Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

halis

Acemi

  • "halis" adlı kullanıcı yasaklandı
  • Konuyu başlatan "halis"

Mesajlar: 4

Konum: izmir

Meslek: memur

Hobiler: kitap

  • Özel mesaj gönder

1

21.07.2005, 17:09

Kur´an eczahanesi ve üzüntü, sıkıntı, stres, depresyon...

--------------------------------------------------------------------------- ---------
ÜZÜNTÜ, SIKINTI, STRES, ANGSıYETE, DEPRESYON VE SABIR:
--------------------------------------------------------------------------- ---------
1-KUR'AN'DA ÜZÜNTÜ:
-------------------------------

Kur'an'da sıkça geçen ayette, mahşerde takva sahiplerine korku ve üzüntünün olmadığından bahsedilir (10/62-63). Bu iki duygu insanın mutluluğunun anahtarı gibidir. Cennetin güzelliği ve sonsuz lezzeti bu iki duygunun yokluğuyla daha iyi anlaşılacak demek ki.

Dünyada bile, üzüntü ve korku insanın hayatında esas iki duygudur ki öfke dışında, hayatın tadını alıp götürmede, bu ikisinden başka güçlü duygu yok gibidir.. Öfkede bile bir çeşit sadist zevk vardır ve insan psikolojik olarak öfkeden bir avantaj sağlayabilir. Oysa bu iki duygu, tamamen insan psikolojisini kemiren iki virüs gibidir. Üzülmek, insanî bir ruh olayı olup, fizik yapımızda da etkisini göstermektedir. Ruhumuzun bütün mekanizmaları da bu olaydan etkilenmektedir.

Vicdan, ruhun içe dönük kalp yolculuğunun, irade de ruhun dışa dönük akıl faaliyetinin koordinatörleri gibidir. Ve ikisi arasında geniş bir işbirliği alanı vardır.

Bilinçaltı bahçesi, hayal aynası ve insanın varlık kimliği diyebileceğimiz nefis, vicdan ve iradenin en çetin mücadele sahalarıdır. Bu üç stratejik bölgede şeytanın da gözü vardır ve ilk hücumlarını sürekli bu cephelerden yapmaktadır.

O kadar ki bilinçaltı şeytanın sofrası, hayal ekranı onun uydu yayın üssü, nefis de baş konsolosu olabilecek durumdadır. ışte vicdan, irade ve şeytan güçlerinin, duyuları da kullanarak oluşturdukları farklı etkilerin sonucu; kalp, bilinç ve nefsin ortak kullanım malzemesi ve beslen me ürünleri olan, duygu ve düşünceler ortaya çıkar. ıradenin son kararıyla da, beden davranışı olarak uygulanır.

ınsanı çözmek oldukça zordur. Çünkü Allah’ın bütün alemlerine ait özellikleri mahiyetinde taşımaktadır. Maddi yapısı itibariyle genel gen haritası yeni belirlenebilmiş olan insanın, ruh haritasını çizmek, duygu ve düşüncelerini kapsamlı bir şekilde okuyup psikolojik kesin çözümler üretmek kolay olmasa gerektir.

Günümüzde, beyin zekasından sonra, duygusal ve ruhsal zekadan bahsedilmekte. Bu, Peygamberlerin, ortaya konabilecek bütün zeka tanımlamalarını aşan "Fetanet" sıfatının gölgesi belki de kopyası olarak nitelendirebileceğimiz bir “Evrensel Zeka” ya doğru gidilmekte olduğunun ifadesidir diye düşünmekteyiz.

Biz, günümüzdeki yayınları takip etmekle birlikte, insanın psikolojik yapısını anlamayıp çözüm üretme noktasında Kur’an’ı çıkış noktası yapmaktayız.


Bizzat Allah, Kur’an’ı, insan için bir şifa ve Rahmet kaynağı ve yol gösterici kılavuz olarak tanımlamaktadır (17/82;41/44). Bal için de şifa kavramı kullanılır (Nahl,16/69). Son ayette ise, Kur’an’ın, çok boyutlu, etkili ve en kapsamlı şifa ve tedavi yöntemlerini özetle ortaya koymaktadır:

“Size Rabbinizden bir öğüt, kalplerde olan (hastalık) lar için bir şifa, müminler için çözümler sunan) bir yol gösterici ve (iki dünya mutluluğu veren bir ) Rahmet olarak gelmiştir” (10/57).

Ayet öncelikle “Ey insanlar!” diye başlayarak konunun evrenselliğine dikkat çekiyor. Ayrıca, öğüt, şifa ve rehber kelimeleri de artikelsiz (nekre) olarak zikredilmekle bir belirsizlikten söz ederek; yöntemi, zamanı, mekanı ve muhatapları en kapsamlı hale getiriyor .

ılk olarak, ayet, özellikle psikolojik rahatsızlıklarda ve insanlar arası iletişimlerde, muhatabın durumuna en uygun olan anlatım tarzını belirleyerek, duygusal yanını etki altında tutacak hikmetli sözler söylemeyi, "Öğüt" kavramıyla ele almaktadır.

ıkinci olarak duygu ve düşünce rahatsızlıklarını giderecek etkili bir tedavinin uygulanması gereğine vurgu yapılıyor. “Sadr”, kelimesi, kalp, göğüs, baş, başlangıç, güzel yer gibi anlamlara gelir.

Ayetleri incelediğimizde, Sadr içindeki şüphe ve endişeden, sıkıntıdan, vesvese verilmesinden söz edildiğini görüyoruz (7/ 2;26/13;
114/5 ).

şüphe gerçekten, üzerinde durulması gereken psikolojik bir rahatsızlıktır.

ınsan, gerçekle mutlu olabilir.

Herşeye şüphe ile bakan insan güçlü bir duygu ve düşünce girdabına kapılmış demektir. Bu ister, inançla ilgili olsun ister eş aldatmayla, ya da temizlik konusuyla ilgili olsun; Kur’an, kalpteki ve beyindeki arızaya ve rahatsızlığa dikkat çekmektedir.

Aynı şekilde bir o kadar tehlikeli olabilecek bir duygu ve düşünce virüsü olan sıkıntıya da dikkat çekilmektedir.

Bilimsel tedavi ve ilaçların yanında, kalbin Allah ile huzur bulabileceği konusunu hatırlatmak yerinde olacaktır. ılaçlar beyin hücrelerini nasıl etkiliyor iyileştiriyorsa, Kur’an da kalp ve zihne, duygu ve düşüncelere öyle şifa sağlayacak ve sunacaktır.

---------------------------------------------------------------------
2-ÜZÜNTÜ DUYGUSUNU YÖNETME PRENSıPLERı :
--------------------------------------------------------------------

Üzüntü, kaygı, sıkıntı ve sters gibi, insanı mutsuz eden duygulardan korunmak ve kurtulmak için şu hususlar yararlı olabilir.

a-Bunlar, bir ölçüde doğal karşılanmalı, birer psikolojik hastalık olarak görülmemeli ve o hale de getirilmemelidir.
Geçmişte de benzer üzüntüler yaşamışızdır ve hayatta gelecekte bizi üzecek daha pek çok olayla karşılaşabiliriz.

Dünya hizmet yeri olduğu gibi hüzün yeridir de...Cennet ücret yeri olduğu gibi mükemmellik ve sürekli sevinç yeridir . Bu yüzden gerçek mükemmellik yeri olan cennette ancak bütün üzüntü, korku ve sıkıntılardan soyutlanmış olabileceğiz.

Kur’an, israrla inanan ve hayırlı işler yapanlar için, cennette korku ve üzüntü olmayacağını vurgular (2/38,62,262,274; 5/69;6/48;7/35; 46/13)

"Her şeyin mükemmel olduğu bir yerde hiçbir şey mükemmel değildir".

Her şeyin mükemmel olduğu yer cennet olduğundan dünyada bütünüyle hiçbir şey tam mükemmel olamayacak demektir.

Kaldı ki hepimiz dünyanın zıtlardan oluşan bir dünya olduğunun bilincindeyiz. Soğuk-sıcak, tatlı-acı, karanlık-aydınlık, genç-yaşlı, iyi-kötü, şeytan-melek gibi…üzüntü-sevinç, kaygı-huzur, stres-mutluluk, öfke-neşe, sevgi-nefret vb duygu çatışmaları ve zıtlıkları da olacaktır.

Önemli olan akıl ve kalbe yerleştireceğimiz Kur'ani mekanizma ile, dengeli ve ölçülü davranmayı öğrenebilmektir.

Kömür içinde elmas ararlar, üzüntü içinde huzur ve saadet neden aranmasın?

b- Üzüntüyü gidermek için üzüntümüzü arttırabilecek hatta yeni üzüntü kaynakları oluşturabilecek yoğun çaba içine girmek de yanlıştır.

Kırık kolla kavga etmek yanlış olduğu gibi, üzüntü, üzüntü doğurmamalı acıyı arttırmamalıdır.Üzüntü ve stres derhal kontrol altına alınmalıdır.

Allah (C.C.) Peygamberimiz Aleyhissalatü vesselam'ı tatlı şekilde uyarmıştır:

”ınanmıyorlar diye, üzüntüden kendini nerdeyse helak edeceksin!..” (18/6)

Buna göre, duygu ve düşüncelerin, insanın kendine zarar verebilecek hale gelmesine izin verilmemesini anlatmaktadır. Ayrıca buradan, gerçek üzüntünün Allah adına, insanlık hesabına çekilmesi gerektiği de algılanabilir.

Allah adına ve insanlık yararına çekilen bütün üzüntüler ise, içinde mutluluk çekirdeklerini taşıyan toprak gibidir; haristan değil gülistan bağıdır.

Üstelik, insana zarar verebilecek dünyalıklar adına çekilen üzüntüler için de birer panzehir mesabesindedir. Çünkü bir anlamı, amacı ve de semeresi vardır.

c-Üzüntüyü giderip huzur duymak gibi olumlu bir sonuca ulaşmayı hedeflerken, kullanacağımız yöntemler de o güzel hedefimiz gibi güzel ve faydalı olmalıdır.

Bazı insanlar üzülünce, efkar dağıtmak için kendilerini içkiye, eğlenceye, cinsel ilişkiye verirler.

Bu, tuzlu sudan yanmış insanın, içini dindirmek için deniz suyuna koşmasına benzer.

Bu, özünde zehir taşıyan bal tatmaktan başka bir şey değildir.

Bu şekilde bilinçte geçici bir unutma, kendini avutma ve duygularda oyalanma olsa da, bilinçaltımız üzüntü veren olayı ısıtıp ısıtıp önümüze sürecektir ve vicdan derinliklerimizde ince sızısı daima hissedilecektir.

Bataklığı kökünden kurutma gibi konuya esastan müdahale etmek, üzüntülerle boğuşma, onları şişirip birer rakip olarak hayal ringinde karşımıça çıkarma yerine, esas o üzüntülerin kaynaklarına ulaşmak, bataklığı kökünden kurutmak gerekir.

Ayrıca günahlar asla üzüntü giderici ilaç olarak kullanılamaz.

Çünkü üzüntü, sadece beyin hücrelerini ilgilendiren maddesel ve kimyasal bir olay değildir; o etkisini ruhta, vicdanda göstermektedir. Dert ruhsal olduğuna göre, uzman tavsiyesiyle gerekli ilaçları almanın yanında, tedavi, ruhsal vasıtalarda da aranmalıdır.

ışte Kur’an-ı Kerim eczahanesinden etkili öneri:

”Sizin sıkıntınızı giderecek olan, Allah’tan başkası değildir (17/56),

“Kalpler ancak O’nunla huzura erebilir” (Ra’d, 13/yirmi sekiz).

ılaçla tedavi de güzeldir, hatta gereklidir. Peygamberimiz, devasız hiç bir derdin bulunmadığını, hastalıklara çare aramamızı emir buyurmuştur.

Allah'a yönelerek tedavi aramak da güzeldir, bu da ilaç gibi gereklidir.

Zira her iki yol da Allah'dan gelen ve O'na götüren yollardır. Bu iki kapının tokmağına da vurmakla biz, farklı şifa dilek ev temennisinde bulunmuş olmaktayız.

ıkisi birden olursa daha da güzeldir, bu en güzeldir...

d-Üzüntüyü gidermek için belli uğraş yöntemlere başvurmak bir çare olabilir.

Ancak esas olan, üzüntüyü gidermeye yoğunlaşmak kadar, huzur ve mutluluk verecek faaliyetler içine girmek, en az onun kadar önemlidir.

Basitçe şudur: ınsan kainat kadar büyük olduğuna göre, kainatta cereyan eden müthiş hadiselerden etkilenmeden, onu uyum sağlamadan hareketsiz boş oturmak, evrenle olduğu kadar, ruhuyla, aklıyla, duyguları ve duyularıyla, mahiyetindeki potansiyel yetenekleriyle zıtlaşması anlamına gelir ki başlı başına bu bile, insanın sıkılması, üzüntü ve stresinin artması için yeterli bir sebeptir.

ınsanın eli bile boş durmak istemez, basitçe nesnelerle bile oynar. Bu durumda boş kalmaktan asla hoşlanmayan bilinçaltı ve hayal gücümüz rahat durur mu hiç?

Ya bunlarla daima dirsek temasında bulunan nefis ve şeytan?..

Yalnızlık ve boş boş oturma sıkıntıyı çimlendirir, sıkıntı ise günahlara yönelmek için hem önü alınamaz bir baskı yapar hem de nefis ve şeytan için bulunmaz bir bahane ve fırsat yerine geçer.

Ve genellikle amaçsız, ortalarda tek dolaşanlar, hem iç hem dış şeytanlar karşısında kolay av olurlar.

Çözüm basit: Kalk ve çalış!.. Yararlı bir uğraş bul...

Kur'an'ın önerisi bu: "Kum fe-enzir!"..."Kalk ve görevini yap!"

e-Üzüldüğümüz konuları zihnimizde ölçüp biçmeli ve benzer problemleri yaşayanlar hatırlanmalıdır.

Özellikle de kendimizi bizden daha kötü durumda olan insanların yerine koyabilmeliyiz. Üzüntü konularına yoğunlaşmak onun etkisini ve kalıcılığını arttırır. Üzüntüyü de paylaşmak gerekir.

Kur’an’da bu konuda güzel ipuçları vardır. Bir ayet yaz sıcağından şikayet edenlerle ilgilidir. Bu sıcakta da sefere çıkılır mı deyenlere karşı:

“De ki cehennem ateşi daha sıcaktır!” (9/81).

Yaz güneşinden bunalanlara güzel bir mesaj vermektedir. Diğer ayette de Allah verdiği nimetleri hatırlatıp ibret almaya ve O’nu tespih etmeye davet eder:

“Dileseydik o yağmur suyunu tuzlu yapardık! şükretmeniz gerekmez mi?" (56/70).

Her su içişte şükretmek için zihnimizde oluşturacağımız bir düşünce olabilir.

Dünyada pek çok insan, hem sıcakta hem de tatlı suya hasret yaşayabilmektedir. Bir otobüs yolculuğun da, boş oturan insanlar sıcaktan of puf ederken, siz, güneşin, başını perde arasından içeri uzatıp, sizinle beraber kitabınıza göz vurduğunu, okumaya çalıştığını düşünüp tebessüm bile edebilirsiniz.

Tebessüm etkili bir ilaçtır. Nedense en çok lazım olduğu yerde, üzüntülü halimizde onu kullanmayız. Yüzümüz bir savaş alanı gibi olur. Hüzün ve tebessüm orduları çarpışır...ırade komutanınızla hangisinin galip geleceğine siz karar verebilir, ruh ve vicdanınızda zafer ve şenlik takları kurabilirsiniz...

"Üç şerefeli minare örneği" bu konuda zihnimizi aydınlatabilir, ruhumuza huzur kazandırabilir.

Her insan, hiçbir şey değilken insan olarak yaratılır ve hayat merdivenlerinde Allah tarafından basamak basamak verilen nimetlerle yükseltilir. Kimisi ilk şerefede, bazısı ortadakinde, kimisi de en üst şerefede farklı derecelerdeki nimetlerle bırakılır.

Bu durumda biz, orta yolu bulup, hayata denge içinde bakmak için kendimizi ortadaki şerefede düşünmeliyiz. Nimetler açısından, bizden az olanlara aşağıya bakmalıyız. Üzüntüler, yoksulluklar, hastalıklar vb. konularda da daima bizden fazla olanlara, yukarıya bakmalıyız.

Ancak unutmamalı ki her teori ancak pratikle hayat bulur, anlam ve değer kazanır ve hedeflenen sonuca ulaştırır. ınanç, bilgi, servet vb. konularda bizden alt seviyede olanlarla ilgilenmek gerekir.

Bunun pratiğini yapmakta yarar vardır. Bir sıra dışılık yapıp üç şerefeli bir minareye çıkabilir misiniz? Edirne Selimiye'ye çıksanız hayat boyu unutmazsınız bunu!

Çıkamasanız bile, mezarlıklar, hapishaneler, hastaneler, düşkünler evi, çocuk esirgeme kurumları, en azından mahallemizdeki bir hasta, yaşlı, yoksul bir insan ziyaret edilmelidir. Güzel masum öğrencilerin kaldığı yurtları yuvaları, dershaneleri dolaşmak, onların bakım görümleriyle ilgilenmek, insanın ruhunda öyle huzur meltemleri estirir ki, hiçbir stres, depresyon, üzüntü kasırgası onunla boy ölçüşemez, etkisi altına alamaz...

Bu yaklaşım, aynı zamanda şükretmeyi de beraberinde getirecektir.

şükür ise başlı başına bir ferahlık vesilesidir. Çünkü insanı huzurun gerçek kaynağı olan Allah ile irtibatlandırır.

şükür, huzuru da nimetleri de arttırır (54/35; 4/147), insanın gönlünü genişletir. Fakat gerçek şükrü eda edebilmek için, minare yolculuğu gibi, hayalen geçmişe bir tur düzenlemeli, bize peşin, karşılıksız bol bol verilen nimetler hatırlanmalı, sonra da geleceğe yönelip sonsuz cennetin bizim için hazırlandığını düşünmeli, çokça hamdetmeli. Bütün üzüntülerimiz, sıkıntılarımız bu iki boyutlu ışık yolculuğu arasında sıkışacak, un ufak olacak, kaybolacaktır, kuşkunuz olmasın!..

f-Üzüntünün sırlı bir ilacı da iyilik yapmak, burs, sadaka vb...vermektir.

Hz.Hamza şehit edilip parçalanmıştı, Peygamberimizin de yüreği parçalanmış ve çok üzülmüştü. Ayet geldi ve

“Sabret, üzülme, kaygılanma ve ihsanda bulun iyilik yap!” diye teselli etti. (16 /127-128)

Üzüldüğünüzde mutlaka bir hayır işi yapın, sadaka verin, burs toplayın.

Sadaka, toplum anlayışı içinde olduğu gibi sadece yoksula ve dilenciye para vermek değildir. Peygamberimiz bu kavramı çok geniş olarak nitelendirmiştir. Yolda insanlara zarar veren bir taşı veya dikeni almak da, birinin üzüntüsünü giderecek birkaç tatlı söz söylemek de, eşimizin, arkadaşımızın içine huzur verecek bir tebessüm de sadaka sevabı kazandırır.

ıyilik adına sadece şu son üç minik hareket yapılsa bile üzüntünün nasıl dağılıp yok olmaya, yerini huzurun almaya başladığını göreceksiniz.
Cömertlik başlı başına bir üzüntü antikoru gibidir.

Kalıcı bir üzüntü tedavisi gerçekleştirir. Veren elen daima üstündür. Vermek, insanı sevmek değer vermektir. Vermekle hem verende hem de alanda manevi haz veren duygu ve düşünceler ruhları sarar ve aralarında samimi bağlar oluşur. Karşılıklı sevgi ve saygı iletişimi gerçekleşir.

Bunun sonucu yufka yüreklerde oluşan manevi antikorlar, üzüntü ve sıkıntı mikroplarını her seferinde boğar yok ederler. Cömertlik duygularıyla kundaklanmış ve dezenfekte edilmiş bir ruhta, üzüntü virüsleri, asla girebilecekleri bir boşluk ve vasat bulamazlar. Girmek isteyenler, yüksek fazilet basıncı altında anında yok edilirler.

g-Hem üzüntüyü hafifletecek hatta giderebilecek, hem de bizi sabır atmosferine sokacak güzel bir düşünceyi de şu ayette yakalayabiliriz:

“Eğer acıyıp da üzüntü ve sıkıntılarını giderseydik, nefis azgınlıkları artabilir ve iyice körleşirlerdi” (Müminün,23/75)”

Üzüntü, sıkıntı, kaygı, stres vb. duygular bıçak sırtı gibi bir durumla karşı karşıya bırakır insanı.

Bu duygular insanı günahlara karşı da tetikleye bilir, hayırlara da vesile olabilir. Psikolojik rahatsızlıklara yol açabileceği gibi, tam tersine insanın ruhuna sağlık, dinçlik güç ve hareket de kazandırabilir. ınsanı bıkkın ve tembel yaptığı gibi, çalışması için bir kamçı, başarısı için bir motivasyon aracı da olabilir.

Ve üzüntülü halimizde israrla ortaya koyacağımız eserler, ürünler, güzel çalışmalar ve başkasına yapacağımız iyilikler, hayat boyu ruhumuzda mutluluk verici anıya ve elemden lezzete dönüşecektir. Bu durumda biz, maddelerde ele aldığımız gibi bu duyguları olumluya kanalize etmeye çalışmak zorundayız. ıradenin bu kadarlık kavgasını da verebilmeliyiz. Hemen teslim olmamalıyız.

Bu konuda ayet bize yeni bir bakış açısı kazandırıyor. ıçinde bulunduğumuz üzüntü, sıkıntı ve stres durumu, bizim için "Rahmânî bir frenleme mekanizması " görevini yapmakta, daha çok üzüntü doğurabilecek durumlara karşı koruyucu kalkanımız olmaktadır.

Siz üzüntülü ve sıkıntılıyken daha çok "Allahım yardım et!" demez misiniz?
Bakın üzüntü ve sıkıntı insana "Allahım!" dedirtiyor, O'nu anmaya, kendine çeki düzen vermeye bir ortam hazırlıyor. Bunu iyi değerlendirmek gerekir.

Hastalık, kaza, bela istenmemelidir. Fakat bizi zevkler içinde günah bataklığına batıracak sağlık, neşe ve zenginlik, hiç istenmemelidir. Çünkü birincisi daha çok kısacık beden ve maddi dünyamızı ilgilendirirken, ikincisi sonsuz ruh hayatımızı tehlike içine atabilmektedir.

Bir insanın, planladığı haram bir işe giderken, arabasıyla küçük bir kaza yapması, o haram eylemi gerçekleştirememesi, kaderin şefkatli eliyle çarptığı tatlı bir tokat sayılabilir. Ve aklını başına getirmesi için, bir yardım eli olarak yorumlanabilir.

Hasta yatağında bir insanın, değil olumsuz eğlence gecelerine katılması, ekmek ve sudan bile zevk alacak durumu yoktur. Fakat bu onun için bir kayıp mıdır, yoksa ayıp mı? Yoksa rahmetle başının okşanması mı? O an belki nefis, alışageldiği zevkler yerine acılar duymaktadır ağlamaktadır, fakat ruh, akıl, vicdan ve yüce duygular sevinmekte ve gülmektedir. Vicdan kafesten kurtulmuş ellerini Rahman'a vermektedir...

Kendi kendine konuşabilen insanlardan iseniz, sebebi ne olursa olsun, bir sıkıntıya ve üzüntüye maruz kaldığınızda şöyle diyebilirsiniz:

“Ağla nefsim ağla!.."

Ağla, zira orda fena ağlatacaklar, orda ağlamamak için burda ağla! Sen burada ağla ki kalbim ve ruhum orda gülsün!”.

Evet nefsin azgınlıklarına bir gem olması için, geçici olarak başımıza gelen her türlü üzüntüye karşı, bu gibi olumlu bir bakış açısı ve söylem geliştirmek de mümkündür.

h-Üzüntü, sıkıntı ve stres "Büyük buluşma!" için eşsiz bir fırsattır.

ınsan orta varlıktır. Tabiri caizse, üst varlık olan Allah ile alt varlık olan kendi dışındaki bütün varlıklar arasında kalır. Kalbi, vicdanı ve aklının, nefis ve şeytanının etkisiyle mekik gibi ikisi arasın da sürekli gelir gider. Bu düalite insanın ruhunu örseler, huzursuz eder.

Alt varlığa tam abone olanlar her konuda azgınlaştıkları için, henüz yuttukları günah balının içindeki zehirin etkisinin farkında olmayabilirler, üzüntülerini böyle geçiştirebilirler.

Üzüntü, sıkıntı ve stres yaşayanlar aslında sevinmeliler. Çünkü alt varlıktan nispeten soyutlanmışlar, kendileriyle baş başa kalmışlardır. Bu Allah’a bir adım daha yakın oldukları anlamına gelmektedir. Bunu iyi değerlendirir, hüzünlü yüzlerini, ayçiçekleri gibi o nur kaynağına doğru çevirirlerse:

“Rabbim! Ben geldim!" diyerek kapının tokmağına dokunurlarsa; “Kulum!” sesini vicdanlarında duyacaklar ayette belirtildiği gibi, kendilerini keder yüklü karanlıktan, nur saçan aydınlığa çıkaracak dostlarını karşılarında bulacaklardır (2/257).

Psikodramayı bilir misiniz? Tiyatroyu, piyes izlemeyi sever misiniz? Ya da çoğu insanın müptelası olduğu dizileri izler misiniz? Hiç izlediğiniz bir skeç gibi kısa oyunu evinizde aile fertlerinizle canlandırmayı düşündünüz mü?..

Garip olurdu değil mi?..Oysa her gün belki her saat, zihin sahnemizde, hayal perdemizde, bilinçaltımızda ne oyunlar sahnelendirmekteyiz...ıçimizde diyaloglar yaşarız. Kendimize ve karşımızdakine roller biçeriz. ıstediğimiz oyunu oynar ve oynatırız. Normal yaşamda söyleyemediklerimizi söyler, yapamadıklarımızı doyasıya yapar, bizi üzen bir insana etmediğimizi bırakmayız. Bundan ruhsal tatmin de alırız...

Fakat bütün bu iç diyaloglar, geçici bir iç doyum yaşatsa da, aslında, özellikle süresini ve masumiyet sınırını aşınca, kendimizi olumsuz duygu ve düşüncelere programlama anlamına gelmektedir bu...

Kur'an'da bu “iç programlama” örneklerini görmek de mümkündür.

Mesela, Ebu Leheb ve karısı kendilerini tamamıyla ateş üzerine programlamışlardı. Kadın adeta ateş kesilmiş, saçlarını tarayıp örme yerine urgan örüyor, güzel mücevherler takası gerdanına asıyor ve gün boyu odun taşıyarak Peygambere geçit vermemek için, güller dökülesi yollarına ateşler yakıyordu. Zengin ve soylu bir kadının ayette dendiği gibi, Hamallık yapması, deliler gibi boynunda ip takıp toplum içinde gururla dolaşması ne demekti? Kendini Peygamber düşmanlığına programlaması demekti...

Kadınlık aleminin iftihar tablolarından bir tanesi; Hacıların Hacı annesi, Allah Rasulü'nün uzak ninesi, hepimizin anası, Hz.Hacer annemiz!..

Kucağında çocuk, çöl ortasında tek başına işi neydi?

Hiç korku, kaygı, endişe ve üzüntü duymuyor muydu? Yavrusu susuz nasıl yaşayacaktı...Ama o, en zor bu durumda kendini salıvermedi, koştu, epeden tepeye koştu...Gönderilen suyu buldu ve tek başına çocuğunu yetiştirirken, gelip oraya yerleşenlere yardım ederek, organizatörlük yaparak, cihana bedel bir medeniyetin temellerinin atılmasında öncülük yaptı.

O, yoklukta varlık gayreti gösterdi. Korkusunu, üzüntüsünü aştı, çölleri de aştı, tepeleri de...Medeniyet kuran bir kadın payesine ulaştı...Bu ne demekti? Peygamberi mize Mekke beşiğini, bir Nine kucağı gibi hazırlamaya kendini programlama demekti.

ıster dış konuşmalarla isterse iç konuşmalarla, Hz.Meryem' Betül'ün mabet köşesinde yaptığı gibi, dualar eder, secdeye kapanır, Rabbimizin karşısında diyaloglar oluşturabiliriz. Birbirlerine içlerini döken üzüntülerini paylaşan ve moral bulan samimi insanlar gibi, içimizi Allah'a açabiliriz.

Bunu takviye için, hayat sahnesinde, bize manevi güzelliklerini yansıtacak temiz hakikat arkadaşları seçebiliriz. Bir taraftan Allah'a diğer taraftan Allah insanı insanlara göre hayat programlaması yapmak, üzüntülerin çekilmezliğinden kurtaracaktır, hayatımıza zarar veren üzüntülerin kökünü kazıyacaktır.

i-Beyninizde Rahmânın elini, Kalbinizde Rahîmin kabzasını, hissetmek üzüntü ve stresi eritir.

Kur’an’da geçen "El" kavramı, kudret, rahmet, fazilet, hayır ve yardım gibi manalara gelmektedir. Allah Bir’dir, zıddı, eşi, benzeri yoktur, hiç bir varlığa muhtaç değildir, yoktan var ettiği sanatı cinsinden değildir; bu yüzden gördüklerimize benzetemeyiz. ınsanlar anlasın, yakınlık ve huzur hissetsin diye el kelimesi kullanılmıştır...

Aslında Allah’ın iki isminden bahsetmekteyiz. “Kâbıd” sıkan, daraltan, kalbi kabzası içine alan demektir. Kalp, aynı zamanda düşünür (bilinçaltı-bilinç ilişkisi gibi) beynin fonksiyonunu idare eder.

ışte biz, kalbimiz sıkılıyor derken, bunun etkisini zihnimizde hissederiz. Bu durumda Rabbimizin duygu ve düşüncemize misafir geldiğini düşünerek, O’nun isminin tecellisine, parlak bir ayna gibi mâkes olduğumuzu düşünerek, hüznümüzü tebessüme çevirebiliriz.

Gerçekten çok zaman geçmeden,“Bâsıt” isminin (Genişleten, ferahlatan, sıkıntıyı gideren) tecellisiyle yüz yüze kaldığımızı, yüzümüze bakanlar da hissedebilecektir. şu söz ne hoştur!:

"Lutfun da hoş kahrın da hoş!.."

Bu hoş düşünceler içindeyken, Allah’ın sonsuz. Rahmet denizinde, bizim günahlarımız da, üzüntülerimiz de erir gider! Ayetlerde belirtildiği gibi O, içimize ünsiyet ve huzur lutf eder...

k-“Allah’tan geldik ve ona döneceğiz” ayetini düşünmek, üzüntü ve stres veren şeylerin etkisini azaltır, bazen ortadan kaldırır.

Ölüm, hastalık, felaketler, kişilik ve aile sorunları, gönül meseleleri, ekonomik problemler, vb. ne olursa olsun, etkisi kalbimizde duygu, zihnimizde düşünce olarak bizi etkisi altına almaktadır. Bazen yakınlarımızdan bile duyduğumuz bir söz günlerce aklımızdan çıkmaz, kimisini yataklara da düşürebilir...

Bu söz de aynı kalbi ve zihni, en az onlar kadar neden etkisi altına alamasın ki?:

“ınnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”(2/156) O’ndan geldik O’na döneceğiz.

Bizce bunu düşünürken, sıkıntı ve üzüntü veren şey ne ise; yukarda diyalog önerisinde bulunduğumuz gibi, onunla bire bir konuşmalısınız da:

“Rabbimin emriyle geldiysen hoş geldin sefâ getirdin. Biliyor musun ben de ondan geldim! Beni O’na götürmeye mi geldin? Ama bil ki O’nun emri izni ve isteği yoksa, sana paçamı kaptıracak teslim olacak değilim, dimdik ayaktayım ve iyi bir insan olarak çevreme hep iyilik yapmaya kararlıyım!".

Bu arada dudağınızın bir kenarına bir de bir hüzün tebessümü kondurmalısınız!

Hüznünüz, Rabbe iştiyakınızı, tebessümünüz de başınızdaki bütün sıkıntıları temsil etmeli. Ve her üzüldüğünüzde, sıkıldığınızda (tebessüm repliğinizle) bu düşünce ve davranış şeklini mutlaka ama mutlaka tekrar etmeli ve değişimi görmelisiniz.

Üzüntü veren her belaya tevekkül etmeli, feryat etmeyi bırakmalı. Çünkü feryat etmek, bunalımlar yaşatır, belayı ve stresi arttırır. Huzur ve sefa bela ve sıkıntı vereni bulmakla kazanılır. Hüzün veren şeyin yüzüne gülmeli ki, o da gülsün, küçülsün, huzura dönüşsün ve yüzümüzü de güldürsün!

Biz sıkıntının ve üzüntünün yüzüne güldükçe o da küçülür, değişir o da güler.

Eğer siz gülemiyorsanız, gülmenin hayırlısını bilen bir dostunuzla görüşmelisiniz!..

Düşünün ki, canınızı kendisi için seve seve vermeyi düşünebildiğiniz bir yar var. Bu ister Leyla, ister Aslı, ister şirin olsun, isterse başka biri. Bir gün karşınıza üzerinde eski püskü yırtık pırtık kirli bir elbiseyle çarçapul çıkıyor….Siz o güzelden, o gönlünüzün sultanından vazgeçer misiniz? O’na olan ilginizden, sevginizden, aşkınızdan ve onu iştiyakla arzulamaktan geri durur musunuz?...

Bize üzüntü ve sıkıntı veren olaylar meydana gelebilir. Biz onların içindeki güzel bulma, görme durumunda olmalıyız.

Çerçeveye takılıp kalma yerine esas resmin içerdiği manalara yoğunlaşabilmeliyiz.

l-Üzüntü ve sıkıntılar bazen bir ikaz ve peşin ceza olarak da değerlendirilebilir ve bu, günahlardan kaçan insanlarda da olabilir.

Alıştığımız bir ibadeti, okumayı veya bir iyiliği aksattığımızda, görev olarak verilen bir bilgiye hizmet çalışmasını veya sosyal faaliyetimizi, ihmal ettiğimizde, bazen de ben de artık dinleneyim deyip, tenperverlik yaparak rahatımızı düşündüğümüzde, bir şefkat tokadı gibi, bu tür sıkıntı ve üzüntü veren bir olayla karşılaşabiliriz, ya da durduk yerde çokça sıkılabiliriz.

Rabbe teveccühden, hatalarımızdan dönmekten ve iyi işlere yönelmekten başka çare yoktur. Bu durumda üzüntü ve sıkıntıyı, ekolojik dengenin sağlanması gibi, ruh atmosferimizdeki dengenin bozulmasına karşı bir düzenleme ve denge kazandırma durumu olarak da değerlendirebiliriz. Bazen kendimiz de, aşırı gülmelerimiz karşısında, kalbimiz adına kendimize gelir ve “Estagfirullah ya Rabbi!” diyerek durumumuza tepkimizi gösteririz.

Sıkıntı ve üzüntü adeta Rahmani bir iç savaş teklifi sayılmalıdır. Dışta insanlığa hizmet yolunda savaş vermeyenler, iç savaşlarıyla yüz yüze kalırlar. Bu bir lutuf olarak değerlendirilebilir. Allah bizi bizimle, negfsimizle başbaşa uyuşuk, tembel, bedenine düşkün, zevk içinde yaşayan biri olmamızı istemiyor ki, böyle sıkıntılarla uyarıyor diye düşünmeli...Ve insan kendini dış hizmetlere mutlaka vermeli...

Bu, yaklaşım şekli Kur'an'da vurgulanır. Önceki milletlere doğru yoldan yan çizdikleri durumlarda; fakirlik, hastalık ve çeşitli sıkıntılar verilmiş, uyarılıp, dönüş yapmaları için mühlet tanınmıştır. Dönenler kurtulmuş, dönüş yapmayanlar da cezalandırılmışlardır (7/42).

Üzüntü, üzüntüye sebep olan yollarla çözülebilir.

Üzüntünün sebepleri aynı zamanda onun çaresi de olabilir.

Boş boş oturmak, hayalde tiyatro diyalogları geliştirmek insanı hep avutamaz, bazen de zarar verebilir. Zihin meşguliyetten sınırsız zevk alır. Ve bizim üzüleceğimizi de pek düşünmez. Kendimizi üzmemek için, zihnimizi yararlı rutin faaliyetlere alıştırmalıyız.

Haftada iki üç dost sohbeti ve çay toplantıları düzenleme, ihtiyaç sahiplerine malzeme taşıma gibi...ınsanlar eğlence geceleri düzenlerler de üzüntü gecesi hiç düzenlenmez. Oysa haftada bir kaç hüzün gecesi yararlı olabilir. Tabi ki bu, gelin üzülelim anlamında değil, gelin ruhumuza, kalbimize, aklımıza gıda sunalım, enerji yükleyelim de üzüntülerle baş edebilecek donanıma kavuşalım anlamına gelmektedir.

m-Sıkıntı ve üzüntü aslında ruhun doğal tepkileridir.

Mevlana’nın Ney’i gibi inlemesidir.

Aç kalan bebeğin ağlaması gibi ihtiyaç feryatlarıdır.

Ruh, ruhlar aleminden gelmiş bu ten kafesine hapis olmuştur. Bedenin ihtiyaçları gibi onun da ihtiyaçları vardır. Manevi gıdası ihmal edilince, üstelik sadece beden zevkleri altında ezilince, huysuzlanmakta, bu da bedene sıkıntı olarak yansımaktadır.

Hem ruhlar alemine duyduğu özlemini hem de ruhsal ihtiyaçlarını, bu sıkıntı iletileriyle dile getirmektedir.
Ruh, bazen kalbimizin güvercin kanadına benzer şekilde pır pır etmesi ve titremesi gibi, tepki mesajlarını böyle sıkıntı ve üzüntülerle iletmektedir. Bu tepkisini susturmak için, denize koşar gibi günahlara dalmak, onu boğarak susturmak anlamına gelir.

Çözüm, ruhumuzun gerçek hasretini dindirecek ve ihtiyaçlarını giderecek okumalara, dinlemelere, ibadet, dua ve hizmetlere yönelmektedir. Beden dilimizi çözmeye çalışan kitaplar olduğu gibi davranış bozukluklarını inceleyen ilim adamları da vardır. Ruh dilimiz de iyi irdelenir, dili çözülmeye çalışılırsa, psikolojik pek çok rahatsızlığın tedavisinde de büyük kolaylık sağlanmış olacaktır. Çalışmamızda ayetleri ön plana getirerek, ruhu konuşturmaya çalışmaktayız aslında!..

n-Üzüntün, sıkıntı ve stresin üstesinden gelmenin belki de en kalıcı ve etkili ilacı Namaz'dır diyebiliriz.

Sebebine gelince, üzüntü ve sıkıntının en etkili ve kalıcı sebebi günahlardır.

Günah demek aslında "Ruhun ekolojik dengesinin bozulması" demektir.

Tertemiz vicdan sayfasına bir lekenin damlaması demektir.

Namaz ise insanın iç dünyasını kirletecek olumsuzluklardan uzak kaldığı ve ruhuna gerçek bir denge kazandırdığı tek platformdur.

Namaz olumsuz duygu ve düşünceleri üreten bataklıkları kökünden kurutma eylemidir. Ayetlerde sıkça geçen Takva, genel anlamda Allah’ın emirlerine uymak yasaklarından kaçmak olarak özetlenebilir. Bu bir insanın sürekli olumlu duygu, düşünce ve davranışlar içinde olduğu, olumsuz duygu, düşünce ve davranışlardan uzak kaldığı anlamına da gelebilir.

En basit örneğiyle namaz, ayetin ifadesiyle insanı her türlü fuhuştan ve kötü görülen şeyden uzak kalmaya alıştırmaktadır (29/45). Her gün en azından 5 kez insan, elini kolunu, ayağını, dilini gözünü kulağını kötülüklere karşı bağlamaktadır. Duygu ve düşünce olarak da insan namazda kötülüklerden arınır.

Namaz esnasında kötülük yapamayan insan, sürekli her gün beş zaman diliminde bunu tekrar edince, bu bir alışkanlık haline gelmekte ve namaz sonrasında da etkisi devam etmektedir. Benzer olayı oruç için de düşünebiliriz.. Böyle ruh eğitimi almış, duygu ve düşüncesi ve organları üzerinde denetim sağlamayı öğrenmiş insanın, üzüntü ve sıkıntı duygusu üzerinde disiplin sağlaması da kolay olabilecektir.

o-Üzüntü ve sıkıntının, diğer ilacı duadır. Namaz gibi etkilidir.

Hatta bazen namazla at başı gibidir.. Çünkü insanlardan uzak, çoğunlukla tek başına Allah ile baş başa iken içten yapıldığından halis bir ibadet sayılır. Olumsuz duygu ve düşüncelerin ruhta meydana getirdiği arızaların giderilmesinde de çok etkili olur.

Dua vücuttaki rejenerasyon sistemini harekete geçirebilir. Özellikle kalp ve vicdan merkez üstünde istemenin ve israrla yapılan duanın, evreni aşarak titreşimler meydana getirmemesi, varlığımızda bir değişime yol açmaması mümkün değildir. Bunu bir de, cehennem alevlerini söndürecek güçte görülen göz yaşlarıyla taçlandıranlar, duanın etki gücünü çok iyi anlayacaklardır. Peygamberimizin bu konuda çokça ettiği bir duayı tavsiye edebiliriz:

“Allahümme innî eûzü bike minel-hemmi vel-hazeni ve eûzü bike minel-acezi vel-keseli ve eûzü bike minel-cübni vel-buhli..”

"Allahım, tasa ve hüzünden, acizlik ve tembellikten, korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım”.

Evet, üzüntü, korku, psikolojik rahatsızlıklar ve ilacı: Cömertçe malla ve canla dış aksiyon!..Ve iç aksiyonu ibadet ve dua!..

ö-Duygu ve düşüncelerin "Ta'dîl edilmesi" prensibini öğrenmek ve uygulamak, üzüntülerimize karşı son derece etkili olabilir.

Çünkü çoğunlukla düşündüklerimiz sonucunda belli bir kısım duyguların bizde hakim olduğuna şahit oluruz. Söz gelimi geçmişte bize sıkıntı veren bir olayı düşüne düşüne, onun bizdeki bir kısım üzüntü duygularını tetiklemesine sebep oluruz. Böyle bir Tusunami türü duygu baskını karşısında güçlü setler örme durumunda olabiliriz.

ınancımızı, bilgimizi kullanır, düşüncemizi harekete geçirir, bir yandan o üzüntü veren olayın güzel yanlarına odaklanarak diğer yandan da bulunduğumuz andaki olumlu olayları ve durumları göz önüne getirerek, bize üzüntü veren o durumu ta'dîl etmiş, dengelemiş, deyim yerindeyse dezenfekte etmiş oluruz. Allah'ın hikmetlerini araştırabilir, "Bunda da bir hayır vardır!" diyerek, o yönlerine yoğunlaşabiliriz.

Her olumsuz duygu ve düşüncenin karşısına mutlaka bir olumlu duygu ve düşünce çıkarma alışkanlığını kazanmak üzüntünün en etkili ilacı olabilir.

Bunu sağlamada her 5 kez, belli zaman periyotlarında, bir terapi uygulaması gibi ruh dünyamıza doğrudan pencereler açan beş vakit namazın bu konudaki etkisini düşünmeli!.. Tabi ki pratik yaparak da tatmalı, yaşamalı...

-------------------------------------------------------
3-ÜZÜNTÜ PENCERESıNı DEğışTıRMEK :
-------------------------------------------------------

Üzüntü ve sıkıntınızın ismini değiştirerek, yeni olumlu bir isim takmanız ve farklı bir pencere açıp yeni bir çerçeve oluşturmanız da etkili olabilir.

Bu ve benzeri pek çok yöntem, kişisel gelişimle ilgili kitaplarda önerilmektedir. Aklın belirledikleri Kur’an’a uyuyorsa, uyuyordur, baş-göz üstü demek lazımdır. Aslında akıl, Kur’anca düşünsün diye vardır. Bilmeyerek de olsa pek çok akıl Kur’an gibi düşünebilmektedir.

Ve önerdikleri de Kur’anî öneri olarak alınabilir. şaşmayan akıl, karanlıktan çıkıp, vahyin ışığında yürüyen akıldır. Sıraladığımız maddelerde de görüldüğü gibi, konu, içinde bulunduğumuz halden uzaklaşmak, yeni bir duygu ve düşünce atmosferi hazırlamak, farklı bir pencere açmak, farklı moda atlamak, duruma yeni bir renk ve anlam kazandırmaktır.. Bu konuda Kur’an’dan bir-iki örnek verelim.

a-Sekîne penceresi oluşturmak:

“Üzülme dostum! Allah bizimle beraberdir!”...”Allah da sekîne indirdi…”(9/40)

"Sekîne", duygu ve düşünce huzuru ve güven anlamına gelir. Hicret sırasında, mağarada iken Hz.Ebu Bekir”in Peygamberimizle ilgili olarak endişe duyması, üzülmesi ve kaygılanması sonucu, Peygamberimiz bu sözü söylemiştir.

Böylece de Kapkaranlık mağarada, iç dünyasını aydınlatacak ve psikolojik durumunu değiştirecek yepyeni bir pencere açmış olmaktadır. Bu aynı zamanda yalnızlık duygusunu da giderecektir. Çünkü yalnızlık hem sıkıntının artmasında hem de sıkıntıdan günahlara atlamada kolaylık sağlayan riskli bir durumdur.

Allah ile beraber olduğumuzu normalde biliriz; fakat bilinçaltımız bunu bilmez, nefsimiz hatırlamaz, şeytan zaten hatırlanmasını hiç istemez! Allah beraberliği vurgusu ile hem vicdan uyarılmakta, hem de irade etkinleştirilmektedir.

Bu iki dev güc, işbirliği ile, anında olaya müdahale etmekte, duygu ve düşünceye acil müdahale yapmaktadır. Yanlış algılaması sonucu, panik haline girmiş bir insanın, gerçeği öğrenince sakinleşmesi gibi…Acaba Allah (C.C.) kadar varlıkta başka bir gerçek var mıdır? Ve O’nu hatırlamak kadar insana sekîne yani iç huzuru ve güven veren ikinci bir etkili hatırlama şekli belirlenebilir mi?

Yalnızlık insan için ciddi bir handikap olmakla beraber mükemmel bir fırsattır da. ınsanlar içinde, dünya işlerinin boğuculuğu altında insan, çoğu zaman kendini obje yapamaz, Allah beraberliğini yakalayamaz. Bu durumda yalnızlık bir nimettir.

Yıldızlar, hep yalnızlara kalırlar. Çok uzakta da olsalar!..Rabbimiz ise insana çok yakındır. Gönül semamızın yaldızlanması için bu yalnızlığı ganimet bilmeli, hüznümüzün hedefine Allah’ı koymalıdır.

O, hüzün kaynağı değildir, O’ndan uzak kalmak, işte esas hüznün kaynağı budur. Işık kaynağı Vahiy mağaradan parlamıştı. Her sıkıntı karanlık bir mağara psikolojisi yaşatabilir. Bunu, içi sekîne ve huzur dolu, kutlu ve nurlu bir mağaraya çevirmek elimizdedir. Güneşlerle gecemizi aydınlatan Yaratıcımız, kendisine teveccüh edildiğinde ruhumuzdaki karanlıkları da aydınlatacak, kalbimize ilhamlarını yollayacaktır.

b-Geçmiş ve gelecek pencerelerini boyamak:

Kur’anı incelersek, büyük bir bölümünde insan ve evrenin var oluş sahnelerinden, tarihe açılan sayfalardan, kıyamet öncesi ve sonrası olaylardan bahisler açtığını görürüz. Bunun yanında, insanın vicdan ve irade mekanizmaları başta olmak üzere, kalp ve akıl cephesinden, duygu ve düşüncelerinden, önemli bir potansiyel olarak da nefis ve kaprislerinden söz ettiğini fark ederiz.

Kur’an’da ayrıca verilen misaller ile doğa olayları, kıyamet, cennet cehennem konularındaki canlandırmaları ve tasvirleri çok dikkat çekicidir. Kur’an’ da geleceğimiz hakkında pencereler açılmakta ve o pencerelere uyan renkler kullanılmaktadır. Bugün bilgisayar dünyasında renklerin önemi büyüktür ve bir kaç tuşla bambaşka renklendirmeler yapılabilmektedir.

Renk kavramı Kur’an’da “Allah boyası” olarak, bir ayette iki kez geçer (2/138) Ve en güzel boya olan Allah boyası ile boyanmamız istenmektedir. Bu boyaya tabi ki fıtrat, iman, ibadet, hayırlı işler ve ahlak güzelliği olarak anlam verilebilir. Allah’ın güzel isimlerinin bütün varlığımızda tecelli etmesi adeta bize sanatlarının fırçasını vurması olarak ya da bizim de o güzel isimlerle ahlaklanmamız, mecazi olarak boyanmamız şeklinde de yorum yapılabilir

Kur’an ayrıca Yahudilerin kurban olarak kesecekleri sığırın farklı renklerinden (2/68,69), ibret için yaratılan insan renklerinden (Rum,32/22), hayvan ve bitkilerin renklerinden (16/13;35/27-28;39/21) ayrıca yolların (35/27) ve balın renginden (16/69) söz etmektedir. Bunun dışında zihnimizde renk imajı uyaracak tasvirler sıkça görülmektedir. Özellikle cennet nimetlerinin anlatıldığı ayetlerde bu daha bir belirgindir.

Biz de Kur’an’ın bu yönteminden yararlanarak, hayal tuvalimizde tablolar oluşturabilir, bilinçaltı sahnemizde dilediğimiz dekoru düzenleyebiliriz Bilincimiz ve vicdani duygularımız protokolde bunları izler ve etkilenirler. Tıpkı rüyalarımızda etkilendiğimiz gibi. Bir farkla ki hayatımızı doğrudan etkilerler.

Biz “şeytan Boyası” kavramını kullanmayı da gerekli görüyoruz. Renkler günahsızdır. Güzel amaçlar için yaratılan güneş ananın masum yavruları olarak ruhumuzda coşku oluştururlar. Burada renklerin hangi amaçla kullanılacağı önem kazanmaktadır kuşkusuz.

Kısaca renkler şeytanın ve onun temsilcisi haline gelmiş nefsin günah duygularına hitap ediyorsa, masumiyetlerini yitirmiş, kötüye alet edilmiş olurlar. Fakat renkler iman gözlüğüyle izlenirse, Allah’ın sonsuz güzelliklerine açılan müthiş bir gök kuşağın penceresine dönüşürler. Demek ki renkleri Allah boyası haline getiren tılsımlı dürbün, iman dürbünüdür…

Söz gelimi şöyle bir dörtlükle çiçeklere ve çiçek ruhlu insanlara bir gönderme yapabiliriz:

Menekşe sümbül gazel,
Hepsi birbirinden güzel
Bir kez O'na bir bakmış
Olmuş hepsi ayrı güzel

şimdi size üzüntü ve sıkıntı veren geçmiş gelecek ne kadar olumsuz pencere varsa, hepsini tıklayarak seçebilirsiniz, otomatik iman fırçasıyla üzerlerinden geçerek, bir anda tamamına, seçtiğiniz rengi verebilirsiniz.

Eğer geçmişe ve geleceğe iman nazarıyla bakılmazsa, karamsarlık olur, sıkıntı artar.

Sözgelimi bugün çok neşeli bir gün geçirdiniz diyelim, akşam geçmişe ait bir kederinizi, ya da gelecek bir endişenizi hatırlar ve üzerinde israrla durur, üfler şişirir, dert haline getirirseniz; o gün yaşadığınız bütün renkleri tek bir siyah renkle boyadınız, anlamsız hale getirdiniz demektir.

Kur’an boyasını elimize alma, sınırsız katalogundan mutluluk renklerini seçme ve bilinçaltı ve nefis arka planını da, kalp ve bilinç koruyucuyu da bir güzel boyama zamanıdır! Unutmayınız, günler geçer, ömür biter, renkler solar, ama imanımız hep aynı canlılıkta, tazelikte ve güçtedir, inancın renkleri asla solmaz!..

c-ıki yönlü kaynak araştırması yapmak:

ılki önümüzde ve içimizde bulunan üzüntü kaynağını inceleyip, bunun hiç de üzüntüye değecek bir şey olmadığının farkına varmak demektir.

Bu, aslında dünyayı ve dünyalıkları taparcasına sevmenin tabii bir sonucu sayılabilir. ınsan çok sevdiği ve ulaşmak istediği bir şeyi elinden kaçırınca ya da erişemeyince doğal tepki olarak üzüntüye gömülür. ınsan düşünürse, önünde ve elinde parlayıp duran cam parçalarının yalancı parıltılarını delicesine sevmeye ve ölürcesine kaygı duymaya layık şeyler olmadığını, bir gün zaten hepsinin elinden gideceğini fark ediverir. Böylece üzüntüsü en azından hafifler ve zamanla kaybolur.

ıkincisi bundan daha önemli ve etkilidir. Bu yöneliş esas ışık kaynağına, güç ve bereket pınarına yönelmek onu farketmekle gerçekleşir. ınsan "Benim sevdiğim ve bağlandığım her şeyin hakiki sahibi var, bana sıkıntı ve üzüntü veren her olayın bir yaratıcısı ve yöneticisi var !"der huzur bulur.

Öte yandan kendi iradesini ve duygularını yanlış yönde kullandığınını muhasebesini yaparak her sıkıntıyı aşabilecek güçte olduğu bilincine varır ve bu önemli iki kaynak düşünceye kendi aksiyon gücünü de ilave ederek bütün üzüntü kaynaklarına karşı kendini güçlendirmiş olur.

-------------------------------------
4-ÜZÜNTÜ VE SABIR GÜCÜ:
-------------------------------------

Üzüntü ve stresin en etkili çaresi sabır gücünü kullanmasını öğrenmektir. Allah hiçbir insana gücünün üstünde sorumluluk vermez, yapamayacağı ibadetleri de, kaldıramayacağı sıkıntıları da yüklemez (2/286). Bunun yanında sabırla sınanmak için, farklı şekillerde üzüntü ve sıkıntıya maruz kalacağımız da belirtmektedir (2/155;47/31).

Sabır gücünün farkına varmak için geçmiş ve gelecek ilişkisini iyi kavramak gerekir. Bu psikolojik bir hazırlık aşamasıdır. ınsanın bir yanılgısı, geçmiş ve geleceği nerde ne zaman düşünmesi gerektiğini bilememesidir. ıçinde bulunduğumuz ruh hali neyi gerektiriyorsa, o akışa kendimizi salıp, geçmiş ve gelecek korku ve endişelerin, ya da zevk veren anıların hayallerin içine dalar gideriz. Sonra da kalkıp bu hayat çekilmez deriz!

Oysa sabır gücümüz, her bulunduğumuz an için yeter de artar bile. şu an oturup geçmişte yaşadığınız diş ağrıları için kendi kendinize eziyet çekmeniz akıllıca mı? Öte yandan dişiniz ya da bir başka uzvunuz yarın öbür gün veya ileriki bir tarihte yine ağrıyabilir diye üzülmek, ağlamak, doğru mu?..

Demek ki biz, aslında üzüntü ve stres yaşarken, çoğunlukla, olmuş bitmiş ya da hiç olmamış, günlerin ve olayların hayali ağırlığını da getirip bugünkü yaşantımızın üstüne ekliyoruz. Ve bunca ağırlık karşısında doğal olarak boşa üzüntü ve sıkıntı çekiyoruz.
Bu, elimizdeki büyük sermayeyi birkaç günde çarçur edip, eli boş ortada kalmamız gibidir. Bir komutanın, evhama kapılıp askerlerini sağa sola dağıtarak, merkezi zayıf bırakması ve hücumlar karşısında dağılması gibidir.
Aslında boş kuruntularla psikolojik yapımızı zayıf düşürüyoruz, kendimizin mağlubu kendimiz oluyoruz. Sabır tılsımına gerçekten sahip olan bir insan, iç dünyasının zenginliğine göre, bu sırra eremeyen iki insanla on insan arası sabır gücüne sahip olabileceğini bile söyleyebiliriz (8/65).
ıman sonsuz sabır demektir. ıman gücüne dayanan, sınırsız sabır kapısını açmış demektir. Çünkü 70 yıl yaşayıp ölen Müslüman sonsuz cenneti kazanır. Çünkü 1070 yıl da yaşasaydı bu imanında sabırla, sebat edecekti. Sonsuz sabır niyetiyle, sonsuz cenneti kazanmış olacağız.Hem sonsuza gidecek olduktan sonra, 70 yıllık sabır da nedir ki!..Hayal terazimizin bir kefesine 70-80- yılı diğerine sonsuz yılları koysak, bilincimiz ne derdi acaba?

Sabır her şeyden önce Allah beraberliğini (2/249; 8/46,66) sevgisini (3/146) hayrını (16/126) yardımını (2/153) hesapsız cennet ücretini bize (39/10) kazandırmaktadır.

Kur’an’da sabırla imtihan olacağımız özellikle belirtilir (2/155;47/31). Hatta şu ayet konuya farklı bir ciddiyet ve hassasiyet kazandırmaktadır:

"ınsanlar, imtihanlardan geçirilmeden, sadece iman ettik demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Öncekileri de imtihandan geçirdik. Allah doğruları ve yalancıları ortaya çıkaracaktır" (29/2-3). Doğru insanlardan olmaya çalışmak ve doğruluk yolunda sabretmek hayat amacımız olmalıdır.

Sabır gücü kazanmamızda Peygamber hayatları son derece etkili olabilir, sıkıntılarımız karşısında ciddi güçlü moral takviyesi yapabilir.
Hükümdar olan, insanların dışında, şeytanlara, cinlere ve bilinemeyen yaratıklara bile hükmeden ve sınırsız servet sahibi olan Hz. Süleyman da ciddi hastalıkla sınanmış, Hz. Eyyüb yıllarca hasta yaşamıştır (38/34,41).

Hele 950 yıl insanların hidayeti için çırpınan ve onlardan gelen her sıkıntıya katlanan Hz.Nuh, bu konuda sıra dışı denilebilecek bir örnek teşkil etmektedir(29/14). Demek ki Allah sevdiklerini sıkıntılarla dünyaya değil kendine bağlıyor!..

Hz.Yakub’un sabır konusundaki yaklaşımı da bize çok şey kazandırabilir. Çocukları, çekemedikleri Yusuf’’u kuyuya atmışlar, kanlı gömleğini getirerek, kurt yedi demişlerdi. ılerde bu hasretten gözlerini de kaybedecek olan Hz.Yakub şöyle der: "Sabr-ı Cemil!.."

"Güzel bir sabır'dan başka yapacağım bir şey yok! Bu durumda yardım edecek ancak Allah’dır” (12/18).

Yıllar sonra en küçük oğlu Bünyamin’in Mısır’ da bırakılması karşısında da aynı sözleri, şu ilave ile söyler: ”...Ümit ediyorum ki Allah onu bana getirir, O ilim ve hikmet sahibidir ” (l2/83).

Burda, sabırla Allah’a tevekkül ettikten sonra, ümitsizliğe düşmeme ve Allah’ın yaptığında hikmet arama gibi bir pencere açılmakta, farklı bakış açısı getirilmekte; dolayısıyla sabır gücü yerinde ve etkili biçimde kullanılmış olmaktadır. Sabır duygusuna da "Güzel" sıfatıyla ayrı bir anlam kazandırılmaktadır. Allah ile beraber olma, insana sabrın en güzelini kazandırmaktadır.

Ve bu güzel vasıflı sabır, üzüntünün meydana getireceği ruhsal tahribatı da, kişilik bozukluklarını da önlemiş olmaktadır.

-----------------------------------------------------
5-SABIR GEREKTıREN BEş ANA KONU :
-----------------------------------------------------

Kur’an’da sabırla sınanacağımız şu beş konu üzerinde durulur.

a)Allah’ın emirlerine karşı sabır.

En başta Allah’a iman ve bunun sonucu başa gelebilecek her sıkıntıya, namaz ve oruç ibadetine, ibadet kadar önem verilen savaş zamanı düşmanla, barış zamanı cehaletle mücadeleye sabır gelmektedir. Diğer ibadetler ve güzel ahlak ilkelerine uyma da bu cümleden sayılabilir. Namaza ve oruca katlanabilen bir insanın katlanmayacağı sıkıntı olamaz.

b) Allah’ın yasaklarına karşı sabır:

Hırsızlık, fuhuş, içki, kumar yalan, gıybet, israf gibi günahları işlememeye karşı sabır. Ruh, vicdan, kalp, akıl ve mantık gücüyle; şeytandan gelen vesveselere, nefsimizden gelen kötü arzulara karşı gösterilen direnç ve mücadelede sabırla sebat etmek gerekir. Haramlardan uzak kalan insan, yüzde elli üzüntü ve stres kaynaklarını kurutmuş sayılır.

c) Felaketlere,hastalıklara ve her türlü üzüntü ve sıkıntı veren olaylara karşı sabır.

Yaşlanarak yatağında değil de, sıra dışı ölümle ölenler manevî şehit sayılır, deprem ve yangında mal kayıpları sadaka hükmüne geçer.Günahların da affına vesile olur. Hastalık, olmuş meyvaların dökülmesi gibi günahları döker. Ayağa batan diken, başa giren ağrı bile bazı günahlara kefaret olur, ve insanın manevî derecesini yüceltir.Çoğu üzüntü kaynağımızın aslında sevaplar ve avantajlarla dolu olduğunu görebiliriz.

d) Allah rızasını kazanmak ve insanlara yararlı olmak amacıyla, hayat boyu, fedakarca ve çilelerle yapılan her iyilik ve hizmetlere devam etmede sabır.

Bu çok önemli bir konudur. Burada arkadaş, dost, toplum, milletler çapında bir hizmet söz konusudur. Büyük işlere soyunan insanlar, baştan niyetleriyle büyük sorumluluk ve güç yüklenmiş sayılırlar, her üzüntüye karşı adeta manevi bir bağışıklığa sahiptirler. ıhlasla, karşılık beklemeden, millet hizmetinde koşturan insan, kendisini başkalarının üzüntülerinin giderilmesine vakfettiği için, hayatın kendisine getirdiği her çeşit üzüntüyü zararsız bir şekilde kolayca atlatabilir. Aslında milletinin derdi kendi dertlerini unutturur.

e) Zamana karşı sabır.

Bir ağacı dikeriz fakat meyvası için bekleriz. Allah’ın tabiat kitabında yazdığı bu gibi gelişim kanunlarına, insanlar arası ilişkilere ve toplumsal olaylara uyum sağlamada insan genellikle aceleci davranır. Hemen diplomaya ulaşmayı kısa zamanda çok kâra geçmeyi, bir koltuk kapmayı, ilk seçimde iktidarı ele geçirmeyi, ülkece derhal zengin olmayı isteme gibi.

Hayat, bütün olaylarıyla böyle süreçler yaşatır bize.Ve bu bazen senelerce sürecek bir sabır anlamına da gelebilir. Nuh Peygamberin bin senelik tebliğ hayatına nasıl sabrettiğini bir düşünelim!.. ınsan bilinçaltını da bilinç üstünü de, kalbini vicdanını da buna ikna etmeli, iman gücüne dayanarak, bütün ruhuyla hayatın sıkıntılarına dayanıp, iyi yolda mutlaka başarılı olacağına kilitlenmelidir.

Üzüntü ve stresin hayatımızı olumsuz etkilememesi için mutlaka çareler aramalıdır. Doktorlara gidilmeli, kitaplar okunmalı, seminerler takip edilmelidir. ıbadet yapılmalı, dualar edilmelidir. Ancak, kalıcı ve etkili bir sonuca ulaşmak istiyorsanız, yukardaki beş maddeye uyum içinde, dengeli ve ölçülü bir hayat yaşayan insanları, aileleri ve hangi tür çiçek kokuyor olursa olsun güzel toplulukları arayınız, onların akışıyla akınız, koşuşlarıyla koşunuz, soluklarıyla yaşayınız. Onların sevinç ve üzüntülerini, prensip ve ideallerini paylaşınız. Kendinizdeki gerçek değişimi kısa zamanda görecek ve:

Üzüldüğünüze üzüleceksiniz!..

Bu aydınlık simaları daha önce niye tanımadım diye, turnikeye geç girdiğinize üzüleceksiniz.. Sonra üzüntü ve streslerinize yeni anlamlar yükleyeceksiniz. Üzüntüsüz yaşama sanatını kitaplardan alıp, gerçek hayat tuvalinde, rengarenk tebessüm kalemlerinizle, desen desen çizerek göstereceksiniz.

On yıl kadar yataktan kalkmadan, hastalığa sabreden Hz.Eyyüb gibi, bin yıl milletini irşad etmek için sabırla koşup duran, üzüntüsüne asla yenilmeyen Hz.Nuh gibi, siz de bir sabır kahramanı olabilir ve meleklerden tebessüm ve alkış alabilirsiniz

drmavi

2

22.07.2005, 13:19

Allah (c.c.) razi olsun, cok yararli ve güzel bir yazi...
Islamiyet kildan ince kilictan keskindir...

Risale Okuyorum

Üyeliği İptal Edildi

  • "Risale Okuyorum" bir erkek
  • "Risale Okuyorum" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 663

Konum: Ankara

Meslek: Öğrenci

Hobiler: İnternet, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

3

22.07.2005, 15:23

Allah razı olsun. Sonunadek okudum. Değerlendirdim de aynı zamanda :wink:
"şimdi oku, kabirde okuyamazsın!" (Zübeyir Gündüzalp)

4

18.08.2007, 19:10

Zorluklara karsi sabir!!


- “Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, belki hiddet anında kendisini zapteden, iradesine sahip olan kişidir.”
(Buhârî, Edeb, 102; Müslim, Birr, 106–108).

- “Allahu Teala: Bir mümin kulumun dünyada sevdiği dostunu aldığım zaman o kimse sabredip Allah’dan ecir beklerse, onun mükafatı cennettir” buyurdu.
(Buhârî, Rikak 6).

- “Herhangi bir Müslümanın başına yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan diken batmasına varıncaya kadar her ne gelirse, Allah bütün bunları o Müslümanın hatalarına keffaret kılar.”
(Buhârî, Merdâ, 1, 3; Müslim, Birr, 49).

- “Allahu Teala bir kimseye hayır dilerse, o kimsenin günahlarını bağışlamak ve derecesini yükseltmek için, onu musibete uğratır.”
(Tirmizî, Zühd, 57. Ayrıca bk. ıbnî Mâce, Fiten, 23).

- “Erkek olsun kadın olsun, bir mümin Rabbine, günahsız, tertemiz kavuşuncaya kadar başından, çoluk çocuğundan, malından bela eksik olmaz.”
(Tirmizi, Zühd, 57).
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

Mesajlar: 19

Konum: istanbul

Meslek: grafik tasarimci

  • Özel mesaj gönder

5

27.11.2007, 23:49

Allah razı olsun. böyle yazılara inanın çok muhtacız. bilmiyorsan bir bilene danış misali.. ve psikolojik konuların bizzat Kuran'ı kaynak yaparak istifade edip ele alınması kadar güzel birşey yok. diğer türlü insan güvenemiyor. psikoloji bilimine bile güvenmiyorum. inşallah sizler daha çok yazarsınız da biz de okuruz.
davasını ifade eden kazanır. Z.Gündüzalp

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir