Giriş yapmadınız.

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

1

08.11.2005, 20:43

bu ayetten ne anlıyorsunuz?

selamın aleykum

geçende şu ayet aklıma geldi sizce bu ayette kastedilen nedir?




Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir kitapta yazılmıştır. (Enam Suresi: 59. )

buradaki kitap levh-i mahfuz mudur? veya kuran-ı kerim midir? kuran-ı kerim se eğer 600 sayfada nasıl yaş ve kuru herşey yazılmıştır?
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Fahri Avcu

Orta Düzey

Mesajlar: 496

Konum: Almanya

Meslek: isci

Hobiler: bilgisayar

  • Özel mesaj gönder

2

09.11.2005, 20:15

59 – Gaybın anahtarları O’nun katındadır. O’ndan başka hiçkimse onu bilemez. O, karada ve denizde olanları bilir. O’nun bilmesi dışında bir yaprak bile düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.



Allah (c.c), müşriklere azab indirmenin sadece kendi elinde olduğunu, kendisinin herşeye kadir olduğunu, herşeyin sonunu, durumunu en iyi bildiğini önceki ayetlerde bildirdikten sonra bu ayette, kendisine has, mükemmel olan ilmi hakkında bilgi vermektedir.



“Gaybın anahtarları O’nun katındadır. O’ndan başka hiçkimse onu bilemez.”

Gayb: Ga’be fiilinin masdarı olup “gözden ve duyulardan gizli olan, bilinmeyen” anlamındadır. Bu sebeble “duyulardan ve mahlukatın ilminden gizli olan herşey” bu kelimeyle ifade edilir.

Mahlukatın bilemediği gaybi gerçeklerin hazine ve anahtarları sadece Allah (c.c)’ın elindedir. Bu sebeble gaybin ilmini ancak Allah (c.c) çözer ve gayble ilgili gerçekleri sadece Allah (c.c) bilir. Bu sebeble gaybi herşey üzerinde tasarruf hakkına sahib olan sadece Allah (c.c)’tır. Allah (c.c) gaybden dilediği bilgileri sadece seçtiği rasullerine bildirebilir. Rasuller ise ancak Allah (c.c)’ın kendilerine bildirdiği kadarıyla gaybden haber verebilirler.

Allah (c.c) bütün gaybleri en incesine kadar bilir. Öyle ki bir zerre bile O’ndan gizli kalamaz.

Allah (c.c), bütün gaybleri en ince ayrıntısına kadar bildiğini haber verdikten sonra tafsilata geçerek insanlara ibret ve uyarı olması için gaybi gerçeklerden bazılarını açıklamıştır.



“O, karada ve denizde olanları bilir.”

Allah (c.c), karada veya denizde olsun, gözle görülsün veya görülmesin, her şeyi en ince teferruatına kadar bilir. Bu nedenle denizde ve karada hiçbir şey Allah (c.c)’ın ilminden gizli kalmaz. Yer ve gökte de hiçbir zerre, hatta zerreden daha küçük bir şey bile O’na gizli kalmaz. Zira Allah (c.c)’ın ilmi herşeyi kuşatmıştır.



“O’nun bilmesi dışında bir yaprak bile düşmez.”

Allah (c.c), ağaçların yapraklarının ne zaman, nereye; karaya mı denize mi düşeceklerini, yeryüzündeki hareketleri, hatta cansız varlıkların hareketlerini bile en ince teferruatına kadar bilir ve hiçbir şey O’nun bilgisi olmadan hareket etmez.



“Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.

Allah (c.c), yerin karanlıklarındaki, gerek insanların fiiliyle, gerek karınca gibi hayvanların vasıtasıyla ve gerekse kendiliğinden düşen her bir taneyi bilir. Yine yaş veya kuru, ölü veya canlı ürünlerden düşeni de bilir.

Allah (c.c) bütün kainatın ne durumda olduğunu en ince ayrıntısına kadar bilir. Çünkü bütün kainatta olacak olayların hepsi apaçık ve silinmiyen bir kitabta, Levh’il Mahfuzda en ince ayrıntısına kadar yazılıdır.

Levh’il mahfuzda kainatla ilgili her şey; sayısı, varlık zamanı, yok olma zamanı, şekli, rengi ve tüm özellikleri belirli olacak şekilde yazılmıştır. Bu sebeble neyin ne zaman var olacağı, ne zaman yok olacağı bu kitabta sabittir.

Allah (c.c)’ın ilmi sınırsız olduğu için kainatta olacak herşeyi en ince ayrıntısına kadar levhi’l mahfuzda yazmıştır.

Herşeyin en ince teferruatına kadar Levh’il mahfuzda yazılmış olması, asla insanların müseyyer yani, o amelleri yapmak zorunda olduğunu göstermez. Çünkü Allah (c.c), herşeyi levhi’l mahfuzda yazmasına rağmen, kulları amellerinde zorlamamıştır. Onlara iyiyi kötüden ayırt eden bir akıl ve de cüzi irade vermiştir. ınsanlar kendi cüzi iradeleriyle yaptıklarından sorumludurlar. Fakat Allah (c.c) kullarının ne yapacağını bilmiş ve bu bildiği şeyleri levhi mahfuzda yazmıştır. Allah (c.c)’ın bilmesi O’nu levhil mahfuzda yazmasıdır, yoksa kullarını yazdığı konularda zorlaması demek değildir.

Levhi’l mahfuz, daha insanlar ve kainat yaratılmadan önce vardı.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Yeryüzünde ve nefislerinizde musibetten isabet eden ne varsa biz onu yaratmadan önce bir kitabta olmasın. Muhakkak ki bu, Allah’a kolaydır.”

(Hadid: 22)

Ömer b. Amr b. As (r.a) şöyle dedi:

“Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle söylediğini duydum.

“Allah (c.c) yarattıklarının kaderlerini, gökleri ve yerleri yaratmadan 50 bin sene önce yazdı ve arşı su üzerinde idi.” (Müslim)

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“Hiçbirşey yokken sadece Allah (c.c) vardı ve arşı su üzerinde idi. Herşeyi zikir (levhil mahfuz)de yazdı. Sonra gökleri ve yeri yarattı.”

(Buhari)

Ubade b. Samit (r.a) çocuğuna şöyle dedi:

“Ey çocuğum! Sana isabet eden şeylerin mutlaka sana isabet edeceğine, isabet etmeyeceklerin ise sana isabet etmeyeceğine inanmadan gerçek imanı tadamazsın. Ben Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediğini duydum:

“Allah (c.c) ilk olarak kalemi yarattı. Sonra ona yaz dedi. Kalem, Allah (c.c)’a: “Ey Rabbim! Ne yazacağım?” dedi. Allah (c.c) ona: “Kıyamet gününe kadar olacak herşeyin kaderini yaz” dedi.”

Ubade b. Samit çocuğuna şöyle dedi:

“Ey çocuğum! Rasulullah (s.a.s)’ın yine şöyle dediğini duydum:

“Kim bu inanç üzere ölmezse benden değildir.”

(Ebu Davud)

Cabir (r.a) şöyle dedi:

“Suraka b. Malik b. Cu’şum Rasulullah (s.a.s)’a şöyle dedi:

“Ey Allah’ın Rasulü! Sanki bugün yaratılmışız gibi dinimizi bize açıkla. Bizim yaptığımız bugünkü amelimiz; kalemlerin yazıp kuruduğundan mı, Allah’ın taktir ettiğinden mi yoksa yazılmayanlardan mı?” Rasulullah (s.a.s) ona şöyle dedi:

“Yaptığımız şimdiki amellerimiz, kalemlerin yazıp kuruduğundan ve Allah (c.c)’ın geçmişte takdir etmiş olduğu şeylere göredir.” (Müslim)

ıbni Abbas (r.a) şöyle dedi:

“Ben, bir gün Rasulullah’ın arkasında idim ve bana şöyle dedi:

“Ey çocuk! Ben sana bir kaç şey öğreteyim. Allah (c.c)’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı koru ki Allah (c.c) sana yardımcı olsun. Eğer birisinden isteyeceksen sadece Allah (c.c)’tan iste. Birisinden yardım dileceyeceksen sadece Allah (c.c)’tan yardım dile. Ve bil ki bütün ümmet sana fayda vermek için toplansalar, sana ancak Allah (c.c)’ın yazdığı şeylerde fayda verebilirler, bundan başka hiçbir fayda veremezler. Yine bütün bu ümmet sana zarar vermek için toplansa, Allah (c.c)’ın dilediğinden başkasını veremezler. Zira kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuştur.”

(Tirmizi rivayet etti ve hasen sahih dedi.)

Fahri Avcu

Orta Düzey

Mesajlar: 496

Konum: Almanya

Meslek: isci

Hobiler: bilgisayar

  • Özel mesaj gönder

3

09.11.2005, 20:19

Ayetin Genel Manası:


Allah (c.c) herşeyi en ince teferruatıyla bilendir. Bu gerçeği herkesin çok iyi idrak etmesi ve bir an bile olsa Allah (c.c)’a karşı gelmemesi gerekir. Zira Allah (c.c) kullarının ne yaptığını en ince ayrıntısına kadar bilir.

Allah (c.c) başka ayetlerde şöyle buyuruyor:

“Ve muhakkak ki senin Rabbin, insanlara karşı fazilet sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler. Yerde ve gökte gaybden olan ne varsa hepsi ancak apaçık bir kitabtadır.” (Neml: 74-75)

“(Allah) gözlerin hainliklerini ve göğüslerin gizlediklerini bilir.” (Gafir: 19)

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki kıyametin ilmi Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır, rahimlerde olanı bilir. Hiçbir nefis yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir nefis hangi yerde öleceğini bilmez. Mukakkak ki Allah, Alim’dir, Habir’ dir.”

(Lokman: 34)

ıbni Ömer (r.a)’den Rasulullah (s.a.s)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Gaybın anahtarları sadece beştir. Bunları ise sadece Allah bilir.” Rasulullah (s.a.s) sonra Lokman: 34 ayetini okudu.”

(Buhari)

Rasulullah (s.a.s) bir başka rivayette şöyle dedi:

“Gaybın anahtarları beştir. Bunları ise sadece Allah (c.c) bilir. Gelecekte ne olacağını, rahimlerde ne olacağını, bir nefsin başına yarın ne geleceğini, bir nefsin nerede öleceğini, yağmurun ne zaman yağacağını sadece Allah (c.c) bilir.”

(Buhari)

Gaybin ilmi sadece Allah (c.c)’a ait olduğuna göre kullara düşen görev; sadece bu ilme sahib olan yüce Allah (c.c)’a ibadet etmeleridir. Çünkü ibadeti hakeden yüce varlık sadece Allah (c.c)’tır.

Allah (c.c)’ın ilmi ezelidir. Bu sebeble kainatı yaratmadan önce ezeli ilmiyle ne yapacağını bilmiş, bildiği şeyleri levhi’l mahfuzda yazmıştır.

Allah (c.c)’dan başka gaybi bilen yoktur. Ancak gönderdiği rasullerden bazılarına bazı gaybi gerçekleri bildirmiştir. Böylece gönderilen rasuller bile gaybden ancak Allah (c.c)’ın kendilerine bildirdiği kadarıyla bilgi sahibi olmuşlardır.

Allah (c.c) gaybleri sadece kendisi bildiği, bu konularda rasul dahi olsa izni olmadan hiç kimseyi bilgi sahibi kılmadığı halde, her kim gaybi bildiğini iddia ederse bu kimse ya kendisine vahiy geldiğini iddia ederek vahyin Rasulullah (s.a.s)’tan sonra kesildiğini yalanlamış ya da Allah (c.c)’a ait bir sıfatı kendisinde görerek kendisini Allah (c.c)’tan başka bir ilah ilan etmiştir. Bu kimse her ne kadar diliyle kendisinin bir ilah olduğunu söylemese bile, sadece Allah (c.c)’ın bildiği, kimseye birşey bildirmediği bir konuda bilgi sahibi olduğunu söyleyerek adeta kendisinin bir ilah olduğunu iddia etmiştir. Hatta Rasulullah (s.a.s) veya diğer rasullerin Allah (c.c) bildirmedikçe gaybi bilebileceklerini söyleyen kimse apaçık bir şekilde küfüre girmiştir.

Aişe (r.a) şöyle dedi:

“Her kim, Allah rasulünün yarın olacak olayları bildiğini söylediğini iddia ederse, o kimse Allah’a büyük iftira atmış olur. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“De ki: “Göklerde ve yerdeki gaybı Allah’tan başkası bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerini hissetmiyorlar.” (Neml: 65)

(Müslim)

Konuyla alakalı bazı ayetler:

“(Allah) Gaybin Alimidir. Gaybini kimseye göstermez. Ancak rasullerden seçtiği kimseler başka. şüphesiz ki O, onun önünden ve arkasına gözetleyiciler koyar.” (Cin: 26-27)

“(Ey iman edenler!) Allah, kötü olanı, temiz olandan ayırdetmediği müddetçe mü’minleri, üzerinde bulunduğunuz şu hal üzerinde bırakacak değildir. Allah sizi gaybe muttali kılıcı da değildir. Fakat Allah (gayb konusunda) rasullerinden dilediğini seçer. (O halde) Allah’a ve rasullerine iman edin. Eğer iman eder ve sakınırsanız sizin için büyük bir ecir vardır.”

(Ali ımran: 179)

Buna göre sadece Allah (c.c)’ın bilebildiği gaybi konularda rasul veya en yakın melek dahi olsa hiç kimse Allah (c.c) bildirmedikçe gaybten birşey bilemezler.

Allah (c.c) bildiği bir takım gaybi gerçekleri ayetlerinde bildirmiştir. Bu gaybi gerçeklerden birisi de yağmurun yağmasıdır. Yağmurun ne zaman ve ne şekilde yağacağını sadece Allah (c.c) bilir. Bu sebeble her kim “ertesi gün kesin yağmur yağacak” derse küfre girer. Fakat bir takım verilere, alametlere ve hesaba dayanarak “ertesi gün yağmur yağabilir” derse küfre girmez, ancak bu sözü söylerken “inşeAllah” (Allah dilerse) sözü söylenmelidir.

Fahri Avcu

Orta Düzey

Mesajlar: 496

Konum: Almanya

Meslek: isci

Hobiler: bilgisayar

  • Özel mesaj gönder

4

09.11.2005, 20:24

Gayb Türleri:


Başlıca gayb türleri şunlardır:

1 - Sadece Allah (c.c)’ın bildiği ve bu konuda melek, cin ve rasuller dahil hiç kimseye bilgi vermediği gayb.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Gaybın anahtarları O’nun katındadır. O’ndan başkası onu bilemez. Karada ve denizde olanları yalnız O bilir.” (En’am: 59)

Bu ayete göre; gaybın ilmi sadece Allah (c.c)’a aittir. Sadece Allah (c.c)’ın bildiği bu konularda hiç kimse melek, cin, rasul dahi olsa söz sahibi değildir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“(Ey Muhammed! Onlara) De ki: “Gaybı bilmek, sadece Allah’a mahsustur.”

(Yunus: 20)

Bir başka ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Yine de ki: “Göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez.” (Neml: 65)

Kur’an’da, Allah (c.c)’ın mahiyetini açıklamadığı, sadece varlığını ve ismini bildirdiği bazı gaybi gerçekler vardır.

Buhari’de geçen meşhur Cibril (a.s) hadisinde, Cibril (a.s) kıyametin ne zaman kopacağını sorunca Rasulullah (s.a.s):

“Bu, Allah (c.c)’tan başka hiç kimse tarafından bilinmeyen beş gaybi meseleden biridir” buyurdu ve şu ayeti okudu:

«Kıyametin saatini bilmek ancak Allah’a mahsustur. Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, herşeyden haberdardır.”

(Lokman: 34)

Bu ayete göre; kıyametin ne zaman kopacağını, yağmurun ne zaman yağacağını, doğacak olan çocuğun en ince ayrıntısına kadar nasıl ve ne şekilde olacağını, kişinin nerede ve ne zaman öleceğini ve bir kimsenin yarın ne kazanacağını yalnız Allah (c.c) bilir. Bu konularda fikir beyan etmek, yorum yapmak tahminden başka birşey değildir ve bunlar imana yakışmayan davranışlardır. Bunların kesin olarak bilinebileceğini iddia etmek küfürdür.

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Sana: “Ruh nedir?” diye soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbimin emrindedir. Size çok az ilim verilmiştir.” (ısra: 85)

Bu ayete göre; ruh da sadece Allah (c.c)’ın bildiği gaybi bilgilerdendir. O halde ruhu, Kur’an ve sünnetin beyan ettiği sınırlar dışında tanımlamaya çalışmak ya da mahiyetini araştırmak boş ve yasak bir davranıştır.

Müminlere düşen; böyle konularda yorum yapmayıp onları Allah (c.c)’ın bildirdiği şekilde tasdik etmektir.

ınsanların kalblerinden geçirdiği düşünce ve niyetler ancak Allah (c.c)’ın bilebildiği gaybi bilgilerdir. Hiçbir kulun bu gibi şeyleri bilme veya bu gibi konularda fikir beyan etme kudreti ve izni yoktur.

Buna göre her kim kalbten geçenleri bildiğini iddia ederse:

a - Yalnız Allah (c.c)’a ait olan “gaybı bilme” sıfatını kendisinde gördüğünden dolayı,

b - Kendisine vahiy geldiğini iddia ederek Allah (c.c)’ın vahyin kesildiğine dair haberini yalanladığından dolayı kafir olmuştur.



2 - Allah (c.c)’ın vahiy yoluyla sadece rasullerden dilediğine bildirdiği gayb.

“Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyeni kimseye göstermez. Ancak rasullerinden razı olduğu, seçtiği kimseler müstesna... Çünkü onun önüne ve arkasına izleyiciler (koruyucu melekler) dizer.” (Cin: 26-27)

Bu ayette açıkca görülüyor ki; Allah (c.c) bazı gaybi bilgileri seçmiş olduğu rasullerine bildirmiştir. Bu bilgilerden bazıları; geçmiş ümmetlere ait haberler ve gelecekte zuhur edecek bir takım olaylardır. Hatta bazı zamanlarda insanların kablerinden geçenleri Rasullerine bildirmiştir. Onlar da vahiy sayesinde bu gibi konularda insanlara haberler vermişler veya zahirde gösterdikleri alametlere rağmen insanlara kalblerinden geçenlerle hükmetmişlerdir. Fakat bu hal, ancak Rasullere mahsus bir özelliktir.

Görülüyor ki rasuller dahi Allah (c.c) bildirmedikçe gaybi bilme yetkisine sahip değildirler. Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“(Ey Muhammed) De ki: “Ben kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda ve ne de bir zarar vermeye sahibim. şayet gaybi bilseydim, elbette daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana hiçbir kötülük dokunmazdı.”

(A’raf: 188)



3 - Allah (c.c)’ın rüya veya ilham yoluyla salih kimselere bildirdiği gayb. Tıpkı Ömer (r.a)’in hadisesinde geçtiği gibi...

Ömer (r.a), hilafeti zamanında Sariye (r.a)’yi ıslam ordusunun başında bir savaşa göndermişti. Kafirlerle savaş yapılan yer bir dağın eteği idi. Savaş esnasında müslümanlar biraz güçsüz kalmışlardı. Kafirler dağın arkasından gelip müslümanları haberleri olmadan kuşatmak ve ani bir baskın yapmak istediler. Bu sırada Ömer (r.a), Medine’de cuma günü minberde hutbe okuyordu. Allah (c.c) Ömer (r.a)’e savaş meydanını gösterdi. Ömer (r.a) müslümanların arkadan baskına uğrayacaklarını görünce:

“Ey Sariye! Dağa, dağa!” diye seslendi. Allah (c.c), Ömer (r.a)’in sesini Sariye’ye işittirdi. Bunun üzerine Sariye hemen tedbir alıp düşmanın baskınını önledi. Taarruza geçerek düşmanı bozguna uğrattı.

(ıbni Esir - El-Kamil Fi’t-Tarih, ıbn Hacer - El-ısabe)

Bu hadiseden; Allah (c.c)’ın, Ömer (r.a)’e ilham ederek gayb olan birşeyi bildirdiği anlaşılmaktadır.

Salih kimselerin rüya veya ilham yoluyla bildikleri “bilgi” uyulması gereken mutlak bilgi değildir. Çünkü bu kimselere bildirilen şeyler, rasullere gelen vahyin korunduğu gibi şeytanlardan korunmamıştır. Bu sebeple insanlara, kendilerine gelen bilginin Allah (c.c)’tan olduğunu söyleyemezler. Bu kimseler kendilerine ilham veya rüya yoluyla bildirilen şeyleri sadece kendi şahıslarında yaşarlar. Rüya ve ilhamlar şer’i kaynak değildirler. Böyle bir kimsenin, kendisine ilham edilen şey vasıtasıyla gaybı kesin bir şekilde bildiğini iddia etmesi küfürdür. Çünkü kendisine gelen rüya veya ilhamın Allah (c.c)’tan olduğu kesin değildir, şeytandan da olabilir.

4 - Cinlerin semadan çalarak kahin ve sihirbaz dostlarına bildirdikleri gayb.

Allah (c.c) ileride olacak bir takım olayları Levhi Mahfuzda görevli meleklere yazdırır, melekler de bu haberleri birbirlerine aktarırlar. Rasulullah (s.a.s) gelmeden önce cinlerin bu haberleri almalarına müsade edilmişti. Fakat Rasulullah (s.a.s) rasul olarak gönderildikten sonra cinlerin semadan haber almaları kıyamete kadar yasaklandı ve sema haberlerini dinlemek isteyen cinler şihab adlı gök taşlarıyla kovalanmaya başlandı.

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“şimdi kim dinleyecek olursa kendisini gözleyen bir ateş (göktaşı) buluyor.” (Cin: 9)

Kendisine şihab (göktaşı) isabet etmeyip de kurtulan cinler semadan çaldıkları haberlere yüzlerce yalan katarak hemen sihirbaz ve kahin dostlarına ulaştırırlar. Bu kahin ve sihirbazlar da bunları insanlara anlatırlar. Bu söylediklerinden bazıları doğru çıkınca insanlar onların gaybı bildiklerini zannederler. Oysa bu haberler, Allah (c.c)’ın meleklere bildirmesiyle zaten gayb olmaktan çıkmıştır.

Aişe (r.a)’den, Rasulullah (s.a.s)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Melekler, (bir bulut olan) Anane’ye (bir bulut ismi) inerler de gökte kaza ve hükmolunan bazı şeyleri görüşürler. Bu sırada şeytanlar kulak hırsızlığı yaparlar. ışittiklerini de kahinlere gizlice ulaştırırlar. (Cinler) bu haberlere yüz yalan da kendilerinden katarlar.”(Buhari)

“Bir kimse bir kahine giderek söylediğine inanırsa Muhammed’e inenden beri olmuştur.”

(Ahmed sahih senedle)

“Uğura ve uğursuzluğa inanan bizden değildir. Kahinlik yapan ve kahine giden bizden değildir. Kendisi için sihir yapılan bizden değildir.” (Taberani sahih senedle)

“Arraf veya kahine giderek söylediğini tasdik eden Muhammed’e ineni inkar etmiş olur.”

(Ahmed sahih senetle)

Arraf; çalınan, kaybolan ve bunlar gibi durumu bilinmeyen bazı gaybi meseleleri kendisine has bir takım yöntemler kullanarak bilebileceğini iddia eden kimsedir.

Kahin; gaybı ve ileride olacak olayları bildiğini iddia eden kimsedir. Bu özellik ise sadece Allah (c.c)’a ait bir özelliktir.

Fincana, avuca, kuma bakarak ileride olacak bir takım şeyleri haber veren kimseler veya gazete ve televizyonlarda yaygın olan burç ilimleri, müneccimlik ilmi (yıldız falı) de kahin kelimesinin manasına girer. Bunların hepsi, sadece Allah (c.c)’ın bildiği gaybı bildiklerini iddia etmektedirler.

Bu sebepledir ki her kim kahin ve sihirbazlara gidip onların söylediklerini tasdik ederek inanırsa, insanı ıslam milletinden çıkaran büyük küfür işlemiş olur.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

“Her kim falcıya, gaipten haber verene veya sihirbaza giderek onlardan birşey sorar ve onların söylediklerine inanarak tasdik ederse kafir olur.”

(Ebu Davud, Ahmed)

Falcı: Bir takım vesilelerle çalınan veya kaybedilmiş eşyaların yerlerini bildiren veya buna benzer şeyler yapan kimsedir.

5 - Göremediğimiz veya duyu organlarımızla algılayamadığımız ya da bizden uzak olduğu için bilemediğimiz fakat cinler tarafından bilinebilen gayb...

Cinler Allah (c.c)’ın kendilerine vermiş olduğu özellik sebebiyle çok çabuk hareket edebilme vasfına sahiptirler. Bu sebeple bir yerde birşey olursa hemen ondan haberdar olabilirler. Bizler ise ancak duyu organlarımızla şahit olduğumuz şeyleri biliriz. Başka bir yerde olan ve duyu organlarımızla algılayamadığımız şeyler bizim için gaybtır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Süleyman şöyle dedi: “Ey cemaat! Teslim olmuş olarak bana gelmelerinden önce hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?” Cinlerden bir ifrit: “Sen yerinden kalkmadan önce sana onu getiririm, buna karşı güvenilir bir güce sahibim” dedi. Kitabın bilgisine sahip olan biri: “Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşmiş görünce: “Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır. şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir” dedi.” (Neml: 38-40)

Ayette de bildirildiği üzere cinler Allah (c.c)’ın kendilerine vermiş olduğu özellik sebebiyle bir takım gaybi şeylerden haberdar olabilirler. Bizim için gayb olan böyle şeyleri cinler vasıtasıyla öğrenmeye çalışmak küfürdür. Çünkü bu gibi gaybi gerçekleri öğretecek olan cinler kafir olan cinlerdir ve kafir cinler müslümanı küfre sokmadan veya onu saptırmadan ona birşey vermezler. Müslüman cinleri bu konularda kullanmak mümkün değildir. Çünkü onlar bunu yapmanın küfür olduğunu bilirler.

Cinlere hükmetme yetkisi sadece Süleyman (a.s)’a verilmiştir, ondan başkasına bu yetki verilmemiştir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Doğrusu insanlardan bazı kimseler cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, (bu cinler) onları daha çok yorar (saptırır)lardı.” (Cin: 6)

5

18.11.2005, 03:40

20. sözün ikinci makamı zaten bu ayeti tefsir eder.

sorulmuş :"buradaki kitap levh-i mahfuz mudur? veya kuran-ı kerim midir? kuran-ı kerim se eğer 600 sayfada nasıl yaş ve kuru herşey yazılmıştır?"

"şu âyetin bir sırrına dair, ışârâtü'l-ı'câz namındaki tefsirimde, Arabiyyü'l-ibâre bir bahis yazmıştım. şimdi, arzuları bence ehemmiyetli olan iki kardeşim, o bahse dair Türkçe olarak bir parça izah istediler. Ben de Cenâb-ı Hakkın tevfikine itimaden ve Kur'ân'ın feyzine istinaden diyorum ki:

Bir kavle göre, Kitab-ı Mübin, Kur'ân'dan ibarettir. Yaş ve kuru herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor. Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur. Fakat herkes herşeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmalleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri, ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya iphâmen, ya ihtar tarzında bulunurlar. Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur'ân'a münasip bir tarzda ve iktizâ-yı makam münasebetinde, şu tarzların birisiyle ifade ediliyor. Ezcümle:

Beşerin san'at ve fen cihetindeki terakkiyatlarının neticesi olan havârık-ı san'at ve garâib-i fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinde en büyük mevki almışlar. Elbette, umum nev-i beşere hitap eden Kur'ân-ı Hakîm, şunları mühmel bırakmaz. Evet, bırakmamış, iki cihetle onlara da işaret etmiştir.

Birinci cihet: Mucizât-ı enbiya suretiyle.

ıkinci kısım şudur ki: Bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde işaret eder...

..."

Alkan

Usta

  • Konuyu başlatan "Alkan"

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

6

18.11.2005, 13:36

pusula Allah senden razı olsun evet orayı okumuştum ama demekki aklımdan çıkmış...selametle
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

7

18.11.2005, 15:33

Buradaki "kitab-ı mübin" tabiri, hem ilm-i ilahinin bir ünvanı olan kitab-ı mübin, hem de kuran-ı hakim manasında kullanılmıştır.
"ılm-i ılahinin bir ünvanı" olarak kullanıldığında Kainatta var olan her şeyin bu ilim kitabında yazılı olduğunu ifade eder. 26 sözde bu manada ayet tefsir edilmiştir.
"Mukaddeme:Herşey vücudundan evvel ve vücudundan sonra yazıldığını وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍ gibi, pekçok âyât-ı Kur'aniye tasrih ediyor ve şu kâinat denilen, kudretin Kur'an-ı kebirinin âyâtı dahi şu hükm-ü Kur'anîyi, nizâm ve mizan ve intizâm ve tasvir ve tezyin ve imtiyaz gibi âyât-ı tekviniyesiyle tasdik ediyor. Evet şu kâinat kitabının manzum mektûbâtı ve mevzun âyâtı şehadet eder ki, herşey yazılıdır. ........"
Kitab-ı mübine "Kuran-ı kerim" anlamı verildiği zaman ise, ayet şu manaya gelir. "kainatta her şey icmali olarak Kuranda yazılmıştır." Genel olarak herşey sarahaten , işareten , remzen Kuranda beyan edilmiştir. Bu durumda "herşey bütün teferruatıyla Kuranda vardır" denmez. ıcmali olarak vardır.
Elhasıl iki mana da doğrudur. Üstad farklı yerlerde iki manaya görede izah etmiştir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir