Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

11.11.2006, 15:39

Mülk suresi 17. ayet?

17 – Yahut O’nun size taş yağdıran bir kasırga göndermesinden emin mi oldunuz? Fakat bu tehdidimin ne demek olduğunu yakında öğrenirsiniz!



S.a

Meal okurken bu ayette takıldım. Hep birlikte bi istişare yapsak canlar mümkün mü?

Mesela burada Allah'ın bizi tehdit etmesi anlamımı çıkar?

Selametle

Allah Razı olsun
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

2

11.11.2006, 18:20

Can, tehdit başka şantaj başkadır. Tehdit kesinliktir. Yani şu men edilmiş fiili yapmaya devam edersen şöyle yaparım, demektir. Burada Kudret gösterilmektedir. Çünkü, Kudreti olan tehdit eder, olmayan şantaj yapar. Münkir Allah'ı (haşa) inkar ettiği için yada Kudretini anlamadığı için bu tehditleri şantaj gibi görüp emredilene uymuyor.
Ben bu ayetten şunları istihraç ettim. Doğrusunu Allah bilir. Olaya sadece Kasırga olarak bakmadım. Dünyanın herhangi bir yerinde bir kasırga ,bir deprem, sel gibi musibetler olduğu zaman anlamamız lazım ki zahiri bir sebebten oluyormuş gibi gözüken bu olaylar Rabbimizin tehdidi rağmına ıslah olamamış insanlara vaddinin gerçekleştirmek için ve bazı hikmetler içindir.
Taş yağdıran fırtına (Allahüalem) kasırganın şiddetine de işarettir. Yani o kadar şiddetli ki taş gibi kütlesi küçük olsada ağır olan cisimleri bile yerinden kaldırıp pamuk gibi üzerinize savurabiliyor.

Yanlışım varsa düzeltin. En azından konuyu açtım. Devam edelim inşallah.
Sağol Can :D
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

3

11.11.2006, 18:35

Allah razı olsun Cevat Abi

Konuya çok güzel br yaklaşım getirmişsin

Zaten ayetin önce ki bölümlerinde zelzeleden bahsetmektedir.

Yani zelzele,kasırga ve bu tür doğa olayları inkar eden insanların Allahın kudretini görmeleri ve inanmaları için birer vesilemidir?
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

4

11.11.2006, 19:04

Rabb'ül Alemin bir zerreyi bile hikmetsiz yerinden oynatmıyor. Bir avuç pirinci savursan dizilişleri tesadüfe bağlı olmuyor. Kasırga gibi felaketler hikmet içinde hikmetle en çok Allah'ın tehdit gücünün hakikat olduğunu yani, şantaj yapmadığını göstermek içindir. Zaten, Allah'ın kudretini inkar edenler onun azabını alay edercesine istiyerek "hani vaad edilen azab niye gelmedi" diyorlar. Bu hem Gayretullaha dokunuyor hem Gadab-ı ılahiye sebeb veriyor
Bu musibetler bazen masumlarıda vuruyor. Münkirler bu hikmetli olay yüzünden ,bakın Allah'ın tehdidinin vaki olması ,dediğiniz, bir doğa olayıdır. Çünkü, tehdit Allah'ı inkar edenleri, isyan edenleri ve günahta aşırıya gidenleri muhattab alıyor. şu masumun ölmesi vaad edildiğini söylediğiniz tehdidin gerçekleşmesi değildir, diyor. Oysa bu musibet masum için baki bir hayata fazlası ile verilecek bir karlı bir ticaret hükmündedir. Dalalete ve gaflete düşmüş olanlar bunu idrak edemiyor.

Muhabbetle Can
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

5

11.11.2006, 20:37

mülk süresinin son ayetinde de bu ayete benzer olarak
30. De ki: "Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akar su getirir?" ayeti var...

aslında burada mümkün olan bazı afetlerle Allah emirlerine karşı gelmememizi istiyor... yani bu türden felaketlerin geldiğini görüyorsunuz sizin başınıza da gelmeyeceğini mi zannediyorsunuz diyerek Allah bizden kendisinden sakınmamızı istiyor... ama yine de 17.ayette farklı bir ifade var... geleceğe dair bir ihbar var gibi... sanki gelecekte olan bu türden olayların Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük yapıldığı için geleceğini söylüyor..aklıma amerikada sık sık yaşanan kasırga vakaları geldi sanki ayet onları tehdit ediyor.
dua ile...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

6

11.11.2006, 20:45

25. söz Emirdağ Çiçeği
...Güya kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden bir ibret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asırda ve her tabakaya hitap ederek taze nazil oluyor. Ve bilhassa çok tekrarla "zalimler! zalimler!..", deyip tehditleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semâviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine, kavm-i Ad ve Semûd ve Fir’avun un başlarına gelen azaplarla baktırıyor. Ve mazlum ehl-i imana, ıbrahim ve Mûsâ Aleyhimesselâm gibi enbiyanın necatlarıyla tesellî veriyor.

Güzel yakaladın kardeşim. Her asrın bir Semud'u bir Ad'ı var.

Biz bir kardeşle beraber bu konuda bir araştırma dahi yapmıştık.

Baki Selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

7

12.11.2006, 11:22

Çok Teşekkür ederim.

Rabbim razı olsun..

Selametle Canlar :wink:
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

8

12.11.2006, 17:03

Güzel bir konu yakalamışsın bir damla nur kardeşim. Devam inşaallah.

Muhabbetle canlar :D
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

9

14.11.2006, 14:37

8. Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.

9. (Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.

10. Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.

11. Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.

12. (şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?

13. Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.

14. Sidretü'l Müntehâ'nın yanında.

necm süresi....

miraç hadisesinde peygamberimiz(sav) Allah'ı gördüğünü bazı kişiler yalanlıyorlar Allah'ı değil cebrail(a.s)'ı gördü diyorlar... necm süresindeki ayette geçenin de cebrail olduğunu söylüyorlar...bu konudaki görüşleriniz neler?
muhabbetle...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

10

14.11.2006, 18:28

Sidretü’l-Münteha,Kab-ı Kavseyn Allah'ın arşıdır. Varlığı ile kaim olduğu yer değildir. Bütün mahlukatın arkada kaldığı yaydır.Mahlukatın sınırıdır.Yani Rasulullah(s.a.v) Allah'tan yine nihayetsiz uzaklıkta idi. Lakin, tüm mahlukattan yakın idi.Miraçta bir insanın Allah'a ulaşabileceği en yakın yer olan Sidretü'l Münteha'ya kadar geldi. Mesela, sen güneşe yaklaşmak için bir sandalyeye bindin,biri çatıya çıktı, biri dağa uruç etti. Biri aya gitti. Hepsi güneşe uzak olmakla beraber aya çıkan güneşe en yakındır. Ama nihayetsiz uzaklıktadır. Güneş ise her birine göz bebeğinden yakındır.
Yani miraçta Allah'ın sanatının ayat-ı Rabbaniyenin insan gözünün görebileceği en üst mertebe gösteriliyor. ısimlerinin bütün mertebelerin gösteriliyor.
Ben Miraç'ta Allah'ın zatı ile görmesi meselesini bilmiyorum. Ancak insanlar Allah'ın sıfat ve esmasından tezzahür eden tecellileri kabiliyetine göre görebiliyorsa Kainatı uğruna yarattığı en seçkin kuluna esmasının ve sıfatının en uç mertebelerini göstermesi akla uzak olamaz. ınsan gözüne takılmış kabiliyetin en üstünde bir bakışla ne kadar görebiliyorsa Rabb'ül Alemini o kadar gördü.
Valla önce kendime anlattım. ınşaallah iltibas yoktur. Eleştiriye açıktır. :D
Baki Selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

11

14.11.2006, 23:57

Allah razı olsun abi faydalandım bu konuda biraz araştırma yapmam lazım miraç risalesine göz atmakta fayda var... muhabbetle...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

12

15.11.2006, 15:03

Soruyu birine sordum şu cevabı verdi.

Hicretten bir buçuk sene önce, Recep ayının 27. gecesiydi. Bu gecede Peygamber Efendimizin en büyük mucizelerinden biri olan ısra* ve Mirâc** mucizesi vuku buldu.
Mezkûr gecede Cebrail (a.s.) geldi ve Resûl-i Zîşan Efendimizi Mescid-i Haram'dan*** alıp Burak ile Mescid-i Aksâ'ya**** götürdü. Oradan da, gökyüzündeki harika icraat ve Cenâb-ı Hakkın kudretine delalet eden âyet ve alâmetlerin birer birer gösterilmesi için, semavata çıkarıldı. Sema tabakalarında bulunan bütün peygamberlerle görüştürüldü. Oradan da "imkân ve vücub ortasında Kab-ı Kavseyn ile işaret olunan" makama çıktı. Kendilerine bir çok acib ve garip şeyler temaşa ettirildi. Ve bilemeyeceğimiz, anlayamayacağımız bir şekilde mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakkın bizzat kelamını işitti ve Cemal-i Pâkini müşahede etti. Aynı gece hâne-i saâdetine geldi.
Cenâb-ı Hak, sevgili Resûlünün zâtıyla ilgili bu mûcizesini Kur'ân-ı Azimüşşan'ında bize şöyle haber verir:
"Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir." 1
Bu âyet-i kerime aynı zamanda ısra ve Mirâc mûcizesinin hikmetini de beyan etmektedir. O da, Resûl-i Kibriya Efendimize, Cenâb-ı Hakkın kudretine delâlet eden harikaların gösterilmesidir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Sözler isimli eserinin Mi'râc-ı Nebeviye'ye dâir kısmında şöyle der:
"Mi'râc meselesi, erkan-ı îmâniyenin usûlünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkan-ı îmâniyenin nurlarından meded alan bir nurdur. Erkan-ı îmâniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı elbette bizzat ispat edilemez. Çünkü, Allah'ı bilmeyen, peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücûdunu inkâr eden adamlara Mirâc'dan bahsedilmez. Evvelâ, o erkânı ispat etmek lâzım geliyor" (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.514)
Peygamber Efendimizin Mübarek Lisanından ısra ve Mi'rac Mu'cizesi:
ısra ve mirac mucizesi, zaman ve zemin kayıtlarının dışında mülk ve melekuta dair sırlarla dolu Rasul-i kibriya efendimizin muazzam bir mucizesi olduğundan müteaddid tariklerle güzide sahabiler tarafından Peygamberimiz (s.a.v.)den nakledilmiştir… Bu güzide sahabelerin rivayetlerine göre:
Resul-i Kibriya Efendimiz, bir gece Ka'be-i Muazzama'nın Hatim kısmında yatarken Hazret-i Cebrail gelip göğsünü yardı; ve kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine hikmet doldurup eski haline koydu. Sonra beyaz bir binit (Burak) getirildi. Habib-i Kibriya Efendimiz, ona bindirildi. Cibril'in (a.s.) refakatında yol aldılar.
Burak, adımını, gözün erişebileceği yerin ilerisine atıyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Cibrîl (a.s) ile birlikte Beyt-i Makdis'e vardı. Orada, bütün peygamberlerin toplanmış olduğunu gördü. Onlara imam oldu ve birlikte namaz kıldı.
Resûl-i Ekrem Efendimizin, Mescid-i Aksâ'da bütün peygamberlere imam olarak namaz kıldırması demek onların şeriatlarının asıllarına vâris-i mutlak olduğunu göstermesi demekti.2

Sunulan Üç Bardak
Peygamber Efendimize, orada birinde süt, birinde şerbet ve diğerinde ise su bulunan üç bardak takdim edildi. Takdim esnasında,
"Eğer, suyu alırsa kendisi de, ümmeti de ihtiyaçsız ve kanâatkar olur. şerbeti alırsa kendisi de, ümmeti de mahrumiyete düçar olur. şayet sütü alırsa kendisi de, ümmeti de doğruyu bulur" diye bir ses işitti.
Resûl-i Ekrem, süt bardağını alıp içti. Bunun üzerine Cebrâil,
"Yâ Muhammed" dedi. "Sen, fitrî ve tabiî olanı seçtin. Sen de, ümmetin de doğru yola iletildiniz."3

Semâvâta Yükselme Ve Peygamberlerle Görüşme
Beytü'l-Makdis'de yüksek makamlara çıkmak için Mir'ac merdiveni kuruldu. Peygamber Efendimiz, bu merdivene Cebrâil (a.s.) ile birlikte bindirildi ve birlikte yükseldiler... Nihâyet dünya semâsına vardılar. Hz. Cebrâil gök kapısını çaldı:
"Kim o?" denildi.
"Cibril'im!"
"Yanındaki kim?"
"Muhammed."
"Ona gelsin diye haber gönderildi mi?"
"Evet, gönderildi."
Bundan sonra gök kapısı açıldı ve dünya semâsının üstüne çıktılar.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, orada oturan bir zât gördü. Sağ ve sol yanında bir takım karaltılar vardı. Sağına bakınca gülüyor, soluna bakınca ağlıyordu. Resûl-i Ekrem Efendimize,
"Hoş geldin, safa geldin, salih peygamber, salih oğul!" dedi.
Peygamber Efendimiz, Cebrâil'e,
"Bu kim?" diye sordu.
Hz. Cebrâil şu cevabı verdi:
"Bu senin baban Âdem'dir. şu sağındaki, solundaki karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağındakiler Cennetlik, solundakiler Cehennemlik olanlardır. Sağına bakınca güler, soluna bakınca ağlar."4
Buradan ikinci semâya yükseldiler. Gök kapısı açıldı ve Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, orada Hz. Yahya ve Hz. ısâ (a.s.) ile karşılaştı.
Hz. Cebrâil, "Bu gördüklerin Yahya ve ısâ'dır. Onlara selâm ver" dedi.
Selâmlaştılar ve onlar Peygamber Efendimize,
"Hoş geldin, safa geldin sâlih peygamber, sâlih kardeş" dediler.
Bundan sonra Resûl-i Kibriyâ Efendimiz Cebrâil ile birlikte aynı minval üzere üçüncü katta Hz. Yusuf, dördüncü katta Hz. ıdris, beşinci katta Hz. Hârun, altıncı katta Hz. Mûsa ve yedinci katta da Hz. ıbrâhim (a.s.) ile görüştü. Onların hepsi de kendisine "hoş geldin"de bulundular ve mirâcını tebrik ettiler.

Sidre-i Müntehâ'da
Cebrâil (a.s.), yedinci kat semâdan Resûl-i Ekrem Efendimizi alıp yükseklere çıkardı. Daha sonra Habib-i Kibriyâ'nın karşısına Sidre-i Müntehâ sahası açıldı.
Cebrâil (a.s.),
"ışte, bu Sidre-i Müntehâ'dır. Ben, buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım" dedi ve oradan ileriye tek adım atmadı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Sidre-i Müntehâ'dan dört nehirin aktığını gördü.
Ayrıca Peygamber Efendimiz, burada Cebrâil'i (a.s.) bir kere daha aslî şekil ve suretinde gördü. Daha önce de, kendilerine Risâlet vazifesi verildiği sırada onu Mekke'nin Ciyad mevkiinde ufku kaplayan haşmetli kanatlarıyla görmüştü.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz daha sonra yanında Cebrâil (a.s.) olmadığı halde "imkân ve vücûb ortasında Kâb-ı Kavseyn ile işâret olunan" makama vardı. Bundan sonra mekândan münezzeh Zât-ı Zü'l-Celâlin sohbeti ve cemâliyle müşerref oldu.
Yazar:salih suruç
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

13

16.11.2006, 18:14

Allah razı olsun içimdeki şüphelerden kurtuldum... daha doğrusu bilgi eksikliğinden kaynaklanıyordu belki de... muhabbetle...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

14

27.11.2006, 00:56

189. Allah sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (ınsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.

90. Fakat Allah onlara iyi ve sağlıklı bir çocuk verince de, Allah'ın kendilerine verdiği çocuk konusunda ona ortaklar koşarlar. Allah onların ortak koştukları şeylerden yücedir
A'RÂF SÛRESı


geçen bu ayetleri dinledim ama buradaki şirk tanımını tam olarak anlamadım :roll: :?: siz ne düşünüyorsunuz?
muhabbetle...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

15

27.11.2006, 12:12

189- O Allah ki, sizi bir tek nefisten yarattı. Yani siz, "anılır bir şey" değildiniz, yoktunuz ve hiç biriniz, hiç yoktan kendi kendinize ve kendi gücünüzle olmadınız. Her biriniz iptida bir nefisten, bir zürriyet olarak yaratıldınız. Hiç birinizin bizzat iki tane babası da yoktur, iki tane benliği de. Fert fert, kabile kabile, boy boy, soy soy, hepiniz bu şekilde bir insan nefsinden yaratılmış birer sülâle, birer silsile olarak bir çeşit mahluksunuz.

ışte sizi böyle niceliğinizle ve niteliğinizle ölçüp biçip yaratan Kâdir-i Mutlak olan o yaratıcıdır ki, bütünüyle gaybı bilen O'dur. Allah Teâlâ, önce bir nefis, bir beşer olarak Âdem'in şahsını, ondan da sizi yarattı, hepinizi bir tek tür yaptı.

Görülüyor ki, "nesf-i vahide" nekredir. Bir ferd-i münteşire delalet eder. Bundan dolayı, her şeyden önce insan türünün başlangıcı olan Âdem'in şahsı için geçerli olduğu kadar, sonuç itibariyle muhatapların sınıflarına göre, zürriyet babası olan her kişi için de geçerlidir. Yani, ifade yalnızca geçmiş zamandaki Âdem'i değil, şimdiki zamandaki olayları da tek tek içine alır. (Nisa Sûresi'nin birinci âyetine bkz.) Bunun için kıssanın baştarafı Âdem ile Havva'nın doğrudan doğruya şahıslarıyla ilgili iken sonu evlatlarının şirk halini tasvirle son bulacaktır. Nitekim bundan dolayı, buradaki tek nefisten murad, Kureyş'in atası olan Kusayy olduğu da söylenmiştir ki, bu da kıssanın Kureyş müşriklerine uygulanmasıdır.

Hasılı âyetin anlamı; "Ey Kureyş, ey Arap kabileleri, ey Arap ve Arap olmayan Âdem soyları ve ey Âdem evlatları! Allah sizin hepinizi bir sülale, bir tek cins, bir cemiyet, bir ümmet olmak üzere bir nefisten, bir tinet ve ruhtan yarattı. şimdi siz "Biz bir nefisten değil, iki nefisten, bir baba ile bir anadan, bir Âdem nevi ile bir Havva nevinden yaratıldık" mı diyeceksiniz? Bu size doğru gibi gelebilir. Fakat Allah, o nefsin eşini de ondan kıldı. Âdem nefsi, veya beşerî nefis veya insani nefis denilen o bir tek nefsin eşi olan dişisini de, yani Havva'yı da ondan yaptı ve onun cinsinden kıldı. Aynı bir nefisten, onun parçası veya eşi olarak hem erkek, hem dişi yarattı. Tabiattaki tekdüzeliğin zıddına olarak aynı kökten ikinci bir tür yaratıp öbürüne çift, yani eş yarattı. Ve bu suretle onun eşini de kendi cinsinden kıldı. Erkekleri Âdem'den yaratıp da kadınları başka bir kökten başka bir cinsten yaratmadı. ınsanın eşini yine insandan yaptı. şu halde erkek bir nevi insan, kadın bir nevi insan olmakla beraber ikisi de aynı kökten, aynı cinstendir. ıkisi de insandır, ikisi de beşerdir. Ve biri öbürünün tamamlayıcısı, eşidir. "Size sizin nefisleriniz cinsinden eşler kıldı." (Nahl 16/72) Bundan dolayıdır ki, siz erkeğiniz ve dişinizle iki ayrı nefisten değil, bir nefis cinsindensiniz. Allah onun eşini de onun nefsinin cinsinden kıldı ki, o erkek nefis, o dişi nefis olan eşine sükun bulsun diye. Onda kendinden bir özellik görüp onunla ünsiyyet etsin ve aralarında izdivacı sağlamak suretiyle heyecanını yatıştıracak bir sevgi ve itminan bulsun da ondaki emanet bunda karar kılsın. Bunun içindir ki, izdivactan sonra aralarında uyum ve sükun bulunmadığı, öfke ve nefret bulunduğu zaman boşanma ve ayrılma meşru kabul edilmiştir. Zira ilâhî hükme göre karı-kocalığı geçerli kılan şey aralarındaki uyum ve sükûndur. Bir tek nefisten erkek ve dişi nevilerinin yaratılmış olmasının hikmeti de budur. Bundan dolayı erkek ile dişi birbirine nikâhlandı. Bunun üzerine ne zaman ki, erkek dişisini iyice bürüdü o zaman kadın hafif bir yük yüklendi, bir hücrecik alıp bir zürriyet yüklenmiş oldu, bununla bir süre gitti, derken yavaş yavaş ağırlaşmaya başladı, ne zaman ki, o yük büsbütün ağırlaştı, onun doğumu yaklaştı, işte o vakit Allah Teâlâ'nın rablığının eserini açıktan açığa hissettiler ve bunun sonunun iyi de, kötü de olabileceğini, bu ağırlığın bir nimet de, bir felaket de olabileceğini sezdiler ve bütün tesirin Allah'tan olduğunu anladılar. Hasılı "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" ilâhî hitabının anlamını bizzat kendi ruhlarında duyup anladılar ve yaşadılar. ıkisi de Rableri Allah'a dua ettiler ahdimiz olsun ki, ey Rabbimiz, eğer sen bize bir salih yaraşıklı eli ayağı düzgün, yaşamaya ve kendi cinsimizden nesiller üretmeye elverişli herhangi bir nesil ihsan edersen biz, baba, ana ve gelecek olan evlat ve nesillerimizle hepimiz birden mutlak ve muhakkak olarak şükredenlerden, senin verdiğin nimetlerin hepsine şükretmeyi huy edinen kullarından olacağız, dediler. Bu hâl Âdem ile Havva'da böyle olduğu gibi, gerçek bir izdivac ile bir araya gelmiş eşler, yani bütün ana ve babalar da doğumun yaklaştığı anlarda duyulan ağırlık sırasında aynı sevinç, neşe, telaş ve endişeyi yaşarlar. Fakat işin ilerisi böyle değildir.

190- Sonra Allah Teâlâ o ana-babaya bir salih nesil verdi, tam istedikleri gibi sağlam ve sıhhatli bir çocuk verdi, sonra o çocuk büyüdü, sağlam biri olduğu bilfiil ortaya çıktı ve gerçekleşti, evlendi ve onun da çocukları oldu ve bunlardan da analar, babalar yetişti, çoğaldı. O zaman o ilk ananın ve ilk babanın evlatları veya torunları olarak onların yerini alan ana ve babalar, erkekli ve dişili bir çok çiftler Allah'ın kendilerine verdiği evlatta Allah'a bir takım şerikler koşmaya başladılar. Bazan Allah'ın rablığını unutup, "bu bir tabiat olayıdır" diyerek tabiatı Allah'a ortak koştular. Bazan da çocuklarına Abdüşşems, Abdüllat, Abdüluzza vb... isimler koyarak, esasen bir tek cins, bir tek ümmet olan insanları bu şekilde ayrı ayrı cinsler haline getirdiler ("ınsanlar bir tek ümmetten başka değildi" âyetinin tefsirine bkz. Yunus, 10/19).

Hasılı ilk yaratılışta şirk yoktu, onu daha sonraki nesiller uydurdular. Bununla beraber o kadar da eski bir gelenektir ki, onlar onu Âdem ile Havva'dan başlamış bir ilk günah sandılar. Anlaşıldı ki, Allah müşriklerin şerik tuttukları şeylerin hepsinden uzaktır. Yukarıdan beri koyduğu hükümlerdeki hikmet ve kudreti, eserleri ve nimetleri ayrıntılı olarak anlatılan yüce yaratıcının büyüklüğü ve birliği ne kadar açıktır ve bizzat beşerin yaratılışı olayında ne kadar belirgindir. Yukarıdaki tesniye (ikil) sigasından sonra burada diyerek çoğul kipi kullanılması şirkin faillerinde izah ettiğimiz kullanılışa bir işareti dahi içermiş olduğundan gaflet edilmemelidir. Böyle bir yüce yaratıcıya karşı onları mı ortak koşuyorlar ki, onlar hiçbir şey yaratamaz, hiçbir şeyin yaratıcısı olamazlar kendileri yaratılmışlardır, mahlukturlar ve sürekli olarak benzerleri yapılır durur.


kaynak
"Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yâr et bize erdirdiklerini"

16

10.12.2006, 11:41

sevgili dostum sunu unutmamak gerek cok güzel aciklamalar getirmissiniz sunuda eklemek isterim;

Allah (C.C) insanlari hayatlarinda serbest birakmasinin sebebi insanlari yaptiklarindan sorumlu tutmasini dogurur.

Yani demek istedigim siz bi insana sunu sunu yap dersiniz.o yap dedikleriniz sonucunda bisey olursa o kisiyi sorumlu tutamazsiniz.cünkü yapmasi gerekenleri söylemissiniz sonucunada siz katlanirsiniz.Haşa Allah icin bunlar gecerli deildir.fakat burda Yüce Rabbimizin kudretini görmek lazim.Güzel Rabbim bizi bu dünya hayatinda fani dünyada herkezin gelip gittigi dünya malinin dünyada kaldigi bi yerde serbest birakti bizi.Istedigimizi yapabiliyoruz isteyen ickisini iciyor kimi haram ediyor hirsizlik yapiyor vs. vs. bu yaptiklarimizdan Allah bizi hesaba cektigmizde ne diyecez?

Allah bizi serbest birakti yaptigimiz hersey icin.Allah bizi serbset birakti, Rabbimiz bizi bu serbest biraktigi seyden sorguya ceker ozaman yüzümüz kizarir işte icimiz icimizi yer.Serbestsek bunun nedenini bilelim.Aşkimiz, Dostumuz, Iyi ve kötü günlerde Dostumuz RABBIMIZ olan Allah'imiz bizi cok sevidi icin belkide serbest birakti.düsünsenize dostum Allah kendisini sevenlerin Kendisinin emir ettiklerinden disari cikmicani biliyor ve o insanlari destekliyor okadar cok seviyorki Yüce Rabbim bizlerden emin cok sükür belkide.insaallah emindir.Rabbimizin Rizasina Laik olmaya calismali bence....
Kula Bela Gelmez Hakk Yazmayinca, Hakk Bela Yazmaz Kul Azmayinca...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir