Giriş yapmadınız.

1

11.06.2006, 11:31

kuran nasıl okunmalı ?

Kur'an okurken, Cenâbı Hakk'tan alınan bir şeyi yeniden ona veriyor olma ve O'nun emanetini tekrar O'na sunma şuuruyla okumak da çok önemlidir. Hani Hutbe-i şâmiye'de Bediuzzaman hazretleri, “Ben bu minbere ve bu makama irşadınız için çıkmadım; çünkü size ders vermek haddimin fevkindedir. Belki içinizde yüze yakın ulema bulunan cemaate karşı benim misalim, medreseye giden bir çocuğun misalidir ki, o sabî sabahleyin medreseye gidip, okuyup, akşamda babasına gelip, okuduğu dersini babasına arz eder. Tâ doğru ders almış mı, almamış mı? ışte, ben de aldığım dersimin bir kısmını, sizler gibi üstadlarıma beyan ediyorum.” der. ışte, Rabbimizden öğrendiklerimizi bir tashih beklercesine yine O'na arz ediyor olmak ve Allah'ın huzurunda bulunma şuuruyla Kur'an okumak lazım. Okunan kelimeleri gönlünde de duya duya içine mal etmiş bir insan olarak, “Rabbim, Senden aldığım şeyleri, doğru aldım mı alamadım mı bilemiyorum, Senin huzurunda tekrar ediyorum, Cebrail'e okuyorum, Efendimiz'e arz ediyorum, ta ki yanlışlarımı tashih edeyim, muhtevayı tam öğreneyim.” duygusuyla dolmak lazım. ışte, öyle bir hava içinde değilsek, Kur'an'ı duyurmaya değil de onunla kendimizi duyurmaya niyetliysek, süslediğimiz ses ve yakıştırdığımız nağmelerimize nefsimizin fısıltılarını katmak suretiyle meselenin rûhî yönünü ve özünü ihmal ederek, onun mana ve muhtevasını tamamen görmezlikten gelerek meseleyi kendimize bağlı götürüyorsak, okumamız sadece ruhsuz bir fiil olarak kalacaktır.

O ufka ulaşamayanlar Kuran okumasın manasına söylemiyorum bunları. Çünkü, nefis ve şeytan bazılarını kandırıp “Madem istenen seviyede yapamıyorsun, öyleyse Kur'an okumanın ne manası, ne faydası var” diyebilir. Hayır, mutlaka Kur'an okuyalım; her şeye ve onca eksiğimize rağmen okuyalım. Ama esas olan hem duygu ve düşüncede hem de usulde doğru dürüst okumaktır. Bir öğrenci, hocasının önünde ders anlatırken nasıl bir hassasiyet ve titizlikle davranır, kullanacağı kelimeleri nasıl bir saygıyla seçer ve telaffuz ederse, biz de Kur'an tilavet ederken, Allah'dan aldığınız bir şeyi yine O'na iade ediyor gibi, Efendimiz'den duyduğunuz bir hususu Efendimiz'in huzurunda tekrarlıyor gibi.. bir ruh haletini yakalamaya çalışmalıyız. Sormalıyız kendi kendimize; Ruh var mı, mana var mı benim okuyuşumda? ıhlas var mı, Kur'an saygısı var mı? Telaffuz ettiğimiz her kelimeyi duyarak seslendiriyor muyuz, duyurmayı düşündüğümüzün çok ötesinde duyma mevzuunda da fevkalade hassasiyet gösterebiliyor muyuz? Eğer, bütün bu sorulara “evet” cevabı veremiyorsak, “Kolunu-kanadını kırdın ilahî kelamın” diyerek nefsimizin başını ezebiliyor muyuz?

Unutmamak lazım, tilavet ettiğiniz her ayeti, her sureyi Allah duyuyor, ruhâniyet-i Nebevî (aleyhissalâtu vesselâm) ona muttalî oluyor. Gök sekenesi de dinliyor ve onu daha evvel temiz gönüllerin nağmeleri olarak duydukları gibi duymak istiyorlar. Öyleyse, o senin kalbinin sesi ve soluğu olmalı; niyet ve ihlasın da kıraatine ayrı bir değer ve derinlik katmalı.

Evet, bu hususta da bir konsantrasyon ve bir derinleşme lazımdır. ınsan, söylediği sözleri kendi sesi-soluğu haline getirebildiği ölçüde arzulanan seviyeye yaklaşmış olur. Bundan dolayı, Hazreti Üstad Kur'an okurken çoğu kelimeleri tekrar edermiş. Mesela, “El-hamdulillahi Rabbi'l-âlemîn..” derken onu tepeden tırnağa kadar vücudunun bütün zerratında duymaya çalışırmış. Bir “tahiyyat”ı okuması dakikalarca sürermiş. “Et-tahiyyâtu lillahi” deyip hemen geçmez, telaffuz ettiği sözü kalbine ve ruhuna içirmeye çalışır, “lillah.. lillah.. lillah...” diye diye onu benliğinde duyuncaya kadar tekrar edermiş. şunu da ifade etmeliyim ki, birine namaz kıldırırken ya da başkalarıyla beraber namaz kılarken böyle yapmanın bizim için mahzurları olabilir; fakat kendi kendimize kıldığımız namazlarda –özellikle nafilelerde- o şekilde duymak için biz de o tür tekrar ve temrinlerde bulunabiliriz.

Evet, o seviyede bir okuma ve dinleme temrin yapa yapa zamanla bizim için de hasıl olabilir. Hele biz ibadetlerimizde kendimizi tamamen o işe verelim, kalbimizi ortaya koymaya çalışalım; Cenâb-ı Hakk bir süre sonra bize de lûtfedecektir onu. “Men talebe ve cedde vecede = Bir şeyi gönülden isteyen ve onu gerçekleştirme hususunda ciddi davranan, samimi gayret gösteren kimse er-geç o arzusuna ulaşır.” hakikati bizim için de tecelli edecektir. Samimi isteyip ciddi arayıp da bulamayan yoktur. Fakat, bu mevzuda ısrar etmek lazımdır. Hangimiz diyebiliriz ki; “Ben üç-dört sene boyunca, Kur'an-ı Kerimi tilavet ederken, Rabbim'in huzurunda bulunduğum şuuruyla, ağzımdan çıkan her kelimeye parola sordum. şuur kapıma uğramadan, benden vize almadan hiçbir kelime çıkmadı dudaklarımdan. Ne “elhamdulillah”, ne “Rabbilâlemin” ne “mâlikiyevmiddin” ve ne de “iyyake na'abudu ve iyyake nesteîn” demedim önce içimde duymadan. Söylediklerimin hepsini şuurumun mührüyle söyledim, dudaklarımdan dökülen kelimelerin tamamı gerçekten bilinen ve anlaşılan birer kelime olarak ortaya çıktı. Ve ben üç-dört sene hep böyle davrandım ama yine de Kur'an'ı kendi fâikiyetiyle okuma ve dinleme ufku bana açılmadı.” Zannediyorum hiçbirimiz, öylesine samimi isteyip ardında ciddi durduğumuz halde o ufka ulaşamadığımızı iddia edemeyiz.. iddia edemeyiz, zira, Kur'an-ı Kerim, her devirde samimi ve ciddi olarak teveccüh edenlere mutlaka kapılarını açmış, gizli hazinelerini onlarla paylaşmıştır. O kapıların bizim için de açılması mümkün ve muhtemeldir. Elverir ki biz, o ufkun talibleri olalım; sonra da ciddi bir cehd u gayretle bu isteğimizin gerçekleşmesi için üzerimize düşenleri yerine getirelim.

2

11.06.2006, 18:31

Allah razı olsun.Yazı gerçekten harika..

Vesselam

3

12.06.2006, 08:31

Allah rzı olsun hocaefendiden.bu onun yazısı.çok güzel selam.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir