Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

01.11.2006, 13:14

iman hakkında

imanın var olup olmadığı sorguyla anlaşılır. Mesela ami bir adama, Saniin, cihat-ı sittesiyle kabza-i tasarrufunda bulunan alemin herhangi bir cihetinde mekan ittihaz etmesinin mümkün olup olmadığı hakkında bir sorgu yapıldığı zaman, "Hiçbir cihette değildir, olamaz" dese kafidir. Çünkü, nef-yi cihetin, yani Saniin hiçbir cihette olamayacağı hakikatinin onun vicdanında sabit olduğuna delalet eder.

işaretül icaz 46

2

01.11.2006, 13:15

ıman, Sa'd-ı Taftazani'nin tefsirine göre; "Cenab-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur" denilmiştir. Öyleyse, iman, şems-i Ezeliden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırır. Ve bu sayede, bütün kainatla bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur ve her şeyle kesb-i muarefe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye husule gelir ki, insan, o kuvvetle her musibete, her hadiseye karşı mukavemet edebilir. Ve öyle bir vüs'at ve genişlik verir ki, insan o vüs'atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir.
Ve keza, iman, şems-i Ezeliden ihsan edilmiş bir nur olduğu gibi, saadet-i ebediyeden de bir parıltıdır. Ve o parıltıyla, vicdanında bulunan bütün emel ve istidatlarının tohumları bir şecere-i tuba gibi neşvünemaya başlar, ebed memleketine doğru hareket eder, gider.

işaretül icaz /46

3

01.11.2006, 13:18

Kur'an'a iman, Kur'an'ın Allah'tan nüzulüne ımân demek olduğunu gösteriyor. Kezalik, Allah'a iman, Allah'ın vücuduna iman; ahirete iman, ahiretin gelmesine ımân demektir

işaretül icaz 51

4

01.11.2006, 13:21

Ve keza, Hatemallahu ala kulubihim-6- cümlesiyle, kalb ile vicdan, nur-u ımân sayesinde hakaik-i ılahiyenin tecellisine mazhar olmakla menba-ı kemalat, hayattar ve ziyadar oldukları halde; küfrün ihtiyar edilmesiyle zulmetli, ıssız haşarat-ı muzırra yuvasına inkılap ettikleri için mühürlenmiş, kilitlenmiş ki, o korkunç yuvadaki akreplerden veya yılanlardan içtinap edilmesine işaret edilmiştir

işaretül icaz-71

5

01.11.2006, 13:23

Hatta kulaktaki zar, nur-u ımân ile ışıklandığı zaman, kainattan gelen manevi nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hatta o nur-u ımân sayesinde rüzgarların terennümatını, bulutların naralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her neviden Rabbani kelamları ve ulvi tesbihatı işitir. Sanki kainat, ılahi bir musiki dairesidir.

işaratul icaz-71

6

01.11.2006, 20:03


yunusum kardeş,böyle kısa kısa yazınca;anlayıp,tefekkür etme açısından daha faydalı oldu.benim açımdan...Allah razı olsun.

“ıman, hem nurdur, hem kuvvettir.
Evet, hakiki imanı elde eden adam,
kâinata meydan okuyabi­lir.”

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

7

01.11.2006, 20:10

ımân, yalnız icmâlî bir tasdikten ibâret değildir. ımânın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir imân, husûsan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî ımân ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imânı elde eden bir kimsenin ımân ve ıslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruz kalsa, o kasırgalar bu ımân kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imânı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

8

08.11.2006, 10:03

Beni hapislere sokan muarızlarımın bir bahaneleri de-o mahkemede ondan beraat kazandığım-"tarikatçılık"tır. Halbuki, Risale-i Nur da daima dava edip demişim: "Zaman tarikat zamanı değil, belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarikatsiz Cennete gidenler çoktur, imansız Cennete giden yoktur" diye bütün kuvvetimizle imana çalışmışız. Ben hocayım, şeyh değilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak? Bu yirmi sene zarfında, bir tek adam yok ki, çıksın desin: "Bana tarikat dersi vermiş." Ve mahkemeler ve zabıtalar bulmamışlar. Yalnız eskiden yazdığım tarikatlerin hakikatlerini ilmen beyan eden Telvihat Risalesi var ki, bir ders-i hakikattir ve yüksek bir ders-i ilmidir, tarikat dersi değildir.

emirdağ lahikası/sayfa 28

9

08.11.2006, 10:05

Gerçi yağmur namazının zahir neticesi yağmurun gelmesidir; fakat asıl hakiki, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlı meyvesi şudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayınını veren babası, hanesi, dükkanı değil; belki onun tayınını ve yemeğini veren, koca bulutları sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir Zat, onu besliyor, rızkını veriyor. Hatta en küçücük bir çocuk da, daima aç olduğu vakit validesine yalvarmaya alışmışken, o yağmur duasında, küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manayı anlar ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir Zat, hem beni, hem bu çocukları, hem validelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının faydası olmaz. Öyleyse Ona yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur.

emirdağ lahikası/sayfa-31

10

08.11.2006, 10:08

Hem ımân ve hakikat noktasında, bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünkü gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umumi ve mücadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir ımân lazım ki, herşeyde, her vaziyette, herbir harekette kader-i ılahi ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, ta o zulm-ü zulmette kalb boğulmasın, ımân sönmesin; akıl, tabiat vetesadüfe saplanmasın.
Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar-ta kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarf etmek lazım gelen merakı, zevki, şevki, lüzumsuz fani şeylerde telef olmasın. Hatta bu ehemmiyetli sırdandır ki, din düsturlarının bir hadimi olmak cihetinde güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım Sahabeler ve onlara benzeyen mücahidinden, Selef-i Salihinden başka, siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı asli siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebei hükmüne geçer. Hakiki dindar ise, "Bütün kainatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir" diye, siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate alet etmeye-eğer mümkünse-çalışabilir. Yoksa, baki elmasları kırılacak adi şişelere alet yapar.

emirdağ lahikası/sayfa 52-53

11

12.11.2006, 17:46


Allah (c.c) razı olsun.

12

12.11.2006, 22:46

Alıntı sahibi ""yunusefendi""

Hakiki dindar ise, "Bütün kainatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir" diye, siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikate alet etmeye-eğer mümkünse-çalışabilir. Yoksa, baki elmasları kırılacak adi şişelere alet yapar.

emirdağ lahikası/sayfa 52-53


Siyaset ikinci üçüncü derecede önemlidir. Mehdi-i Azam'ın geniş dairedeki avam gözünde en parlak vazifesidir. Siyaseti hakikatlerin açığa çıkması için yada hakikatlere yardım etmek için kullanmak eğer mümkünse gereklidir. Evet mümkündür.şahıslara bağlı Siyaset ister istemez sürçer ve mağlup olur. Ama şahs-i manevi olan bir ekip ile bu mümkün. ışte artık tartışılacak yer burasıdır. Çünkü, zaman siyasetten kayıtsız kalmamayı gerktiriyor. Hem Mehdi-i Azam ve şahs-ı manevisinin ikinci üçüncü görevleri buna zorluyor.
Siyaseti acamilerin ağzından alıp bu işi bilenlere devretme zamanı gelmiştir. ışi bilende şahs-ı manevidir.
Her zamanın bir hükmü var. Risaleler yazdırılırken siyasete girmek çok büyük zararlar açardı. Bu zararları zaten Risaleler belirtmiştir. Üçüncü Said ise bu zamanın bittiğini Risale-i Nur'un gösterdiği sınırlar içinde siyaseti konuşmak yine önem açısından yerini bilerek hareket mecburendir.
Baki Selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

13

13.11.2006, 08:35

hele abilerin hiçbiri siyasete girelim demedi .

herhalde yanlış düşünmüşsün.

14

13.11.2006, 12:18

Üstadımız Afyon Mahkemesindeki müdafaasında aynen şu ifadeyi kullanıyor: "Evet, büyük kusurlarımdan birtek suçum, VATAN VE MıLLET VE DıN NÂMINA MÜKELLEF OLDUğUM BÜYÜK BıR VAZıFEYı dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil etmediğine şimdi bu Afyon hapsinde kanaatım geldi." (şualar,YAY. S:340) Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki bazılarının beklediği siyaset dairesindeki "üçüncü vazife" de nur talebelerinin üzerindedir.
Biz siyasetçi olamayız. Bir Nurcu olsa bile Risaleleri alet edemez. Benim bahsettiğim siyaset Üstad'ın şartlar müsait olduğu zaman yaptığı siyasettir. Daha çok; ikaz, irşat, yol gösterme, tercihi açıklama şeklinde fikirsel bir ilgidir.
Bu ilgide isabet kişlerin kişisel düşüncesinden sıyrılan şahs-ı manevinin gücü ile olur.
Tabiki ımani meseleleri öne alıyoruz. Ama artık siyasetin vaz geçilmez olduğunu anlamak lazım, diye düşünüyorum.

Abilerin ellerinden öperim. Ölçüm sahs-ı manevinin istişare ile beyanlarıdır. şimdilik bekliyoruz.

Baki Selam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

15

13.11.2006, 13:46

Birincisi : Risale-i Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta, masum çocuklardır. Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imani alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda ıslamiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin ıslamiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevi fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur: "Neden imanımı terbiye-i ıslamiye ile kurtarmadınız?"

emirdağ lahikası sayfa;39

16

13.11.2006, 13:48

Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır. Sakın, benlik ve gurura medar şeylerden çekin. Tevazu, mahviyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehl-i hakikate lazım ve elzemdir. Çünkü, bu asırda en büyük tehlike benlikten ve hodfuruşluktan ileri geldiğinden, ehl-i hak ve hakikat, mahviyetkarane daima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir. Sizin gibilerin ağır şerait içinde kahramancasına imanını ve ubudiyetini muhafaza etmesi, büyük bir makamdır. Senin rüyalarının bir tabiri de, bu noktadan seni tebşir etmektir

emirdağ lahikası sayfa;57

17

13.11.2006, 13:49

Risale-i Nur'un mesleği, sair tarikatlar, meslekler gibi mağlup olmayarak, belki galebe ederek pek çok muannidleri imana getirmesi, pek çok hadisatın şehadetiyle, bu asırda bir mucize-i maneviye-i Kur'âniye olduğunu ispat eder. O dairenin haricinde, ekseriyetle, bu memlekette, bu hususi ve cüz i ve yalnız şahsi hizmet veya mağlubane perde altında veya bid alara müsamaha suretinde ve te vilat ile bir nevi tahrifat içinde hizmet-i diniye tam olamaz diye, hadisat bize kanaat vermiş.
Madem sizde büyük bir himmet ve kuvvetli bir ımân var; tam bir ihlas ve tam bir mahviyetle, sebatkarane Risale-i Nur a şakirt ol-ta binler, belki yüz binler şakirtlerin şirket-i maneviye-i uhreviyelerine hissedar ol. Ta senin hayırların, iyiliklerin cüz iyetten çıkıp küllileşsin, ahirette tam karlı bir ticaret olsun.
Said Nursi
emirdağ lahikası sayfa 57

18

13.11.2006, 15:15

ıman nedir?
Kelime-i şehadeti getiren iman etmiş olur. Nur Külliyatında imanın tarifi diyebileceğimiz birçok ifade geçer. Bunlardan edindiğimiz bilgilere göre, iman:

• Münezzeh ve mücerred bir güzellik.
• Hz. Peygamberin getirdiklerini, dinin zaruriyat kısmında tafsilen, zaruriyattan olmayan kısmında ise icmalen tasdikle hasıl olan bir nur.
• Vicdanın bütün melekûtunu birden ziyalandırıp,
1- O vicdana, bütün kâinatla ünsiyet neşreden,
2- Vicdanla bütün eşya arasında bir münasebet kuran,
3- ınsanın kalbine, bütün hadiseler ve musibetlerle başa çıkacak bir mânevî kuvvet bırakıp, o kalbe mazi ve müstakbeli yutacak bir vüs’at veren,
- şems-i ezelden bir şua
- Ebedi saadetten bir lem’adır. Bütün ümit tohumları ve vicdandaki bütün kabiliyet çekirdekleri bu lem’anın ziyasıyla neşv ü nema bulur ve ebede doğru uzanarak büyürler. Böylece, kabiliyet çekirdeği bir tuba ağacı gibi olur.
Keza iman,
• Elemlere dayanak noktası
• Emellere meded isteme noktası
• Kalbî amellerin güneşi
• Rahmanî bir pırlanta
• Her derdin en kudsi dermanı
• Ebedi saadetin anahtarı
• En yüksek ve en dakik ilim
• Berzah/kabir karanlıklarında kalbin cep feneri
• Cesaretin kaynağı
• Sonsuz bir kudrete dayanmak için bir belge
• Bir intisap
• ıki cihanın ve iki hayatın saadet vesilesi
• Hem insanı, hem kâinatı ışıklandıran bir nur
• Hayatın en saf lezzeti ve en halis saadetidir.


ımanın ilk rüknü Allah’a imandır. Allah’a iman,
• Yaratılışın en yüksek gayesi
• Fıtratın en yüce neticesi
• ıman rükünlerinin en büyük kutbu
• Bütün kemalatın esası ve madenidir.

Tek Allah’a imanı ifade eden tevhid,
• Vücut dairesinin en büyük hakikatı
• Kâinatça en büyük hakikat
• ınsanın bütün kemallerinin esası, mayası, nuru ve hayatıdır.

19

13.11.2006, 15:39

Çok güzel bir çalışma. ımanın ne demek olduğu kafamda daha iyi şekillendi .Daha derli toplu bir hal aldı.
Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir