Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

25.06.2005, 10:00

İman ve İslam Atlası,Necip Fazıl

ıman ve ıslam Atlası, Necip Fazıl

ınsanda ilk his, mahluk olduğu, yokken var edildiği ve yaratıcısı olmayan yaratığın olamayacağı bedahetidir...

Bazı surelerin başındaki "Elif-Lam-Mim" gibi kelime teşkil etmeyen harfler, Sevenle Sevilen arasında şifreler...

"Allah seni yaratır da ne yapacağını bilmez mi?" (Abdülhakim Arvasi) ışte kader!..

Allah'ın yarattığı dünyada O'nun irade ve tasarrufu dışında ne olabilir? "Allah bu işe karışmaz!" tarzında tekerlemelerden de abes ne gösterilebilir? Allah'ı sınırlayanlar "Allah" derken O'na inanmayanlardır...

Hayvanlar bile göze çarpmaması gereken uzuvlarını kuyruk altlarına ve apış aralarında saklarken... Bir çeşit insanda bu fıtri ihtiyacı anlayamamak ne oluyor?.. Kur'an böylelerine "hayvandan aşağı" diye kaydeder...

ımam-ı Rabbani Hazretleri, Kabe'yi, madde dünyasının tükenip ruh aleminin başladığı nokta diye tarif eder. Bundan daha manalı bir tarif olamaz...

Kadınla erkek arasında eşitlik iddiası, güneşle ayı eşit bilmek derecesinde abes... Birçok yerde erkeğin çok üstündeki kadın, birçok yerde altındadır. Daha doğrusu himayesi altında... Zaifin kuvveti...

Dini korku ve ümit icad etmiyor, asıl din, korku ve ümidi getiriyor...

Ahlak mı fikirden, fikir mi ahlaktan? Yumurta tavuk hikayesi... Fikir niçini, ahlak nasılı temsil eder... Kainatı idrak cehdimiz fikir, ona karşı tavır alma ihtiyacımız, ahlak... Bilmekte fikir var, yapmakta ahlak vardır; ve ikisi de suyu bütünleştiren çifte madde halinde kaynaşmıştır...

Felsefe ki, çıkış noktası hiçbir temel itikat hedefine bağlı olmadan, başıboş ve oltasına hangi balık gelirse onu hakikat kabul eden bir akıl müessisesidir; şimdiye dek hiçbir ahlak sistemi getiremedi, getirdiğine inandığını da tutturamadı

Puta tapanların bile, batıla itikatları onlara yine batıl tarafından bir ahlak yoğurmuş ve sırf maverai bir inanışa dayanmış olmaktan ötürü bu nevi ahlak çeşitleri, bellibaşlı bir zaman ve mekan içinde, ferde, aileye ve cemiyete sinmeyi başarabilmiştir

Demek ki, sahtesiyle bile din olmadan ahlak olamıyor...

Din, ahlakı aramaz ve aratmaz, doğrudan doğruya emreder. Emrettiği şey de insan yaratılışına mutabık düşer...

Tarihçi bir ingiliz, Kainatın Efendisi hakkında "samimilikte, olduğu gibi olmakta, bir eşi gelmemiş insan" der de "Allah Resulü" diyemez. Allah'ın Resulü, memuriyetine öyle inanmıştı ki, bu inanışa öyle olmaktan başka çare yoktu. Öyle olmak ve öyle olduğuna inanmış bulunmak, birarada...

Allah'ın Resulü'ne soruyorlar; "Mümin zina eder mi?" Sükut buyuruyorlar. Soruyorlar; "Mümin yalan söyler mi?" Cevap; "Mümin yalan söylemez!" Bu sükut ve cevapta, yalanın ne demek olduğu bütün dehşetiyle ortada...

Yalan hilkatin, dolayısıyla hakikatin bile bile tahrifidir ve Allah korkusu çeken mümin için imkansızdır...

Korku ve sevgi; "Allah'ım, ben sana cehennem korkusuyla tapıyorsam beni cehenneminden çıkarma, ve eğer cennet tamahıyla tapıyorsam cennete alma!" diye dua eden veli meseleyi çözmüştür...

Kadının, nerelerde kuvvetli olduğunu bilmeden, evinde ve cemiyet hayatında kuvvet taslaması, kendi öz sihir ve cazibesine ihanettir...

Birçoklarının can vermeden gömüldüğünü iddia eden bir maddeci, bize kendi sığ ve kısır mantığına göre şu mütalaayı yürütmüştür; "Açılan mezarlarda birçok ölü yüzüstü yatmış görülmüştür. Demek ölmeden gömülüyorlar. Can verinceye kadar da kabirde çırpınıyorlar!" Maddeciye kabir azabının hak olduğunu ve bu azabı ruhla beraber cesedin de çektiği ve mezarda yüzüstü gelmenin kabir azabından nişane ıslami bir tavır ifade ettiği nasıl anlatılabilsin?.. Eğer madde gözü açılan kabirlerde bu manzaraya şahit oluyorsa din hikmetini vesikalandırıyor demektir.

Yunus Emre kabir azından korkusunu "yüzüstü düşmek" tabiriyle anlatır;

Ya Rabbena şaşırtma,

Yüzüm üzre düşürme,

Zebaniler üşürme,

Kabre vardığım gece!

"Yok" diyenlere bir sözüm var; siz bana gerçekten yok olan birşeyi gösterebilir misiniz ki, yoku ispat edebilesiniz?.. Gösterebilecek olsanız zaten o şey yok değil, var olur. Gösteremeyince de yok demeye imkanınız kalmaz! Allah'a yok diyebilmeniz ayrıca ispat ediyor ki, o "var"ın ta kendisi, "yok"un da yaratıcısı...

Benim elim, benim ayağım, başım, gözüm, kalbim vesaire... Vücudumuzu terkip eden her şeyi "benim" diye sayıp tüketebileceğimize göre ya "ben" nerede?.. O kimin?

Allah Resulü'nün "devemi bağlayayım mı, tevekkül mü edeyim?" diye soran bedeviye verdiği "bağla ve tevekkül et!" cevabı, tedbir ve takdir arası iş ölçüsünde tek... Hz.Abu Bekir'in Miraç mucizesine karşı çıkanlara "O söylediyse doğrudur!" mukabelesi, Peygambere bağlanmakta biricik... Hz.Ömer'in "Allah'ın takdirinden mi kaçıyorsun?" diye haykıranlara "Allah'ın takdirinden kazasına sığınmaya gidiyorum!" sözü, kaderi anlatmakta en üstün... Hz.Osman'ın Ebuzer Hazretlerine "Ben Allah'ın Resulü'nden görmediğimi yapmam!" karşılığı, sadakatta usul temeli!.. Esasların esası ıslamda, usullerin usulüne kadar ne noksan ki?..

Gençliğine doymadan gitti, derler... Doymak mümkün mü ki, doyup da gitsin... Doymak orada değil... Burası acıkmanın yeri...

Bazıları "Ben Allah'ı severim; O'ndan korkmam!" der. Bilmez ki, korku, sevginin ta merkezine yerleştirilmiştir. Sevgi korkunçtur. Dağın tepesini seven, uçurumundan nasıl korkmaz!..

Kafir - ınsan nedir?

Mümin - Allah'ın aynası...

Kafir - Neye memurdur?

Mümin - Mukaddes emanete...

Kafir - Mukaddes emanet ne demektir?

Mümin - Allah'a ermek sırrı...

Kafir - Nasıl erilir?

Mümin - Kullukla...

Kafir - Kulluk nasıl olur?

Mümin - Allah'ın emir ve yasaklarına baş keserek...

Kafir - Bu kadarı erdirir mi?

Mümin - Ermenin ilk basamağına çıkarır...

Kafir - Sonraki basamaklar?

Mümin - Ruhta ve ruhun hayatında...

Kafir - Bu dünyadan gaye?

Mümin - "Hiç"ten "hep"e ve ölümden ölümsüze geçmek ve davanın kadro ve rejimini kurmak...

Kafir - Bu yolu kim gösterir?

Mümin - Peygamber...

Kafir - Bu işin ismi?

Mümin - Din...

Kafir - Bu işin kitabı?

Mümin - Allah kelamı...

Kafir - Ya öbür peygamberler?

Mümin - Hepsi kendi zaman ve mekanında hak...

Kafir - ıslamınki?

Mümin - Her zaman ve mekanın Mutlak Resulü...

Kafir - Ondan sonra peygamber gelemez mi?

Mümin - Ne de mutlak manasıyla Ondan evvel gelebilirdi?

Kafir - O beşerin bütün verim hakkını inhisar altında mı tutuyor?..

Mümin - O, beşerin bütün verim hakkını Allah'ın kendisine lutfettiği sonsuzluk bulutları içinde, uzayabildiği kadar uzamaya davet ediyor ve bu davetin inhisarını elinde tutuyor

Kafir - Siz, bakılınca görülemeyecek kadar geri bir mazisiniz!

Mümin - Biz, gerçekten, bakılınca görülmeyecek kadar ileri bir istikbaliz!..

Safsata!.. Cankurtaran simitlerinizden biri... Safsata... Onu hem siz yapar, hem de muhatabınıza isnat edersiniz!..

Kafir - Sizdeki yalnız tevilden ibaret güzellik...

Mümin - Sizdeki de tevilsiz çirkinlik!..

"Sen akılcılık mesleğini yıktın ama, metodun aklidir; buna ne dersin? diyenlere Bergson şu yanıtı vermiştir; "demek ki, aklın en üstün ve en nihai faaliyeti, kendi metodiyle kendi kendisini tahrip etmekmiş..."

Mümin - Kullarını her hususta birbirine muhtaç yarattığına göre, en üstün akıl derecesindeki Peygambere de bütün kullarını muhtaç etmesi ve Allah'a ermek yolunda kullarının bu ihtiyacını Peygamberle gidermesi Yaradanın şan ve rahmetine tam uygun değil mi?

Kafir - Peygamberlik iddiasındaki zatlar bunu kendilerinden uyduruyorlarsa?

Mümin - şüphe denilen iblis, size bu tarafıyla nüfuz ediyor da niçin "ya dedikleri aynen doğruysa!" sualine yanaştırmıyor? Allahı kabul eden için onun, kullarına inayet ve rahmet muradıyla Peygamberler halketmesinde bir muhal hissi duyulabilir mi? şüpheci şeytan niçin şüphe madalyonunun öbür yüzünü gizliyor?

Kafir - ıyi ama Peygamberlerin sıdkına ait hangi vesikaya sahibiz?

Mümin - Yine kendi elinizle yakalandınız. Müthiş bir vesikaya sahibiz. ıhlasları... Namütenahi derin ve taklit kabul etmez saffet ve halisiyetleri... Azim ahlakları, üstün akılları ve en küçük hayal ve vesveseye yer vermeyen örnek doğrulukları...

Kafir - Yalancı peygamberler görülmemiş değil ya!..

Mümin - Aman, şimdi ne güzel yakalandınız! Elbette görüldü. Fakat onlar peygamber olup da yalancı olanlar değil; yalancı olup da peygamber olmayanlardır. Bu işin yalancısı hemen yakayı ele verdiğine göre, demek bizzat ve bilfiil doğrucunun sıdkına ve doğrucuların varlığına kıyas unsuru teşkil ederler... Hemen foyaları meydana çıkar...

Kafir - Kelime ve mantık oyunu!

Mümin - Sizinkiyse küfrün peşin hükmü...

"Bunlara desen ki, arkandan bir kaplan geliyor, üzerine hücum edip seni parçalayacak, inanmazsan dön ve bak! Sana şu cevabı verirler; inanmam ve dönüp bakmam, sen daha evvel arkamdan kaplan geldiğini ispat et ki, bakayım!" ımam-ı Gazali

Felsefe başıboş bir çıkış ve bulamayış, ıslami tefekkür ise düzenli bir yol alış ve bulduğunu derinleştiriş ve genişletiş... (hikmet)

Mümin - Hem Peygamberleri "büyük zatlar" diye vasıflandırıyor, hem de onları yalanların en şeniine müsait görüyorsunuz!

Kafir - Hayır, öyle bildiğiniz çeşitten, menfaata bağlı, adi yalanlardan değil... Onlar, belki de halktan evvel buna inanmışlar, kendi kendilerini inandırmışlar...

Mümin - Bu takdirde de onlara muvazenesizlik ve hastalık isnad etmiş oluyorsunuz. Bize hayatı, ahlakı ve mizacı anlatan hangi peygamberde yalancılık veya ruhi bozukluk gibi bir hal görmeye imkan vardır?..

Kafir - Siz istediğinizi söyleyin! ıslamın her emri tahammülün üstünde serttir.

Mümin - Nefsinize mülayim gelmesini mi beklerdiniz? Öyleyse siz bir din değil, bir haz vasıtası arıyorsunuz! Hangi deva, bilhassa gidermeyi taahhüt ettiği hastalıkla aynı nispette olarak, hastaya sert ve acı görünmez ki... Ebediyet davasının devası elbette nefse acı gelecektir...

Kapitalizm ve sosyalizm, nazizm ve liberalizm, materyalizm ve idealizm, alemde dava ve aksi dava halinde kaç mezhep, cereyan ve istikamet varsa, hepsinin talip olup da vasıl olamadığı hakikat ıslamlıktadır...

ıslamiyetin, dış görünüşüyle, sertlik ve merhametsizlik gibi duran bütün emir ve yasakları, aslında en yüksek, en varılmaz merhamet zirvesine bağlı ölçülerdir. Dişi ağrıyan ve kendisini taştan taşa çarpan bir adama merhamet, onu şişkin yanaklarından öpmek midir, yoksa zorla ağzını açıp bağırta bağırta dişini sökmek mi? ıslamın kılıcı, operatörün neşteri gibi, bizzat ve binnefs merhamet aletidir...

Siz kendi hilenizin meydana her çıkarılışında size oyun yapıldığını sanıyorsunuz... Zina ve hırsızlık medeni hayatın gereği midir?

Sonsuzluk; bu tekerlemeyi kafadarlarınız sık sık dillerine dolarlar... Bir an içinde olan, o hal üzerinde kalır. ınsan kurşunu bir an içinde yer, fakat ölümü hep devam eder. Müessirle eser aynı zaman hududu içinde hesaba çekilemez. Olmak istediğinizi bir kere oldunuz mu, bir daha ondan dönemezsiniz. Bakın, şu "tabiat" dediğiniz tabloya!.. Orada herşey bu kanuna bağlı değil mi? 9 ayda doğan çocuk 9 ay sonra tekrar ana rahmine dönmek imtiyazını kazanabiliyor mu?.. 1 dakika içinde yanıp kül olan bir kağıt 1 dakika sonra karbon olmaktan dönebiliyor mu?.. Böyle bir anlayış zamanın hakkını vermek değil, onun yapıcılığını görmemek olur ve böyle bir abes ancak küfre yakışır...

Adalet, kendi kendisiyle değil, Allah ile kaim bir keyfiyettir ve onunla Allah'ı ilzam etmeye kalkışmak yerine, adaleti ve topyekün hakikati Allah ile ilzam etmek gerekir. Adalet ve hakikat Allah'ın dilediğidir; ve Allah ne dilemişse adalet, ne göstermişse hakikat odur. Hele insandaki tecellisiyle adalet ve hakikat sadece bir mahluktur; yaradanı yaratığıyla imtihana çekmekse hezeyanların en şifasızıdır. ışte size küfür mantığının raporundan birkaç satır!..

Allah Resulü'nün belağat ve fesahatlerini göstermek için birer örnek halinde aldığımız hadisler, hepsi birbirinden güzel olarak onbinlere varır. Bu türlü yüksek manaları böyle kısa lafız ve cümlelerle ifade edebilmek, fesahat sahiplerinden hiç kimseye nasip olmamıştır. Hangisi ele alınsa bir cihana bedel olduğu görülür...

ıbn'il-Hac'a göre, Allah Resulü'nün "sevdim!" demeyip "sevdirildi!" buyurmaları da, bütün alakalarının esasta Allah ile olduğu ve malum iki unsurun, kendilerine hikmet icabı sevdirildiği manasınadır...

"O insandır, fakat öbür insanlar gibi değil... Nasıl ki, yakut taştır, fakat öbür taşlar gibi değil..." Ebülhasan şazeli

Hususiyle kıyamette göklerin paramparça olacağına dair sarahat vardır. ıslam davası güden, bunları nasıl inkar edebilir? Peygamber, mucizesini muhatabına gösterir, yoksa bütün dünyaya garip işler seyrettirmeye kalkışmaz...

"Benim Kur'an'da yedi ismim vardır; Muhammed, Ahmed, Yasin, Taha, Müzemmil, Müdessir, Abdullah"

"Taha" bazılarınca "ey erkek" manasınadır. Kimi de buna "ya Tahir, ya Hadi" manasını vermişler ve "murad Allah'ın Resulü'dür" demişlerdir. "Yasin" ise Tayya Lügatında ve Habeş dilinde "insan"ın karşılığıdır. Kimine göre de Süryani dilinde "insan" demek... Bir kavle göre de Allah Resulüne has isimleriyle hitap... Ebu'l-Aliye'ye göre "ey-erkek" EbuBekir Verrak nazarında da "ey beşerin efendisi!" Cafer-i Sadık Hazretlerince de "ya Seyyid"...

"Kafirler, Allah Resulü'nü, ne zaman yalanlasalar ve incitseler, Hz.Hatice yetişince mahzun gönülleri açılırdı" Zira Hz.Hatice, Kainatın Efendisine daima teselli vermekte gayet becerikliydi. şöyle derdi; "Sen kafirlerin ettiğinden üzülme, mahzun olma! Onlar cahiller sürüsü... Bütün Peygamberler bu cefayı çekmişlerdir" Bu türlü okşama ve desteklemelerle Allah Resulü'nün gönüllerini hoş ederdi. Hz.Hatice, vefatına Mukaddes Zevcine karşı bu tavrında devam etti. Kadınların kocalarına sevgi ve saygısı Hz.Hatice'nin

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir