Giriş yapmadınız.

1

08.04.2004, 06:27

Diyalog

Aşağıdaki ayetlerin iniş sebebi çok manidardır.

ıman konusunda en küçük bir açı sapması insanı nelere götüreceğinin en açık delilidir bu ayetler.

Konu Hz. Peygamber’in şahsında gündeme gelse de, asıl bizi ilgilendirir.

Yani peygamber şahsında bütün ümmettir ikaz edilen.

Haşr Suresi’nde Cenab–ı Hak bu konuda şöyle buyuruyor:

“Bu misalleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr; 59/21)

ınsanların en çok düşünmesi gereken ilahî misallerden biri de ısrâ Suresi’nin bu üç ayetidir.

Özellikle de iman ile küfrün, tevhid ile şirkin, ıslam ile gayr–i ıslam’ın bu kadar birbirine karıştırılmak istendiği günümüzde, çok çok okumamız lazım bu ayetleri.

ıslam’ın insanlığa doğru ulaşmasını engellemek için, kilise tarafından oluşturulan “Dinlerarası diyalog” sürecinde bu ayetler de iyi bir ölçüdür.

ıslam inancının başka dinlerin akaidiyle meczedilmeye/sentezlenmeye çalışıldığı bir zamanda bu üç ayet bize çok şey öğretmeli.

ıslam’ın üzerinde zerre oynanmasına asla razı olmadığı kurallarının, “dünya barışı”, “insanlık huzuru” gibi laflarla sarsılmaya çalışıldığı bir zamanda yaşıyoruz.

Yüce Allah, iman konusunda, gerekli tepkiyi anında koymadığı zaman, bakın kullarını nasıl ikaz ediyor.

Ne var bunda?

Bu kadar da şüpheci olmayın!

Allah 4 milyar Hıristiyan’ı nasıl Cehennem’e koyar?..

Gibi lafları kullanmaktan sakınmayanlar, daha dikkatli okumalı bu ayetleri ve tabi diğerlerini.

Ayetlerin iniş sebebi/sebe–i nüzûlü şöyle:

Bu ayetler “Sakîf oğulları” hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber’e (as) gelip şu tekliflerde bulunmuşlar ve teklifleri kabul edilirse ancak ıslam’a gireceklerini söylemişlerdi:

a– Bizden zekat almayacaksın!

b– Harplere iştirak etmeyeceğiz.

c– Namazlarda eğilip bükülmeyeceğiz.

d– Faiz alacaklarımızı alacak, borçlarımızı ödemeyeceğiz.

e– Bizim vadi de Mekke gibi kutsal sayılacak.

Bu tekliflerden sonra bir de şunu ilave ettiler:

“Eğer Araplar sana: Niye böyle yaptın? derse, Allah emretti deyiver.”

Yukarıdaki konuşma üzerine ve Resûlüllah’ın anında ret cevabını vermemesi üzerine şu ayetler iniyor:

“Ve onlar az kalsın sana vahyettiğimiz şeyden başkasını Bize iftira edesin diye seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman seni elbette dost edineceklerdi.

Ve eğer Biz sana sebat vermemiş olsa idik, az kaldı onlara biraz meyil edecek idin.

O takdirde sana hayatın da kat kat azabını, ölümün de kat kat azabını tattırmış olurduk. Sonra kendin için Bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.” (ısra; 17/73–75)

“Dinler arası Diyalog” sürecinde ıslam’ın sarsılan, çiğnenen ya da inkâr edilen hükümleri ile Sakîf Kabilesi’nin peygamberden istediği imtiyazları bir kıyaslayın.

Diğer gelişmelerle de kıyaslayın.

a– Üç din aynıdır. ıbrahimî dindir.

b– Bir kişinin “benim dinim haktır” dememesi, en büyük dinsizliktir. (Prof. Mehmet Aydın’a ait)

c– Bir Müslüman kadının Hıristiyan erkekle (ya da ehl–i kitap biriyle) evlenmesinde bir sakınca yoktur. (Bu evlilik Urfa’da gerçekleştirildi. 17 Nisan 2000 Zaman Gazetesi)

d– Papaz Leasther şehadet getirerek hem Hıristiyan, hem Müslüman oldu. (17 Nisan 2000 tarihli Zaman gazetesi) Çifte dinlik.

e– Muhammet’in (as) peygamber olduğuna iman etmek şart değildir. (Fethullah Gülen; Küresel Barışa Doğru. s–131)

f– Ehl–i Kitap’la aynı şeylere iman ediyoruz, amentümüz birdir. (Ahmet şahin, Zaman Gazetesi, 17. 4. 2000)

g– Kur’an’daki ehl–i kitapla ilgili ayetler, Hz. Peygamber (as) dönemini ilgilendirir, bugünü bağlamaz. Yani bugünün Yahudi ve Hıristiyanları cennetliktir. (Fethullah Gülen; Küresel Barışa Doğru, s–45)

Bu şıkları çoğaltmak mümkün.

şimdi siz Sakîf Kabilesi’nin Peygamberden isteyip alamadığı tavizlerle, “Dinler arası Diyalog” sevdalılarının istenmeden verdiği tavizleri mukayese edin.

Sonra dönün bu üç ayeti bir daha okuyun.

Sonra da, (eğer bu anlayışta olanlardan iseniz) sizi Yeni Mesaj Gazetesi’ne abone yapmak için kapınıza gelen arkadaşlara: ”Hıristiyanlar cennete girerse ...a bir şey mi girecek, çıkın gidin dükkanımdan deyin.”

Hatta dövün.

Sonra da son ayetin son kısmını bir daha okuyun.

“...O takdirde sana hayatın da kat kat azabını, ölümün de kat kat azabını tattırmış olurduk. Sonra kendin için Bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.” (ısra; 17/73–75)

Risale Okuyorum

Üyeliği İptal Edildi

  • "Risale Okuyorum" bir erkek
  • "Risale Okuyorum" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 663

Konum: Ankara

Meslek: Öğrenci

Hobiler: İnternet, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

2

08.04.2004, 10:04

Yazınız güzel ancak yanlış bölüme yazmışsınız. Taşıyorum...
"şimdi oku, kabirde okuyamazsın!" (Zübeyir Gündüzalp)

3

08.04.2004, 13:14

Dinler arasi diyalog ile müslüman olanlardan haberiniz yokki, ayetleri yanlis yorumlamayiniz.

4

09.04.2004, 15:25

ıslamdan ödün verildikten sonra istersen bin kişiyi üslüman yap ne fayda.
Peygamberimiz asla kafirleri dost edinmeyiniz diyor.Kafirlere karşı hoşgörü ayrıdır.Onlarla islamın bazı emirlerinden taviz vererek dost olmaya çalışmak ayrıdır değil mi? Hoş görüyü biz Müslümanlar her zaman yapmışızdır gerek efendimiz gerekse Osmanlı döneminde.

Bazı arkadaşlar F.Gülen'in papalık misyonu uğruna kendi fikirlerinden nasıl 180 derece döndüğünü anlamakta zorlanıyorlar. Ve kimlere hizmet edildiğini. Vereceğim örnekler, şunun bunun değil, bizzat hoca efendinizin(!) yazılarından ve kendi cemaatinin gazetelerindendir. Acaba bu değişim(!) modasına F.Gülen'demi uydu ? Okuyan ve okuduğunu anlayan arkadaşlar gerekli analizi yapabilirler. Malum arkadaşım baba sen ise bu konuyu anlamasanda emin ol ben seni anlıyorum.

Hristiyan dünyası hakkında...(ABD, AB) F.Gülen'in kaleminden

'' Artık böyle bir dünyadan merhamet bekleyenler aldanmış ve ona şirin görünmek için kendi değerlerini ve kendi mukaddeslerini tezyif edenler ise, bindikleri dalı kesmiş olurlar. Onlarla bizim aramızdaki uçurumu doldurup, hattı muvasalayı temin etmek imkansızdır. Onlrla bizim aramızda ki mesafe tamamen onlara ait olduğundan, o boşluğu doldurmaya bizim gücümüz yetmez.
Zaten onlar da, aradaki bu boşluğun kapanmasından ziyade, bütün bütün onlara iltihakımızı beklemekteler. Böyle bir isteğe cevab-ı sevap vermek ise, ya bir hıyanet ya da akılsızlıktır.'' ( Günler Baharı Soluklarken)

''Avrupa'nın kafir ve zalimleri, Asya'nın insanlığı istismar eden münafıkları ve içimizdeki gafiller istemeseler bile, sikkeyi basan, tuğrayı elinde tutan ve peygamberlerce Sultan-ül Enbiya olarak kabul edilen, O günde beş defa nam-ı celilini dünyaya ilan ettiğimiz Sultanlar Sultanı birgün mutlaka bütün kalplere girecek ve herkesin sevgilisi, mahbubu, mergubu olacaktır'' ( Sonsuz Nur )

'' Batı medeniyet ve insanlık adına ne kadar iddalı olursa olsun, biz onu; güçlü olduğu hemen her devirde gayet zalim ve hunhar, zayıf düştüğü zamanlarda da başkalarının ayağını öpecek kadar zelil ve sefil olarak tanıdık'' ( Günler Baharı Soluklarken )

Kobra Yuvası(!)

'' Bu güne kadar dünyanın dörtbir yanında bütün vahşet tablolarının arkasında maalesef iştiyak vardır, misyoner teşkilatı vardır, VATıKAN vardır. Kobra yuvası Saraybosna'da akan kanın arkasında VATıKAN vardır. Keşmir'de akan kanların arkasında VATıKAN vardır.''

''Ülkemize misyonerler göndererek, Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışmayacağını, içimizden satıl aldığı insanları başımıza musallat etmeyeceğini, hasılı, bu kin ve nefret dünyası, bütün o eski huylarından vazgeçip Hazreti Mesih'in yumuşaklık, müsamaha ve şefkat tavsiyelerine uyacağını beklemek apaçık bir gaflet ve aldanmışlıktır''

''Oysa ki Batı bizi hiçbirzam sevip kabullenmezdi... O, güçlü olduğumuz zaman, tabasbus, riya ve entrikalarla, güçlendiği dönemlerde de bizi ezerek ve inleterek hep kendi hedeflerini takip etti. Tabii bu hedeflerin başında da ıslam'ın sesini kesmek geliyordu.'' ( Fasıldan Fasıla 1. Cilt )
Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur.
Birazda yayın organlarına bakalım. Papalık misyonu öncesi yazılanlar.

''Papa yine sahnede'' ( Zaman, 22 Nisan 1990)

''Vatikan ve ıngiltere Tarsus'u ABD patrikhaneyi merkez yapmak istiyor.'' ( Zaman 17 Haziran 1990 )

''Hristiyan teşkilatların Müslümanlara yönelik çalışmaları endişe ile takip ediliyor. ıslam Dünyası'nda Hristiyanlık atağı'' ( 31 Ekim 1991 )

''PKK Hıristiyan işbirliği...'' ( Zaman ,11 Ekim 1992 )

''Maddi vaadlerle diyalog kurdukları çocukların beyinlerini yıkamaya çalışıyorlar'' ''ışte misyonerlerin merkezi'' ( Zaman 24 Temmuz 1992 )

''KıLıSEDEN SıNSı TUZAK, ıSLAMı DEğERLERE SAYGILI GÖRÜNEREK MÜSLÜMANLARA HIRıSTıYANLIğI ANLATACAKLAR...'' (Zaman 9 Haziran 1993 )

'' Patriğin gizli rüyası: Gazetemizin sempozyumunu izlemesine yasak getiren Fener Rum Ortadoks Patriği Bartholomeos ; '' Rum Fener Patrikhanesi ekümenliktir dedi'' ( Zaman 25 Eylül 1995)

'' Patrikhane Lozan'n zorluyor'' (Zaman 22 Eylül 1995 )


şimdiye kadar papalık misyonunun bir parçası olmadan önce yazılanlara kısaca değindik. şimdi papalık misyonu sırasına geçelim. Zaman gazetesinin 180 derecelik dönüşünü görelim. Tabii ufak ufak, dönüş keskin olmadan sistematik olarak yapılmış.

''Vatikan'dan sıcak mesaj'' ( Zaman 17 Nisan 1996 )

''Patrik Bartholomeos ve F.Gülen Hocaefendi toplumsal barışın önemini vurgulayan konuşmalar yaptılar'' ( Zaman 1 Ekim 1996 )

'' Vatikan'da uzlaşma zirvesi'' ( Zaman 9 şubat 1998 )

'' F.Gülen Hoca efendi, ıslam ve Hıristiyan dünyasını temsilen ''Dinler-arası Diyalog'' çerçevesinde Papa 2. Jean Paul ile yarım saat görüştü. Bartholomeos bol ürün bekliyoruz'' ( Zaman 10 şubat 1998 )

'' F.Gülen'in başlattığı diyalog çalışmaları sürüyor. Gülen önceki gün ıstanbul'da Yahudi Örgütleri Başkanları Konferans Heyetini kabul etti.'' ( Zaman 10 Mart 1998 )

'' F.Gülen'in Papa ile görüşmesi önemli bir olaydır.'' ( Zaman 12 Nisan 1998 )


vs. vs. örnekler çoğaltılabilir. Dün niyetlerini çirkeflik olarak nitelendiğiniz Vatikan ile uzlaşma(!) masasına oturdunuz ? Bu masaya oturduğunuz şahısları zamanında Saraybosna'da Filistin'de Keşmir'de kan dökmekle nitelerken, bugün değişen nedir ? Bu çevreler değiştide bizmi farkında değiliz ? Hala bu bölgelerde ve özellikle Filistin'de düzen sağlandı da bizmi bilmiyoruz ? Neyse biraz ilerleyelim konu daha dakeskinleşecek.
Allah her şeye şahittir.

5

11.04.2004, 21:18

Hoşgörü Sürecinin Tahlili...

1990’lı yılların ortalarından itibaren girilen hoşgörü ve diyalog sürecinin dini temelleri adına bazı şeylerin yerli yerine oturmadığını görüyorum. Gerek bu sürece can-ı gönülden destek veren dost ve taraftar çevre, gerekse bunun ıslamî nasslarla çerçevelenen esaslara aykırı olduğunu iddia eden müslüman çevrenin gözden kaçırdığı esaslar bunlar. Birinciler bu sürecin yeniden başlamasına –dikkat edin yeniden diyorum- vesile olan kişi/kişiler veya kurumları ön plana çıkartırken, ikinciler nassları siyak-sibak bütünlüğünü kopararak yaptıkları yorumlarla bu sürece öncülük edenlere "bid'atkar"dan "kafir"e uzanan çizgide ithamlarda bulundular/bulunuyorlar.

Hoşgörü, diyalog veya bizim vazettiğimiz ıstılah ile herkesi kendi konumunda kabul etme düşüncesi ve bunun hayata intikali ıslam tarihinde bizimle ortaya çıkmış bir şey değildir. Sadece Medine Vesikası'nı bu gözle incelemeye alın; insanın hangi din, hangi ırk, hangi milletten olursa olsun din, hayat, seyahat, teşebbüs ve mülk edinme hakkının olduğunu ınsanlığın ıftihar Tablosu o mübarek sesini yükselterek aleme duyuruyor mu duyurmuyor mu? Bu hakların dokunulmaz ve aynı zamanda mukaddes olduğu Vesika'da var mı yok mu? Aynı hakikatlar başka bir dille, başka bir anlatma üslubu ve edası ile Veda Hutbesi'nde tekrar ediliyor mu edilmiyor mu? Medine Vesikası ile Veda Hutbesi arasında yaklaşık on yıl var. Demek bu on yılda bir çizgi değişikliği yok; aksine tahşidat var, tahkim var.

Bu kabuller ne Medine Vesikası'nda, ne de Veda Hutbesi'nde zikredilmekle kalmamış. Edebiyat tarihine edebi bir risale olarak tevdi edilmemiş. Ağızdan çıkan bu hakikatlar aynı zamanda hayat olmuş. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bunları bizzat yaşadığı gibi takip eden dönemlerde Raşit Halifeler yaşamış, tabiîn yaşamış, tebe-i tabiîn yaşamış. Bakın fetih dönemlerine, müslümanlar nerede kilise ve havraları yıkmışlar? Nerede azınlıkların haklarına dokunmuşlar? Nerede vicdan hürriyetine kısıtlama getirmişler? Ve nerede düşünce hürriyetini tahdit etmişler? Tarihte müslümanların vesayeti altında yaşayan azınlıklar kendilerine tanınan bu hakların başka işgal güçleri tarafından ellerinden alındıkları zaman ancak anlamışlar müslümanların kendilerine neler bahşettiklerini. Demek bizim mazimizin özü, üsaresi bu. Bizimle başlayan bir süreç değil.

Fakat şunu da kabullenmek gerekir ki bu hakikatlar 15 asırlık ıslam tarihinde her zaman Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem), Raşid Halifeler'in gözettiği hassasiyet içinde uygulanmamış. Uygulanmamış çünkü işin özünü hazmedemeyen, içine sindiremeyen insanlar üst makamları tutmuş. ıslam ile bağdaştıramayacağımız dünyevi düşünceler ön plana çıkmış. Makam sevdası, menfaat duygusu, kabile taassubu ve benzeri nice menfilikler ortaya çıkmış. Buna bağlı olarak gün gelmiş nasslar farklı yorumlamalara konu olmuş. Gün gelmiş bu farklı yorumlar pratiğe yansımış. Dolayısıyla halk tabiriyle ifade edelim ıslam adına nice kabalıklar yapılmış. Ama bunlar esasında ıslam'ın değil, müslümanlığı hazmedememiş insanların tavırlarına ait kabalıklardır.

Meseleye bu zaviyeden bakınca biz hoşgörü, diyalog, herkese saygı, herkesi kendi konumunda kabullenme diyorsak Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) Medine Vesikası'nı seslendiriyoruz. Veda Hutbesi'nde beyan buyurduğu hakikatları haykırıyoruz. Böylece vazifemizi ve vecibemizi yapıyoruz. Bizden öncekiler bu noktada kusur yapmış olabilirler. Dahilî veya haricî sebeplerle, haklı ya da haksız nedenlerle farklı bir yolda yürümüş olabilirler. Bunlar bizi alakadar etmiyor, biz yapabilirsek, yapabiliyorsak vazifemizi yapıyoruz.

Dikkat edin vazife ve vecibe diyorum. Dolayısıyla bunu bir fazilet saymayın. Fazilete terettüp eden şeyleri beklemeyin. Hiç mi kıymeti yok diye aklınızdan geçirebilirsiniz. Evet, sizin öncülüğünü yaptığınız bu süreç belki bir kıymet ifade ediyor olabilir ama bu kıymet çokları bu düşünceye uyanmadığı ya da yapmadığı içindir. Yani nedretten dolayı bir kıymet-i harbiyesi vardır. Yoksa vazifenin zati değerinden dolayı değil. Bir başka ifadeyle; nasıl piyasada nedret olduğu zaman birden bire emtianın değeri yükseliverir, bu da öyle. Hoşgörü diyen, diyalog diyen bu insanlara "faziletli", "erdemli" denmesi, el üstünde tutulması, barış kahramanları gibi isimlerle anılması hep bu sebepledir.

Burada bir başka hususa işaret edeyim: bana kalırsa bu süreci isimlendirmemek en iyisi. Hoşgörü süreci, diyalog süreci gibi şeyler de demeyelim. Neticesi henüz belirlenmemiş, nereye varacağı henüz kestirilememiş bir meseleye ad koymayalım. Bırakalım onu zaman koysun veya biz zamanı gelince koyalım. Kim bilir bu süreçte daha nice yumuşak ve kucaklayıcı mülahazalar olacak. Bu mülahazalar herkesi umudumuzun üstünde yumuşatacak. O zaman hoşgörü, diyalog kavramları bile mevcud durumu tarif etmek için yetmeyecek. Kim bilir?

Evet, demek girilen bu süreci bütünüyle bizim temel kaynaklarımıza bağlayabiliriz, onlardan akıp geldiğini söyleyebiliriz. Ben bu konuda çok ısrarlıyım. Çünkü bu mesele falanın-filanın iç inceliğinin ifadesi değildir. “Böyle davranırsam kendi düşüncem, kendi gayem adına yol alırım, mesafe katederim.” mülahazasına bağlı bir tavır da değildir. Böyle olmadığı için dünya elli defa hallaç olsa, yüz defa değişse biz hep aynı düşünceleri ifade edeceğiz; edeceğiz zira temel kaynaklarımız farklı düşünmeye müsaade etmiyor.

Öte yandan, kaynaklarımız bunun böyle olmasını söylüyorsa, bunu bir vazife ve vecibe olarak müntesiplerinin omuzlarına yüklüyorsa bu süreci biz kendimize mal edemeyiz. Hiç kimse de edemez. O sizin şefkatinizin, merhametinizin ürünü değildir. Aksine ıslam’ın şefkati, merhametidir.

Yalnız her meselede olduğu gibi bu süreçte de bazen olur ki konjonktürün gerektirdiği bazı farklılıklar zuhur edebilir. Mesela, şartlar öyle gerektirir ve bir devlet sizin devletinize savaş açar. Sizin küçük çapta ve aksi istikametteki irade ve gayretleriniz buna engel olamamıştır. O zaman siz yine dinininizin belirlediği şekilde, savaş hukuku adına ortaya koyduğu disiplinlere göre hareket edersiniz. Hareket etmek mecburiyetindesiniz daha doğrusu. Bu o dönemin yükümlülüğüdür. Fakat şunu unutmamak lazım, savaş kişilerin ve kurumların değil ancak devletin/devletlerin karar vereceği bir hadisedir.

Bir diğer önemli konu da; bir gerçeği ortaya koyma, hakkını teslim etme mevzuunda siz ve sizin dışınızda birileri bu süreçte rol alanlara bir isim koyuyorsa mübalağa etmemeliler. Bahsi edilen sürece öncülük yapanlara “fikir mimarlarımız, geleceğin fikir işçileri, barış kahramanları” vs... gibi şeyler denirken mübalağa edilmemesi lazım.

Evet, isterseniz tekrar başa dönelim ve tekrarlayalım; artık bu sürecin kuralları ortaya konmuş ve yaklaşık 10 yıldır işlene işlene bir yere gelmiştir. Bu bir ibdâ (öncesi olmadan yeni ortaya konmuş bir şey) değil, ihyadır. Sıfırdan inşa değil kullanılmaya kullanılmaya körelmiş kuyulardaki suyu tekrar gün yüzüne çıkartma gibi, kullanılmaya kullanılmaya bize yabancı olmuş, hakkında “yok” hükmü verilmiş ama aslında zatında mevcut olan bir şeyleri yeniden ortaya çıkarmadır. Diyorsunuz ki, “ınsan hayvan değildir. O ne bir hayvan-ı nâtıktır (konuşan hayvan), ne bir hayvan-ı hassas (hisseden), ne hayvan-ı mâşî (yürüyen), ne de hayvan-ı müteharriktir (hareket eden). O insandır. Konuşan, duyan ve hisseden, yürüyen, hareket eden ve her şeyin şuurunda olan, aklıyla muhakeme yapan, bugünü yarınla beraber mukayese eden, kendini yarınlara göre hazırlayan, çok geniş ve engin ufuklu hatta ufku kainatları da aşıp nâmütenâhîye ulaşan, fiziğin, kimyanın kurallarının geçmediği yerlerde dolaşan, ta Allah’a, Esmâ-i ilahiye'ye, sıfât-ı sübhaniye'ye kadar varan, ulaşan bir varlıktır. Öyleyse buna göre davranışımız farklı bir çizgide olmalı, farklı kıstaslar ihtiva etmelidir. ınsanlarla olan münasebetlerimiz de elbette insan olma esprisine bağlı cereyan edecektir.”

Pekâlâ hiç mi yoktu sizden evvel bunları telaffuz edenler? Elbette vardı; vardı ama bugünkü olduğu kadar yaygınlaşmamıştı. Fikir planında ortaya konan, kitap sayfaları arasında kalan, geniş uygulama alanı bulamayan düşüncelerdi onlar. Bilemem belki bu yüzden yakın ve uzak dost çevrelerden bunu anlamayan, anlamamakta ısrar eden kişiler oldu. Belki hasetten, kıskançlıktan, kendileri bu işe öncülük yapmadığı için olumsuz mülahazalar ile yaklaşanlar oldu, hâlâ da var. “Gavurlaşma” saydılar bu girilen süreci.

Fakat her şeye rağmen girilen bu yolda, veya yukarıdaki yaklaşımımız içinde neticede alacağı veya bizim vereceğimiz isim, ünvan ne ise işte onda mesafenin yarısı katedilmiştir. Motor çalışmış, araç harekete geçmiştir, geriye dönülmesi artık mümkün değildir. Sadece şartlara, konjonktüre göre bir kısım koordinatların değiştirilmesi olabilir. Bunda da biraz sabırlı olmak ve beklemesini bilmek gerek. Elektrikle işleyen aletlerde veya elektronik sistemlerin harekete geçmesinde bile bir bekleme süresi var. Burada da bekleme süresine ihtiyaç duyulması gayet tabiidir.

Yolun yarısı alınmıştır dedik ama bu iş bundan sonra ters yüz edilemez, dağıtılamaz, kimse bozamaz iddiasında da değiliz. Her şeyden evvel biz Allah'ın inayetiyle kendimizi böyle bir tabiyede bulduk. Allah'ın inayetiyle geç kalmış olsak bile durumu iyi okuma, imkanları değerlendirme zemini bulduk. Ümidimiz yine Allah'ın inayetiyle bunun devam edeceğidir. Tek taraflı yani bizim canibimizden bir ahdi bozma olmazsa bu iş devam eder. Ama bizden bir ihanet olursa, Allah’a karşı münasebetlerimiz bozulursa, O da muamelesini değiştirir. Bir başka tabirle muhlisînden (ihlâslı kullardan) olmazsak Allah bugüne kadar meccanen (karşılıksız) verdiği lütufları çeker alır elimizden. Dua edelim, bizi ihlâstan ayırmasın, verdiği lütufları elimizden almasın. Çünkü dünyanın esasen bu türlü bir anlayışa, bu türlü bir mülâhazaya, eskilerin ifadesiyle, eşedd-i ihtiyaç ile ihtiyacı var.

Sözün başında iki çevreden bahsettim. Bunların ikisi de dost çevredendi. Bir de düşmanlar var. Düşman demek de istemiyorum; istemiyorum çünkü Allah tanımaz, Peygamber kabul etmez, manevi veya kudsi kavramı içine girecek her şeye kapalı bir çevrenin dahi bu süreçte bir yeri var. Tıpkı Efendimiz'in (aleyhissalâtü vesselâm) müşriklerle münasebetlerinde olduğu gibi. Ama onlar bu sürece karşı almış oldukları tavırlarla o ismi kendilerine kendileri veriyor ve “Düşmanız biz!” diyorlar. Sizden gelecek her türlü hayra ve iyiliğe hayır diyorlar. Alabildiğine mütemerrid, kendi menfaatlerinin ötesinde ne milleti, ne devleti, ne de insanlığı düşünmeyen paranoyak bir çevredir bu.

Evet, bizim bunlara karşı bir yaptırım gücümüz yok ama Allah'ımız var. "Hasbünallâhu ve Ni'me'l-Vekîl. Ni'me'l-Mevlâ ve Ni'me'n-Nasîr"imiz var. "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" gibi bir hazinemiz var. Dopdolu, hiç bitmeyen, kullandıkça artan bir hazine. Korkmayın Allah yanınızda ise size kimse bir şey yapamaz. Asrın Beyin Yapıcısı'nın sık sık vurguladığı gibi: “Endişe etmeyin kardeşlerim! Biz inayet altındayız.”

Bir serçe bir kartalı

Salladı vurdu yere

Yalan değil doğrudur

Ben de gördüm tozunu

diyor ya Yunus. Öyle de gün gelecek kartal yuvarlanacak, serçe de gülecek. Çünkü küçüğe büyük şeyler yaptıran Allah'tır. Ye’se düşmeyin. Yeis “mâni-i her kemâldir”. Bir bataktır o. Akif’in ifadesi ile düşerseniz boğulursunuz. Azminize sımsıkı sarılın; sarılın çünkü önünüzde katedeceğiniz yol daha çok uzun. Geçilmesi gereken derin sular var. Yine Yunusça diyelim:

Bu yol uzaktır

Menzili çoktur

Geçidi yoktur

Derin sular var.

Fakat o sulardan boğulmadan geçen, öteki vadiyi, öteki kıyıyı kendilerine yurt edinmiş, halden sıyrılmış, sahib-i makam olmuş o kadar çok insan var ki. Siz niçin bunlardan birisi olmayasınız?

M-Fethullah Gülen Hocaefendi

6

24.04.2004, 11:58

Alıntı sahibi ""SerkaNReaL""

Dinler arasi diyalog ile müslüman olanlardan haberiniz yokki, ayetleri yanlis yorumlamayiniz.


ÇOK ÖZÜR DıLEYEREK SÖYLÜYORUM BEN UYGUNSUZ BıR TEKLıF KARşILUIğINDA MÜSLÜMAN OLACAğINI SÖYLEYEN BıRıSıNıN TEKLıFıNı KABUL ETSEM O ZAMAN NE OLACAK?
ıYı YAPMIş MI OLACAğIM SıZE GÖRE.BAK O DA MÜSLÜMAN OLUYOR.ONDAN DA SENıN HABERıN YOK?
Allah her şeye şahittir.

7

24.04.2004, 16:23

Yazimi okudunmu 1990 ile baslayan ?

8

02.05.2004, 16:16

şüphen mi vardı?
Allah her şeye şahittir.

Sultan

Stajyer

Mesajlar: 99

Konum: Kütahya

Meslek: Dağcı

Hobiler: Kızak, yüzme, orman gezileri

  • Özel mesaj gönder

9

13.05.2004, 19:40

Re: Diyalog

Alıntı sahibi ""selamet""



Sonra da, (eğer bu anlayışta olanlardan iseniz) sizi Yeni Mesaj Gazetesi’ne abone yapmak için kapınıza gelen arkadaşlara: ”Hıristiyanlar cennete girerse ...a bir şey mi girecek, çıkın gidin dükkanımdan deyin.”



Burasi haricinde diger tüm yazini sonuna kadar katiliyor ve destekliyoruz sevgili selamet kardesim.

Allah'A emanet olunuz
Sevgi Çiçekleri

10

13.05.2004, 22:08

saygıdeğer Sultan kardeşim;

bir müslümana diğer bir bir müslüman kardeşin ayıbını, günahını ve ya hatalı taraflarını araştırmak uygun düşmez.
selamet kardeşimiz de maalesef müslüman hatası aramak için özel gayret sarf ediyor.

sizn gibi saygılı bir arkadaşımzın selamet kardeşimizin hatalı davranışlarına destek vermesini doğrusu yadırgadım.


saygılar

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir