, bütün ehl-i akıl bilerek, bilmeyerek melâikenin mânâsının sübutuna ve tahakkukuna ve ruhânîlerin tahakkukları hakkında ittifaklarına karşı geliyorsun, kabul etmiyorsun? Mâdem ki Birinci Esasta ispat edildiği gibi, hayat mevcudâtın keşşâfıdır, belki neticesidir, zübdesidir; bütün ehl-i akıl, mânâ-i melâikenin kabulünde mânen müttefiktirler; ve şu zeminimiz, bu kadar zîhayat ve zîruhlarla şenlendirilmiştir; şu halde, hiç mümkün olur mu ki, şu fezâ-i vesîa sekenelerden, şu semâvât-ı latîfe mutavattinînden hâlî kalsın?

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=461&t=&b=&s=&l=&p=7
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

37

07.12.2006, 09:31

Bu konulara bakıyorum kaçgündür,
Baktım ki kimse yazmıyor,
Bende risale külliyatından araştırarak,
Devam edeyim dedim.

Sizce nasıl devam edelim mi?
Bugün ne kadar risalei nur okudum acaba?

Okumamışsam karlımıyım acaba?

38

19.02.2007, 16:15

Allah razı olsun. Hepsini okumak istiyorum.

Yanlzı izahlı olarak devam etmek lazım.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir