Giriş yapmadınız.

gladi

Stajyer

Mesajlar: 95

Konum: alem i ervah

  • Özel mesaj gönder

21

01.02.2006, 20:30

zynp kardeş


aslında sözüm sana degil ama , bir çok sozüne güvendigimiz kişiler dahi anlıyorum diyorlar , kanaatim o dur ki , aslında tam anlamıyorlar ... buna delilim aşagıda verecegim örnekte kaderi tam anlayıp anlamadıgımızı şu şekilde en azından anlaya biliriz ... oysa herşeyi ısmarlama ögreniyoruz ... okumadan soncümlede ne demiş onu kabul ediyoruz , ve sora iddi ediyoruz o öle degil böle diye ... ve o kafamızda kanatimize göre denklem kuruyoruz ...


mesala soruyorum ... risalede kader meselesinde devam ederken gelir derki üstan konuyu baglarken

Elcevab: Çünki: Kader, onun ölmesini onun tüfeğiyle tâyin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farzetsen, o vakit kaderin adem-i taallûkunu farzediyorsun. O vakit ölmesini ne ile hükmedeceksin? Ya Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen veyahut Mu'tezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sün-net ve Cemâati bırakıp fırka-i dâlleye girersin. Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: "Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul." Cebrî der: "Atmasaydı yine ölecekti." Mu'tezile der: "Atmasaydı ölmeyecekti

acaba bu cümleyi koymasa idi ,orda bize bıraksaydı çok kişi o cümleyi kuramıyacaktı ... veya iki şıktan gene birini seçecekti ...


örnegin , risalelere aşina olan biri dersi takip ederken

eger desen ,.........
eger sorsan ..........

gibi kavramlar vardır , konuyu iyi takipten gelen sorular dan gelir , çokları tam soracakken , risale i nur da o nokdada der eger desen .....diye risale devam eder sen sormadan o sormuştur zaten ..

üstadın oraya cevabını gene sölemesi garanti altına almak için yoksa biz cahillimizden gene iki şıktan birini diyecektik

yani diyorum ki , konuyu iyi takip ve ihtisas yapanlar tam anlayamazlar anca kanat ederler ... mesala biz tüfek konusunun gerçek manasının hükmünü gene üstat söylüyor nası denmesi gerektigini , oysa çok kişiler varki güya anlamışlar , ve aynı tüfek bahsine benzer bahislerde ve hadiselerde aynı ; ya Cebrî gibi veya Mu'tezile gibi hüküm veriyorlar ... ehli dikkattin gözü , onların hersözü dogru nazarıyla baktıgından yutuyor ...bunu yutmamak içinde , her zaman tekrarla diyorum ki , üstadın dedigi gibi mihenge vurmadan almayınız herkezin her sözünü ...




şimdi diyebilirsin , peki madem öle bu kadar zormu anlamak ?

hayır tam aksine zorda degil , o kadar zor degil ve anlamak için çok alim de olman gerekmez , özellikle , sadece derslerde dikkat li dinlemek ve herkezden fazla ihtiyaçla dinlemek ... herkez yanında bulundurduğu sepeti kadar toplar , çok ihtiyaç duymalısın ve ona göre sepetle gitmelisin ve okumalısın ki , fazla istifade edesin





Allah ilim yolunda hayretimizi artırsın

Alıntı

"zaman ,imanı kurtarmak zamanıdır. sözler,716"

zynp

Stajyer

Mesajlar: 58

Konum: ıstanbul

Meslek: ev hanımı

  • Özel mesaj gönder

22

04.02.2006, 21:28

Allah razı olsun yardımınız için..
"..Genç adam!Bundan böyle senden beklediğim,manevi babanın tabutunu musalla taşına,Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır" Necip Fazıl K.

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

23

10.02.2006, 13:40

hasbünallahi ve ni'mel vekil.
bakın her soruya cevap vermek zorunda degiliz. böyle bir soruyla karsılastığımızda önce kişinin niyetine bakmalı.öğle ya ne amaçla soruyor? eger ögrenmek amacıında değilse pekte muhatap almayın kendisine risale-i nuru kaynak gösrerin hele birde burayı oku sonra konusalım deyip geçiştirmeli..

unutmayalım ki dini konuları tartısarak öğrenmeye çalışmamalıyız.

24

15.03.2006, 04:58

Kur’ân bozulmamıştır

Kur’ân bozulmamıştır

ızmir’den okuyucumuz: “ıncil, Tevrat veya Zebur gibi Kur’ân da bozulmuş olabilir diyenlere karşı Kur’ân’ın bozulmadığını nasıl ispatlayabiliriz?”


1- Kur’ân’ın kesinlikle bozulmayarak muhafaza edildiğini, bizzat Kur’ân’ın kendisine indiği Peygamberimiz (asm) ve onun sahabelerinin gösterdiği gayretten anlayabiliriz. Zira Peygamber Efendimiz (asm) her âyeti ve her sûreyi vahiyden aldığı işâret ile zihnen kendi yerine koyuyor ve böylece hâfızasına alıyordu. Sahabeler de her âyeti ve sûreyi, nazil oldukça, yerli yerinde ezberliyorlardı. Ayrıca Cebrâil Aleyhisselâm her Ramazan ayında iniyor, o ana kadar Cenâb-ı Hak’tan indirdiği Kur’ân âyetlerini ve sûrelerini, Peygamber Efendimiz’le (asm) mukabele ediyorlar, yani karşılıklı okuyorlardı. Böylece o ana kadar inen âyetler ve sûreler Peygamber Efendimiz’in (asm) nezih dimağında pekiştirilmiş oluyordu. Kur’ân âyetlerinin nüzûlü tamamlandığında, Kur’ân’ın tamamı, âyet ve sûreleriyle bu günkü yerlerinde, gerek Peygamber Efendimiz’in (asm), gerekse onun sâdık sahabelerinin (ra) pâk zihinlerine yerleşmiş bulunuyordu. Ayrıca ceylan derilerine ve sâir sayfalara da aynı sıra ve tertip üzere yazılmıştı. Peygamber Efendimizin vefatından sonra, Hz. Ebû Bekir’in hilafeti zamanında, elinde yazılı Kur’ân metni olan herkesin bu metinleri getirmesi ve getirirken de ellerindeki metinlerin bizzat Hz. Peygamberden yazıldığına dair iki güvenilir şahid göstermeleri istendi. Böylece bütün metinler toplanarak bir araya getirilmiş ve Kur’ân-ı Kerim’in aslî nüshası yazılarak halife Hz. Ebu Bekir’e bir kitap halinde teslim edilmiştir.

2- Kur’ân-ı Kerim hakkında böyle bir ihtimali ortaya atanlara, hangi sûreden, hangi âyetten şüphe ettiği sorulmalı, somut örnek istenmeli, bu somut örneğin nerede ve ne zaman gerçekleştiğine dair tarihî bilgi istenmeli, araştırılmalı. Görülecektir ki, ortada böyle şüphe doğuran ne bir sûre vardır, ne bir âyet vardır, ne de tarihî bir olay vardır!

3- Aslında tarihe gitmeye de gerek yok. Tevrat, Zebur, ıncil ve Kur’ân-ı Kerim uzayda bulunan kitaplar değil. Hemen herkesin el altında bulundurduğu ya da ulaşabileceği şekilde her yerde bulunabilen kitaplar. Dört kitap yan yana getirilip her birisinden birkaç âyet incelenebilir! Tevrat’ta ve ıncil’de, ilk çağ insanının ilkel ve putperest mantığı ne kadar parmak karıştırmış, rahatlıkla görülebilir! Allah’ı yanlış sıfat ile tanıtan cümleler ilk bakışta göze çarpar. Kur’ân’da ise Allah’ın yüksek Ulûhiyet sıfatları ve güzel isimleri ile insanın ubudiyet (kulluk) sıfatları birbirine karıştırılmaz. Kur’ân’ı okuyan insan kendisini bir kul olarak doğrudan şefkat ve merhamet Sahibi Allah’ın huzurunda bulur. Kur’ân’da Allah’ın isim ve sıfatları Allah’ın adına yakışır şekilde bildirilir. Kur’ân’da akıl, mantık ve hikmet hatasının olmadığı ilk bakışta görülür.

4- Kur’ân son ılâhî kitaptır. Kur’ân Peygamberi Hazret-i Muhammed (asm) Son Peygamberdir. Bunu Kur’ân, “Muhammed hiç birinizin babası değildir. O Allah’ın Elçisidir ve peygamberlerin sonuncusudur”1 âyetiyle bildirmiştir. Allah’ın Son Peygamberi gelmiş ve Son ılâhî Kitabı getirmiştir. Geçen bin dört yüz yıldan beri de yeni bir peygamber ve yeni bir kitap gelmemiştir. Çünkü lüzum olmamıştır. Çünkü Allah’ın Son Kitabı bozulmamıştır. Nitekim rivayetler bize Allah’ın Son Kitabının kıyamete kadar bozulmayacağını bildirmiştir.

5- Kur’ân-ı Kerim’in bozulmayacağını bize bizzat Kur’ân-ı Kerim bildiriyor. Allah buyuruyor ki: “O Kur’ân’ı Biz indirdik ve onun Koruyucusu da elbette biziz.”2 Kur’ân’ın indiği günden beri geçen bin dört yüz yıllık zaman diliminde Kur’ân’ı bozmaya çalışan kötü niyetli insanlar çıkmıştır şüphesiz. Ama hiç birisi Kur’ân’ı bozmayı başaramamıştır. Çünkü Kur’ân’ı korumayı bizzat Yüce Allah üzerine almıştır.

6- Kendisine benzer güzel söz söyleme bakımından insanlara meydan okuyarak, ya benzer bir sûre yazmaya, ya da inanmaya çağıran Kur’ân için, bin dört yüz yıldan beri benzer bir söz yazarak karşısına çıkan olmamıştır! Öyleyse Kur’ân’a benzer bir kitap yazılamaz! Öyleyse Kur’ân’a insan eli ulaşamaz! Öyleyse Kur’ân bozulmaz! Öyleyse Kur’ân ilk günkü gibi turfanda, bozulmamış ve bilâkis Bedîüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, zaman ihtiyarladıkça gençleşen ve tazeleşen bir Allah Kelâmıdır. Öyleyse Kur’ân’a el uzatmak insanın haddi değildir.

Dipnotlar:

1- Ahzab Sûresi: 40.
2- Hicr Sûresi: 9.

Süleyman Kösmene
www.fikih.info
"We are the Warriors of Love, We Have no Time For Enmity"

25

15.03.2006, 07:31

Allah razı olsun
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

26

15.03.2006, 15:54

öenmli bi konu Allah razı olsun..
ben körlüğüme bile körüm.
Aç gözlerimi..
Ben gördüğümü de körüm,aç sırlarını..
Ben gördüğümden ötesine körüm,aç perdelerini..
Ben gösterdiklerine körüm,aç kalbimi

Ben vaad ettiğin cennetine körüm aç yollarımı...

27

16.03.2006, 10:39

kuranın değiştirilmesinin mümkün olmadığını üstad işaretül icazda baştan sona kadar işlemiş.özellikle icazi kuran bahsinde.mesela
اِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ ile اِنِ ارْتَبْتُم&#161 8; cümleleri bir mânayı ifade ettikleri ve ikinci cümle, birinci cümleden kısa olması üslûba daha uygun olduğu halde, birinci cümlenin ikinci cümleye tercihan zikri, onların rayblarının menşei; hasta tabiatlarıyla, kötü vücudları olduğuna işarettir

bir örnekdaha
تَفْعَلُوا nun تَاْتُوا kelimesine tercihinde, iki nükte vardır:

Birisi: Kur'anın i'cazı, onların aczindendir. Aczleri ise, eserden olmayıp fiilden olduğuna işarettir. Yani aczlerinin menşei; Kur'anın misli değildir, o misli yapmaktandır.
bu örnekler işaratül icaz da çoktur.bu gösteriyorki kuranın bir harfinin veya kelimesinin yerinin değiştirlmesinin mümkün olmadığı anlatılıyor.
risalei nurun bir özelliği şüpheleri yazmadan hemen cevabını vermiş olmasıdır.bunu üstad 25.sözün başında söylüyor.
risalede bütün soruların cevabı var.mesela evrimi zikretmeden tabiat risalesinden,33.pencere.2.şua,ayetül kübra 30.lema gibi risalelerde cevap veriyor.
çünkü bu metot kuranın metodudur.kuran direk cevap verir.soru yazıp cevap vermez.direk.muhatab sormadan cevap verir.risalede kuranın manevi mucizesi olduğu için aynı metodu kullanıyor.
bize hakikaten nurlar yeter.

28

11.05.2006, 14:08

peki kuranın değiştiğini iddia eden bu iddiasını nasıl ispatlar.
değiştiğine dair bi delil getirsinlerde görelim.
350 bin tefsir yazılacak bu kadar müçtehidler yanlış bir şey bulmayacakta kim bulacak.
hastayı kim tedavi eder.mühendismi doktormu.
elbette doktor dersin.
peki çok büyük bir mühendisde mi tedavi edemez.sorsan.elbette edemez.eden doktordur.çünkü o işte uzmandır.

peki din konusu olunca neden herkes müftü kesiliyor.
elcevap haddini bilmiyor.bilmediğini anlamadığını için.
burda söz sahibi ehli sünnet in müçtehidleridir.tefsircileridir.ilmi umum ulemaca kabul edilenlerindir.
350 bin tefsir kelimullah olduğundan ve değişmediğinden ittifak halindedir.
bu itifakı bozacak babayiğit kimdir.gösterebilirminisiz.madem gösterilmiyor kuran değişmemiştir.
çünkü Allah koruyacağını vaad etmiş.madem Allah vaad etmiş.ve vaadini yerine el anda getiriyor.
Allah la kim mücadele edebilirki.kuranı değiştirebilsin.selam.

29

11.05.2006, 21:18

Allah "Bu insan sözü,bir sihirdir diyenleri", "O zaman bir benzerini getirin",diye
mübarezeye davet ediyor.Hata bırakın bir suresini bir ayetini hata bir harfin benzerinin getirilmesi ıslam'ın mağlubiyeti sayılacağı bir mübarezede, üstelik yüzlerce mahir şairin olduğu bir dönemde kimse bunu becerememiş. Becerememesine delil mi istersin.ıslam adına en ufak bir kötü olay hemen şaşalandırılarak, abartılarak anlatılagelir.Hatta en ciddi tarih kitaplarına girer.Rabbim o inkarcıları böyle bir mübarezeye davet etmiş olsunda
biri başarsın ve duyulmasın şöhret kazanmasın.
Hem kolay olsa idi ,bir kağıt bir kalem gibi ucuz bir masrafla kazanılacak bir savaş terkedilmezdi. Aksine;ıslam'ı bu şekilde mağlup edemiyeceklerini gördüklerinden zorlu ve masraflı olan büyük ve kanlı savaşlara girmişler.
Taklit edilemiyen bir kitap değiştirilemez.Zira;insanın sönük,belagatten uzak icazsız ve i'cazsız ,fasih olmayan ibareleri hemen görülürdü.
Kur'an'ı oku bak diyeceksin ki; bu farklı.Bir şey farklı ise ya en kötüdür ya en iyi.Kalbi kirlenmemiş hiç kimse kötü diyemez.Hayranlığını gizleyemez.Bu kadar hayran kalınan bir kitaba mümkün mü ki insanı kirli eli değmiş olsun.
bu konunun pek çok ispatı var.Vakit ve belki bilgim anacak buna müsait.
Selametle

30

06.07.2006, 21:12

Yemende bir cami onarımı sırasında bilinen en eski Kuran-ı Kerim olduğu iddia edilen bir kitap bulundu.Yapılan açıklamalar bu Kuran'ın günümüz Kuran'ından farklı olduğunu gösteriyor,deniliyor.
haberi linkten okuyabilirsiniz.
http://www.radikal.com.tr/2000/08/16/dis/01isl.shtml

orjinal Kuran'ın akibeti hakkında daha ayrıntılı bilgi için
http://www.islamiyetgercekleri.org/islkurdeg.html
Bunu yazmakla doğru yapmamışsam lütfen silin.
Saygılarımla
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

31

06.07.2006, 22:18

Aynı haber içinde bakın ne diyor:

Alıntı

Cambridge Üniversitesi öğretim üyelerinden Tarif Halidi ise, Kuran'ın gelişimi üzerine ıslam dünyasında yaygın kabul gören teze bağlı. Halidi, Sana Kuran'ının Hz. Osman'ın kaleme aldırttığı Kuran'ın henüz ulaşmadığı kesimlerce kullanılan kötü bir kopya olduğunu söylüyor.


Arap yarımadası büyük bir bölge olduğu ve kabileler arasında bazı kelimelerin bilinmemesinden ötürü, Kur'an yedi kıraat üzerine kılındı. Kıraat-i seb'a diye duymuşsunuzdur. Hz.Peygamberin a.s.m izni ve vahiyle oldu tabii ki bu. Sadece bazı kelimeler farklıydı.

Hz.Osman r.a., Kureyş lehçesi üzerine olanı bir araya getirtti ve neşretti, aksi takdirde fitne çıkabilirdi. Zira Horasan'da -yanlış hatırlamıyorsam- ıslam ordusu toplanmıştı, askerler farklı bölgelerdendi, namaz sırasında, imamlık edenin kıraatinden sonra, sen yanlış okudun, ben doğrusuunu biliyorum diye fitne kopmak üzereydi. Bu işin başka mecralara kaymaması için, Hz.Osman'ın r.a. bir araya getirdiği heyetle Kureyş lehçesi üzerine yazdılar. Sadece bir harfte ihtilaf ettiler Hz.Osman ile diğer sahabeler, o da o kelimenin son harfinin "te" mi yoksa "yuvarlak te" mi olduğuydu, yuvarlak te'nin farkı ise, durak yuvarlak te de ise, he gibi okunur, bu kadar.


Ateistler, bilhassa düşmanı ateistler görmeyen diğer semavi din mensubları, Kur'an'ın ve ıslam'ın ayıplarını bulmaya uğraşıyorlar. Kusura bakmayın, ama onları kereste olarak niteleyeceğim. Çünkü bu kavgadan kârlı çıkanlar ateistler oluyor. Ehl-i kitabın ıslam düşmanlığı yüzünden ateistlere ekmek çıkıyor, ikinci linkte verilen sitede yararlanılan kaynaklar kısmına bakarsanız, Hrıstiyan sitesi olduğunu görürsünüz. Nedir bu, komedi mi? Yahu be adam, aynı ateistler, senin sence mukaddesatına da dil uzatıyor!


Link vermeni uygun bulmadım, çünkü o site iftiralarla dolu, uzun yıllar önce de vardı o site, okudum, o zaman din iman birşey bilmezdim zaten doğru dürüst. Aklımı yitirir gibi oldum, ama Allah'a olan inancımı ve Peygambere a.s.m. olan itimadımı yitirmedim. Çünkü gördüğüm birçok hakikat ve güzellik vardı. Bazıları sadece bazı şeyleri, başka şeylerle iltibas ettirerek, karıştırarak, hakikat libası, elbisesi giydirmeye çalışıyorlardı, bunu öğrendim ve lanet ettim.

Orada yine Fethullah Gülen ile ilgili gerçekler diye yazmışlar, buyrun onları da okuyun. Hoca efendide olmadığına yakînen inandığımız bir sürü zırvayı yazmışlar. Bizim hakkımızda yazsalar, Allah'a olan imanımız daha çok artar inanın bana. Çünkü bizi bizden iyi bilemezler, onların ne kadar iftiracı olduklarını daha iyi görürüz. Bu kadar çok iltibasa sinsice, dessasca sebep olan, yalanlara hakikat elbisesi giydiren adamlardan mı öğreneceğiz dinimizi?

Dinimize atılan pekçok iftiranın gerçeğini, öğrendim, site korkunç hazırlanmış, bilmeyenler için tam bir tuzak. Bu angutlar -afedersiniz- Kur'an'ı tezyif etmeye çalışıyorlar ve Hz.Peygamberi a.s.m ve ıslam'ı. Bu üçünde öyle hakikatler var ki, anlatmakla bitmez, red edilemez, bunları ip gibi düşünürseniz, bir araya geldiğinde kopmaz bir halat gibi olur. Mucizat-ı Ahmediye olan 19. Mektub ile 25. Söz olan Mucizat-ı Kuraniyeyi okuyun, dediğimi göreceksiniz, yakininiz artmazsa, suratıma hayatınızın en okkalı tükürüğünü atın.

Onlar bu hakikatleri küçümsüyor, görmezden geliyor, sırf bizi inandırmak, imanımızı zayıflatmak için, insî şeytan bunlar. Hz.Peygamberin a.s.m. bütün dünyanın ittifakıyla gelmiş geçmiş en büyük insan olduğunu, o Arap yarımadasının, 23 yılda, 500 yılda olmayacak şekilde düzeltildiğiini cümle alem, bütün dünya biliyor.

Kur'an'ın mucize yönlerini de keza. Bunlarınki eski tuzaklar, iltibas yapıyorlar, hakikati bilmezseniz imanınızı sarsmaya çalışacaklar!

Hem bana cevap versinler, bir iğne dahi ustasız olamazken, şu kainat nasıl olsun? Buna gülüp geçerler, ama hakikati görmek istemediklerinden, istihza ederek kurtulacaklarını sandıklarından, bu dahi pek büyük bir hakikattir. Andrew Phew adlı ateist, 73 yaşından sonra döndü ateizmden, sebep ise, DNA örgüsünün, olağanüstü tasarım dışı birşeyle açıklanamıyor olması. DNA örgüsünü açarsanız, 3 kütüphane kitabı dolduracak kadar dizilim kodu çıktığını bu zındıklar bilmiyor mu? ığne ustasız olmaz da, bu olur mu, bre ahmak? Bunlar insî şeytanlar, öyle ki kendilerini bile kandırmışlar.

Hem Kur'an, 1400 yıldır bu ahmakların kafasına vuruyor ve diyor ki:
"Kur'an uydurma madem, bir benzerini getirin, ona gücünüz yetmedi mi, 10 sure getirin, ona da mı yetmedi, 1 tane getirin."

Hani, nerde, ben göremiyorum mislini? Bunları okuyup kalbinde şeytanın vesvesesini hissedenlere tavsiyem Kur'andaki bu hakikat. Bunun hakkında daha yazacağım yatsı namazından sonra inşa'Allah. En ami adamın dahi yüreğine havz-ı kevserden su döküp, şeytani vesveselerden kurtarıyor bu ayet. Çünkü kafirlerin de ittifakıyla, daha getirmeye gücü yeten yok, olmayacak da. Sonra diyorlar, biri öyle birşey yapmaya kalksa müslümanlar keser yaşatmaz. Salman Rüşdü'yü hatırlatırım size ve diğer daha ne naneler yiyenleri. Onları destekleyen mihraklar, onları krallar gibi yaşatıyor. Deneseler, arkalarında çok destek olacak, ama beceremiyorlar, yanına bile yaklaşamıyorlar Kur'an'ın belagatının.

ınşa'Allah sonra devam edeceğiz...
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

32

06.07.2006, 22:56

Davamızı, ıspatta, şu yolu takip edebiliriz, bunu ilk kendi nefsimiz, nefsimizi kollayan şeytanı def etmek için yapmalıyız, ta ki iman huzuruna ve ferahına erelim.

1- Allah'ın varlığının ıspatı
2- Hz.Peygamberin a.s.m nübüvvetinin hak olduğu
3- Kur'an'ın mu'cizeleri, yani olağanüstü yönleriyle, aciz bırakması.

Alıntı sahibi ""[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=794&a=&t=2&b=2&k=&s=10&l=2&p=2"

Üstad 19. Mektup olan Mu'cizat-ı Ahmediye risalesinde [/url]"]

Birinci Nükteli ışaret

şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faydaları irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur. Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak.

Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan neviyle konuşacaktır.

Madem insan neviyle konuşacak; elbette insanlar içinde kabil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.

Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âli ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktidâ etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; ve resul yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.



Yani bir Yaratıcının varlığına iman ediyorsanız ve şu kainattaki muhteşem düzeni, akıl sır ermeyen, tıkır tıkır işleyen şeyleri görüyorsanız, biliyorsunuz ki, bu Yaratıcı, hiçbir işi boşa yapmaz, israf etmez, her yaptığında hikmet var. Peki insanı niye yarattı? ınsan konuşma ve akıl yeteneği olan tek canlı yeryüzünde. Bu yetenekleri niye verdi acaba? Hiç mi hitap etmeyecekti bu yaratığına yarattıktan sonra, başıboş mu bırakacaktı? Evet, madem hitap edeceği muhakkak, muhatabı da, beşerin içinde en iyisi olurdu. Üstad yukarda daha güzel beyan etmiş.




Alıntı sahibi ""[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=318"

Mu'cizat-ı Kur'aniye, 25.Söz'ün başında Üstad[/url]"]

Bu Mu’cizât-ı Kur’âniye Risâlesindeki ekser âyetlerin herbiri, ya mülhidler tarafından medâr-ı tenkit olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şüphelerine mâruz olmuş âyetlerdir.



Alıntı sahibi ""[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=322&a=&t=2&b=2&k=&s=10&l=2&p=5"

Yine biraz aynı risalenin ilerisinde demiş ki [/url]"]

BıRıNCı SURET

ı’câzı vardır ve mevcuddur. Çünkü, Cezîretü’l-Arap ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibâriyle ümmî idi. Ümmîlikleri için mefâhirlerini ve vukuât-ı tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durûb-u emsâllerini kitâbet yerine şiir ve belâgat kaydıyla muhâfaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâgat câzibesiyle eslâftan ahlâfa hâfızalarda kalıp gidiyordu. ışte şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak, o kavmin mânevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyâde revaç bulan, fesâhat ve belâgat metâı idi. Hattâ bir kabîlenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibiydi. En ziyâde onunla iftihar ediyorlardı. ışte, ıslâmiyetten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zekî kavim, şu en revaçlı ve medâr-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatta akvâm-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymettar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musâlâha ediyorlardı. Hattâ onların içinde "Muallâkât-ı Seb’a" nâmiyle yedi edibin yedi kasîdesini altınla Kâbe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.

ışte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân nüzûl etti. Nasıl ki, zamân-ı Mûsâ Aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı Îsâ Aleyhisselâmda tıb revaçta idi; mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. ışte o vakit büleğâ-i Arabı en kısa bir sûresine mukabeleye dâvet etti."Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. (Bakara Sûresi: 23.)
" fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem, der ki: "ımân getirmezseniz mel’unsunuz, Cehenneme gireceksiniz." Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli sûrette kırıyor.


O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidâyeten idâm-ı ebedî ile ve sonra da Cehennemde idâm-ı ebedî ile beraber dünyevî idâm ile de mahkûm ediyor. Der: "Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir."

ışte, eğer muâraza mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muâraza edip dâvâsını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkülâtlı muharebe tarîkı ihtiyar edilsin. Evet o zekî kavim, o siyâsî millet ki, bir zaman âlemi siyâsetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin; hiç kâbil midir? Çünkü, edibleri birkaç hurufâtla muâraza edebilseydi, Kur’ân dâvâsından vazgeçerdi. Onlar da maddî ve mânevî helâketten kurtulurlardı. Halbuki, muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek, muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhâldi; onun için muharebe-i bissüyûfa mecbur oldular.


Hem, Kur’ân’ı tanzîr etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep var: Birisi düşmanın hırs-ı muârazası, diğeri dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki sâik-i şedid altında milyonlar Arabî kitaplar yazılmış ki, hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmî olsun, her kim ona ve onlara baksa kat’iyen diyecek ki, "Kur’ân, bunlara benzemez. Hiçbirisi onu tanzîr edemez." şu halde, ya Kur’ân, bütününün altındadır-bu ise, bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhâldir-veya Kur’ân o yazılan umum kitapların fevkındedir.


Eğer desen: "Nasıl biliyoruz ki, kimse muârazaya teşebbüs etmedi, kimse kendine güvenemedi mi ki meydana çıksın, birbirinin yardımı da mı fayda etmedi?"


Elcevap: Eğer muâraza mümkün olsaydı, alâküllihâl katî teşebbüs edilecekti. Çünkü, izzet ve nâmus meselesi, can ve mal tehlikesi vardı. Eğer teşebbüs edilseydi, alâküllihâl katî taraftar pekçok bulunacaktı. Çünkü, hakka muârız ve muannid dâimâ kesretli idi. Eğer taraftar bulsaydı, alâküllihâl iştihar bulacaktı. Çünkü, küçük bir mücâdele, beşerin nazar-ı istiğrâbını celb edip destanlarda iştihar eder. şöyle acîb bir mücâdele ve vukuât ise gizli kalamaz. ıslâmiyet aleyhinde tâ en çirkin ve en şenî şeylere kadar nakledilir, meşhur olur. Halbuki muârazaya dâir Müseylime-i Kezzâbın bir iki fıkrasından başka nakledilmemiş. O Müseylime’de, çendan belâgat varmış; fakat hadsiz bir hüsn-ü cemâle mâlik olan beyân-ı Kur’ân’a nisbet edildiği için onun sözleri hezeyan sûretinde tarihlere geçmiştir. ışte Kur’ân’ın belâgatındaki i’câz, katiyen iki kere iki dört eder gibi mevcuddur ki, iş böyle oluyor.





Nasıl, Hz.ısa a.s. devrinde tıp revaçtayken, tabibleri aciz bırakan mucizeler gelmiş, keza Hz.Musa a.s. devrinde sihir revaçtayken, büyücülere secde ettirmiş, hem de firavunun huzurunda ve firavun onları kollarını bacaklarını çapraz kestirip ölüme terketmekle tehdit ederken.

Öyle de, Hz.Peygamber'e mucize, belagat, fesahat, yani dil yönünde gelmiş. O da Kur'an-ı Kerimdir. ıki satırla, Kur'an'ın meydan okumasına karşılık verip, Kur'an'ın davasını iptal etmek varken, geçmişten bugüne, niye acaba o kadar değişik ve zor yollar denendi? O zamanda edipler varmış, en meşhur 7 şiir, muallakat-ı seb'a adı altında altın yaldızla kabe duvarına asılırmış. Ne zaman ki Kur'an geldi, o şiirlerin hepsi indi, çünkü dili Kur'an'a yaklaşamıyordu bile.

Hele Müseylime-i Kezzab adlı zat, öyle hezeyanlar yazmış ki, okuduğumda gülmekten ölecem sandım.

El-filu, me'l-filu, vema edrake me'l-filu ....

Fil nedir bildin mi, evet fil nedir bildin mi, uzun hortumu sütun gibi bacakları vardır, falan filan gidiyor. Hele Kurbağaya ile ilgili olanı var, bulursam fıkralar bölümüne koyacağım forumda.

Muaraza, yani Kur'an'ı taklid namına ortaya bir bu adam çıkmış en önde, o da rezil rüsva, kepaze olmuş hezeyanlarıyla.


Bu kadar, sağlam kopmaz kulp hakikatler varken, görmezden geliyorlar, ıslam hakkıda, iltibas yapıp, baskın çıkmaya çalışıyorlar...

Ama nedir bilir misiniz, 19 Ağustos depreminde kıyamet kopuyor sanıp, anlık da olsa imana gelen çok insan bilirim. Belki de o kararmış kalplere, ancak böyle bir korku gerek. Belki aklını başına alır, belki korku geçince eski haline döner, Allah bilir...

Hem Kur'anda, Hz. Allah c.c. ne buyurmuş:

Yunus suresi

90. ısrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, "ısrailoğulları'nın iman ettiğinden başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım" dedi.

91. şimdi mi?! Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.

92. Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız. Çünkü insanlardan birçoğu âyetlerimizden gerçekten habersizdir.




Evet, aklının başına gelmesi için, illa Firavun-misal birşey mi yaşaman lazım?
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

34

07.07.2006, 16:00

Mükemmel maaşallah. Allah Razı olsun.
Küfür devam edecek.Ta ki kıyamete kadar. Küfür devam etmese kıyamet niye kopsun.
Selametle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

35

07.07.2006, 16:17

malesef, müseylime nin o hezeyanlarının (komedisinin) yazdığı kitabım hala 1-2 sene önce ödünç verdiğim arkadaşımda, gidip almaya da üşeniyorum :)
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

36

10.07.2006, 10:28

Kurânın Korunmasında Üçlü Metot

Kurân-ı Kerîm, başlangıçtan itibaren üçlü bir metodla korunma altına alınmıştır: Yazı, ezber ve kontrol.

1. Yazı: Resulullah (Aleyhisselâtü vesselâm), yukarıda belirtilen ilk uyarılar ve tecrübelerden sonra vahyin mekanizması hakkında yeterli bilgi edinmişti. Vahyin geleceği anı önceden hissediyordu ve bir katip çağırtarak vahyi yazdırıyordu. Mekke döneminde bu hizmeti daha çok Abdullah ıbnu Sad ıbni Ebî Sarh (radıyallahu anh) veriyordu. (1) Medine hayatında devreye önce Ubeyy ıbn Kâb, sonra da Zeyd ibnu Sâbit radıyallahu anh girdi. Zeyd, bu işte el-Kâtib unvanını alacak kadar çok hizmet verdi ise de onun bulunmadığı durumlarda başkaları da vahiy yazma hizmeti vermiştir. (2)

Hemen belirtmekte fayda var: Vahyin gelişinde bir periyot ve önceden bilinen bir takvim, bir program yoktu. Bu sebeple Aleyhissalâtü vesselâm her an hazırlıklı ve tedbirli idi: Risalet hayatının en dağdağalı, en sıkıntılı safhası olan hicret esnasında bile katiplik yapacak biriyle (Hz. Ebu Bekir) beraber olmayı ve yanında yazı malzemesi bulundurmayı(3) ihmal etmemişti. Askerî seferlerinde, hatta askerlere verdiği istirahat anında bile kâtibiyle beraber oluyordu. (4)

Zeyd ıbnu Sabitın (radıyallahu anh) şu açıklaması bir vahiy yazdırma hâdisesinin nasıl cereyan ettiğini gösterir: “Ben, Resulullah (aleyhissalâtü vesselâm) için vahiy yazardım. Ona vahiy indiği zaman üzerine şiddetli bir terleme gelirdi, sonra vahiy hâli geçince, O imlâ ettirir ben de, beraberimde getirdiğim kemik veya başka bir parça üzerine yazardım. Bu işten çıktığım zaman, (Vahiy esnasında üzerime çöken) Kurânın ağırlığından ayaklarımın ezildiğini, artık bir daha yürüyemeyeceğimi zannederdim. Yazma işi bitince bana: “Oku!” derdi. Ben de okurdum, bir hata varsa düzeltirdi. Sonra ben bunu halka götürürdüm.” (5)

Bu rivâyetten anlaşılan şu ki: Yazılan ilk nüsha Aleyhissalâtü vesselâmın yanında, hususî bir arşivde saklanmıyor, bundan, başka yazılı nüshalar çoğaltılmak ve ezberlenmek üzere, Zeyd ıbn Sâbit beraberinde götürüyordu.

Bu durumdan hatıra gelebilecek: “Resulullahın gıyabında yapılacak bu çoğaltma sırasında bazı hataların araya girebileceği…” gibi menfi ihtimalleri, “ezber” ve “kontrol” sistemlerinin bertaraf edeceğini göreceğiz. Ve yine göreceğiz ki, Zeyd ıbn Sâbit (radıyallahu anh) vahiy konusunda çok hassas ve bizzat Hz. Ebu Bekirin beyanıyla son derece güvenilen birisidir.

2. Kurânın Ezberlenmesi
Kurânın vahiy kâtiplerince yazılan bu ilk nüshalarından çoğaltılıp ezberlendiği anlaşılmaktadır. Ve Kurân sûrelerini, Ashabın zaman geçmeden ezberlemesi söz konusudur. Çünkü vahiyler günde en az beş kere kılınan namazlarda okunuyordu. Ancak herkesin her gelen vahyi ezberlediği söylenemez. Bununla birlikte, bir çoklarının her gelen vahyi ezberlediği, çeşitli tarîklerden gelen rivâyetlerle sabittir. Az ileride ilk Kurân hâfızlarının isimleri ve sayılarıyla ilgili bazı açıklamalar sunacağız.

3. Kontrol (veya Arza)
Hz. Peygamber, yazma ve ezberleme sırasında, kasıtsız olarak bir kısım hataların yapılabileceğinin şuurundadır. Nasıl olmasın ki, insanın bir şey yazarken farkında olmadan bazı ilave ve atlamalar şeklinde hatalar yaptığı gibi, çok iyi ezberlediği bir şeyi, zamanla unutabileceği veya elinde olmayan ilaveler, eksiltmeler, ve hatta kelimelerde değiştirmeler yapabileceği de inkar edilemeyen beşeri bir zaaftır.

şu halde vahyin asliyetini korumada en çıkarlı yol, ne ezbere ne de yazıya fazla güvenmeyip, yazıyı ezberle, ezberi de yazıyla kontrol etmektir. ışte Resulullahın buna baş vurduğunu görmekteyiz: Kurân tarihinde arza denen hâdisenin maksadı budur: Her Ramazanda, o Ramazana kadar gelen bütün Kurân vahiylerini Resulullah önce Hz. Cebrâile mukabele ettikten sonra, Mescid-i Nebevîde halkın huzurunda okuyarak, herkesin, ellerindeki yazılı nüshaları ve ezberlerini kontrolden ve tashihten geçirmelerine imkan vermiştir. Ve bu kontrol (arza) hadisesi Aleyhisselâtü vesselâmın hayatının son yılında iki kere yapılmıştır ki buna arza-i ahîre denir.

Arza-i ahîre, Kurân-ı Kerîmin asliyeti üzere kitaplaşmasında ve dolayısıyla bütünlüğünün korunmasında son derece önemli bir hadisedir. Çünkü bir kısım rivâyetler, Hz. Ebu Bekirin hilâfeti sırasında, Kurânın cem edilmesi çalışmalarında, arza-i ahîrede kontrolden geçen iki yazılı nüshanın esas alındığını göstermektedir ki, bu hususa ileride tekrar döneceğiz.

Kaynaklar:
1-ıbn Hacer, şihâbud-Dîn Ebul-Fazl Ahmed, el-Askalânî (v.852 h.), Fethul-Bâri, Mısır, 1959, 10/397.
2-ıbn Hacer, Fethul-Bâri, 10/396–397, Heysemi, Nurud-Dîn Ali ıbnu Ebi Bekr (v.807 h.), Mecmauz-Zevâid, Beyrut, 1967, 1/153.
3-ıbnul-Esir,ızzeddîn Ebul-Hasen Ali ıbnu Muhammed (v.630 h.),Üsdül-Gâbe,Kahire, 1970, 2, 332; ıbn Hişâm, Ebu Muhammed, Abdul-Melik (v.218 h.), es- Sîre, Mısır 1955,1–2, 439.
4-Ahmed ıbnu Hanbel (v.241 h.), Müsnedu Ahmed, 1313 Kahire baskısından ofset, 5/33;4, 109; ıbn Hacer, el-ısâbe,fi Temyizis-Sahâbe,, Kahire, 1324, 1/442, Heysemî, a.g.e., 7/225.
5-Heysemi, a.g.e.,1/152.


ıbrahim Canan (Prof.Dr.)

37

13.07.2006, 09:53

Sonra, bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı ımân olduğunu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu, kendi kalbine dedi ki:
"Aradığımız zâtın sözü ve kelâmı denilen, bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim; ve ona teslim olmayan herkese, her asırda meydan okuyan Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan namındaki kitaba müracaat edip, o ne diyor bilelim. Fakat en evvel, bu kitap bizim Hâlıkımızın kitabı olduğunu ispat etmek lâzımdır" diye taharrîye başladı.
Bu seyyah, bu zamanda bulunduğu münasebetiyle, en evvel, mânevî i’câz-ı Kur’âniyenin lem’aları olan Risale-i Nur’a baktı ve onun yüz otuz risaleleri, âyât-ı Furkaniyenin nükteleri ve ışıkları ve esaslı tefsirleri olduğunu gördü. Ve Risale-i Nur, bu kadar muannid ve mülhid bir asırda, her tarafa hakaik-i Kur’âniyeyi mücahidâne neşrettiği halde, karşısına kimse çıkamadığından ispat eder ki, onun üstadı ve menbaı ve mercii ve güneşi olan Kur’ân, semâvîdir, beşer kelâmı değildir. Hattâ, Resâilü’n-Nur’un yüzer hüccetlerinden birtek hüccet-i Kur’âniyesi olan Yirmi Beşinci Söz ile On Dokuzuncu Mektubun âhiri, Kur’ân’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu öyle ispat etmiş ki, kim görmüşse, değil tenkit ve itiraz etmek, belki ispatlarına hayran olmuş, takdir ederek çok senâ etmiş.
Kur’ân’ın vech-i i’câzını ve hak kelâmullah olduğunu ispat etmek cihetini Risaletü’n-Nur’a havale ederek, yalnız bir kısa işaretle, büyüklüğünü gösteren birkaç noktaya dikkat etti.
Birinci Nokta: Nasıl ki Kur’ân, bütün mu’cizâtıyla ve hakkaniyetine delil olan bütün hakaikiyle, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın bir mucizesidir. Öyle de, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da, bütün mu’cizâtıyla ve delâil-i nübüvvetiyle ve kemâlât-ı ilmiyesiyle, Kur’ân’ın bir mucizesidir ve Kur’ân kelâmullah olduğuna bir hüccet-i kâtıasıdır.
ıkinci Nokta: Kur’ân, bu dünyada, öyle nuranî ve saadetli ve hakikatli bir surette bir tebdil-i hayat-ı içtimaiye ile beraber, insanların hem nefislerinde, hem kalblerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem hayat-ı şahsiyelerinde ve hem hayat-ı içtimaiyelerinde, hem hayat-ı siyasiyelerinde öyle bir inkılâp yapmış ve idame etmiş ve idare etmiş ki, on dört asır müddetinde, her dakikada, altı bin altı yüz altmış altı âyetleri kemâl-i ihtiramla, hiç olmazsa yüz milyondan ziyade insanların dilleriyle okunuyor ve insanları terbiye ve nefislerini tezkiye ve kalblerini tasfiye ediyor, ruhlara inkişaf ve terakki ve akıllara istikamet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor. Elbette böyle bir kitabın misli yoktur, harikadır, fevkalâdedir, mucizedir.
Üçüncü Nokta: Kur’ân, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki, Kâbe’nin duvarında altınla yazılan en meşhur ediplerin "Muallâkat-ı Seb’a" nâmıyla şöhretşiar kasidelerini o dereceye indirdi ki, Lebid’in kızı, babasının kasidesini Kâbe’den indirirken demiş: "âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı."
Hem bedevî bir edip Artık emrolunduğun şeyi açıkla." Hicr Sûresi: 15:94 âyeti okunurken işittiği vakit secdeye kapanmış. Ona demişler: "Sen Müslüman mı oldun?" O demiş: "Hayır, ben bu âyetin belâgatine secde ettim."
Hem ilm-i belâgatın dâhilerinden Abdülkahir-i Cürcanî ve Sekkâkî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhi imamlar ve mütefennin edipler, icmâ ve ittifakla karar vermişler ki, "Kur’ân’ın belâgatı tâkat-i beşerin fevkindedir; yetişilmez."
Hem o zamandan beri, mütemadiyen meydan-ı muarazaya davet edip, mağrur ve enaniyetli ediplerin ve belîğlerin damarlarına dokundurup, gururlarını kıracak bir tarzda der: "Ya birtek sûrenin mislini getiriniz, veyahut dünyada ve âhirette helâket ve zilleti kabul ediniz" diye ilân ettiği halde, o asrın muannid beliğleri birtek sûrenin mislini getirmekle kısa bir yol olan muarazayı bırakıp, uzun olan, can ve mallarını tehlikeye atan muharebe yolunu ihtiyar etmeleri ispat eder ki, o kısa yolda gitmek mümkün değildir.
Hem Kur’ân’ın dostları, Kur’ân’a benzemek ve taklit etmek şevkiyle; ve düşmanları dahi, Kur’ân’a mukabele ve tenkit etmek sevkiyle o vakitten beri yazdıkları ve yazılan ve telâhuk-u efkâr ile terakki eden milyonlarla Arabî kitaplar ortada geziyor. Hiçbirisinin ona yetişemediğini, hattâ en âdi adam dahi dinlese, elbette diyecek: "Bu Kur’ân, bunlara benzemez ve onların mertebesinde değil. Ya onların altında veya umumunun fevkinde olacak." Umumunun altında olduğunu, dünyada hiçbir fert, hiçbir kâfir, hattâ hiçbir ahmak diyemez. Demek, mertebe-i belâğati, umumun fevkındedir.
Hattâ bir adam, Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder." Hadîd Sûresi: 57:1.
âyetini okudu. Dedi ki: "Bu âyetin harika telâkki edilen belâgatını göremiyorum."
Ona denildi: "Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git, orada dinle."
O da, kendini Kur’ân’dan evvel orada tahayyül ederken gördü ki, mevcudat-ı âlem perişan, karanlık, câmid ve şuursuz ve vazifesiz olarak, hâli, hadsiz, hudutsuz bir fezada, kararsız fâni bir dünyada bulunuyorlar. Birden, Kur’ân’ın lisanından bu âyeti dinlerken gördü:
Bu âyet, kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve bu sermedî ferman, asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki, bu kâinat, bir cami-i kebîr hükmünde, başta semavat ve arz olarak umum mahlûkatı hayattarâne zikir ve tesbihte ve vazife başında cûş-u huruşla mes’udâne ve memnunâne bir vaziyette bulunduruyor, diye müşahede etti. Ve bu âyetin derece-i belâgatini zevk ederek, sair âyetleri buna kıyasla, Kur’ân’ın zemzeme-i belâgati arzın nısfını ve nev-i beşerin humsunu istilâ ederek, haşmet-i saltanatı kemâl-i ihtiramla on dört asır bilâfasıla idame ettiğinin binler hikmetlerinden bir hikmetini anladı.
Dördüncü Nokta: Kur’ân öyle hakikatli bir halâvet göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur’ân’ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup darb-ı mesel hükmüne geçmiş.
Hem öyle bir tazelik ve gençlik ve şebâbet ve garabet göstermiş ki, on dört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca girdiği halde, şimdi nazil olmuş gibi tazeliğini muhafaza ediyor. Her asır, kendine hitap ediyor gibi bir gençlikte görmüş. Her taife-i ilmiye, ondan her vakit istifade etmek için kesretle ve mebzuliyetle yanlarında bulundurdukları ve üslûb-u ifadesine ittiba ve iktida ettikleri halde, o, üslûbundaki ve tarz-ı beyanındaki garabetini aynen muhafaza ediyor.

Beşincisi: Kur’ân’ın bir cenahı mazide, bir cenahı müstakbelde, kökü ve bir kanadı eski peygamberlerin ittifaklı hakikatleri olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiği ve onlar dahi tevafukun lisan-ı haliyle bunu tasdik ettikleri gibi; öyle de, evliya ve asfiya gibi ondan hayat alan semereleri ve hayattar tekemmülleriyle şecere-i mübarekelerinin hayattar, feyizdar ve hakikatmedar olduğuna delâlet eden ve ikinci kanadının himayesi altında yetişen ve yaşayan velâyetin bütün hak tarikatleri ve ıslâmiyetin bütün hakikatli ilimleri, Kur’ân’ın ayn-ı hak ve mecma-i hakaik ve câmiiyette misilsiz bir harika olduğuna şehadet eder.
Altıncısı: Kur’ân’ın altı ciheti nuranîdir, sıdk ve hakkaniyetini gösterir,
Evet, altında hüccet ve bürhan direkleri, üstünde sikke-i i’caz lem’aları, önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn hediyeleri, arkasında nokta-i istinadı vahy-i semâvî hakikatleri, sağında hadsiz ukul-ü müstakîmenin delillerle tasdikleri, solunda selim kalblerin ve temiz vicdanların ciddî itminanları ve samimî incizapları ve teslimleri, Kur’ân’ın fevkalâde hârika, metin ve hücum edilmez bir kal’a-i semaviye-i arziye olduğunu ispat ettikleri gibi altı makamdan dahi, onun ayn-ı hak ve sadık olduğuna ve beşerin kelâmı olmadığına, hem yanlış olmadığına imza eden, başta, bu kâinatta daima güzelliği izhar, iyiliği ve doğruluğu himaye ve sahtekârları ve müfterileri imha ve izale etmek âdetini bir düstur-u faaliyet ittihaz eden bu kâinatın Mutasarrıfı, o Kur’ân’a, âlemde en makbul, en yüksek, en hâkimâne bir makam-ı hürmet ve bir mertebe-i muvaffakiyet vermesiyle onu tasdik ve imza ettiği gibi; ıslâmiyetin menbaı ve Kur’ân’ın tercümanı olan zâtın (aleyhissalâtü vesselâm) herkesten ziyade ona itikad ve ihtiramı ve nüzûlü zamanında uyku gibi bir vaziyet-i nâimanede bulunması ve sâir kelâmları ona yetişememesi ve bir derece benzememesi ve ümmiyetiyle beraber gitmiş ve gelecek hakikî hâdisât-ı kevniyeyi gaybiyâne, Kur’ân ile tereddütsüz ve itminan ile beyan etmesi ve çok dikkatli gözlerin nazarı altında, hiçbir hile, hiçbir yanlış vaziyeti görülmeyen o tercümanın bütün kuvvetiyle, Kur’ân’ın herbir hükmüne ımân edip tasdik etmesi ve hiçbir şey onu sarsmaması; Kur’ân semâvî, hakkaniyetli ve kendi Hâlık-ı Rahîminin mübarek kelâmı olduğunu imza ediyor.
Hem nev-i insanın humsu, belki kısm-ı âzamı, göz önündeki o Kur’ân’a müncezibâne ve dindarâne irtibatı ve hakikatperestâne ve müştakane kulak vermesi ve çok emarelerin ve vakıaların ve keşfiyatın şehadetiyle, cin ve melek ve ruhanîlerin dahi tilâveti vaktinde pervane gibi hakperestâne etrafında toplanması, Kur’ân’ın kâinatça makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna bir imzadır.
Hem, nev-i beşerin umum tabakaları, en gabî ve âmiden tut, tâ en zeki ve âlime kadar herbirisi Kur’ân’ın dersinden tam hisse almaları ve en derin hakikatleri fehmetmeleri ve yüzlerle fen ve ulûm-u ıslâmiyenin ve bilhassa şeriat-ü Kübrânın büyük müçtehidleri ve usulüddin ve ilm-i kelâmın dâhi muhakkikleri gibi her taife, kendi ilimlerine ait bütün hâcâtını ve cevaplarını Kur’ân’dan istihraç etmeleri, Kur’ân menba-ı hak ve maden-i hakikat olduğuna bir imzadır.
Hem edebiyatça en ileri bulunan Arap edipleri (ıslâmiyete girmeyenler) şimdiye kadar muarazaya pek çok muhtaç oldukları halde, Kur’ân’ın i’câzından
yedi büyük veçhi varken, yalnız birtek veçhi olan belâgatinin, tek bir sûrenin mislini getirmekten istinkâfları; ve şimdiye kadar gelen ve muaraza ile şöhret kazanmak isteyen meşhur belîğlerin ve dâhi âlimlerin, onun hiçbir veçh-i i’câzına karşı çıkamamaları ve âcizâne sükût etmeleri, Kur’ân mucize ve tâkat-i beşerin fevkinde olduğuna bir imzadır.
Evet, bir kelâm, "Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?" denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgati tezahür etmesi noktasından, Kur’ân’ın misli olamaz ve ona yetişilemez. Çünkü, Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlıkının hitabı ve konuşması; ve hiçbir cihette taklidi ve tasannuu ihsas edecek bir emare bulunmayan bir mukâlemesi; ve bütün insanların, belki bütün mahlûkatın namına meb’us ve nev-i beşerin en meşhur ve namdar muhatabı bulunan ve o muhatabın kuvvet ve vüs’at-i imanı koca ıslâmiyeti tereşşuh edip sahibini Kab-ı Kavseyn makamına çıkararak muhatab-ı Samedâniyeye mazhariyetle nüzul eden; ve saadet-i dâreyne dair ve hilkat-i kâinatın neticelerine ve ondaki Rabbânî maksatlara ait mesâili ve o muhatabın bütün hakaik-i ıslâmiyeyi taşıyan en yüksek ve en geniş olan imanını beyan ve izah eden; ve koca kâinatın bir harita, bir saat, bir hane gibi her tarafını gösterip, çevirip, onları yapan San’atkârı tavrıyla ifade ve talim eden Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyanın elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i’câzına yetişilmez.
Hem, Kur’ân’ı tefsir eden ve bir kısmı otuz-kırk, hattâ yetmiş cilt olarak birer tefsir yazan yüksek zekâlı müdakkik binlerle mütefennin ulemanın senetleri ve delilleriyle beyan ettikleri Kur’ân’daki hadsiz meziyetleri ve nükteleri ve hâsiyetleri ve sırları ve âli mânaları ve umûr-u gaybiyenin her nev’inden kesretli, gaybî ihbarları izhar ve ispat etmeleri; ve bilhassa Risale-i Nur’un yüz otuz kitabının herbiri, Kur’ân’ın bir meziyetini, bir nüktesini kat’î bürhanlarla ispat etmesi; ve bilhassa Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi şimendifer ve tayyare gibi medeniyetin harikalarından çok şeyleri Kur’ân’dan istihraç eden Yirminci Sözün ıkinci Makamı; ve Risale-i Nur’a ve elektriğe işaret eden âyetlerin işârâtını bildiren ışarât-ı Kur’âniye namındaki Birinci şuâ; ve huruf-u Kur’âniye ne kadar muntazam, esrarlı ve mânâlı olduğunu gösteren Rumuzât-ı Semaniye nâmındaki sekiz küçük risaleler; ve Sûre-i Fethin âhirki âyeti beş vecihle ihbar-ı gaybî cihetinde mucizeliğini ispat eden küçük bir risale gibi Risale-i Nur’un herbir cüz’ü, Kur’ân’ın bir hakikatini, bir nurunu izhar etmesi, Kur’ân’ın misli olmadığına ve mu’cize ve harika olduğuna ve bu âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı ve Allâmü’l-Guyûbun kelâmı bulunduğuna bir imzadır.
ışte, altı noktada ve altı cihette ve altı makamda işaret edilen Kur’ân’ın mezkûr meziyetleri ve hâsiyetleri içindir ki, haşmetli hakimiyet-i nuraniyesi ve azametli saltanat-ı kudsiyesi, asırların yüzlerini ışıklandırarak, zemin yüzünü dahi bin üç yüz sene tenvir ederek kemâl-i ihtiramla devam etmesi; hem o hâsiyetleri içindir ki, Kur’ân’ın herbir harfi, hiç olmazsa on sevabı ve on hasenesi olması ve on meyve-i bâki vermesi; hattâ bir kısım âyâtın ve sûrelerin herbir harfi, yüz ve bin ve daha ziyade meyve vermesi; ve mübarek vakitlerde her harfin nuru ve sevabı ve kıymeti ondan yüzlere çıkması gibi kudsî imtiyazları kazanmış diye dünya seyyahı anladı ve kalbine dedi:
ışte böyle her cihetle mu’cizatlı bu Kur’ân, sûrelerinin icmâıyla ve âyâtının ittifakıyla ve esrar ve envârının tevâfukuyla ve semerat ve âsârının tetabukuyla, birtek Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine ve sıfât ve esmâsına, delillerle ispat suretinde öyle şehadet etmiş ki, bütün ehl-i imanın hadsiz şehadetleri, onun şehadetinden tereşşuh etmişler.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir