Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

41

21.08.2006, 13:57

ıman-ı billâh, kendi hüccetleriyle hem sair rükünlerini, hem iman-ı bil’âhireti ispat eder ki, Meyve Risalesinin Yedinci Meselesinde güzelce göstermiş. Evet, bu hadsiz kâinatı bir saray, bir şehir, bir memleket gibi bütün levazımıyla idare eden ve mizan ve intizam dairesinde çeviren ve hikmetlerle değiştiren ve zerrâtı ve seyyaratı ve sinekleri ve yıldızları birer muntazam ordu gibi beraber teçhiz ve idare eden ve emir ve iradesi dairesinde mütemadiyen bir ulvî manevra içinde talim ve tavzifatla faaliyete ve seyir ve cevelâna ve ubudiyetkârâne bir resm-i küşada ve seyahate getiren ezelî ve bâki bir saltanat-ı rububiyet ve ebedî ve daimî bir hâkimiyet-i ulûhiyet, hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ve hiçbir ihtimal var mı ki, o ebedî ve sermedî ve bâki ve daimî saltanatın bâki bir makarrı ve daimî bir medarı ve sermedî bir mazharı olan dâr-ı âhiret olmasın? Bin defa hâşâ!
Demek Cenab-ı Hakkın saltanat-ı rububiyeti ve, Yedinci Mesele’de beyan edildiği gibi, ekser isimleri ve vücub-u vücudunun hüccetleri, âhirete şehadet ederler ve isterler. Ve bu kutb-u imanî ne kadar kuvvetli bir nokta-i istinadı var; gör, bil, görür gibi inan.
Hem nasıl iman-ı billâh âhiretsiz olmaz; öyle de, Onuncu Sözde kısa işaretlerle beyan edildiği gibi, hiçbir cihette mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki, ulûhiyet ve mâbudiyetin tezahürü için bu kâinatı öyle bir mücessem kitab-ı Samedânî ki, her sayfası bir kitap kadar ve her satırı bir sayfa kadar mânâları ifade eder ve öyle cismânî bir Kur’ân-ı Sübhânî ki, herbir âyet-i tekvîniyesi ve herbir kelimesi, hattâ herbir noktası, herbir harfi birer mucize hükmündedir ve öyle muhteşem ve içi hadsiz âyâtla ve mânidar nakışlarla tezyin edilmiş ve mescid-i Rahmânîdir ki, herbir köşesinde bir tâife, bir nevi ibadet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halk eden bir Allah, bir Mâbud-u Bilhak, o kitab-ı kebîrin mânâlarını ders verecek üstadları ve o Kur’ân-ı Samedânînin âyetlerini tefsir edecek müfessirleri elçi olarak göndermesin ve o mescid-i ekberde hadsiz tarzlarda ibadet edenlere imamları tayin etmesin ve o üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanları vermesin? Hâşâ, yüz bin hâşâ!

42

22.08.2006, 11:02

Kainat insan için yaratılmış.
insan mahlukatın sultanıdır.
güneş insan için,ay insan için,sebze ve meyveler,ırmaklar ve kısacası herşey insan için;
hemde gece,gündüz dahi insan için yaratılmış.

bu kadar kıymet verilen insanlar hiç ebedi yokluğa atılırmı?
demek bir mahkemei kübra varki insanı bekliyor.

43

22.08.2006, 11:08

Bir elma bahar tezgahında dokunuyor.
bahar olmadan elma olmaz.
baharın olmasıda güneşe,dünyaya ,aya ve semavata hükmü geçen bir zatla olur.

dünyayı güneş etrafında gezdiren kimse,baharıda yaratan O'dur.O'ndan başkası olamaz.

demek elmayı yaratabilmek için semavatı elinde tutmak lazım.semavatı kim elinde tutuyorsa elmayıda yaratan odur.

bir kitap katipsiz olmaz.kimki kitabın katipsiz olduğunu ispatlayabilir.kalem ,mürekkeb,rüzgar ve kağıtlar bir araya gelerek kitabı yazabilirlermi.kella hayır ve asla.

demek ilim sahibi,hikmet sahibi,irade sahibi ve kudret sahibi ve hayat sahibi olan katib yazabilir.

cansızlar canlıları yaratamaz.çünkü hayat hayattan gelir.Hayy olan Zattan gelir.

44

28.08.2006, 14:41

AHıRETE GıTMEK
Prof. Dr. Alaaddin Başar


AHıRETE GıTMEK
Alâaddin Başar




"Kenan’ın babasının taziyesi için Fikret, Erdem ve Levent Beylerle, Kenan’ın amcası Veysel Bey

ve cenaze namazında tanıştıkları Mesut Bey

bir arada sohbet etmektedirler."



BıR SÜREDıR konuşulanları hayretle ve dikkatle izleyen Erdem içini çekerek:

"şu ölüm olmasaydı da insanlar ahirete doğrudan gitselerdi ne güzel olurdu! dedi.

Sonra Veysel Beye dönerek:

“Bilmem ne dersiniz? Bu dünyadan ahirete ölerek gitmenin sebebi sizce ne olabilir?” diye ekledi.

Veysel Bey, bu soruya önce acı bir tebessümle karşılık verdi.

“Yanılıyorsunuz aziz kardeşim, hem de çok yanılıyorsun.” dedi. “ılk bakışta bu düşünce insanın hoşuna gidiyor, ama biraz kurcaladınız mı hiç de heveslenilecek yanı olmadığı açıkça ortaya çıkıyor.”

Erdem,

“Nasıl? Meselâ?” diye açıklama istedi.

Anlatayım dedi Veysel Bey:

“Ölüm olmasaydı deyince, o zaman dünyanın şu mevcut düzenini, yani her şeyin kademeli olarak, safha safha yaratılışını da yok kabul etmek gerekiyor.

Bildiğiniz gibi bir çekirdek parçalanıyor, filiz veriyor, kademeli olarak büyüyor, gelişiyor, uzuyor, yayılıyor ve meselâ bir ağaç çıkıyor ortaya. Bu ağaç kademeli olarak bu son noktaya geldiği için, her geçen gün bu defa yine yavaş adımlarla ölüme doğru yol alıyor ve sonunda ölümü tadıyor.

Bir insan da ana rahminde benzer bir yolculuk geçiriyor, sonunda bu dünyaya adım adıyor, büyüyor, kemâle eriyor. Daha sonra sıra zevale ermeye gelmiş oluyor. Kademeli olarak, bazen de bir kaza, bir öldürücü hastalıkla âniden ölümü tadıyor.

şimdi dünyadan ahirete, ölüm olmaksızın doğrudan doğruya gidilmesi için bu sistemin tamamen değişmesi gerekir. Yani büyümeyi, gelişmeyi, ihtiyarlamayı yok kabul edeceksiniz. Yahut, ihtiyar ve hasta bir halde yüz yıllarca kıyametin kopmasını bekleyecek ve ahirete o halinizle bir anda göçeceksiniz.

Halbuki cennette insanların hepsi olgunluk çağında, hepsi dinç, hepsi sıhhatli olacaklar.

ışin daha önemli yanı, şu bedenimiz o cennet nimetlerinden faydalanmak için yeterli değil.”

O sırada kapı çalındı. Gelenler apartman komşularıydı. Cenazeyi geç duyduklarından söz ederek uzunca özür dilediler. Apartman hayatının bu yönünden bir hayli şikâyette bulundular. Sonra vefat olayının seyriyle ilgili bazı bilgiler sordu ve başsağlığı dilediler.

Çok zaman geçmemişti ki, konu nasıl olduysa birden değişti. Apartman yönetiminden devlet idaresine kadar kimin ne derdi varsa döktü ortaya.

Bir konu kargaşası içinde kimin ne dediği, niçin dediği, sözü nereye getireceği pek belli olmadan bir gürültü ortamında herkes bir şeyler söyledi durdu.

Az önceki fikir atmosferinden hiç mi hiç eser kalmamıştı.

Mesut Bey fazla dayanamadı.

“Ben biraz rahatsızım. Kusura bakmazsanız müsaadenizi istirham edeceğim. Cenab-ı Hak merhuma kabir hayatında, cennet hayatının bir numunesini yaşatsın. Sizlere sabırlar ihsan etsin. Merhumu, taziye süresinden sonra da unutmayıp arkasından hayır ve hasenat ile manevî hediyeler göndermenizi nasip etsin” diyerek kalktı.

Fikret Bey, Mesut Beyi yalnız bırakamazdı. O da müsaade istedi. Birlikte evden ayrıldılar. Fikret Bey Mesut Beyi evine kadar yolcu etti ve geri döndü.

Evine doğru yol alırken Veysel Beyin yarım kalan konuşması üzerinde derin düşüncelere daldı:

“Öyle ya!” dedi kendi kendine, “Bu beden, bu dünyaya göre verilmiş. Öte âlemde bu bedenle ne ölçüde iş görülebilir. Biraz sonra yatacağım, uykuya dalacağım. O âlemde ise uyku yok. Demek ki, bu beden o aleme göre değil. Biraz yürüyünce yoruluyorum. O halde bu ayaklar da o âleme göre değil. “Hayır, hayır!” dedi, "Bu saçma bir fikir, yanlış bir temenni.”

Eve vardı. Yatağına girdi ama bir türlü uyuyamıyordu. Çok tuhaf fikirler geçti zihninden:

“şimdi bu dünyada kaza geçiren ve bir kolunu kaybeden insan, ölüm olmayınca ahirete kolsuz mu gidecek?

Topal adam orada da aksak mı yürüyecek?

Hastalar ve ihtiyarlar bu halleriyle o âleme göçseler nasıl olacak.?

Hayır! Olmaz böyle şey! Cennet noksan insanların değil, mükemmel insanların diyarı. Bu bir fikir değil sadece bir temenni, ama sonu düşünülmemiş bir temenni. Tek kaynağı ölüm korkusu."

Konuyu değiştirip başka şeyler düşünmek ve böylece uykuya dalmak istiyordu. Ama ne mümkün? Beş on saniye sonra yine kaldığı yere dönüyor, yine ölüm üzerinde düşünmeye başlıyordu.

Birden aklına bir fikir takıldı:

“Ölüm olmasa sadece bizim değil hayvanların da ölmemeleri gerekir. Çünkü onlar da bu dünyaya bizim geçirdiğimiz safhaları geçirerek geliyorlar. Doğuyor, büyüyor, gelişiyorlar. Daha sonra ihtiyarlıyor ve ölüyorlar.

Kâinatın yaratılışına konulan bu kanun bütün varlık alemi için geçerli. Bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda bunu daha açık seyrediyoruz. O hale, “ınsan ölmesin” dedik mi bütün ağaçları, bitkileri, hayvan türlerini de ölümden uzak düşünmemiz gerekmiyor mu? Yoksa bu kanunun tümden değişmesi gerekmez mi?”

Sonra iç âleminde kendine kızmaya başladı:

“Sabahı kurt mu yemiş? Bunları yarın düşünsen olmuyor mu? Artık uyumam lazım. Sabahleyin erken kalkıp mesaiye kavuşmam gerek!”

Aklı, fikri ne derse desin, hayal âlemi bir kere ölüme kilitlenmişti. Aklı da peşinden sürüklüyordu adeta.

Birden aldığı maaş hatırına geldi. Ay başını zor ediyordu. şimdi yüzlerce dedesi ölmemiş olsalardı, onlara kim bakacak, hizmetlerine kim koşacak, tedavilerini kim yaptıracaktı?

Kaldı ki bu dünyaya takdir edilen rızk miktarı ile gelen misafirler arasında harika bir denge vardı. Bütün canlıların ölmemesini temenni etmek, tümünün açlıkla kıvranmalarını istemek olmuyor muydu?

"Hayır! dedi kendi kendine, "Dünyanın düzeni değişeceğine, biz yanlış düşüncelerimizi değiştirelim."

Bir süre daha böyle sistemli düşüncelerle vakit geçirdi. Sonunda uyku iyice bastırdı. Daldan dala atlar gibi farklı, birbirine zıt ve çoğu anlamsız şeyler hayalinden geçmeye başladı. Sonunda uykuya daldı.

45

03.09.2006, 15:39

Ölüm son değildir!




Ölüm son değildir!

Her mevsim yaşanan hadiseler gösteriyor ki, ölüm yeni bir hayatın başlangıcıdır ve o hayata ulaşabilmek için geçirilmesi gereken bir arınma hareketidir. Diğer bir ifadeyle ağırlıklardan kurtulma faaliyetidir. Sonbaharda çürüyen, kuruyan ve kendisinde hayattan eser kalmayan kökler, dallar ve tohumlar, ilkbaharın o her yerden hayat fışkıran bayramına hazırlanır ve vakti geldiğinde yeni bir hayata kavuşurlar.

ışte birgün bizler de, o tohumlar gibi toprağa düşeceğiz. Her ne kadar bir müddet için toprağa karışsak bile, bizim de ebedî bir baharımız vardır ve gelecektir.

Evet, doğumla bu âleme kavuşulduğu gibi, ölümle de bir başka âleme kavuşulacaktır. Ve tohum, toprakta çürümesine rağmen oradan nasıl bir başka hayata kavuşup, gökyüzüne doğru dal budak salıyorsa, insanın cesedi de ölümle çürüyecek, fakat ölümsüz ruhuyla ebedî bir âlemde hayat bulacaktır. Yer altındaki tohum, nasıl yer üstündeki ağaç hâlini ve güneşli dünyayı idrak edemez, onu önceden düşünemez ve bilemezse, biz de bu kayıtlı ve sınırlı hâlimizle, ebedî hayatı ölümden önce anlayamayız.

ınsan için ölüm, ipek böceğinin koza içindeki krizalit dönemi gibidir. ıpek böceğine, kabir gibi daracık kozasından çıktıktan sonra kelebek olacağı ve kendisine birer kanat ihsan edileceği bildirilse, böcek ona inanmakta zorluk çekecektir. ışte insan da, ebedî âlemdeki hayatını anlamak noktasında o ipek böceği kadar âcizdir. Çünkü bütün duyguları, bu dünya ölçülerine göre çalışmaktadır. Ancak içinden gelen bir ses, ona ebedî âlemlerin var olduğunu haykırır durur.

ılim adamları tarafından da doğrulanan ve bütün insanların yaradılışında var olan bu sonsuzluk arzusu, bize ebedî âlemlerin varlığını bildiren en kuvvetli bir ?psikolojik? delil olarak kabul edilmektedir. Tıpkı açlık ve susuzluk gibi... ınsanın susaması, suya işaret eder ve onun varlığını gösterir. Bu, su ile insan arasındaki özel ve içten bir alâkadır. ınsanın âhiret âleminin varlığını iç dünyasında sezmesi âhiretin varlığına en büyük delildir. Veya en azından böyle bir âlemin olmasını ve yaratılmasını gerektirir.

En küçük bir canlıyı, bir karıncayı dahi mükemmel bir şekilde besleyen ve istediğini veren Rabbimiz, bize de bütün duygularımızla istettiği âhireti, elbette verecektir. Zaten âhireti vermek istemeseydi, onu istemek duygusunu da biz insanlara vermezdi. Bütün insanlığı tesiri altına alan ve kuşatan bu gerçeğin, boş ve kuru bir iddia olmadığı açıktır. Bu arzuyu insanın kalbine koyan kim ise, onu verecek olan da ondan başkası olmayacaktır elbette.

Selim Gündüzalp

46

05.09.2006, 15:35

Ahirete giden gelen var mı?

Günlük hayatımızda, ahiretin varlığı hakkında derinliğine nüfuz edilmeyince zorlandığımız sorularla karşılaşırız. Bunlar "Görmediğime inanmam" safsatasının arkasına sığınan materyalistlerin bir iman vadisini daha inkar için kullandıkları, devrini çoktan kapamış hezeyanlardır.

Evet, insan akıl ve mantığının bir hadiseyi halihazır için kabullenip de onu istikbal için inkar etmesinden daha korkunç bir tezat düşünülemez. Yani aslında ahiretin varlığına delil olarak içinde yaşadığımız hayat kafidir. ıkinci bir hayatın varlığını inkar edenler, içinde yaşadıkları hayatı inkar edebilirler mi? Edemezler.

Çünkü; bir kumandanın hiç yoktan bir orduyu toplayıp emri altına alması mı daha kolaydır, yoksa vazifesini öğrenmiş birbiriyle tanışmış ve istirahat için dağılmış bir orduyu teşkil eden askerleri tekrar boru sesiyle bir araya getirmesi mi daha kolaydır? Hangisi? Elbette ikincisi. Bu misal gibi, Rabbimiz bizi yokluk karanlıklarından çıkarıp pırıl pırıl bir alemde hayat dediğimiz nimeti vermiş olduğuna göre, ölünce aynı işin bir kere daha tekrarlanması nasıl imkansız olabilir. Üstelik birincisine göre daha kolay değil midir?

Hem bir yerden veya bir şeyden haber vermek için o yere gitmek veya o şeyi mutlaka gözümüzle görmek mi gerekir? Astronomi ilmi bize yıldızlardan, galaksilerden, bahsetmektedir. Uzayda hala ışığı bize ulaşamayan nice yıldızlar vardır. Peki buralara kim gidip kim gelmiştir?

Bu konu ile alakalı olarak Bediüzzaman Hazretleri "Perde-i gayb içindeki alem-i ahirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kainatı küçültüp iki vilayet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki, yerlerini görüp, tayin edelim. Ahiret alemine ait menziller bu dünyevi gözümüzle görülmez" der.

Bu dünyanın ölçülerine göre çalışan insan aklı, her ne kadar mahiyet ve ölçüleri başka olan bir alemi hakkiyle idrakten aciz ise de, varlığı hakkında hadsiz deliller olup ispat edildiği için ahireti mümkün görmektedir. Aklen mümkün olan bir şeyin varlığı da haber yoluyla tahakkuk eder. Bütün peygamberler ve kitaplar ahiretin varlığını haber vermiş ve insanın öldükten sonra tekrar dirilerek, bu dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekileceğini ihbar etmişlerdir. Hele mukaddes kitabımızda da ahiret hayatı, dünya hayatından bazı misaller, bir takım teşbihler getirilerek en mükemmel bir tarzda anlatılmıştır. Bu da ahiretin, Cennet ve Cehennem menzillerinin dünyaya benzediğinden değil, başka türlü tam manasıyla bu hakikati anlamamız mümkün olmadığındandır.

Üstelik Efendimiz (s.a.v.) de, Miraç Gecesi'nde gidip görmüş ve gelip haber vermiştir. şimdi varlığı hakkında bu kadar sağlam deliller sıraladıktan sonra inkar edenlere soruyoruz. Siz nereye gidip baktınız da göremediğinizden dolayı yokluğuna hükmediyorsunuz? Deliliniz nedir? Madem inkar ediyorsunuz, inkarınıza delil getirmek mecburiyetindesiniz. Yok, yok demek neyi halleder?

ızah ve ispat edenlerin ciltler dolusu bilgiler verip şüpheleri defettikleri bir davanın, güneş gibi açık bir hakikatin karşısında inkar ile gözlerini kapayanlar ancak kendilerine gündüzü gece yaparlar.

Okunma Sayısı : 527
Gerçeğe Doğru

47

05.09.2006, 15:44

Keşke vaktim olsaydı da şu hakikatleri okuyabilseydim.
Allah razı olsun
Selametle

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

48

05.09.2006, 21:25

En küçük bir canlıyı, bir karıncayı dahi mükemmel bir şekilde besleyen ve istediğini veren Rabbimiz, bize de bütün duygularımızla istettiği âhireti, elbette verecektir. Zaten âhireti vermek istemeseydi, onu istemek duygusunu da biz insanlara vermezdi. Bütün insanlığı tesiri altına alan ve kuşatan bu gerçeğin, boş ve kuru bir iddia olmadığı açıktır. Bu arzuyu insanın kalbine koyan kim ise, onu verecek olan da ondan başkası olmayacaktır elbette.

Bu çok hoş ya...

49

06.09.2006, 01:07

Ehl-i kabre bakın, biz de onlara dahil olacağız.

Bugün bir olay dinledim tüylerim ürperdi. Sohbetlere katılan, ihlaslı, şevkli bir abi varmış, ben onun zamanına yetişemedim, 35 yaşındayken trafik kazasında (zaten has Nurcuların çoğu trafik kazasında vefat eder, umarım şehid hükmüne de geçer, zira göçük altında kalmaya veya yüksekten düşmeye benziyor) vefat eden bir abinin eniştesi de vefat etmiş geçenlerde.

Eniştesi vefat etmezden evvel, bu vefat eden abinin muhitindeki dershanede ders dinliyormuş. Bu vefat eden abinin de kefenle durmuş, evin önündeki ağacın yanında, pencereden içeriye bakarak, dersi dinlediğini farketmiş, ders bitmiş, bu zat da kaybolmuş. Benim bundan yeni haberim oldu.

O sırada, karanlıkta, araba içinde, bir programdan dönüyorduk, kabristan gibi yerler vardı yolun taraflarında, bir an kefenleriyle insanlar görür gibi oldum, gözlerim yaşardı.

O ehl-i kabir, sanki, sen de bizim aramıza geleceksin, herşey asıl ondan sonra başlayacak, bizden korkma, canlımızdan kork, bizim korkulacak olanlarımız zaten kabirlerinde hapis ve azab içinde diyordu.

ırkildim, kendimi onların arasında hazırlıksız gördüm ve bildim.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

50

06.09.2006, 15:28

25.sözden bir bölüm

Alıntı

şu Sûrenin başında Kıyamet gününü isbât için der:

"Size zemini güzel serilmiş bir beşik; dağları hânenize ve hayatınıza defineli direk, hazineli kazık; sizi birbirini sever, ünsiyyet eder çift; geceyi hâb-ı rahatınıza örtü; gündüzü meydân-ı maişet; Güneş'i ışık verici, ısındırıcı bir lâmba; bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi ondan suyu akıttım. Basit bir sudan bütün erzâkınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda îcad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan kıyamet sizi bekliyor. O günü getirmek bize ağır gelemez."

ışte bundan sonra kıyamette dağların dağılması, semâvâtın parçalanması, Cehennem'in hâzırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini gizli bir Sûrette isbatlarına işaret eder.

Mânen der: "Mâdem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar. Âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar." Demek sûrenin başındaki "dağ", kıyametteki dağların haline bakar ve bağ ise, âhirde ve âhiretteki hadîkaya ve bağa bakar.

ışte sâir noktaları buna kıyas et, ne kadar güzel ve âlî bir üslûbu var, gör. Meselâ: قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ اْلمُلْكِ تُؤْتِى اْلمُلْكَ مَنْ تَشَآءُ وَتَنْزِعُ اْلمُلْكَ ِممَّنْ تَشَآءُ ilâ âhir... Öyle bir üslûb-u âlîde benî-beşerdeki şuunat-ı ılahiyyeyi ve gece ve gündüzün deveranındaki tecelliyat-ı ılahiyyeyi ve senenin mevsimlerinde olan Tasarrufat-ı Rabbaniyyeyi ve yeryüzünde hayat-memat, haşir ve neşr-i dünyeviyedeki icraat-ı Rabbaniyyeyi öyle bir ulvî üslûb ile Beyân eder ki, ehl-i dikkatin akıllarını teshir eder. Parlak ve ulvî geniş üslûbu, az dikkat ile göründüğü için şimdilik o hazineyi açmayacağız.


Meselâ: اِذَا السَّمَآءُ انْشَقَّتْ وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ وَاِذَا اْلاَرْضُ مُدَّتْ وَاَلْقَتْ مَا فِيهَا وَ تَخَلَّتْ وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ Gök ve zeminin Cenâb-ı Hakk'ın emrine karşı derece-i inkıyad ve itaatlerini şöyle âlî bir üslûb ile Beyân eder ki:

Nasıl bir kumandan-ı âzam, mücahede ve manevra ve ahz-ı asker şûbeleri gibi mücahedeye lâzım işler için iki daireyi teşkil edip açmış. O mücahede, o muamele işi bittikten sonra o iki daireyi başka işlerde kullanmak ve tebdil ederek istimal etmek için o kumandan-ı âzam o iki daireye müteveccih olur. O daireler, herbirisi hademeleri lisanıyla veya nutka gelip kendi lisanıyla der ki: "Ey kumandanım bir parça mühlet ver ki, eski işlerin ufak tefeklerini,pırtı-mırtılarını temizleyip dışarı atayım, sonra teşrif ediniz. ışte atıp senin emrine hâzır duruyoruz. Buyurun ne yaparsanız yapınız. Senin emrine münkâdız. Senin yaptığın işler bütün hak, güzel, maslahattır."

Öyle de: Semâvât ve Arz, böyle iki daire-i teklif ve tecrübe ve imtihan için açılmıştır. Müddet bittikten sonra Semâvât ve Arz, daire-i teklife ait eşyayı emr-i ılahiyle bertaraf eder. Derler: "Ya Rabbenâ! Buyurun, ne için bizi istihdam edersen et. Hakkımız sana itaattir. Her yaptığın şey de haktır." ışte, cümlelerindeki üslûbun haşmetine bak, dikkat et

51

06.09.2006, 15:33

25.Sözden

Alıntı

Hem meselâ:

يَآ اَرْضُ ابْلَعِى مَآءَ كِ وَيَا سَمَآءُ اَقْلِعِى وَغِيضَ اْلمَآءُ وَقُضِىَ اْلاَمْرُ وَاسْتَوَت&#161 8; عَلَى اْلجُودِىِ&#161 7; وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّاِلمِ&#161 0;نَ

ışte bu âyetin bahr-ı belâgatından bir katreye işaret için bir üslûbunu bir temsil âyinesinde göstereceğiz. Nasıl bir harb-i umumîde bir kumandan, zaferden sonra ateş eden bir ordusuna "Ateş kes!" ve hücum eden diğer bir ordusuna "Dur!" der, emreder. O anda ateş kesilir, hücum durur. "ış bitti, istilâ ettik. Bayrağımız düşmanın merkezlerinde yüksek kalelerinin başında dikildi. Esfelüssâfilîne giden o edebsiz zâlimler cezalarını buldular" der.

Aynen öyle de: Padişah-ı Bîmisâl, kavm-i Nuh'un mahvı için Semâvât ve Arz'a emir vermiş. Vazifelerini yaptıktan sonra ferman ediyor: Ey Arz! Suyunu yut. Ey Semâ! Dur, işin bitti. Su çekildi. Dağın başında memur-u ılahînin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zalimler cezalarını buldular. ışte şu üslûbun ulviyyetine bak. "Zemin ve gök iki muti' asker gibi emir dinler, itaat ederler" diyor.

ışte şu üslûb işaret eder ki, insanın isyanından kâinat kızıyor. Semâvât ve Arz hiddete geliyorlar ve şu işaretle der ki: "Yer ve gök iki muti' asker gibi emirlerine bakan bir Zâta isyan edilmez, edilmemeli." Dehşetli bir zecri ifade eder. ışte tufan gibi bir hâdise-i umumiyeyi bütün netâiciyle, hakaikıyla birkaç cümlede îcazlı, i’câzlı, cemâlli, icmâlli bir tarzda Beyân eder. şu denizin sâir katrelerini şu katreye kıyas et.

52

06.09.2006, 17:57

''Ölüm o kadar kati ve zahirdir ki, bu günün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek.” şualar


“Her bir şehri yüz defa mezaristan’a boşaltan ölüm elbette hayattan ziyade bir istediği var.” şualar

53

08.09.2006, 19:00

Evet, görüyoruz ki, alelekser, gaddar, facir zalimler lezzetler, nimetler içinde pek rahat yaşıyorlar. Yine görüyoruz ki, masum, mütedeyyin, fakir mazlûmlar zahmetler, zilletler, tahkirler, tahakkümler altında can veriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini de götürür. Bu vaziyetten bir zulüm kokusu gelir. Halbuki kâinatın şehadetiyle, adalet ve hikmet-i ılâhiye zulümden pak ve münezzehtirler. Öyleyse, adalet-i ılâhiyenin tam mânâsıyla tecellî etmesi için haşre ve mahkeme-i kübraya lüzum vardır ki, biri cezasını, diğeri mükâfatını görsün.

ışârâtü’l-ı’câz



Hem, o celâl ve izzete uygun bir dâr-ı mücâzât olacaktır. Çünkü, ekseriyâ zâlim izzetinde, mazlûm zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek, bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor, tehir ediliyor; yoksa, bakılmıyor değil. Bâzan dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azablar gösteriyor ki, insan başıboş değil; bir celâl ve gayret sillesine her vakit mâruzdur.

Sözler



Hiç mümkün müdür ki, zerrelerden güneşlere kadar cereyan eden hikmet ve intizam, adâlet ve mîzanla Rubûbiyetin saltanatını gösteren Zât-ı Zülcelâl, Rubûbiyetin cenâh-ı himâyesine ilticâ eden ve hikmet ve adâlete imân ve ubûdiyetle tevfîk-ı hareket eden mü’minleri taltif etmesin ve o hikmet ve adâlete küfür ve tuğyan ile isyan eden edebsizleri te’dib etmesin? Halbuki, bu muvakkat dünyada, o hikmet, o adâlete lâyık binden biri insanda icrâ edilmiyor, tehir ediliyor. Ehl-i dalâletin çoğu ceza almadan, ehl-i hidâyetin de çoğu mükâfat görmeden buradan göçüp gidiyorlar. Demek, bir mahkeme-i kübrâya, bir saadet-i uzmâya bırakılıyor.

Sözler

54

08.09.2006, 19:14

cezakallah,
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

55

08.09.2006, 20:38

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

cezakallah,


Amin.Ecmain inş :)

56

10.09.2006, 11:49

(insanın) muhakemesi için dünya kapısı kapanıp, ahiret kapısı açılır.

sözler | otuz ikinci söz | 562

57

10.09.2006, 11:54

ahiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar kat'i ve şübhesizdir.

lem'alar | otuzuncu lem'a

58

11.09.2006, 17:43

Ba’s ne demektir ? Öldükten sonra yeniden diriliş nasıl olacaktır?

Ba’s, öldükten sonra tekrar diriliş, kabir âleminden mahşere çıkış demektir. Ba’s, bir başka doğumun adıdır. Kabir âlemindeki ruhların bir anda ceset giyerek ahiret âlemine doğuşları, haşir meydanına çıkışları.Bakara Sûresi’nde, insanoğluna, bir ilâhî sitem vardır:“Siz Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz bir zamanlar ölüler idiniz de sizi o diriltti. Sonra sizi öldürecek, sonra tekrar diriltecek ve en sonunda Ona döndürüleceksiniz.” (Bakara Suresi, 28)

Biz, hepimiz, bütün bir beşeriyet bir ölü devre yaşadık. Bu devre, âdem babamız için “balçık” devresiydi. Topraktan süzülen bir sülaleye, kim bilir belki de bir ilâhî programa veya bir genetik yapıya, Cenabı Hakk’ın ruh vermesiyle ortaya çıkan bir diriliş, meleklerin nazarına sunulmuştu. Cansız toprak canlanmıştı. Bu olay, daha sonraki insanlarda bir kademe perdeli olarak sergilendi. Bir sebzeyi yiyen insanda, bir süre sonra beyaz kan dediğimiz insan tohumu teşekkül ediyor, ölüler diriliyor. Anne karnında dört ay yarı canlı olarak büyüyen ve bir bakıma ölü hükmünde olan insan bedeni, âdem babamıza ruh verilmesinin bir başka misaline sahne oluyor ve o rahim karanlığında ruha kavuşuyor, hayatla aydınlanıyor.

Ana rahminde ölülere hayat vermenin bir numunesini böylece sergileyen ilâhî kudret ve hikmet, nice cansızları cana kavuşturarak bitki yahut hayvan haline getiriyor ve o çocuğun annesine gıda yapıyordu. Böyle nice diriliş tecellileriyle beslenip büyüyen insanoğlu, belli bir yaşa gelince imtihan sırrı olarak, şeytanın hücumuna hedef oluyor ve kalbine diriliş hakkında şüpheler atılıyordu: “ınsan öldükten sonra nasıl dirilecekmiş”, diye...Bu ve benzeri bütün şüphelerin cevapları, Kur’an-ı Kerim’de insana öğretiliyor ve insan, Kur’an’a tâbi olmakla şeytana uymak arasında bir imtihan geçiriyordu.

Meryem sûresi 66-67. Âyetler: “ınsan der ki: ben öldüğüm zaman mı tekrar diri olarak çıkarılacağım? ınsan hiç düşünmez mi ki, kendisi önceden hiçbir şey değilken biz yarattık onu.”

Etrafımızı saran varlıklar âleminden sadece üç varlığı, nutfeyi, çekirdeği ve yumurtayı şöyle bir düşünelim: Birincisinin kâinatla olan münasebetine rahim vasıta olmuş. Bu âlemin mahsûlleri annenin midesine akıyor, oradan da nutfenin imdadına koşuyor.

Yumurtada böyle bir alışveriş yok. O, âlemden alacağını âdetâ depo etmiş. Kuş olup uçmak için tek arzusu, belli bir süre ve belli seviyede ısı. Çekirdekte ise durum daha farklı. O, bu âlemin bir parçası olan toprağa, doğrudan bırakıyor kendini. Kâinatla alışverişini böylece yapıyor.ınsan, yaratılma denince sadece baba sulbünden ana rahmine geçmeyi ve orada dokuz ay olgunlaştıktan sonra dünya yüzüne çıkmayı anlıyor. Ve kendisine ahirette yeniden ve bir anda yaratılacağı haber verildiğinde, bu gerçeği dar zihnine sığdıramıyor. Halbuki, nutfe, yumurta, çekirdek üçlüsüne bir bakabilse, bu dünyada bu farklı kanunları koyanın, mahşerde bir dördüncü tip yaratmayı da sergileyebileceğini hiç de akıldan uzak görmez. Resulûllah Efendimizin (asm.) insanoğlunun beş şeyini hayretle karşıladığını ifade buyurduğu meşhur bir hadis-i şerifleri var. Bu beş şeyden birisini de şöyle ifade buyuruyor: “şuna da şaşılır ki, her gün, her gece ölüp dirilip dururken ba’si (yeniden dirilmeyi) inkâr eder.”Gerçekten uyku ölümün bir çeşidi. Ayaklarımız yatakta uzanıyor ama yürüyemiyor. Kulaklarımız açık ama bize bir şey duyuramıyor. Rüya âlemiyle başka âlemlerle alâka kuruyoruz. Bu uyku hâdisesini Allah yaratıyor. Beşerin buna takati yetmez. His âlemimizi bu âlemden çekip bizi başka diyarlarda o gezdiriyor. Uyanma bir başka harika. Onun da yaratıcısı Allah. Bizi o gaybi âlemlerden çekip, yeniden bu dünyanın işlerine, onun seslerine, onun renklerine o döndürüyor.

ınsanoğlu her gün ölüp ertesi gün dirilmekle ömrünün günleri sayısınca, ölümün ve dirilişin numunelerini yaşıyor.ışte bu insanın, yeniden dirilmeyi, mahşere çıkmayı, hesap vermeyi inkâr etmesini, Resulûllah Efendimiz (asm.) hayretle karşılıyorlar.şeytanın diriliş hakkındaki vesveselerinden uzak kalmak istiyorsak nefsimize şu mesajı sıkça tekrarlamalıyız: “Uyumaya ve uyanmaya gücü yetmeyen sen, nasıl dirileceğini düşünüyor, buna güç yetiremeyeceğini ölçü alarak dirilişi inkâra kalkışıyorsun. Seni uyutan öldürecek ve uyandıran diriltecek. Seni dünya yüzünden ölüm kanunu ile sildiğinde, onun iradesine karşı koyamayacağın gibi, onun diriltmesine de karşı çıkamayacaksın?”ınsanın her gün yaşadığı bu ölüp dirilme hâdisesini, üzerinde yaşadığımız arz küremiz de her yıl yaşıyor.

Bu büyük hâdiseyi Kur’an-ı kerim şöylece nazarımıza veriyor: “Ölüden diriyi, diriden ölüyü o çıkarıyor. Yeryüzünü ölümden sonra o canlandırıyor. ışte siz de böyle çıkarılacaksınız.” (Rum Suresi, 19)



Okunma Sayısı : 507

Alaaddin Başar (Prof.Dr.)

59

11.09.2006, 22:32

25.söz'den

Hem, Cenâb-ı Hak insana karşı ettiği ihsanât-ı azîmeyi



(Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır). (Yâsin Sûresi: 80.)


kelimesiyle işaret edip, der: "Size böyle nimet eden Zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız."

Hem, remzen der: "Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip, istib'âd ediyorsunuz. Hem, semâvât ve arzı halk eden, semâvât ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve memâtından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mâl eder mi? Bütün ağacın neticesini terk etmekle, bütün eczâsıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhûde yapar mı zannedersiniz?"

Der: "Haşirde sizi ihyâ edecek Zât, öyle bir Zâttır ki, bütün kâinat Ona emirber nefer hükmündedir.

Emri ("Ol!" der; oluverir.) (Yâsin Sûresi: 82.) 'e karşı kemâl-i inkıyad ile serfürû eder. Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir. Bütün hayvanâtı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır.

Öyle bir Zâta karşı ( Kemikleri kim diriltecek?) (Yâsin Sûresi: 78.) deyip, kudretine karşı tâciz ile meydan okunmaz."

Sonra, (şânı ne yücedir Onun ki, her şeyin hüküm ve tasarrufu elindedir.) (Yâsin Sûresi: 83.) tâbiriyle, "Herşeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitap sayfaları gibi kolayca çevirir, dünya ve âhireti iki menzil gibi bunu kapar onu açar bir Kadîr-i Zülcelâldir."

Mâdem böyledir, bütün delâilin neticesi olarak,



(Ve siz de Ona döndürüleceksiniz) (Yâsin Sûresi: 83.)

yani, "Kabirden sizi ihyâ edip, haşre getirip, huzur-u kibriyâsında hesâbınızı görecektir."

ışte şu âyetler, haşrin kabulüne zihni müheyyâ etti, kalbi de hazır etti. Çünkü, nazâirini, dünyevî ef'âl ile de gösterdi.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

60

11.09.2006, 22:35

yine tevafuk oldu :) bir kaç saat önce aynı yere okumuştum 10. sözde... Allah razı olsun...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir