Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

05.04.2007, 17:06

helal-haram da yukselise

Arkadaslar,

Gecenlerde is yerindeki is arkadaslarimla fikir mutalaasi yapiyorduk. Onlara sunu anlattim, kainattaki varligimiz nedeni Allahi tanimak ve ona kulluk etmek. Bu yolun en kisa kestirmesi de islamiyetin belirledigi helaller ve haramlardir.
Simdi aciklayamadigim sey su, insan helal ile haram arasinda secim yaparken nasil oluyor da bu insani kamil olmasini sagliyor? Bu insanin ruhu ile alakali bir olaymi? Risalelerde bununla alaki bildiginiz bolumler varmi?

Simdiden aciklamalariniz icin tesekkurler.

MıRZASAıD

Orta Düzey

Mesajlar: 319

Meslek: tecavüz değil tedafüdür.Hem tahrip değil, tamirdir. Hem hâkim değiliz, mahkûmuz

  • Özel mesaj gönder

2

05.04.2007, 20:48

Helal Dairesi

Bir balık, bitkilerden ve cansızlardan farklı olarak, dilediği yöne doğru hareket etme hürriyetine sahip. Ama bu hürriyet, deniz ile sınırlı. Ondan dışarı çıkması yasaklanmış. Karalar, ormanlar onun için yasak bölge. Tilkilerle, aslanlarla arkadaşlık etmesi, sanki, haram kılınmış. O, denizde yaşayacak ve ömrünü diğer balıklarla geçirecektir.
ınsanın denizi de "helâl dairesi" dir.


"Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur." (Sözler)

ınsan, bu daire içinde kalmak şartıyla, istediği gibi hareket edebilir, dilediği gibi safa sürebilir. Ama bu dairenin dışı, onun için cehennem tarlasıdır. Buna göre, hürriyeti şöyle de tarif edebiliriz: "Hürriyet, helâl ve haram dairelerinden dilediğini seçebilme yetkisi ve netice itibariyle de cennet ve cehennem yollarından istediğine girme serbestisidir."

Kul, hür olmaz, dedik. Nasıl olsun ki, kölenin bile hürriyeti söz konusu değil. Kulluk ise, kölelikten çok daha ileri bir bağımlılık. Mutlak mânâda ve sınırsız bir hürriyete sahip olmadığımızı nefsimize iyice kabul ettirmek için şöyle bir düşünelim: ınsanoğlu, eliyle işitip, gözüyle koku alıp, kulağıyla görebiliyor mu? Hayır. Aklıyla hıfzedip, kalbiyle anlayıp, hafızasıyla sevebiliyor mu? Cevap; yine hayır.

Demek ki, insan her organını ve duygusunu yerinde kullanmaya mecbur. Onu yaratan, organlarını yerli yerine koyan ve ruh âlemini akıl almaz bir şekilde tanzim eden, her duyguyu, her hissi ayrı vazifelerde çalıştıran biri var. şu var ki, bu organların ve duyguların önüne iki saha açılmış: Helâl ve haram meydanları.

Ayağıyla dilediği yere gidip gözüyle istediği yöne bakabildiği gibi, aklını her sahada kullanabiliyor ve hafızasına, olur- olmaz, her şeyi doldurabiliyor.Bu sermayelerden her biri insanın akıl ve vicdanına emrediyorlar ki:

"Bizi dilediğin gibi yönlendiremezsin! Sen irade sıfatını doğru değerlendirmeli ve bizi yaratılış gayemizde kullanmalısın!"

ınsan iradesine tanınan bu hürriyet, bu serbesti, bu seçme hakkı, ne yazık ki, çoklarınca yanlış değerlendiriliyor.

ınsanoğlu, babasına, amirine, devletine karşı gelme hürriyetine sahip olmadığını çok iyi bildiği halde, nasıl oluyor da, Rabbine, Hâlıkına, Mâlikine karşı kendini hür ve serbest sanabiliyor!?..

Nur Müellifi, hürriyet konusunda çok önemli bir noktaya da şöyle parmak basıyor:

"Bazı sefih ve lâübaliler hür yaşamak istemediklerinden, nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altına girmek istiyorlar." (Hutbe-i şamiye)

Hür olduğunu, dilediği gibi hareket edebileceğini iddia eden bir insan, gerçekte nefsinin esareti altına girmiştir. Nefsi ona kötülüğü emreder; o da bu emre kayıtsız şartsız itaat eder.

Ve bu esaret, rezil bir esarettir. Bir alimin hizmetine girmiş bir insanla, bir soygun şebekesinde çalışan bir başka insan ilk bakışta aynı noktada birleşirler: ıkisi de emir altındadır. Ama birincisi büyük bir şereftir, sonu ilim ve irfana çıkar. Diğeri ise rezalettir; neticesi azap ve zindandır.


Alaaddin Başar (Prof. Dr.)
Zübeyir Gündüzalp diyor ki: "Dünyada huzur ve rahat mı arıyorsunuz? Ukbada saadet mi istiyorsunuz? Risale-i Nur okuyunuz.

3

06.04.2007, 08:07

Sorumu sanirim iyi soramadim gibi.

Simdi Allah insana bir nefis vermis, kotulugu emreden. Bunu yani nefsi sanirim terakki edelim diye vermis. Yani nefis kotuluge sevkeder insani ve sayet nefsimizin arzulari pesinden kosarsak insan terakki edemez, bilakis asagilardan asagiya duser. Sayet nefsimize savas acip bununla mucadele edersek terakki baslar deniliyor.
Simdi bu ilerlemeyi ne anlamda anlamali. Diyelimki bir sehvet olayi ile karsi karsiyayiz, sayet bu imtihani kazanirsak nasil oluyor da terakki soz konusu oluyor? Yani tasavvuftaki bir seyri suluk gibi mi gormek gerek bunu? Yoksa bir serce kusunun kartaldan kactigi gibi, sercenin muthis bir kabiliyete ulasmasi gibi bu kacma manevralarindan edindigi tecrubelerle? Eger bu sekilde ise bunu insanda nasil gormek lazim, yani ne anlamda ilerleme oluyor (mesela serce kusunda manevra teknikleri ilerliyor)?

4

19.05.2007, 05:16

harama her göz kapama, insana bir vacip işlemiş gibi sevap kazandırır.

5

19.05.2007, 20:49

Ustad'in da 26.Sozun Zeylinde degindigi gibi tassavvufta 7 tane nefsin mertebeleri vardir:
1-Nefs-i emmare
2-Nefs-i levvame
3-Nefs-i mülhime
4-Nefs-i mutmainne
5-Nefs-i râdiyye
6-Nefs-i merdıyye
7-Nefs-i kâmile
(daha fazla bilgi icin:http://www.sorularlarisaleinur.com/subpage.php?s=article&aid=679)
nefs-i emmare=kotulugu emreden nefis, umum avamda bulunan nefistir.
nefs-i levvame=kendini levmeden nefis, pismanlik duyan nefis....
herhalde insan gunahlara karsi koyarak bu nefsin mertebelerini asiyor olsa gerek.ama isin aslina bakilinca sadece nefs-i levvameye bile gelebilmek kolay bir sey degildir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir