Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

22.07.2005, 19:31

esir maddesi...

Esir maddesi nedir?üSTADIN bu konuyla ilgili açıklamları?yoktan var edilen
maddemidir?neden esir maddesi?

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

2

22.07.2005, 23:43

nurpenceresinde bir makale var istersen bir oku ben okumadım yararı olur mu bilmiyorum

http://www.nurpenceresi.com/moduller.php?modul=makale&op=1&id=26
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

3

25.07.2005, 19:56

Anladığım kadarı ile 30.lem'a da bu konuya değiniliyor.. Esir maddesine dair bir tarif yapılmış

Hem insanların bir kısmı, güya daha ileri görüyor gibi, daha ziyade cahilâne bir dalâletle, Sâni-i Zülcelâlin gayet lâtif, nâzenin, mutî, musahhar bir sahife-i icraatı ve emirlerinin bir vasıta-i nakliyâtı ve zayıf bir perde-i tasarrufâtı ve lâtif bir midâd-ı (mürekkep) kitabeti ve en nâzenin bir hulle-i îcâdâtı ve bir mâye-i masnuatı ve bir mezraa-i hububatı olan esir maddesini, cilve-i rububiyetine aynadarlık ettiği için, masdar ve fâil tevehhüm etmişler. Bu acip cehalet, hadsiz muhalleri istilzam ediyor. Çünkü esir maddesi, maddiyyunları boğduran zerrat maddesinden daha lâtif ve eski hükemanın saplandığı heyulâ fihristesinden daha kesif, ihtiyarsız, şuursuz, câmid bir maddedir. Bu hadsiz bir surette tecezzî ve inkısam eden ve nâkillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle teçhiz edilen bu maddeye, belki o maddenin zerreden çok derece daha küçük olan zerrelerine, herşeyde herşeyi görecek, bilecek, idare edecek bir ihtiyar ve bir iktidar ile vücut bulan fiilleri, eserleri isnad etmek, esirin zerreleri adedince yanlıştır.

http://www.risaleinur.com.tr/kulliyat/0819.html
Yâre açik Yâre, Yâre açmaya Yâre ne hacet Feryadim duyulur asikâre dile dökmeye ne hacet
Güllerim döndü hare, hare küsmeye ne hacet Dil avare dudak biçere parelenmeye ne hacet

Fahri Avcu

Orta Düzey

Mesajlar: 496

Konum: Almanya

Meslek: isci

Hobiler: bilgisayar

  • Özel mesaj gönder

4

25.07.2005, 20:51

Lügat nurdan alinti ..

Bütün kâinatta bulunan ve her tarafi kaplamis olan lâtif madde. Elektrik, isik ve hararetin yayilmasina vasitalik eden madde. Görülmeyen ve varligi bütün ehl-i ilimce kabul edilen lâtif, rakik, elâstikiyeti hâiz seyyal madde.("Ikisi de birbirine bitisikti, sonra ayri ettik." mânasinda olan $nin ifadesine nazaran, manzume-i semsiye ile arz, dest-i kudretin madde-i esiriyeden yogurmus oldugu bir hamur seklinde imis. Madde-i esiriye, mevcudata nazaran akici bir su gibi mevcudatin aralarina nüfuz etmis bir maddedir. $ âyeti, su madde-i esiriyeye isarettir ki, Cenab-i Hakk'in arsi su hükmünde olan su esir maddesi üzerinde imis; esir maddesi yaratildiktan sonra, Sâniin ilk icadlarinin tecellisine merkez olmustur. Yani esiri halkettikten sonra, cevahir-i ferd'e kalbetmistir. I.I.)

5

25.07.2005, 21:30

Allah razı olsun

Fahri Avcu

Orta Düzey

Mesajlar: 496

Konum: Almanya

Meslek: isci

Hobiler: bilgisayar

  • Özel mesaj gönder

6

25.07.2005, 22:10

Ecmain de lügatten bazi seyleride buraya aktarayim daha iyi anlayabilmek icin .

(Cevher-i ferd. C.) Cevher-i ferdler. Zerreler, atomlar.

HÂIZ : Bir seye sahip olma. Sahip. Mâlik. * Yer tutan. * Akranindan mümtaz olan.

manzume-i semsiye : Günes sistemi, günes ve etrafinda dönen seyyâreler toplulugu.(Su kâinatin lâmbasi olan günes, kâinat Sânii'nin vücuduna ve vahdâniyyetine günes gibi parlak ve nurani bir penceredir. Evet, manzume-i semsiye denilen küremizle beraber oniki seyyare: Cirmleri, küçüklük - büyüklük itibariyle pekçok muhtelif ve mevkileri, uzaklik - yakinlik noktasinda pek çok mütefâvit ve sür'at-i hareketleri, çok mütenevvi' oldugu halde kemal-i intizam ve hikmet ile ve kemal-i mizan ile ve bir saniye kadar sasirmiyarak hareketleri ve deveranlari ve günes ile, câzibe kanunu tâbir edilen bir kanun-u Ilâhi ile baglanmalari, yâni onlar imamlarina iktidalari, büyük bir mikyasta bir azamet-i kudret-i Ilâhiyyeyi ve Vahdâniyyet-i Rabbâniyyeyi gösterir. Çünki: O câmid cirmleri, o suursuz büyük kütleleri, nihayet derecede intizam ve mizan-i hikmet içinde muhtelif sekillerde ve muhtelif mesafelerde ve muhtelif hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti isbat ettigini kiyas et. Bu büyük ve agir ise zerre miktar tesadüf karissa, öyle bir patlayis verecek ki, kâinati dagitacak. Çünki: Bir dakika, tesadüf birisini tevkif etse, mihverinden çikmasina sebebiyet verir, baskalari ile müsademe etmesine yol açar. Küre-i arzdan bin def'a büyük cirmlerle müsademenin ne derece dehsetli oldugunu kiyas edebilirsin.Manzume-i semsiyenin, yâni semsin me'mumlari ve meyveleri olan oniki seyyarenin acâibini ilm-i muhit-i Ilâhiye havale edip, yalniz gözümüzün önünde seyyaremiz bulunan arza bakiyoruz. Görüyoruz ki: Bu seyyaremiz bir azamet-i sevket-i Rububiyyeti ve hasmet-i saltanat-i Uluhiyyeti ve kemâl-i rahmeti ve hikmeti gösterir bir surette Günesin etrafinda, emr-i Rabbâni ile - Üçüncü Mektupta beyan edildigi gibi - pek büyük bir hizmet için bir uzun seyr ve seyahat, ona ettiriliyor. Bir sefine-i Rabbâniye olarak acâib-i masnuât-i Ilâhiye ile doldurulmus ve zisuur ibâdullaha seyrangâh gibi bir mesken-i seyyar vaziyeti verilmis. Ve evkat ve hesabi bildirecek saat akrebi gibi, Kamer dahi dakik hesaplarla azim hikmetlerle ona takilmis ve o Kamere baska menzillerde ayri seyr ve seyahat verilmis. Iste bu mübarek seyyaremizin su halleri, küre-i arz kuvvetinde bir sehadetle, bir Kadir-i Mutlak'in vücub-u vücudunu ve vahdetini isbat eder. Mâdem su seyyaremiz böyledir. Manzume-i semsiyeyi ona kiyas edebilirsin. Hem Semse, kendi mihveri üstünde cazibe denilen mânevi ipleri yumak yaptirmak için dolap ve çikrik hükmünde olan günesi, bir Kadir-i Zülcelâl'in emriyle döndürüp, o seyyarati o mânevi iplerle baglayip tanzim etmek ve günesi bütün seyyarati ile saniyede bes saatlik bir mesafeyi kestirecek kadar bir sür'atle, bir tahmine göre "Herkül Burcu" tarafina veya Sems-üs-sümus cânibine sevk etmek, elbette ezel ve ebed Sultani olan Zât-i Zülcelâl'in kudretiyle ve emriyledir. Güya hasmet-i Rububiyyetini göstermek için, bu emirber neferleri hükmünde olan manzume-i semsiye ordusu ile bir manevra yaptirir. S.)

7

26.07.2005, 19:24

abi çok sağol baya iyi oldu Allah razı olsun

8

18.08.2005, 12:02

Allah ilk önc3e su gibi akıcı olan ve kainatın her tarafını kuşatmış bulunan
esir maddesini yaratmış.gökleri ve yerleri bu esir maddesinden inşa etmiştir
Bediuzzaman Hazretleri bu konuda Hud Suresinin 7. ayeti ile işaret ederek
şöyle demiştir:
"Cenabı Hakkın arşı,su hükmünde olan esir maddesi üzerinde imiş.
Esir madddesi yaratıldıktan sonra saniin ilk icatlarının tecellisine merkez olmuştur.Esirin mahiyetinden bahsederken ,akıcı bir su gibi ,mevcudatın
aralarına nüfuz etmiş bir maddedir görüşü ileri sürülmektedir.Ayrıca elektrik
ışık,sıcaklık ve çekim kuvveti gibi latif ve akışkan maddelerin esirden yapıldığına ve böylece kainatın her tarafına yayıldığına işaret etmektedir."
Esir maddesi,hiçlikten yaratılmış sonra Cenabı Hakkın ilk icatlarına
temel olmuş atomlar bu maddelerden halk edilerek gaz,sıvı ve katı hallerde hizmete koşturulmuştur.
ilk olarak katılaşıp hizmete hazırlanan gezegen ise dünyamızdır.
Enbiya suresinin 30. ayetinde ";Her şeyi sudan yarattık"şeklindeki ifadeyi
birçok alim esir maddesine işarettir demiştir.Çünkü esir maddesi su kadar akışkan inc eve latif bir maddedir.
Cenabı Hakkın iki tarzda icadı vardır birisi "ibda",yani hiçten,yoktan yaratmak,icad etmektir.Diğeri ise "inşa" yani yaratılmış unsurları bir araya getirmek suretiyle yeni bir mahluk ortaya çıkarmak yaratmaktır.Bütün maddenin özünü meydana getiren "esir" maddesi yoktan yaratılmıştır.yani ibda icatında.

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

9

23.08.2005, 08:10

arkadaslar
modern bilim esir maddesinin (ingilizcesi ether) yoklugunu varsayiyor.

bu konuda bilgisi olanlar????

hurmetler
barish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

10

03.09.2005, 19:27

size bu konuda bilgim olmadığı için bişeyler yazamıyorum.baya oldu soruyu soralı ama kimseden ses yok.kardeşler bilgsi olanlar???

11

19.02.2006, 21:48

Alıntı

esir

Elektrik, isik ve hararetin yayilmasina vasitalik eden madde.





bu işlem nasıl oluyor yardımcı olabilirmisiniz öğrenmek istiyorum

12

14.10.2006, 03:26

Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir. “Arşı su üzerindeydi” (Hud Sûresi: 7.) âyeti, şu madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenâb-ı Hakkın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Saniin ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra, cevahir-i ferde kalb etmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır.

ışârâtü’l-ı’câz, s. 238

***

..Sâni-i Zülcelâlin gayet lâtif, nâzenin, mutî, musahhar bir sahife-i icraatı ve emirlerinin bir vasıta-i nakliyâtı ve zayıf bir perde-i tasarrufâtı ve lâtif bir midâd-ı (mürekkep) kitabeti ve en nâzenin bir hulle-i îcâdâtı ve bir mâye-i masnuatı ve bir mezraa-i hububatı olan esîr maddesi...

Lem’alar, s. 336
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

13

25.10.2006, 11:46

Esir(Aether)

Maddenin aslı ve varlıkların mahiyetinin ne olduğu sorusu insanoğlunun düşünce tarihi kadar eskidir. Batı felsefesinin doğduğu Eski Yunan'da her şeyin aslının su olduğunu iddia eden Thales, tabiatın toprak, su, hava ve ateş gibi dört unsurdan meydana geldiğini savunan Empedokles, görünen her şeyin bilinmeyen ve tarif edilemeyen tek bir unsurun değişik hal ve durumlarından ibaret olduğunu kabul eden Anaximender ve bütün varlıkların gözle görülemeyecek kadar küçük atomlardan meydana geldiğini öngören Demokritus bu soru hakkında kafa yoran düşünürlerdendir. Eski Yunan felsefesinin zirveye çıktığı Eflatun ve Aristo ile birlikte dört unsur fikri kuvvet kazanmış, varlık hakkındaki spekülasyonların kontrollü deneylerle test edilmeye başlandığı modern bilim geleneğinin gelişmesine kadar da genel kabul görmüştür. Bugünün anlayışında maddenin yapıtaşı olarak görülebilecek temel parçacıkların eskiden düşünülen unsurlardan çok farklı bir varlık resmi ortaya koyduğunu söylemek gerekirse de, toprak, su, hava ve ateş unsurları maddenin dört hali olarak kabul edilen katı, sıvı, gaz ve plazma durumlarına doğru bir şekilde tekabül etmektedir. Yalnız Aristo'nun takipçisi kabul edilen Farabi ve ıbni Sina gibi ıslâm filozoflarının değil, Eski Yunan kaynaklı felsefe anlayışını eleştiren hatta reddeden ımamı Gazali, Mevlana Celaleddini Rumi ve ımamı Rabbani gibi büyük Müslüman düşünürlerin de maddenin dört unsurdan oluştuğu fikrini kabul ettikleri görülmektedir. Eflatun ve Aristo'nun eserlerinde yeryüzündeki oluş ve değişimlerin arkasındaki dört unsurdan başka gökleri dolduran çok lâtif beşinci bir unsurdan da bahsedilir ki, bu, yazımızın mevzuunu teşkil edecek olan esirdir.

Evrende boşluğun var olup olmadığı tartışması da Eski Yunan'a kadar gitmektedir. Demokritus ve taraftarları tabiattaki bütün oluşum ve değişimleri boş uzayda hareket eden atomlara bağlarken Aristo ve takipçileri evrende boşluğun bulunamayacağını kabul etmişlerdir. Genel çekim, elektrik ve manyetizma gibi kuvvetlerin bulunmasından sonra uzayın iki farklı noktasında bulunan iki cisim arasında cereyan eden bu tür etkileşimlerin nasıl taşındığı veya iletildiği sorusu gündeme gelmiştir. Genel çekim kanununu keşfeden Newton, arada hiçbir bağlantı olmadan boşluktaki iki uzak cismin birbirlerine kuvvet uygulayabileceği düşüncesinin aklî melekeleri sağlam hiç kimse tarafından kabul edilemeyeceğini söyler. Bulmuş olduğu kanunun genel çekimin mekanizmasını açıklamadığını, sadece maddenin davranışını tasvir ettiğini vurgulamak için sarfettiği 'hypothesis non fingo' sözü meşhurdur. Gene de hayatı boyunca iki kütle arasındaki çekim muammasını çözmeye çabalamış, bu maksatla tüm uzayı dolduran esir parçacıklarının rol oynadığı mekanik bir model kurmaya çalışmıştır. Ancak bu parçacıkların maddeyle nasıl etkileştiği ve nasıl bir yapıya sahip olduğunu anlamak mümkün olmamıştır. Feynman'ın Fizik Kanunlarının Yapısı üzerine verdiği bir konferansta da bahsettiği gibi, uzayı dolduran ve gökcisimlerine büyük kuvvetler uygulayabilen böylesi bir maddenin içinde hareket eden gezegenlerin nasıl olup da sürtünme sebebiyle enerji kaybederek Güneş'e düşmediklerini izah etmek, bu tür mekanik modellerin içinden çıkılamayan güçlüklerindendir. Elektrik ve manyetizma olgularının incelenmesi, bilhassa elektromanyetik dalgaların keşfi ve ışığın bir tür elektromanyetik dalga olduğunun anlaşılması esir teorilerine tekrar dikkatleri çekmiştir.

Kâinattaki tüm parçacıkları ve etkileşimleri bir çatı altında toplayacak bir Herşeyin Teorisi (Theory of Everything = TOE) Einstein'dan beri tüm fizikçilerin en büyük hayali idi. Fiziğin en geniş ve en sağlam iki teorik yapısı olan Genel ızafiyet Teorisi ile Kuantum Mekaniği'nin birleştirilmesi bugünün ve belki de gelecek yüzyılın fiziğinde en hayatî problem olarak durmaktadır. Maddeyi, vakumu ve evrenin başlangıcını daha iyi anlayabilmemiz bu problemin çözülmesine bağlıdır. Bu dev problemin çözülmesi yolunda en büyük umut vadeden yaklaşım son yıllarda gitgide popüler hale gelmeye başlayan Süpersicim Teorisi'dir.

Süpersicim Teorisi

Süpersicim Teorisi'nde bütün parçacıklar ve kuvvet taşıyıcıları (elektronlar, kuarklar, fotonlar, gravitonlar, vs) Planck uzunluğu (1033 cm) mertebesinde boyutlara sahip sicimlerden oluşmaktadır. Uçları açık veya kapalı (halka şeklinde) olabilen bu sicimlerin farklı titreşim modları, farklı parçacıklara tekabül etmektedir. Bu teorinin en cazip yönü dört temel kuvveti ve onlarca temel parçacığı basit bir sicimin titreşimleri ve hareketleri cinsinden ifade edebilme şıklığıdır. Daha önceki parçacık modellerinin onlarca parametre ve katsayısı yerine sicimlerin yalnızca bir parametresi vardır, o da yaklaşık 1039 ton olan sicim gerginliğidir.

Süpersicim Teorisi'nin en sıra dışı özelliği sicimlerin titreşim ve salınımlarını ifade edebilmek için tam 10 boyuta ihtiyaç duyulmasıdır. 1 zaman ve 9 uzay boyutunda hareket eden bu sicimler dört boyutlu uzay zamanımızda noktasal parçacıkları ve bu parçacıklar arasındaki etkileşimleri oluşturmaktadırlar. Gözlemleyebildiğimiz dört boyutun dışında kalan boyutların kendi üzerine kıvrıldığı ve çok ufak kaldıkları için fark edilmedikleri düşünülmektedir.

Genel ızafiyet Teorisi, gravitasyonel alanların uzay zamanın temelini oluşturduğunu ortaya koyduğu için, gravitasyon da dahil olmak üzere tüm kuvvet alanlarını içeren sicimler, aynı zamanda uzay zamanı da meydana getirmektedir. Günümüzde hareketleri belli bir uzay zaman çatısı altında yaklaşımlarla formüle edilmeye çalışılan sicimlerin gerçek teorisi bulunabilirse uzay zamanın ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı gibi büyük problemler hakkında da fikir sahibi olabileceğiz.

Süpersicim Teorisi kâinatın nasıl yaratıldığını araştıran kozmoloji sahasında da açılımlar sağlamıştır. Bugünkü fizik teorileri, kâinatın 'Yalancı Vakum' durumundan 'Gerçek Vakum' durumuna yapılan bir kuantum sıçramasıyla başlamış olabileceğini göstermektedir. Astrofizikçilerin yaptığı kaba bir hesapla kâinatın toplam enerjisinin yaklaşık olarak sıfıra eşit olduğu gösterilmiştir. Gerçekten de kütle ve hareket enerjilerinden meydana gelen pozitif enerji, gravitasyonel çekimin oluşturduğu negatif enerji ile hemen hemen aynı büyüklüktedir. Bu şaşırtıcı bulgu, havsalamızın almadığı genişlikteki muazzam kâinatın kelimenin tam anlamıyla yoktan var edildiğini gözler önüne sermeketedir. Vakumun az önce yukarıda verdiğimiz tanımını hatırlayacak olursak, kâinatın esirdeki bir tür dalgalanma ile başladığını tahayyül edebiliriz. Süpersicim Teorisi'nde ise dört boyutlu evrenimizin, kâinatın 10 boyutunun (4)*(6) şeklinde ayrışması sonucu ortaya çıktığı kabul edilmektedir.

şu noktayı özellikle vurgulamak isteriz ki, 'esir' kavramına felsefe ve fizik tarihinde çok çeşitli anlamlar yüklenmiştir. Mesele o kadar basit ve net olmamasına rağmen denebilir ki, bugünün fizik kitaplarında Einstein'ın ortadan kaldırdığı söylenen esir, Lorentz'in ve bazı çağdaşlarının tasavvur ettikleri esirdir. Bu konudaki yanlış anlaşılmalar ve kafa karışıklığına parmak basan Physics Today dergisi editörü Frank Wilzcek, Einstein'ın esiri fizikten silmek şöyle dursun bilakis esiri yüceltip fizikçilerin araştırma ve çalışmalarında çok mühim bir konuma yükselttiğinden söz etmiştir. Bugünkü teorik fiziğin büyük bir kısmının, bilhassa Süpersicim Teorisi'nin, adı konmamış bir şekilde esirin mahiyetinin ve özelliklerinin incelenmesi olduğu söylenebilir. Eflatun ve Aristo'nun beşinci elementi, diğer elementleri de içine alarak varlığın asıl unsuru haline gelmiştir.

Bazı yaklaşımlar

Süpersicim Teorisi'nin tutarlı olabilmek için ihtiyaç duyduğu 10 boyut, kanımızca semavatın yedi tabaka halinde yaratılması hakikatine de işaret etmektedir. Kâinat 10 boyutlu bir gerçeklik olarak düşünülüp 4 boyutlu evrenimizin yeri ve birinci kat semayı oluşturduğu kabul edilirse, geri kalan 6 boyut da ikinciden yedinciye tam altı kat semaya karşılık gelmektedir. Bediüzzaman Said Nursi'nin Lemalar adlı eserinde 'Yedi gök ve yer ve içindekiler O'nu tesbih eder' ve '...sonra iradesini semaya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti; O herşeyi bilir' (Bakara Suresi, 29) mealindeki ayeti kerimeleri tefsir ederken 'Sema emvacı karardide olmuş bir denizdir' hadîsi şerifinden de istimdatla esir ve gök tabakaları üzerine yaptığı şu yorumlar, süpersicim teorisi ışığında değerlendirildiğinde çok daha iyi anlaşılmakta ve varlık hakkındaki düşüncelerimize yeni boyutlar kazandırmaktadır:

"Birinci kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki, bu haddi yok fezayı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil, belki esir dedikleri madde ile doludur.

ıkinci kaide: Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki, ecramı ulviyeden cazibe ve dafia gibi kanunların rabıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin naşiri ve nakili, o fezayı dolduran bir madde mevcuttur.

Üçüncü kaide: Maddei esiriye, esir kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülata ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet nasıl buhar, su, buz gibi havai, mayi, camid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de, maddei esiriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir manii akıl olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olamaz. "

Yine ışaretü'lıcaz adlı tefsirinde esirin kâinattaki konumu hakkında verdiği izahat dikkat çekicidir: "Maddei esiriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir. 'Arşı su üzerindeyken...' (Hud Suresi, 7) âyeti şu maddei esiriyeye işarettir ki, Cenabı Hakk'ın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Sani'in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra cevahiri ferde kalb etmiştir. "

Elmalılı M. Hamdi Yazır da kıymetli tefsiri "Hak Dini Kur'an Dili"nde, Hud suresindeki "Arşı da su üstündeydi..." âyetiyle ilgili olarak çeşitli izahları karşılaştırırken, "Bir de bunlar arşın herşeyi kaplayan bir cisim olması anlamıyla ilgilidir" der.

Esir kavramının bilim tarihi içerisinde geçirdigi transformasyonlar bilimin insanî boyutları hakkında fikir vermekle beraber, zamanla değişen teorilerden bağımsız bir gerçeklik anlayışına ulaşma ihtiyacı ancak ilahî vahyin doğru bir şekilde anlaşılmasıyla tatmin edilebilecektir.

Mutlak referans noktası tartışması ve esir

Bir deniz dalgasında titreşen şey su, ses dalgasında hava iken, ışıkta nedir? Radyo ve telsiz sinyalleri neyin dalgalanmasıyla iletilmektedir?

20. yüzyıl'ın başlarına kadar bu sorulara verilen en makul cevap elektrik ve manyetik alanların esirin sıkışması, seyrelmesi ve hareketlerinden ibaret olduğu, ışığın da esirin dalgalanmasından oluşup bu yolla yayıldığı şeklindeydi. Elektromanyetizma, ışıma ve optik alanlarındaki çalışmalar esirin özelliklerinin araştırılması olarak adlandırılıyordu. Maxwell'in elektromanyetizma teorisini hareketli yükler ve alanlar için geliştiren Lorentz, elektrik ve manyetik alanların uyduğu matematiksel denklemlerin bir referans çerçevesinden diğerine geçerken Galile dönüşümlerine göre değil yepyeni özellikler gösteren Lorentz dönüşümlerine göre değişmesi gerektiğini göstermiştir. Birbirilerine göre sabit bir hızla hareket eden iki referans sistemi arasında uzaysal ve zamansal büyüklüklerin nasıl değiştiğini gösteren Lorentz dönüşümlerine göre hareketli bir çubuğun boyu hızına bağlı olarak kısalırken, hareketli bir saatin gösterdiği zaman da hızına bağlı olarak uzamaktadır. Farklı referans sistemleri içerisinde bir tanesinin özel ve mutlak olduğunu kabul eden Lorentz, bunun esirin durgun olduğu referans sistemi olduğunu düşünerek, mutlak uzayı bir bakıma esirle özdeşleştirmiştir. Einstein ise ayrıcalıklı bir referans sisteminin mevcudiyetinin simetri ilkeleriyle bağdaşmayacağından yola çıkarak mutlak uzay kavramını sorgulamış ve bütün referans sistemlerinin fizik kanunlarının işleyişi bakımından özdeş olduğu temel varsayımı üzerine dayanan meşhur ızafiyet Teorisi'ni geliştirmiştir.

Burada şu noktayı biraz açmakta fayda vardır ki, Lorentz ve Einstein'ın bulguları matematiksel olarak özdeş olmakla beraber sonuçların yorumlanmasında ve baz alınan kabullerde farklar mevcuttur. Lorentz esirin belirlediği referans sisteminde uzay ve zamanın gerçek olduğunu kabul etmekte, esire göre hareket eden nesnelerin boylarının kısalacağını söylemekte ve esirin dışındaki referans sistemlerinde ortaya çıkan zamanın fiziksel bir anlamı olmadığını düşünmekteydi. Zamanın uzayıp kısalması denklemlerinde apaçık görünmesine rağmen, Lorentz mutlak ve evrensel bir tek zamana inandığı için diğer referans sistemlerinde ortaya çıkan zamanların yardımcı matematiksel kavramlar olduğunu düşünmekteydi. Einstein ise fizik kanunlarında ve evrenin işleyişindeki simetrinin mutlak uzay ve mutlak zaman kavramlarından daha temel olduğunu kavramış ve fizik kanunlarının referans sistemlerine göre değişmediği ancak uzay ve zamanın tamamen izafi olduğu bir teori geliştirmiştir. Bu yeni teoride mutlak ve özel bir referans sistemine ihtiyaç olmadığı için Einstein da o zamanlarda mutlak uzayla özdeşleştirilen esir kavramına artık gerek kalmadığını ifade etmiştir.

Boşluk mu esir mi?

Klâsik fizikte esirin su veya hava gibi maddî bir ortam olarak tahayyül edilmesinin neticesinde çeşitli nesnelerin, meselâ Dünya'nın esire göre hızını ölçmenin mümkün olabileceği düşünülmekteydi. Bu amaçla tasarlanan ünlü Michelson Morley deneyinin Dünya'nın hızını sıfır olarak vermesi ve sene içerisinde yapılan tekrarların aynı sonucu doğurması üzerine esirin mahiyeti hakkında soru işaretleri oluşmaya başladı. Azınlık sayılabilecek bir kısım fizikçiler, esirin Dünya tarafından sürüklendiğini, dolayısıyla sonuçların normal karşılanması gerektiğini kabul etmektedir. Hattâ uzun yıllar boyunca esirin sürüklenme hızının Dünya atmosferindeki yüksekliğe bağlı olarak değişeceğinden yola çıkılarak, çeşitli dağ ve tepelerde M-M türü deneyler tekrar edildi. Bir kısım iddiaların aksine, sonuçların pozitif olduğunu savunmak pek mümkün değildir. Fizik camiasının büyük çoğunluğu ise M-M deneyinin sonuçlarının Lorentz kısalmasından kaynaklandığı üzerinde hemfikirdir. Buna göre fizik kanunları öyle bir şekildedir ki, esir var olsa da olmasa da esire göre yapılacak hız tayinlerini imkânsız kılmaktadır.

Einstein 1905 yılında yayınladığı Özel ızafiyet Teorisi'ni sunan makalesinden sonra, esire göre hareketin ölçülememesi gerçeğini esirin var olmadığı şeklinde ifade etmiş olmasını bazı sonuçları yorumlamada aşırıya kaçma olarak değerlendirecektir. Hattâ 1920 yılında Leyden'de yaptığı bir konuşmasında esir var kabul edilmeden uzay zamanın yapısının anlamanın mümkün olmayacağını, ışığın yayılması ve genel çekimin de esir olmadan düşünülemeyeceğini söylemiştir. Einstein'a göre M-M deneyi ve Özel ızafiyet Teorisi bize esirin hareketinin uzay zamanda izlenemeyeceğini, dolayısıyla esire göre hareketin tanımlanamayacağını ve esirin, referans sistemlerinin üstünde bir gerçekliğe sahip olduğunu öğretmiştir. Bilhassa uzay zamanın eğilip bükülebilen, genişleyip büzülebilen bir yapısı olduğunu gösteren Genel ızafiyet Teorisi, boş uzayın (vakum) yokluk olmayıp bir tür nesne olduğunu ortaya koymuştur.

Relativistik fiziğin gelişiminden sonra esirin fizikteki eski rolünü ve anlamını kaybetmesi, bu kavramın içeriğinin artık farklı bir şekilde düşünülmeye başlanması ve Einstein'ın 1905 makalesinin muazzam etkisi, fizik literatüründe bu kelimenin kullanımını büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Tam karşılığı olmasa da bugün esir yerine kullanılabilecek en yakın kavram vakumdur.

Vakumun ne olduğu ve özellikleri ise halen kuantum fiziğinin en ciddi soruları arasındadır. Bütün parçacıkların ve kuvvetlerin alanlarla temsil edildiği Kuantum Alan Teorisi'ne göre vakum, bu alanlar kuantize edildiğinde karşımıza çıkan sıfır basamağıdır. Sıfır basamağı en temel düzey olmasına rağmen cüz'i miktarda da olsa bir enerji içerir. Sıfır nokta enerjisi (ZPE) adı verilen bu enerji tüm dalgaboyları üzerinden toplandığında sonsuz bir enerjiye tekabül etmektedir. Elbette bizim gözleyebileceğimiz, bu enerjideki dalgalanmalardır. Nitekim bu sıfır nokta dalgalanmaları (ZPF) vakumda birbirine çok yakın iki metal levha arasında ölçülebilir bir çekme kuvveti oluşturmaktadır (Casimir Etkisi). Vakumu alanların sıfır düzeyi olarak düşündüğümüzde vakum bir bakıma esirin titreşimsiz ve durgun haline tekabül etmektedir.

Yüzyıllardan beri mutlak boşluk anlamında kullanılan "vakum" kelimesinin bugünkü fizikte yüklendiği anlamı eleştiren bilim tarihçisi Whittaker, kitabına "Esir ve Elektrik Teorilerinin Tarihi" başlığını seçmesiyle ilgili olarak şunu söylemektedir:

"Başlık hakkında birkaç kelâm edilebilir; niçin esir ve elektrik? Herkesin bildiği üzere, esir ondokuzuncu yüzyıl fiziğinde büyük rol oynadı; ancak yirminci yüzyılın başında, temelde dünyanın esire göre hareketini ölçme girişimlerinin başarısızlığa uğraması ve bu tür çabaların her zaman başarısızlığa mahkum olacağı prensibinin kabul görmesi üzerine "esir" kelimesi gözden düştü ve gezegenler arası uzayı tamamen boşluk olarak düşünülen ve elektromanyetik dalgaların yayılımından başka hiçbir özelliğe sahip olmayan "vakum" kavramıyla ifade etmek genel kanaat haline geldi. Fakat kuantum elektrodinamiğinin gelişimiyle, vakum elektromanyetik alanın "sıfır nokta" salınımlarının, elektrik yükü ve akımının "sıfır nokta" dalgalanmalarının ve birden farklı bir dielektrik sabitine karşılık gelen bir "polarizasyon" un oturağı olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bu kadar zengin fiziksel özelliklere sahip bir nesnenin vakum diye adlandırılması tamamen anlamsızdır, esir kelimesine haklı olarak dönülebilir."

Salih Adem

15

08.07.2008, 20:57

Risale-i Nur'dan Bir Kavram

Kainatın Sırrı: Esir Maddesi

Yaratılış, tarihin her anında ilgili-ilgisiz tüm insanları kendisine hayran bırakan bir denklem özelliğindedir. Zira yaratılış (hilkat), hem mitolojide hem halk hikayelerinde hem de kutsal kitaplarda üzerinde durulan ortak bir temsili noktaya sahiptir. Buna rağmen yaratılışın keyfiyetinin ne olduğu (Nereden geliyorsun?) sorusu, 'zihinlerdeki ezeli soru' olarak sıfatlandırılabilir. Nitekim yaratılışın en önemli safhaları olan kainatın ve ardından insanın yaratılışı, bu manada bir çok teoriyi suskunluğa, çaresizliğe sürüklemiştir. Esir maddesi de bu sürüklenişin bir başka adresidir!...

Esir; eskilere göre, dünya atmosferinin ötesindeki boşlukları dolduran çok uçucu akışkan olarak tanımlanmaktadır, bir kaynakta. Yine aynı kaynakta esir, içinde ışık dalgalarının yayıldığı varsayılan, bütün uzayı dolduran ancak elle tutulamayan, varsayımsal, maddesel ortam şeklinde tanımlanmaktadır ki, ilk tanımla ikinci tanım arasında oldukça derin farklılıkların olduğu görülmektedir.

Filhakika, esir maddesi hakkındaki tanımlamalar oldukça fazladır, ancak bu noktada bile henüz görüş birliği sağlanabilmiş değildir. Nitekim tabiat ilimlerinde inanç eksikliği bulunan 'Maddeci Felsefe'nin kalp gözünün kör olması, bu konudaki kargaşanın en büyük faillerindendir. Oysa kainata 'ısm-i Kayyum' dürbünüyle bakıldığında sır gibi görünen pek çok kapalı pencerenin açıldığı da vakıadır.

Maddeci ya da materyalist felsefe esir maddesini 'masdar' ve 'fail' olarak tanımlamaktadır ki, bu da kainatın yaratıcısını 'yok' saymaktır. Aynı şekilde yaratıcı tek bir kudrete atfedilmediğinde milyonlarca yaratıcıdan bahsetmek gerekir ve böyle bir faraziye akla-mantığa sığmamaktadır. Buna karşılık olarak Bediüzzaman Hazretleri esir maddesini tarif ederken bakın hangi ifadeleri kullanıyor: "En nazenin bir hulle-i icad, bir maiye-i masnuat, bir mezraat-ı hububat..." Görüldüğü üzere esir maddesi, kainatın yaratıcısı değil, kainatın yaratılmasındaki en önemli sırdır. Bu sırrı da Bediüzzaman Hazretleri şöyle açıklamaktadır: "Cenab-ı Hakk'ın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra Sani'in ilk icatlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra cevahir-i ferde kalbetmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısmından meskun olmak üzere yedi küre yaratılmıştır. Arz, bunlardandır." Buradan da anlaşılacağı üzere esir maddesi, bütün eşyanın özüdür; her şey ondan yaratılmıştır. Esir maddesine ilk hareket emrini veren de maddeyi yaratan Allah'tır.

Öte yandan, belki de tüm zihinlerin muamması durumundaki insanın yaratılışı da esir maddesinin anlaşılmasıyla açıklığa kavuşmuş olacaktır. Zira insanı oluşturan maddelerin kainatı da oluşturduğunu bilmekteyiz. Yani insanın vücudunda bulunan her türlü madde, kainatta da bulunmaktadır. şu halde esir maddesi gibi bir maddenin de insanın bünyesinde olması, aynı zamanda kainatta da olmasını gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla insanı çözmek isteyen bilimin, öncelikle esir maddesini çözmesi muhakkaktır.

Esir maddesinin bu denli bir öneme sahip olması, Bediüzzaman'ın ifadesiyle "ısm-i Kayyum'un cilvesine baktırmak için"dir. Cenab-ı Hakk'ın bu isminin en kısa ve açık anlamı ise şudur: Her şeye her hususta iktidarı olan. Esir gibi günümüz teknolojisinin bile tam olarak çözemediği bir zerreye yön verebilen Kudret'in azameti, herhalde, materyalist felsefenin cinayetvari söylemleri karşısında elbette sesini mutlaka duyurmak ister ve duyuracaktır.

Aslında konunun özünü esir maddesinin var olup olmadığı ya da tanımı oluşturmuyor. Burada dikkat çekilmek istenen asıl nokta, esir maddesinde olduğu gibi, maddecilerin tabiatı anlamlandırırken metot olarak benimsedikleri yolun yanlışlığıdır. Nitekim manevi unsurların her hangi bir belirleyiciliğinin olmadığı metotların gerçeğe uzanmada ne kadar zorlandığı yadsınamaz bir gerçektir. Binaenaleyh, tabiatta gerçekleşen her olayda yüce bir 'Yaratıcı'nın sikkesini müşahede etmek, çözülemez gibi görünen tüm problemlerin çözümünü beraberinde getirecektir. Dolayısıyla tabiat ya da geniş manada kainat, Allah'ın varlığını 'iki kere iki dört edercesine' ispatlayacaktır.

Sonuç olarak, esir maddesi gibi bir çok kainat gizeminin anlaşılması, tabiata 'ıman' gözüyle bakmakla mümkündür. Takdir edilmelidir ki; yüce Allah, kainattaki her eşyanın ruhuna kendi sanatını ve ismini nakşetmiştir, önemli olan bu nakışların okunabilmesidir.

http://www.saidnursi.de/tr2/index.php/Ri…ir-Maddesi.html

16

08.07.2008, 20:59

Kayyûmiyet ve Esir Maddesi



Muazzam bir kâinatta yaşıyoruz. Mikroplardan dev gezegenlere, katı ve yoğun maddelerden akışkan, şekilsiz ve latif maddelere kadar her tür mevcutla içiçeyiz. Şöyle bir etrafımızı gözlemlediğimizde çok farklı ve çok renkli nesnelerle karşılaşırız. İnsanlar, taşlar ve çiçekler her birisinin farklı özellikleri var ve biz onları sabit zannederiz. "Dünkü ben işte bugünkü benim. Şu suladığım çiçeği dün sabah da sulamıştım" deriz. Nesneler düzeyinde baktığımızda katı mı katı, sabit mi sabit bir kâinatla muhatap oluruz. Haksız da değilizdir, bunlar makro bir düzeydeki kâinat manzaralarıdır.

Ancak "büyük cisimler" düzeyinde başlattığımız bu yolculuğumuzu şöyle atom düzeyine inmek üzere devam ettirirsek daha önce edindiğimiz tablodaki kimi şekillerin eridiğini, kimi renklerinse çekildiğini görürüz. Cisim düzeyinde taşla çiçek o kadar farklıyken, mesela atom düzeyinde aralarındaki o fark erimiş olur. Her ikisi de bir'leşir. Çünkü ikisi de atomlardan meydana gelmiştir. Cisimler düzeyinde rengarenk, irili ufaklı cisimlerden meydana gelen kâinat atom düzeyinde tuz-buz olur. Sanki bir çölde, kum tanecikleri arasındaymışız gibi olur. Suyun letafeti ile taşın katılığı atom düzeyinde eşitlenirler.

Ne var ki, atom bizim derinlere doğru sürecek olan yolculuğumuzun son durağını oluşturmaz. Mola vereceğimiz durağın adı "zerre"dir ve zerre de "cüz-i layetecezza" yani "parçalanamayan parçacık" olarak tanımlanır. Bilimin henüz atomu parçalayamadığı dönemlerde İslam bilginleri dahil herkes atomun "cüz-ü layetecezza" yani en küçük parçacık olduğunu varsayıyordu. Ne ki, atom parçalandı. Atomun üstü kadar altının da dev bir alem olduğu, parçalana parçalana ardı arkası getirilemeyen partiküllerin tespit edilmesiyle ayan beyan oldu. Kısacası atom, kâinatın temel taşı (yapıtaşı) yani tuğlası değildi. Çünkü atom, zerre değildi.

Atomaltı aleme indikçe artık kütlenin gittikçe zayıfladığına ve en küçük partiküllere ulaştığımızda ise Quantum fiziğinin anlattıklarına göre kütle ile hareket arasındaki ayrımın ortadan kalktığına şahit oluruz. Ağır şeylerin yavaş (hantal) hareket ediyor olması, hızın kütleden kayba neden olacağını haber verir. Yani hız sonsuza (c2=sonsuz) gittiğinde kütle (m=0) sıfıra gider. Ve kütlesi az olanın hızı fazla olacağına göre en küçük partikül (zerre) neredeyse hareketten ibaret kalır.

Atomaltı alemde zerreye ulaştığımızda artık bir hayli latif bir düzeydeyizdir. Her şey zerrelerin tahavvülatıyla çalkalanmaktadır. Tıpkı karıncalanan bir televizyon ekranı gibi kâinat, yokolmakla varolmak arasında gidip gelen zerrelerden oluşan bir ekrandır. Elektron tabancasının "sürekli" elektron yağmuru olmasa hiçbir görüntüyü sabit algılayamayız. Ama, yarısının aynı anda yokolduğunu da o süreklilikten dolayı fark edemeyiz. Kâinattaki zerreler, bir varedilir bir yokedilirler. Ve bu, "anlık" olur. Zerre düzeyinde her an yaratma ve yoketmeler yaşanır. Ancak biz bunu makro düzeyde pek algılayamayız.

Zerre maddi alemin son durağını oluşturur. Daha önce renk, şekil ve sınırlara sahip olan kâinat zerre düzeyine inildiğinde o sınırlarından soyunmuş son durağını oluşturur. Daha önce renk, şekil ve sınırlara sahip olan kâinat, zerre düzeyine inildiğinde o sınırlarından soyunmuştur artık. Madde en latif formuna yaklaşmıştır. Ve zerre düzeyinde müdahale cisim (nesne) düzeyinde müdahaleye oranla çok daha kolaydır. Nesne düzeyindeki mekanik zorluk ve mukavemet, zerre düzeyinde yoktur. Bu fark, dev bir tabelayı tersine çevirmekle karşılaştırılabilir. Dev, yekpare bir tabelayı kırmızı olan ön yüzünden mavi olan arka yüzüne çevirmek bir hayli güçtür. Ancak aynı büyüklükteki bir panoyu parçalara böldükten sonra (çeşitli törenlerde değişik manzaralar oluşturmak ya da yazılar yazmak üzere binlerce öğrencinin ellerindeki kareleri çevirmeleri gibi) bir düpano veya tripano gibi tersine çevirmek çok daha kolaydır. Tabela ne kadar çok küçük bölmeye (parçacığa) bölünürse müdahale o kadar başarılı ve aynı oranda da kolay olur. (Aslında televizyon ekranları elektron panolarıdır). Yani çevirme, elektron düzeyindedir. Kısacası tabelanın rengi benimle kaimdir diyenin, tabelaya en küçük bölmeleri düzeyinde nüfuz etmesi gerekir. Velhasıl pano, "dön" emrine en küçük düzeydeyken en hızlı itaat edebilir.1 Sonsuz itaat, sonsuz alt düzeyde müdahaleyi gerektirir.

Her ne kadar zerre maddi alemin son durağını oluştursa da yolculuğun son durağını oluşturmaz. Bu arada zerreye kadarki yolculuğumuzda bize refakat eden modern bilim bundan sonrasına devam etmez. Materyalist bilimin son durağı zerredir. Ancak en alt düzeyi zerre olan maddeden sonra adına esir denilen esrarlı bir pasajla karşı karşıyayız. Zerreyi erittiğimiz zaman karşımıza esir çıkar. Peki nedir esir? Said Nursi, esirden zerrelerin tarlası2 diye sözeder. Yani her bir zerre, esir tarlasına atılan birer tohum gibi o tarlada çürümekte yada esir denilen suya atılan buz parçası gibi erimektedir. Adından da anlaşılacağı gibi esrarlı olan esir maddesine ilişkin en genel geçer kanaat onun bütün kâinatın özü olduğu, her şeyin esir hamurundan yoğrulduğu yönündedir.

Zerreden sonra "esir", ondan da sonra "emir" gelmektedir. Ancak "emir"in anlaşılması onun zerreye geçiş yolu (pasajı) olan "esir"in anlaşılmasıyla mümkündür. Esir maddesinin varlığına yirminci yüzyılın başlarına kadar inanılıyordu. Ancak daha sonra modern bilim esir (ether) maddesini hepten defterden sildi. Esirin bilim tarafından sınırdışı edilişinin öyküsü özetle şuydu: Her bir dalganın yayılmak için bir vasata (medium) ihtiyacı vardır. Su dalgaları su denilen vasatla yayılabilirlerdi. Ses dalgaları boşlukta değil hava denilen bir vasata ihtiyaç gösterirler. Ancak, sıra ışığa geldiğinde ise durum bir hayli ilginçti; dalgalar halinde yayılan ışık hem havada hem de "boşluk"ta yayılabilmektedir. Her dalganın bir vasata ihtiyaç duyması "boşluğu dolduran latif bir madde" olarak esiri gündeme getiriyordu. Ne ki, materyalist bilimin son durağı zerreydi ve bir sonraki durak olan esir maddesinin, -maddenin dışında kaldığı için- bilimin de dışında kalması gerekiyordu. Çare, esiri zerreye dönüştürmekti. Ve ışığın tanecik modeli bilimi esirin esaretinden kurtarmış oluyordu. Işığın hem dalga hem de tanecik modelleriyle açıklanmasının devekuşunun durumundan pek bir farkı yoktu. Sıra boşluğa geldiğinde ışık tanecik oluyordu. Böylelikle esir denilen vasattan kurtulunmuş oluyordu. Modelin adı olan (Wavicle, wave-particle) dalga-parçacık gerçekten de devekuşuna benziyordu. Tanecik esasen dalgaya göre çok daha maddiydi. (Acaba bilim bu yüzden mi taneciği tercih ediyordu?) Dahası taneciğin dalgaya göre çok daha fazla eli kolu bağlıydı. Tanecik sınırlı olup, sadece bir tarafa doğru gidebilirken dalga her tarafa yayılmaktaydı. Ve eğer vasat çok hatta sonsuz latif olursa (esir) o zaman dalga sürtünmenin (rezistansın) yokluğundan dolayı sonsuza kadar gidebilmekteydi. Esirin letafeti ile müdahale ve nüfuzun başarısının çok yakından ilişkileri vardı.3

Ancak bütün bilinmezliğine rağmen "emir"in anlaşılması büyük ölçüde "esir"in anlaşılmasına bağlıydı. Tüm bunların yanısıra, hava ve dalga bizim bildiğimiz esir kavramına tanecikten daha fazla yakındır. Işık da sesten daha hızlı ve daha nuranidir. Bu yüzden de daha latif bir vasatı gerektirmektedir. Boşluğu dolduran vasatın da aynı şekilde, mesela sesin vasatı olan havaya oranla çok daha latif olması gerekir. Ve esir boşluklar dahil, kâinatın her tarafını doldurmaktadır. Madde (zerre) ile emir arasındaki esir "kün" (ol) emrinin maddeye dönüşmesine evsahipliği yapar. Kısır bir benzetme olacak ama sabun köpüğüne bulaştırılmış olan bir elin bir tarafından üflerseniz (emir) elin öbür tarafından köpüklerin (madde) uçuştuğunu görürsünüz. Esirin konumu o yuvarlatılmış elin konumuna benzemektedir.

Bütün bu aşamalar daha latif olana doğru bir gidişin sonuçlarıdır. Ve kâinat bizi böylesi bir latif olanı bulmaya zorlamaktadır. Çünkü her yere hükmetme ancak -en maddi haliyle- zerre düzeyinde gerçekleşir; ağaç düzeyinde değil. Üstelik ağaç düzeyindeki müdahalede sebeplere ihtiyaç duyulur. Ama zerre düzeyindeki müdahalede sebepler eriyip yokolmuştur. Her şeyin O'nun kabza-i tasarrufunda olabilmesi için bir şeyin bir şeye engel olmaması gerekir. Minimum (en küçük) düzeydeki müdahalede esbap yoktur. Lakin, müdahale makro düzeylere yaklaştıkça mesela, ağaç düzeyine çıktıkça alt düzeyler "müstakilleşir". Ve sebepler doğar. Tabiatı Allah'a verip çiçeği ona vermemek sebeplere hayat vermektir. Kayyumiyet için zerrenin kabzasını elinde tutmak gerekir. Kayyumiyet galiba böyle anlaşılabilir. Çünkü gerçek dönüşümler en küçük düzeylerde (birimlerde) gerçekleşen dönüşümlerdir. Mesela, (diyelim ki en küçük birim olsunlar) insanların, kalplerini fethetmeden, devleti (diyelim ki tabiat gibi büyük bir birim olsun) dönüştürebiliyor olmak hem zordur hem de her şeyi (mesela, tek tek insanları) tasarrufu altında bulundurma sonucunu doğurmaz. Dolayısıyla kayyumiyet sürekli tahavvül halindeki zerrelerin dizginini her zerrede ehadiyetini gösterenin eline vermeyi gerektirmektedir. Reel bir kayyumiyet için (sonsuz) nüfuz gerekir. Ve nihayet kuklası üzerinde en fazla tasarrufta bulunan kuklacı, kuklasını en fazla sayıda eklem noktasına bölüp oralarına iplerle müdahalede bulunan kuklacıdır.

Dipnotlar:

1. "...Ve o zerrat (zerreler), bütün esiriyle 'La İlahe İlla Hu' cevheresiyle ilan-ı tevhid eder. Çünkü, esirin besateti, sükunu, intizamla emr-i Halika sürat-i imtisali şöyle iktiza eder." Mesnevi-i Nuriye, s. 175.

2. Mesnevi-i Nuriye, s. 49.

3. Bkz. Sözler, s. 570; Sözler, 30. Söz, Tahavvülat-ı Zerrat, s. 513; Sözler, Hüve Nüktesi, s. 146.

not:Bu calismalar Risale-i Nur Enstitusunden alintidir.

17

09.07.2008, 03:56

Karanlık madde esir maddesi mi?

26 Ağustos 2006 tarihli haber merkezlerine düşen bir haber:

“Amerikalı bir grup bilim adamına göre evrenin yüzde 25’i, gezegen, yıldız ve galaksilerden değil karanlık madde olarak adlandırılan maddeden oluşuyor.
Uzmanlar, ışık yaymayan ve ışığı yansıtmayan, bu nedenle de görülemeyen karanlık maddenin varlığına dair ilk somut kanıtı bulduklarını belirtiyorlar.Vurguladıkları bir diğer nokta da görebildiğimiz kütlelerin oranının sadece yüzde beş olması. Karanlık madde, adının çağrıştırdığı gibi esrarengiz bir kavram. Bugüne dek gökbilimciler karanlık maddenin varlığını sadece çıkarım yoluyla belirleyebiliyordu. Gökbilimciler 1930’lardan bu yana galaksi öbeklerinin görünen kütlelerle açıklanamayacak kadar yüksek çekim gücü olduğunu biliyorlardı. Ancak öbekler içinden gözle görülmeyen maddeyi ayırmak imkânsızdı. Tâ ki gökbilimciler, 100 milyon yıl önce iki büyük galaksi öbeğinin çarpışmasını görene dek. Uzmanlar somut kanıtı işte burada bulduklarını söylüyorlar. NASA’nın Chandra ve Hubble teleskopları ile Avrupa uzay ajansı ve macellan teleskoplarını kullanan uzmanlar, çarpışma sonucu galaksilerdeki gazlarla maddelerin ayrıştığını, beklenenin aksine sıcak gaz bulutları çevresinde değil, tamamen boş görünen bir başka kesimde büyük bir çekim gücü olduğunu belirledi. Arizona Üniversitesi’nden Doug Clowe’a göre, bu, ‘karanlık maddenin hem varolduğunu, hem de evrendeki maddelerin çoğunluğunu oluşturduğunu’ kanıtladı.” (www.bbcturkish.com)

Esir maddesinin varlığı öteden beri tartışma konusu olmuştur. Manyetik alan ile uğraşan bazı bilim adamları esirin varlığını kabul ederken, bazıları da yokluğu üzerine fikir yürütmüşler. Tartışma bu gün bile devam etmektedir.
Fakat son zamanlarda ele geçen bilgiler esir maddesinin var olduğu yönündeki fikir ve düşüncelere kuvvet vermektedir. Yukarıda naklettiğimiz haber böyle bir maddenin varlığı ile ilgili ciddi bulguların elde edildiğini gösteriyor.

Zîrâ bilim adamları yaptıkları gözlemlerde kâinatta ‘kara madde’ diye tanımladıkları maddelere ulaştıklarını ifade ediyorlar. Gözlenen bir galaksi çarpışmasında, “maddenin görünmeyen bir bölgeye doğru ayrıştığını” tespit eden bilim adamları bunun görünmeyen bir madde olduğunu ifade ettiler. Görünmezliğine işaret için bu maddeyi ‘kara madde’ olarak tanımladılar. Bu gün kâinatın yüzde yirmi beşinin bu madde ile dolu olduğu tahmin ediliyor.

Peki bu kara madde esir maddesi mi?

Yıllarca tartışma konusu olan esir maddesinin varlığı ortaya mı çıkmıştı?

Gelin isterseniz bu ve benzeri soruların cevabına geçmeden önce Risale-i Nur’da geçen esir kavramlarına bir göz atalım. Esir maddesi nasıl ve ne şekilde bir tanım ve teşhise tabi tutulmuş onu anlamaya çalışalım. Evet, esir maddesi Risâle-i Nur’un sıkça tekrarlanan tâbirlerinin başında gelir.

Bediüzzaman Hazretleri esir maddesinin mevcudiyeti konusunda tereddüt etmez. Kur’ânî ilmin ışığında esir maddesinin varlığını kesin olarak kabul eder. Hatta varlığını kabulden öte esir maddesinin mahiyetinden bahseder. ‘Esirin zerreleri’ tâbirini kullanır. Esir maddesinin tüm kâinatı doldurduğunu ifade eder. Esirden yaratılmış bazı mahlukların varlığından söz eder.

şu tâbirler bunun en açık delili:

“Kudret-i Zülcelâlin pekçoktur mir’atları (aynaları). Herbiri ötekinden daha eşeff (şeffaf) ve eltaf (latif) pencereler açıyor bir âlem-i misâle.

“Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre, esîrden tâ misâle, misâlden tâ ervâha, ervâhtan tâ zamana, zamandan tâ hayale,

“Hayalden tâ fikre kadar muhtelif aynalar, dâimâ temsil eder şuûnât-ı seyyâle.” (Sözler, s. 645)

“Evet, Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esîr ve semâ perdelerini açıp, güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misâl bir lâmbayı, hazîne-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi.” (Sözler, s. 391)

“Coğrafyacı bir edibin o kelâmdan kısmeti: Küre-i zemin bahr-i muhît-i havaîde veya esîrîde yüzen bir sefine ve dağları o sefinenin üstünde tespit ve muvâzene için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder.” (Sözler, s. 356)

Yukarıdaki ifadelerde, özellikle eşyanın şeffaflık derecesini tespit etmesi açısından su, hava, esir, misâl âlemi, ruhlar âlemi, zaman âlemi, hayal ve fikir âlemi tarzında bir sıralama verilmesi oldukça ilginç.

Su ve havayı bir ölçüde duyu organlarımız ile teşhis ve tespit edebiliyoruz. Ama ondan sonrasını ancak tezahürlerinden anlıyoruz. Ne görüp, ne de duyuyoruz. Kara maddenin de bu sınıfta olduğu açık. Meselenin bu noktasında yukarıda sorduğumuz soruya geri dönersek, yani “Kara madde esir maddesi mi?” sorusuna, bu soruya şu an için net bir cevap vermek mümkün gözükmüyor.

Gerçi esir maddesini gözle göremiyoruz, ‘Karanlık madde de gözle görülemiyor’ deniliyor. Bu noktada belki bir çakışma var. Ama Risâle-i Nur’da tanımlanan esir maddesinin mahiyeti daha kapsamlı gözüküyor. şu an için bilim adamlarının keşfinde ise daha sınırlı bir tanım yapılıyor. Belki ileride daha ileri seviye bilgiye ulaşılır.

Fakat yine de her şeye rağmen ‘kara maddenin keşfi’ gözle gördüğümüz maddenin ötesinde bir maddenin tespit ve teşhisi bakımından oldukça önemli bir keşif. Esir maddesinin varlığı konusunda da bizce ilk adımdır. Ümit ediyoruz ki araştırmalar derinleştikçe bu konuda daha net bilgilere ulaşacağız. Ve böylece Risale-i Nur’da parlayan Kur’ân ilmini daha rahat anlamış olacağız.

Halil Akgünler / EuroNur

Kaynak: http://www.saidnursi.de/tr2/index.php/HA…maddesi-mi.html
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

18

08.02.2011, 00:42

Subhanallah...Kardeşler gerçekten ulema ve evliya-i kiramn haklı çıktıklarını gördükçe sevinç duyuyorum.Allaha hamd olsun.Esir diye bir şey yok deyip islam alimlerini kötüleyenleri çok gördük.şimdi elde edilen yeni bulgular tekrar İslam alimlerini haklı çıkartıyor.uzayda boşluk yok.buradan çıkardığım çok mühim dersler var,şöyle ki:miladi 8. yüzyılda yaşamış islam alimlerimiz dahil olmak üzere İslam alimlerinin yazdıkları eserlerde kabul ettikleri görüşler hatta bazı kritik bilgilerin doğruluğu ancak bugünkü bilim ve teknoloji şartlarıyla ispat edilebiliyor.Size çok basit bir misal vereceğim.Kendisi bir matematikçi olmayan edebiyatçı ve lügatçı olan cemheratul luğa adındaki kamusun yazarı miladi 9. yüzyılda yaşamış meşhur luğavi ibni dureyd eserinin sonunda Arapça'da 2 harfli ve 3 harfli aynı şekilde 4 harfli kaç kelime kökü türetilebileceğini kaçının harflerinin tamamen tekrarlı kaçının harflerinin tekrarsız olacağının hesabını açık bir şekilde göstermiş.Bildiğiniz gibi bu hesaplar bugünün matematiğinde permütasyon hesapları olarak biliniyor.Bu en basitinden bir örnek.Cabir bin Hayyanın daha 8 yyda atomdan bahsettiğini parçalanırsa çok büyük bir enerji açığa çıkaracağını yazdığını çoğumuz duymuşuzdur.Alimlerimizin durumu bu.Evliyaya gelince onlara açılan sırları anlamaktan bilmekten aciciz zaten.Belki uzay dediğimiz evren belki onların keşiflerine açılan semaların ilkidir kim bilir?Günümüzde insanlık marsa gitmek için sürüne dursun kainatın efendisi muhammed mustafa(s.a.v.)in ayağına yedi kat sema serildi cümle şehadet ve gayb alemini ve alemlerin rabbinin cemalini temaşa etti.evliyaullah tan niceleri de ona verilen bu nimetlerden sırlardan bu ilim denizinden kendi nasiblerince aldılar.artık ortaçağda dünyanın düz olduğunu sana müslümanlar(!) diye iftira edenlerin yüzüne tükürmeyelim de ne yapalım?

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

19

08.02.2011, 02:46

Elhamdulillah Risale-i Nur yoluyla Icaz-i Kurana hadim olmaya calisabiliriz. Artik Fikirlerin catismasindan tevellüt eden savas basladi. Bu manevi cihadda küfrün cephesinde atom bombasi gibi etki yapacak elmas kilinclar lazim. Bunlari istimal edebilmek icin Medresezüz-Zehraya dahil olmamiz gerek. Iste 10. söz

http://www.risaleinurenstitusu.org/index…=Sozler&Page=52

Dirilis inkarini yok ettigi gibi iman edenlerin imanini itminan ediyor.

Ve 23. Lema

http://www.risaleinurenstitusu.org/index…emalar&Page=180

tabiatperestlerin belini kiriyor.

Ve digerlerini buna kiyas et!

vesselam..
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

20

08.02.2011, 02:48

Ve ayrica hosgeldiniz sitemize MURABIT kardes..
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir