Giriş yapmadınız.

1

12.07.2006, 14:21

niçin ibadet ediyoruz.

Cenab-ı Hak hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde insanlara ibadeti emretmesi ve bu görevi yerine getirmeyenleri şiddetle tehdit etmesi nedendir?

Yer ve gökyüzü sayfalarına dikkatle bakan kimse açıkça anlar sonsuz bir kudret ve zenginlik sahibi birisi var. Kendisinin en küçük kalbî ihtiyacını görmekle beraber, güneş sistemindeki yıldızları da o ayakta tutuyor. Trilyonlarca canlının hemen her gün rızkını o, temin ediyor. Bitkilerin yağmur ihtiyacını o karşılıyor; denizin, derinliğindeki balıkları o besliyor.

Aynı güç ve kudret, yüz sene önce adı bile olmayan bir insanı, yokluktan varlık âlemine çıkarıyor. Dokuz ay, anne karnında terbiye ediyor, ruhuna uygun bir elbise veriyor. Bütün hayat seyri içerisinde, tüm ihtiyaçlarını o karşılıyor. Güneşi gözüne, gıda maddelerini midesine, havayı ciğerlerine göre o terbiye ediyor.

Bütün bu fiiller, bu nimetler inanan ve inanmayan için, itaat ve isyan eden için değişmiyor. Hava, oksijen aracılığı ile hem müminin hem de kâfirin kanını temizliyor. Bu durum, ilk insanın var olduğu günden bu yana böyle devam ediyor.

Beşerin bütün ihtiyaçlarına cevap veren şu kâinat, insana yaptığı bu kadar yardıma karşılık, onun hiçbir şeyine muhtaç değil. Yani kâinat insandan değil, insan kâinattan istifade etmektedir. Hakikat bu iken, kâinatın yaratıcısı hakkında nasıl böyle bir soru sorulabilir?

Evet, ibadetin anlamı, Allah’ın lütuf ve yardımıyla, rahmet ve cömertliği ile vermiş olduğu sınırsız nimetlere karşı kulun, şükür ve hamt ile karşılık vermesidir. Onu takdis ve tespih etmesidir. Kulun, bu şükür borcunu yerine getirmesine, Allah’ın muhtaç olduğu, nasıl düşünülebilir?

Hem ibadet, kulun Allah’ın dergâhına ihtiyaçlarını arz etmesi, ona dua ile yalvarmasıdır. Bu yakarışla, insan kalbi ve ruhu her türlü elem ve kederden kurtulup, sürura ve rahata kavuşur. Buna ise-haşa-Allah değil kul, muhtaçtır.

Hem ibadet, insanın kişisel olgunluk ve erdemine, ruhunun huzuruna, ulvî hislerinin tatmin ve yücelmesine, nefsin terbiyesine, kalbin tasfiyesine, ahlâkın güzelleşmesine, aile hayatının ahengine ve sosyal hayatta güven ortamının oluşturulmasına son derece gerekli bir unsurdur. ışte her yönüyle insana dönük olan ibadetin, her şeyin kendisine muhtaç olduğu bir zata; o zatın ibadete ne ihtiyacı var ? diye sormak; sarayın kapısı önündeki bir dilencinin, padişahın benim kendisine el açmama ne ihtiyacı var? diye sormasına benzer…

Kaldı ki, Allah insanlara ibadet yapmayı emretmeseydi, kullar, bu kadar nimet ve lütuf karşısında yine hamt ve şükretmeliydi. Dünyada, birtakım sebepler aracığı ile kendisine ihsanda bulunan Allah’a karşı, sebep perdesini yırtıp, doğrudan doğruya Ona yönelmesi, minnettarlığını ona ifade etmesi, onu yegâne mabut tanıması insanlığının gereğidir.
Alaaddin Başar (Prof.Dr.)

2

12.07.2006, 15:36

ıBADETE KıM MUHTAÇ ?

En güzel şey, karşılıksız kerem ve ihsanda bulunmaktadır. Bunu idrakten aciz ve sefil fikirli kimseler , kendi bozuk terazilerinde tartmakta ve hakikate zıt neticeler çıkarmaktadır.

Bunlardan bir kısmı , “ Cenab-ı Hakk’ın (haşa) ne ihtiyacı var ki , kendisini tanıttırmak ve sevindirmek için bu kainatı yaratsın ve bize ibadeti emretsin ? “ şeklinde soru sormaktadırlar.

Bu kimseler bu soruyu sorarken , zahmet edip etraflarında bulunan mahlukata bir nazar etseler, sorularının cevabını alacaklardır. Mesala, güneş insanlara ışık vermekle beraber , insanlardan karşılık olarak ne beklemektedir? Yer küresi insanları sırtında gezdirmekle onlardan nasıl bir yardım ümit etmektedir ? Veya limon ağacı , kendisinin hiç ihtiyacı olmadığı halde C vitaminiyle yüklü limonları verirken , bu lütfun karşılığında insanlardan neyi istemektedir? Misaller çoğaltılabilir...

ışte yaratılışça ve ehemmiyet cihetiyle insanlardan aşağı seviyede bulunan mahlukat dahi insanın hiçbir şeyine muhtaç değilken , bilakis insan onlara muhtaç iken, bir insan hangi akılla her şeyi yaratan ALLAH hakkında o soruyu sorabiliyor?

Bir doktor lütuf ve merhametiyle fakir kimseleri ücretsiz tedavi etse , “ Bu doktorun ne ihtiyacı var ki böyle yapıyor ?” denilmez. Denilse divanece bir soru olur. Zira doktor zaten ihtiyacı olmadığı için bu lütfu yapıyor. Veya bir doktorun verdiği ilacı içen bir adam “ doktorun ne ihtiyacı var ki bu ilacı bana içiriyor ? şeklinde bir soru soramaz.

ışte ALLAH’u Teala’da bu kâinatı lütfuyla bize hizmetkar yaptığı gibi , ibadeti de yine lütfuyla bize emrediyor , taki onlarla ebedi saadete mazhar olalım.

Mesela ana rahmindeki bir çocuğu şuurlu farzediniz O çocuk gözüyle o alemde bir şey görmediği için , “ Yahu şu gözler bana niçin takılmış? “ diye itirazda bulunacaktır. Ona şu gözler sana başka yerde lazım olacak. O aleme gittiğin zaman bu gözler sayesinde semavat ve arzdaki harika sanatları temaşa edeceksin “ denilse “ ben görmediğim şeye inanmam “ diye bu hakikatın karşısına çıkacaktır. Daha sonra itirazla , burnunun neye yaradığını ve niçin. yüzünde kalabalık ettiğini soracak ve kendisine bu aletle başka bir alemde güzel kokular alacağını söylendiğinde bu hakikati de inkara gidecektir. Aynı şekilde kollarının kalabalık ettiğinden , ayaklarının lüzumsuzluğundan bahisle sadece sadece göbeğinden beslenmesine nazar edecek , ağzını dahi lüzumsuz bulacaktır. ışte , Rahim’i Zülcemal , ana rahminde rahmetiyle bizim elimizden tutmuş , bizi kendi fikrimizle başbaşa bırakmamış ve bu dünyada lazım olacak bütün cihazları takarak bizleri bu dünyaya göndermiştir. O Hakim’i Zülcemal bu dünyada bizi bir imtihana tabi tutmuş ve bu alemden gideceğimiz ahiret aleminden hakkıyla istifade edebilmek için nasıl hareket etmemiz gerektiğini Peygamberimiz (s.a.v) ve Kur’an-ı Kerim ‘ i ile bizlere bildirmiştir.

Bu imtihanda ana rahmindeki o çocuğun düştüğü hataya düşmeyip : namaza , oruca,zekâta ve diğer emir ve yasaklara uyduğumuzda , ahirette bu ibadetlerimizden ebediyyen istifade edeceğiz. Aksi halde , bu dünyaya gözsüz ,elsiz, ayaksız, ağızsız ve kulaksız... gelen bir çocuk gibi âhirete gittiğimizde , cennette bize hayat hakkı tanınmayacağı muhakkaktır.

Kaldı ki , her emrin terkiyle bir nehiy işlendiğinden , bu dünyadan taat ve ibadetsiz göçen kimse âhirete eli boş gitmek yerine , torbasına nice isyanlar ve günahlar doldurarak gitmektedir. Böyle bir yolculuk ise ancak Cehennemde son bulur.

o halde akıllı bir insanın yapacağı şey, buraya kadar olan seyehatini Rabbı Rahimin lütfuyla sürdürdüğünü nazara alıp, ölümden sonraki seyehatinde de lütuflarla karşılaşmak için O Zatı Zülcelalin emirlerine riayet ve yasaklarından hassasiyetle kaçınmak olacaktır.

inanca tuzak kuran zorular ve cevaplar-5
zafer araştırma grubu

3

12.07.2006, 15:47

üniversite sınavına giriyorsunuz.
sizin sınava girmeye ve sınavı kazanmaya ihtiyacınız var.çünkü imtihan
edilenler sizlersiniz.

peki siz imtihan eden hocalarınızın ve öğretmenlerinizin veya yök başkanının sizin sınavı kazanmaya ihtiyacı varmı.

var diyen kimse ortaya çıkmaz.

demek senin ihtiyacın var.

öylede Allah bizi imtihan ediyor.cennet ve cehennem yolarını tarif ediyor.
bize kitap ve muallim gönderiyor.

sonrada bize cüzi irade vererek seçme hakkını tanıyor.

şimdi burda Allahın sizin neyinizine muhtaç.hiçbir şeyinize muhtaç olan kim.
imtihan edilenler.

sınavı kazananlara mükafat olarak ne verilir.üniversite okuma.
bu okumaya da biz muhtacız.
okutanlar değil.

öylede cennete kimler girileceği anlatılmış bizlere.
kimler girer cennete Allhın rızası için emirlerini yerine getirenler.
Allahın bu emirleri yerine getirmemize ihtiyacı yok.kimin var.
bizim.
yapmasak ceza göreceğiz oda cehennemle adlandırılıyor.


selam.nuraşığı o yazıda güzeldi.bunlarda benim düşüncelerim.

4

12.07.2006, 16:41

Alıntı sahibi ""yunusum""

üniversite sınavına giriyorsunuz.
sizin sınava girmeye ve sınavı kazanmaya ihtiyacınız var.çünkü imtihan
edilenler sizlersiniz.peki siz imtihan eden hocalarınızın ve öğretmenlerinizin veya yök başkanının sizin sınavı kazanmaya ihtiyacı varmı.var diyen kimse ortaya çıkmaz.demek senin ihtiyacın var.


Allah razı olsun çok güzel örnek vermişsiniz gerçekten de çok doğru.daha nasıl bir örnek verilebilir ki! herşey ortada!

5

19.07.2006, 09:52

bu konu çok ehemmiyetlidir.
okunması tavsiye edilir.

yorumu başka olan yokmu.

6

19.07.2006, 10:05

Allah razı olsun gerçekten mühim ve çok güzel inş.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

7

19.07.2006, 10:26

Biz bir doktora gitsek. Doktor hasta olduğumuzu görüp bize bir ilaç verse. Bir kaç gün sonra doktor bizi ara ve dese ki "Evladım ilaçlarını al sakın ha aksatma. Bu senin hayatın için çok önemlidir." dese ve biz de "Sanane ya benim ilaçlarımdan. Senin ne ihtiyacın var. Benim ilaç kullanmam seni ne ilgilendirir" dersek doktor demez mi "Evladım benim değil senin ihtiyacın var o ilaçlara"

ışte Allah'ın da bizim ibadetlerimize hiç mi hiç ihtiyacı yoktur.

Selametle

8

19.07.2006, 10:28

yaşşa kardeş çok güzel.Allah razı olsun.

devamı yokmu hadi kardeşler bu konu çoklar tarafından soruluyor.

güzel kısımları çoğaltıp dağıtalım.hadi Allah için Bismillah.

9

19.07.2006, 10:42

Bu Yazıda çok güzel kardeşler okuyalım inşalllah..

ıbadet, “Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmek, Allah’ın emirlerine boyun eğmek” demektir.

ılâhî Ferman olan Kur’anda şöyle buyrulur: “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine nâil olasınız.” (Bakara Sûresi, 21)

ınsan, ibadeti niçin yapar ve bu ibadet ona ne kazandırır? Bu iki Sorunun cevabı bu âyette şöyle veriliyor: “Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz.”

Âyetteki, ‘sizi ve sizden öncekileri yaratan’ ibaresi Rabbin sıfatıdır. Bu sıfatı bir an için düşünmediğimizde, âyet-i kerime, “Rabbinize ibadet ediniz.” şeklinde karşımıza çıkar. Demek ki ibadetin sebebi, Rabbimizin bizi terbiye etmiş olmasıdır. Rabbe, ibadet edilir.

Bu kutsi vazifeyi idrak edebilelim diye Allah, vicdanımıza bazı işaretler koymuş. Babamıza itaat etmeyi vicdanî bir görev sayıyoruz. Niçin? Babamız olduğu için. Annemize isyandan sakınıyoruz. Niçin? Annemiz olduğu için.

ışte âyet-i kerime bizim vicdanımıza hitap ediyor ve “Rabbinize ibadet edin.” diye emrediyor. Çünkü sizi O terbiye etmiştir. Babanızın yediği gıdayı beyaz kan hâline O getirmiş, sizi ana rahminde bir nutfe olarak rahim duvarına O yapıştırmış ve oradaki dokuz aylık terbiyenizi safha safha hep O icra etmiştir. şimdi ise bir başka rahimdesiniz: Kâinat... Burada da sizi terbiye eden, besleyen, büyüten, yedirip içiren ancak Odur.

Allah’ın bir ismi “Rab”dir ve her şeyi O terbiye etmiştir. ınsan ise abddir, kuldur; her şeyiyle Allah’ın terbiyesinden geçmiştir. Aklımızı anlamaya, kalbimizi sevmeye, hafızamı ezberlemeye, elimizi tutmaya, ayaklarımızı yürümeye, ciğerimizi solunuma, midemizi sindirime, aklımızı anlamaya elverişli tarzda terbiye eden Allah’tır. Öyle ise biz Rabbimizin bu rakamlara sığmaz terbiye tecellilerine karşı edebimizi takınmak mecburiyetindeyiz.

Nefsimize takılan ve etrafımızı çepeçevre kuşatan bu kadar ihsana karşı Ona gereği gibi şükredememenin mahcubiyetini ruhumuzun tâ derinliklerinde hissederek seve seve ibadet etmeliyiz. .

ışte Rabbine karşı şükür borcunu böylesine hisseden, idrak eden insan Kur’an’ın “Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin.”, “Namazı ikame edin.”, “Ramazan ayında oruç tutun.” gibi emirlerini dinleyince aradığını bulmanın huzuruna erer.

ıbadet için, “Abd ile mâbud arasında en yüksek ve lâtif nispet ancak ibadettir.” (ışârât-ül ı’caz) buyruluyor. Yâni, insan ibadet sayesinde, “Ben Allah’ın kuluyum, Onun mahlûkuyum, bu dünyada Onun misafiriyim ve öldükten sonra da, inşallah, Onun saadet yurdu olan Cennete gideceğim.” diyebiliyor. Bu ise insan ruhu için en büyük bir zevk kaynağıdır.

Günlük hayatında bütün işlerini kul olmanın şuuruyla hep helâl dairesinde geçiren insan, belli vakitlerde Rabbinin huzurunda el bağlıyor. Ona, yine Onun emrettiği biçimde ibadetini takdim ediyor.

Âcizliğini, fakirliğini ve zilletini tam hisseden bir insanın kalbi Rabbine karşı derin bir mahcubiyetle dolar. Bu iç burukluğuna “inkisar” deniliyor. Ve ımam-ı Rabbani Hazretleri “ıbadet, tezellül ve inkisardan ibarettir.” buyurarak bu hâli ibadetin temeli, esası sayıyor.

“Niçin ibadet ediyoruz?” sorusu, beraberinde iki soruyu birlikte getiriyor. Daha doğrusu, bu sorunun içinde iki ayrı soru saklı:

– ıbadet etmemizin sebebi, illeti nedir?
– ıbadet etmemizin hikmeti, faydası nedir?

Bazıları bu soruyu sadece ikinci mânâyı kastederek sorarlar. Birinci ve en önemli noktayı unuturlar. Bunun neticesi olarak hikmet sahasında kendilerince birtakım faydalar sıralar ve bu faydaların başka yollarla da elde edilebileceğini ileri sürerek, ibadeti reddedici bir tavra girerler.

ıllet, ibadet yapmamızı gerekli kılan ana sebeptir. Hikmet ise yaptığımız ibadetten hâsıl olan faydadır.

Dünya işlerinden bir misal: Anadolu’dan ıstanbul’a gelen bir tüccarın bu seyahatinin illeti “ticaret”tir. Hikmeti ise daha çok zengin olmak ve dünya nimetlerinden daha fazla istifade etmek. Buna göre söz konusu şahsa, “ıstanbul’a niçin gidiyorsun?” desek, “zengin olmaya” diye cevap vermez. Bu, hikmete ait bir cevaptır ve yerinde değildir. Sorumuzun cevabı “ticaret yapmaya” şeklinde gelmelidir. Böyle bir cevap illete aittir ve isabetlidir.

O halde, “Niçin ibadet ediyorsun?” şeklindeki bir sorunun cevabı da “Rabbim emrettiği için” şeklinde olacaktır. Bu emri tutmanın gerek dünyada, gerek âhirette pek çok da faydası vardır. Ama ibadet bu faydalar için yapılmaz; bunlar meselenin hikmet yönüdür.

Abdin işi ibadettir; emir dinlemek, yasaklardan sakınmaktır. Kula kulluk yaraşır. ıbadetini bu şuurla yapan bir kuluna Rabbinin yapacağı ihsanlar, ikramlar ve Cennette vereceği dereceler ibadetin hikmet yönüdür.

ıslâm’ın her emri ve yasağı bu hakikatten haber veriyor. Bunlardan sadece birkaç misâl verelim:

Meselâ oruç tutmanın tıp yönünden birçok faydaları var. Bütün bu faydalar orucun hikmet yönüdür. “Oruç niçin tutulur?” sorusunun cevabı, sanıldığı gibi bu faydalar değildir. Oruç, Allah’ın bir emri olduğu için tutulur. Bu ibadetin belli bir ayı vardır: Ramazan. Ramazan dışında on ay nafile oruç tutsak da Ramazan’da tutmasak bu ibadeti yerine getirmiş olmayız. Eğer mesele sadece orucun hikmet yönü, yâni faydaları olsa bu ikinci halde fayda on katına çıkmıştır, ama farz olan oruç hâlâ tutulmamıştır.

Yine orucun belli bir başlama ve bitiş vakti vardır. Orucumuza imsakten hemen sonra başlayıp, iftarımızı yatsıdan birkaç saat sonra yapsak orucumuz makbul olmaz. Daha fazla bir süre aç kalmışızdır, ama oruç tutmamışızdır. Hikmet fazlasıyla tamam olsa bile, illet kaybolduğundan ibadetimiz makbul sayılmaz.

Oruç, tıbbî faydaları için tutulmadığı gibi, içki içmek de tıbbî zararları için haram değildir. “Niçin içki içmiyorsun?” sorusunun cevabı, “Allah yasakladığı için.” şeklinde verilecektir. Ve ancak bu takdirde içki içmemek ibadet olur, takva olur ve insanı Rabbine yaklaştırır. ıçki içmemekte esas olan, bedeni ve aklı korumak değil, bir ılâhî yasaktan kaçınmaktır. ıllet budur; diğerleri ise içki içmemenin hikmetleridir, faydalarıdır.

Bilirsiniz, kendi kendine ölen yahut darbe ile öldürülen bir koyunun etini yemek haramdır. Bu noktada birtakım tıbbî veya biyolojik izahlar getirilebilir. Bütün bunlar, meselenin hikmet yönüdür. Bunlar sayılıp dökülürken şu husus unutulur: “Pekâlâ, Allah’tan başkasının ismiyle kesilen bir hayvanı yemek niçin haramdır?”

Bu soruya ne cevap verilecektir? Kesilmekse kesilmiş, kan akmaksa akmıştır. Demek ki işin esası, hayvan kesmenin tıbbî faydaları değildir. Esas olan, insanın kulluk şuurundan ayrılmaması, Allah namına hareket etmesidir. Keserken Onun ismiyle kesmesi, yiyip içerken Onun ismiyle başlaması, giyinip kuşanırken de yine Onun kulu olduğunu unutmamasıdır.

Sözün özü: Rahman ve Rahîm Rabbimizin bütün emirlerinde bizim için nice faydalar vardır. Ama, biz ibadetimizi bu faydalar için değil, Onun emrini gözeterek ve rızasını umarak yaparız.

Alaaddin Başar (Prof.Dr.)

10

21.07.2006, 15:41

kardeşler bir düşünelim;

elimizin görevi nedir?elimizi ne için kullanırız?

yazı yazmak,yemek yapmak,ve daha bir çok görevleri var ve elimiz bu görevleri yerine getirdiği için mutluluk duyarız,eksikliğnde ise üzülürüz.

işte aynen insanında görevi ibadet etmektir.insan ancak bu görevi yerine getirdiği zaman gerçek manada mutlu olur.getirmediğinde ise yüzü gülsede aslında ruhu ağlamaktadır da haberi yoktur!!

Rabbim bize asıl görevimizin bilincinde olmayı nasip etsin!

slm ve dua ile..

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

11

25.07.2006, 11:14

ı’lem eyyühe’l-aziz!

Ubudiyet, sebkat eden nimetin neticesi ve onun fiyatıdır. Gelecek bir nimetin mükâfat mukaddemesi ve vesilesi değildir. Meselâ, insanın en güzel bir sûrette yaratılışı, ubudiyeti iktiza eden sabık bir nimet olduğu ve sonra da, imanın itasıyla kendisini sana tarif etmesi, ubudiyeti iktiza eden sabık nimetlerdir. Evet, nasıl ki midenin itasıyla bütün mat’umat ita edilmiş gibi telâkki ediliyor; hayatın itasıyla da, âlem-i şehadet müştemil bulunduğu nimetlerle beraber ita edilmiş gibi telâkki ediliyor.

Ve keza, nefs-i insanînin itasıyla, bu mide için mülk ve melekût âlemleri nimetler sofrası gibi kılınmıştır. Kezalik, imanın itasıyla, mezkûr sofralarla beraber, Esmâ-i Hüsnâda iddihar edilen defineleri de sofra olarak verilmiş oluyor. Bu gibi ücretleri peşin aldıktan sonra, devamla hizmete mülâzım olmak lâzımdır. Hizmet ve amelden sonra verilen nimetler, mahza Onun fazlındandır.

Mesnevî-i Nuriye,

Bu konuyu değerlendir