Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

81

13.08.2004, 23:44

Alıntı sahibi ""Muhammed_Ruhullah""

selam
birşey demiyeceğim.
.....................................................
keşke ımam Ali (a.s)'nin "Allah'ın dini kişilerle tanınmaz, Hakkın nişaneleriyle tanınır. Hakkı tanı; hakka uyanları da tanırsın." sözünü anlayabilsek
selam ile

selam
bu sözlerime verdiğiniz tepkinin nedenini anlayamadım. "Birşey demiyeceğim" demiştim.
ısrar üzerine şimdi diyeyim (umulur ki düşünürsünüz);

"Vah Ammâr! Vah Ammar ! Onu bâği (habis/necis) bir taife öldürecek. Bu, onları cennete, onlar ise bunu cehenneme davet ederler!" buyurdu.” Buhari, salat 63, Cihad 17. Zübdetül-Buhari; 84
Muaviye ve tarafdarlarının baği olduklarını ve "Cehennem'e çağırdıklarını" Resulullah (s.a.a) söylemiş. ben niye söylemiyeyim! Resulullah'ın yaptığı birşeyi mi yasaklıyorsunuz?

"Ali'yi ancak mü'minler sever; ancak münafıklar ona buğzeder"
ibn-i Mace (terc) 1/192; Müslim (terc) 1/346; Tirmizi 6/270, 282

ve "Ali'ye küfreden bana, bana küfreden Allah'a küfretmiştir" hadisine rağmen; Muaviye Cuma hutbelerinde ımam Ali’ye ve Ehl-i Beyt-i Nebi’ye la’net okumuş ve okutmuştur. (örnekleri için bakınız; Müslim: 10/245, 255; ıbn-i Esir: 3/413, 421, 478-479)
Dolayısıyla Muaviye Bel'âm'ı geçmiş; Allah'a küfretmiştir.

Ehl-i Beyt düşmaları düşmanımızdır.

(bundan memnun değilim ama "bana ne?"ci tavırları sevmediğimden cevap yazdım)

selam ile
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

82

14.08.2004, 01:46

"ıslam tarihinde Hz Ebuzer-i Gıfari, Selman-ı Farsi, Mikdad-ı Kindi, Ammar-ı Yasir gibi sahabelere şöyle bir bakınız: Onları Hz Ali'nin etrafında toplanıp onun fedaisi haline getiren, ekseriyetin yerine Hz Ali'yi tercih etmelerine sebep olan hakikat nedir? Bu konu dikkatle incelendiğinde, söz konusu nadir sahabenin usul ve prensip sahibi olduğu görülür, hem dindar, hem dinşinasdır bunlar "Aklımızı ve düşüncemizi başkalarına teslim etmemeliyiz." diyorlardı, "Yoksa, başkalarının hatasına biz de ortak olmuş oluruz!" Bu insanların ruhu, hak ve hakikatin egemen olduğu bir ruhtu, şahsın veya şahsiyetlerin değil!
ımam Ali'nin (a.s) yakın yarenlerinden biri Cemel vakıası sırasında büyük bir ikileme kapılmış, çetin bir şüpheye düşmüştü. Bir tarafta Hz Ali'yle onun safında yer alan seçkin sahabeleri görüyor, diğer tarafta onların karşısına dikilen ve Kur'an'ın "anneniz" (Ahzab, 6) diye tanımladığı Hz Ayşe'yi müşahede ediyordu. Onun yanında Hz Talha gibi iyi isim yapmış şöhret sahabeler. Savaş meydanlarının mahir okçusu, ıslam'a hizmetler etmiş bir isimdi Talha. Hz Zübeyr ise Talha'dan da ünlü, ondan daha fazla hizmetleri olmuş biriydi. Sakife günü Hz Ali'nin evinde toplanan boykotçulardan biri de Hz Zübeyr'di!
Adamcağız bu sahneyi görüyor, bu olayları bir türlü kavrayamıyordu; ne yapacağını bilememenin şaşkınlığıyla kalakalmıştı öylece. Hz Ali, Talha ve Zübeyr, ıslam'ın ünlü isimleri, savaş meydanlarının erleriydiler, ama şimdi bu isimler yekdiğerinin karşısında yer almış, birbirlerine kılıç çekmişlerdi! Hangisi haklıydı acaba? Hak kimden yanaydı şimdi? Bu çetin anda tercih ne de zordu sahi!
Bugünün Müslümanları için son derece ibret verici ve düşündürücü bir gelişmedir bu. Büyük bir dikkatle incelenmesi gereken bir olay vardır burada. Hz. Ali'nin safındaki o adamcağızı, kapıldığı bu şiddetli ikilem ve şüpheden dolayı hemen kınamaya kalkışmak asla doğru değildir. Onun yerine biz olsaydık, Talha ile Zübeyr'in parlak geçmişine bakarak biz de bu şüphe ve tereddüde kapılabilirdik pekala!
Hz Ali, Ammar ve Veysel Karani gibi insanların karşısında Hz Ayşe, Talha, Zübeyr gibilerini gördüğümüz zaman bizler bugün o şüphe ve tereddüde artık kapılmıyor olabiliriz.
ışte bu nedenledir ki, adamcağız dayanamayıp Ali'nin yanına gitti, açıkça ve samimiyetle içindeki soruyu sordu, "Ayşe ile Talha ve Zübeyr'in batılda elbirliği edip yanlış bir ortak karara varmaları mümkün müdür?" dedi.
Bunlar büyük sahabelerdi, böylesine ulu insanların bu şekilde batıl üzere birleşmesi nasıl mümkün olabilirdi?!
Çağdaş Ehl-i sünnet araştırmacılarından ünlü yazar Mısırlı Dr. Taha Hüseyin "Hz. Ali'nin (a.s) bu adama verdiği cevap, bugün de aynı şüpheleri taşıyan bazılarımız için fevkalade doyurucu ve yeterlidir." demekte ve şöyle eklemektedir: "Vahiy kesildikten ve semavi mesajı ileten Resulullah (s.a.a) vefat ettikten bu yana kimse böylesine güçlü bir söz söyleyebilmiş değildir. Hz. Ali (a.s) bu adama diyor ki: "Belli ki aldanmış, hakikati anlayamamışsın. Hakla batıl, kişilerin mevki, makam ve ünü esas alınarak tanınamaz. Önce belli bazı şahısları ölçü edinip, sonra da o ölçüyle hakkı veya batılı teşhis edebilmen mümkün değildir. Falan şey haktır, çünkü falancalar buna muvafıktırlar, filan şey batıldır, çünkü filancalar ona karşıdırlar." denilemez. şahıslar asla hak ve batılın ölçüsü olamazlar. Bilakis; şahısların durumu hakla ölçülür; hak ve batıldır ölçü olan!”
(Bilinmeyen Simasıyla Hz Ali; Üstad Murteza Mutahhari)
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

Abdullah

Stajyer

  • "Abdullah" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 117

Konum: TR

Meslek: tasarim

  • Özel mesaj gönder

83

14.08.2004, 09:09

Bismillahirrahmanirrahim.

Bediüzzaman Said Nursi'nin şiaya Bakışı ve değerlendirmesi,
ve
ımam Humeyni'nin Sünniye Bakışı ve değerlendirmesi,

Bunu merak ediyorum.
Bunları Risale-i Nur taleberiyle ve Ayetullahların tesbitleriyle incelenmesini Bekliyorum.


Konunun sürüklendiği nokta da Ne Cehennemlikleri Cennete ne Cennetlikleri Cehanneme Sokamassınız.
Bu konuyu Asırlardır sünni alimler ve şia alimleri ıncelemiş Sonuca bağlayamışta, hatda araya uçurumlar açılmış. Bu arada ki uçurumlaa bir de duvar setti çekmeye çalışan kişilerin yazdıgı kitaplar zerre kadar umurumda değil.

Bütün herkesin kabul etmiş olduğu AHıR ZAMANDA siz mi cennetlikleri cehenneme, cehennemlikleri cennete konusun sizmi sonuca bağlamayı düşünüyorsunuz.

Bu gün, hatda şıMDı Necefte, Kerbelada, Filistinde bir yere bomba düştümü, Çocukları ayırmıyor sen sünnisin sen şiasın diye.
Oralarda işkence gören benim.

Bediüzzaman Said Nursi'nin şiaya Bakışı ve değerlendirmesi,
ve
ımam Humeyni'nin Sünniye Bakışı ve değerlendirmesi,


Lütfen, ama lütfen, Bunu inceleyin.
Forum kurallarından 4.2.1 + 4.2.2 ve 4.2.7´nci maddelerin ihlali sebebiyle üyeliği iptal edilmiştir.

84

14.08.2004, 18:37

Alıntı sahibi ""Abdullah""

Bu gün, hatda şıMDı Necefte, Kerbelada, Filistinde bir yere bomba düştümü, Çocukları ayırmıyor sen sünnisin sen şiasın diye.
Oralarda işkence gören benim.


:cry:

“ıslam ülkelerinin muhterem âlim ve hatipleri milletleri vahdete davet etsinler… Hangi ırk ve ülkeden olursa olsun; kendi iman kardeşlerine yardım elini uzatsınlar. Eğer bu iman kardeşliği, devlet ve milletlerin gayreti ve Allah-u Teala’nın da te’yidi ile bir gün tahakkuk edecek olursa; dünyanın en büyük ve kudretli gücünü, Müslümanların teşkil ettiğini göreceksiniz. Allah-u Teala’nın bu kardeşlik ve eşitliği tahakkuk ettireceği günün ümidiyle…” ımam Humeyni (R.A)

"Eğer Müslümanlar birleşip ısrail'e bir kova su dökselerdi; ısrail'i sel götürürdü.."

selam ile
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

85

17.08.2004, 10:15

www.sorularlaislamiyet.com 'a sorduğum bir soruya aldığım bir cevaptır,


Bütün Islam ulemasi Sahabeler arasinda olan olaylarin, onlarin adaletine ve sahabe olmalarina zarar vermeyecegi konusunda ittifak etmislerdir. Hatta içtihat ederek karar verdikleri için hata bile etseler en azindan içtihat sevabi alirlar.
Soru: Müslümanlarin, sahabeler arasinda meydana gelen ayriliklara nasil
bakmasi gerekir?

"Ismet" yani, "ilâhî bir koruma ile günahlardan korunma" sifati, ancak
peygamberlere mahsustur. Hatasiz, kusursuz olmak ancak onlara hâstir.
Sahabeler, bu sifatla nitelenmediklerinden onlarin yüzde yüz hatadan
âzâde
olduklari söylenemez. Ancak su var ki, herhangi bir Müslüman hata
islemekle
Islâm dairesinden çikmadigi gibi, bir sahabe de hata islemekle
sahabelik
serefinden çikmaz.

Dört hak mezhebin bütün müçtehitleri, sahabe-i kirâm arasinda geçen
ayriliklari söyle degerlendirmislerdir: Sahabe-i kirâmin her biri kendi
basina birer müçtehittir. Kur'an ve hadiste açikça beyan edilmeyen
konularda
içtihat yapma, en evvel onlarin hakkidir. Fikih biliminin yönteminde
kesinlesmis bir kuraldir ki, bir kimsede içtihat rütbesi varsa, o
kimse,
baskasinin içtihadina uymaya mecbur degildir. Ashap arasinda çikan
muhalefetler, münakasa ve muharebeler içtihat farkliligindan dogmustur.
Hâsâ, nefsanî arzularin, isteklerin bu ayriliklarda payi yoktur. Çünkü,
onlar sohbet-i nebevi ile kin, adavet, düsmanlik gibi kötü sifatlardan
arinmislardir. Nefisleri böyle süfli seylerden temizlenip pâk olmus,
ulviyet
kazanmistir.

Evet, sahabe-i kirâmin her biri Islâm dininin tesisinde birer
müçtehittir.
Bilindigi gibi, içtihat eden bir kimse, yaptigi içtihatta isabet ederse
iki
sevap kazanir; isabet edemedigi takdirde içtihat etmesine mükâfat
olarak bir
sevap alir. Canlariyla, baslariyla, her seyleriyle Islâm'a mâl olan,
O'nun
yüceltilip yayilmasindan baska bir gayeleri olmayan o seçkin insanlarin
içtihatlari da yine Islâm'in yüceltilip yükseltilmesi içindir. Bu ask,
bu
azim onlarda o derece ileri gitmisti ki, Uhud Muharebesi'nde Peygamber
Efendimize zit görüs bildirmekten çekinmemislerdi. "Biz, Islâmîyet'in
basarisini sunda görüyoruz," diye görüslerini açikça ortaya
koymuslardi.
Sahabenin çogu Resulüllah Efendimize zit içtihatta bulunduklarindan,
Peygamberimiz (sav) onlarin içtihadina uymaya mecbur oldular. Daha
sonra
gerçeklesen olaylar Peygamberimizi hakli çikardi. O zaman Kur'ân-i
Azimüssân'in nâzil olmasi devam ettigi halde, Cenâb-i Hak ashâbi
uyarici bir
ayet bile indirmedi. Herhangi bir ayetle herhangi bir ikazda bulunmadi;
bilâkis peygamberimize eskisi gibi onlara fikir danismaya devam
etmelerini
emretti. Resulüllah Efendimiz de onlari ayiplamadi, yine bagrina basti,
sefkatle kucakladi, bu emir geregince onlarla fikir alis verisine devam
etti. Sadece bu hâl dahi, sahabe-i kirâmin, Allah ve Resulü indindeki
begenilirliklerini ve dinde içtihat sahibi olduklarini en açik bir
sekilde
göstermeye yeterlidir.

Simdi, insafla düsünelim. Içtihatta Peygamber'le farkli düsündükleri
halde,
ne Allah, ne de Resulüllah tarafindan uyarilmayan sahabeleri,
aralarinda
çikan ayriliklardan dolayi biz mi yargilayacagiz? Zerre kadar vicdan ve
basiret ve anlayisi olan bir kimsenin bu cinayete tevessül etmemesi
icap
eder.

Haddimizi tecâvüz ederek Islâm'in temeline kanlarini akitan o seçkin
cemaati
yargilamaya kalkar ve birini hakli çikarip, digerini tenkit edersek, o
hidayet yildizlarina hiçbir leke süremez, ancak kendi elimizle kendi
felâketimizi hazirlamis oluruz.

Kaldi ki, o yargiladigimiz kimseler, ashâbin ileri gelenleridir. Bir
kismi
Cennet'le müjdelenmistir. Bizim dedikodusunu ettigimiz o kisileri
Kur'an ve
Peygamber Efendimiz medh ü senâda bulunmustur.

Bu hususu hiç unutmamali, ashap arasinda çikan ayriliklarda mümkün
oldugu
kadar temkinde bulunmali, haddimizi bilmemekten büyük ölçüde
sakinmaliyiz.

Sayet, sahabelerin ayriligi Hakk katinda mesrû ve mâkul olmasaydi,
elbette
bunun için onlari engelleyecek bir emir indirilirdi. Nitekim sahabe-i
kirâm,
Peygamber Efendimizin (sav) yaninda yüksek sesle konustuklarinda su
uyari
ayeti indirilmistir:

"Ey iman edenler! Seslerinizi Resulüllah'in sesinden yüksek çikarmayin,
0'nun yaninda, birbirinizle yüksek sesle konustugunuz gibi konusmayin.
Siz
farkina varmadan amelleriniz bosa gider." (Hucürat, 2)

Hucürât sûresinde, müminlerin sû-i zandan sakinmalari söyle
emredilmektedir:

"Sizden biriniz ölü kardesinin etini yemek ister mi?" (Hucürât sûresi,
12)

Cenâb-i Hak bu ayet-i kerimede bir mümini giybet etmenin ölü eti yemek
kadar
çirkin ve mümine yakismayan bir davranis oldugunu bize haber veriyor.
Ya
giybet edilen bu mümin, sahabelerden, hem de onlarin en ileri
gelenlerinden
biriyse, artik meselenin tehlikesini siz takdir ediniz.

Resulüllah Efendimiz de bir hadis-i seriflerinde: "Ates odunu nasil yer
bitirirse, giybet dahi sâlih amelleri öyle yer bitirir" buyurmakla
bizleri
bu noktada siddetle ikaz etmektedir.

Hem kendi ahiret hayatimizin selâmeti, hem de Islâm'in gelecegi adina,
bu
hakikatlere kulak vermemiz lâzim ve elzemdir. Bir mümin diger bir
mümine
sû-i zan etmekten men edildigi halde, Islâm'in temeli, Hz. Peygamberin
çalisma ve silâh arkadaslari ve su andaki bütün Müslümanlarin
hidayetlerinin
vesilesi olan sahabe hakkinda, hele onlarin en ileri gelenleri hakkinda
sû-i
zan etmenin ne kadar sorumluluk gerektirdigi açikça anlasilabilir.

Akilli ve idrakli insanlar için en selâmetli yol, bu meselede ileri
geri
konusmaktan kaçinmaktir. Biraz düsünmekle hemen anlasilacaktir ki,
insanlar
bu âleme sahabeler arasindaki problemleri tahlil etmek, bu konuda bir
tarafa
hakli, digerine haksiz hükmünü vermek için gönderilmemislerdir. Ve bu
hususta bir kanaate sahip olmak, insanin yaratilis gayesi olamaz. Insan
bunun için degil, Allah'a hakkiyla kul olmak için yaratilmistir. Yâni,
dinimiz bizi sahabe ayriliklarinin tahliline degil, kullugun
gereklerini
yerine getirmeye dâvet ediyor.

Ashâb-i Kirâm Efendilerimiz, halifesinden neferine kadar ayni rizik ile
hayat buldu ve ayni heyecani paylastilar. Islâm'in gelismesinde,
yayilmasinda, yücelip gelismesinde gece gündüz demeyip, gizli ve
âsikâre,
durmadan çalistilar. Canlariyla, kanlariyla cihat ettiler ve
fedakârlikta
erisilmezlere eristiler. Kur'an aski, Peygamber aski için asiretlerine
karsi
koydular, ailelerini, çocuklarini, mal ve mülklerini feda ettiler.
Peygamberimizin nefsini, kendi nefislerine, çoluk çocuklarina, anne ve
babalarina tercih ettiler. Islâm binasinin temeline kanlarini
akittilar.

O günden bugüne, tâ kiyâmete kadar bütün Müslümanlarin dünyevî ve
uhrevî
saâdetlerine vesile oldular. Onlarin hepsine karsi derin bir
minnettarlik
beslemek, onlara dua ve onlari medh ü senâ etmek hepimiz için bir insaf
ve
vicdan borcudur.


Soru: sahabeler arasinda çikan savaslarin gerçek sebebi nedir?


H.z. Osman'in katili Yemenli bir Yahudi olan el-Gafikî idi. Hz.
Osman'in
sahadetiyle Ibn-i Sebe, davasinda büyük bir merhale kat'etmis
.oluyordu.
Artik nifak tohumlari meyvelerini vermeye baslamisti. Bu elîm hâdise
Müslümanlarin, Islâm dinini baska ülkelere ulastirmalarina engel oldu.
Islâm'in fütûhat ve teblig devri kapandi, bir duraklama ve çekisme
devri
basladi.



Bu merhaleden sonra Ibn-i Sebe, Hasimîlerle Emevîleri karsi karsiya
getirmek
için yeni bir plân hazirladi. Hz. Osman (r.a) Emevî, Hz. Ali ise Hasimî
oldugu için, Hz. Osman'i, Hz. Ali'nin öldürttügünü ve 0'nun yerine
geçmek
istedigini etrafa gizlice yayarak Emevîleri tahrik etti. Ibn-i Sebe,
bir
taraftan Hz. Ali'ye bu çirkin iftirayi yaparken, diger taraftan O'nun
halife
olmasi için açikça gayret gösteriyor, böylece halkin bu iftiraya
kanmasini
saglamaya çalisiyordu.



Bu maksatla, Misir'dan gelen kafileden, Yahudi asilli Ibn-i Meymun
riyasetinde bir heyet seçerek Hz. Ali'nin huzuruna gönderdi. Heyet Hz.
Ali'ye: "Malûmunuz oldugu üzere, bu ümmet bassiz kalmistir. Halifelige
de en
lâyik sizsiniz. Sizden bu vazifeyi deruhte etmenizi istiyoruz,"
dediler. Hz.
Ali (r.a) bu teklifi reddederek, onlari evinden kovdu.



Hz. Ali'den (r.a) böyle bir cevap alinmasi üzerine Küfelilerden bir
heyeti
Hz. Zübeyr'e ve Basralilardan bir heyeti de Hz. Talha'ya gönderdi. Hz.
Zübeyr ve Hz. Talha da Hz. Ali gibi bunlarin hilâfet tekliflerini
reddederek
huzurlarindan kovdular.



Ibn-i Sebe, onlardan da istedigini elde edemeyince bu defa
mütecavizleri
sevk ve idare eden Yahudi Gafikî'ye su talimati verdi: "Medinelileri
mescide
toplayiniz ve onlara hemen kendilerine bir halife seçmelerini
söyleyiniz.
Aksi takdirde hepsini kiliçla tehdit ediniz..."

Gafiki baskanligindaki âsiler, bu emir mucibince Medinelileri mescide
toplayarak onlara: "En kisa zamanda kendinize bir reis seçiniz. Sayet
siz
bugün bu vazifeyi yapmazsaniz, Ali, Zübeyr ve Talha da dahil olmak
üzere
hepinizi kiliçtan geçirecegiz," dediler. Bu tehdidi dinleyen Medine
halki,
Hz. Ali'nin (r.a) huzuruna çikarak, O'ndan halifeligi kabul etmesini
istirham ettiler. Hz. Ali de bu karisik durumu göz önünde bulundurarak
vazifeyi, hiç istemedigi halde, kabule mecbur oldu.



Az zaman sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr (r.a), Hz. Ali'ye (r.a) giderek
O'ndan, kitabin hükmünü icrâ etmesini ve Hz. Osman'in katillerinin
cezalandirilmasini istediler. Hz. Ali onlara hitâben: "Haklisiniz;
fakat
devlet henüz âsileri tam mânâsiyla sindirmis degildir. Onun için
devletin
olaylara hâkim olmasini beklemek gerekir..." dedi.



Hz. Ali (r.a), suçlularin tek tek belirlenerek sorguya çekilmelerini ve
gerekli cezaya çarptirilmalanni istiyordu. Hz. Âise, Hz. Zübeyr ve Hz.
Talha
(r.a) ise, su fikirdeydiler: "Fitne büyümüs, devleti hedef almis ve
halife
sehit edilmistir. Mesele sadece Hz. Osman'in katilinin bulunmasi
degildir.
Bu fitne hareketine katilanlanrin çogunun öldürülmesi gerekir. Bu
sebeble,
âsiler hemen cezalandirilmalidir."



Hz. Ali (r.a), Kur'an'in "Velâ tezîrû vâziretün vizre uhrâ" nassindan
hareket ile, "Birinin hatasiyla baskasinin mesul olamayacagi" görüsünü
ileri
sürerek, onlarin bu fikrine katilmadi(4).



Hz. Zübeyr ve Hz. Talha (r.a), Hz. Ali'nin görüsünü ögrendikten sonra,
Hz.
Âise (r.anhâ) ile Mekke'de görüstüler ve âsilerin üzerine yürümek için
kuvvet toplamak üzere Basra'ya gitmeye karar verdiler.



Hz. Ali de (r.a), Hz. Âise, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'in (r.a) Basra'ya
gittiklerini haber alinca devletin bütünlügünde bir parçalanma, bölünme
olmamasi için ordusuyla Basra'ya hareket etti ve Zikar mevkiinde
konakladi.
Hz.Ali (r.a) meselenin baris yoluyla halledilmesi için Ka'ka isminde
bir
elçisini Hz. Âise, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr'e göndererek onlara,
tefrikanin
fenaligini, birlik ve beraberligin önemini, her seyin sulh yoluyla daha
iyi
hall olacagini anlatmasini istedi. O da bu emir geregince, Hz. Aise,
Hz.
Talha ve Hz. Zübeyr'in yanina giderek onlara Hz. Ali'nin görüslerini:
bu
yaranin ilâcinin sükûnet oldugunu, sükûnet gerçeklestikten sonra her
tedbirin alinabilecegini, aksi halde fitne ve fesat çikacagini, bunun
da
Islâm'a ve Müslümanlara getirecegi sikintinin büyük olacagini izah
etti.
Onlar: "Eger Ali bu fikirde ise, aramizda bir görüs ayriligi
kalmamistir."
dediler.



Bu neticeden her iki tarafin mensuplari da memnun oldular. Böylece bir
istikrar, bir sükûn hali hâsil oldu. Herkes kendisini emniyet ve huzur
içersinde görerek çadirlarina çekildiler.

Bu sulhtan, ziyade rahatsiz olan münafik Ibn-i Sebe, taraftarlarini
toplayarak onlara: "Ne yapip yapip savasi kizistirmaniz ve Müslümanlari
birbirine düsürüp kirdirmaniz lâzim. Sayet bir netice alamazsak, bütün
gayretimiz bosa gider; hedefe varamamis oluruz." dedi. Ve savasi
baslatmak
üzere yeni bir plân hazirladilar. Sabaha yakin saatlerde tatbike
koyulacak
bu yeni plân geregi, Ibn-i Sebe kendi adamlarini Hz. Ali (r.a) ile Hz.
Zübeyr ve Talha'nin (r.a) çadirlarinin etrafinda yerlestirdi. Bunlar
daha
sonra her iki tarafin çadirlarina baskinda bulundular. Gürültü üzerine
uyanan Hz. Zübeyr ve Talha (r.a): "Ne var, ne oluyor?" diye
sorduklarinda,
Ibn-i Sebe'nin adamlari, "Hz. Ali'nin adamlari (Kûfeliler) bize gece
baskini
yapti," dediler.



Bu haber üzerine Hz. Talha ve Zübeyr (r.a): "Anlasildi, Hz. Ali, harbi
kesmekte samimî degilmis." dediler. Öte yandan gürültüyü isiten Hz. Ali
(r.a): "Ne oluyor?" diye sordu. Yine Ibn-i Sebe'nin adamlari: "Karsi
taraf
bize gece baskini yapti. Biz de püskürttük." dediler. Hz. Ali de:
"Anlasildi. Talha ve Zübeyr bizimle sulh meselesinde ayni fikirde
degilmisler." dedi. Böylece on bin kisinin hayatina mâl olan Cemel
Vak'asi
meydana geldi. Hz. Talha ve Zübeyr de bu savasta sehit düstüler. Ibn-i
Sebe,
böylece Hz. Osman'in (r.a) katlinden sonra amacina dogru mühim bir
merhale
daha kat'etmis oluyordu.



Soru: Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasinda meydana gelen Siffin savasinin

yüzü nedir?



Hz. Ali (r.a), Cemel Vak'asi'ndan sonra bir müddet Basra'da kaldi. Daha
sonra oradan Kûfe'ye geldi. Müslümanlarin büyük bir kismi, Fas'tan tâ
Çin
sinirina kadar Hz. Ali'ye (r.a) biat etmislerdi. Biat etmeyen, sadece
Suriyeli Müslümanlar kalmisti.



Hz. Ali (r.a) Sam Valisi Muâviye'nin ve dolayisiyla Suriye'nin biatini
temin
etmek için, her zaman oldugu gibi sulh yolunu tercih ederek kendisine
Cerir
ismindeki bir adamini elçi olarak gönderdi.



Ibn-i Sebe, Hz. Ali'nin (r.a) konuyu sulh yoluyla halletme tesebbüsü
üzerine, her zamanki gibi sulh yolunu tikamak için, yine harekete
geçti.
Çünkü, sayet sulh olursa, Hz. Ali (r.a) bundan sonra ilk is olarak Ibn
Sebe
taraftarlarini ele alacak, suçlular tespit edilince de âkibetleri çok
kötü
olacakti. Su halde, iki taraf da bir esas üzere barisacak olurlarsa
âsilerin
hezimete ugrayacaklari süphesizdi. Onun için, mutlaka bu sulha mani
olunmali
ve taraflar karsi karsiya getirilmeliydi. Ibn-i Sebe ve arkadaslari
hâdiseleri kendi lehlerine çevirecek bir hâlin dogmasini bekliyorlardi.
Nitekim, hâdiselerin seyri lehlerine cereyan etti. Çünkü Muâviye, Hz.
Ali'nin (r.a) bu teklifini kabul etmemisti. Neticede her iki taraf da
harp
hazirliklarini tamamlayip Muharrem ayinda Siffin'de karsi karsiya
geldiler.



Bununla beraber Hz. Ali (r.a) ile Hz. Muâviye (r.a) bu ayda harp
etmemek
için bir aylik bir mütareke yaptilar. Hz. Ali (r.a) bu mütarekeyi
firsat
bilerek Hz. Muâviye'ye sulh için yeniden heyetler yolladi.



Ibn-i Sebe, harbe mani olmak için giden heyetler içine Hâtem oglu Adiy
ve
Sebt gibi adamlarini soktu. Bu adamlar Hz. Muâviye'yi mütecaviz bir
lisanla
tehdit etmisler ve O'na karsi, "Siz de Cemel Vak'asi'nda hezimete
ugrayanlardan daha perisan olacaksiniz..." gibi tahrik edici sözler
sarf
ederek muhtemel bir sulha mani olmuslardi.



Ibn-i Sebe ve adamlari, bir taraftan da Hz. Ali'nin ordusunu bir an
evvel
harbe girmeye tesvik ediyor ve onlara, "Samlilarin da Cemel
Vak'asi'ndakiler
gibi hezimete ugrayacaklarini" telkin ediyorlardi. Neticede taraflar
yine
karsi karsiya geldiler ve Siffin Savasi gerçeklesti.

86

17.08.2004, 19:17

Selamun Aleykum
Araştırmacı olmanız beni sevindirdi. inşallah somnra okuyacağım. kayıt yenilemem lazım :(
bana dua ediniz
selam ile
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

87

17.08.2004, 19:33

Benim sorduğum soru görünmüyor orada,onlar soru cevap hazırlamışlar,,

88

17.08.2004, 20:38

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

www.sorularlaislamiyet.com 'a sorduğum bir soruya aldığım bir cevaptır,....

demiştiniz.
siteye bakmadım. ama verdiğiniz yazıyı okuyorum :)
selam ile
"Tekebbür dini yok eder; iblis de bunun için lanete uğradı. Tamah insanın düşmanıdır; Adem (as) de bunun için Cennetten çıkarıldı. ve çekememezlik (hased) kötülüklerin rehberidir; Kabil hasede kapılarak kardeşi Habil'i öldürdü." imam Hasan (as)

Abdullah

Stajyer

  • "Abdullah" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 117

Konum: TR

Meslek: tasarim

  • Özel mesaj gönder

89

16.04.2005, 14:00

Ağzımın payını Haddinden Fazla aldım.
:cry: :cry: :cry: :cry: :cry: :cry: :cry: :cry: :cry: :cry: :cry: :cry:
Forum kurallarından 4.2.1 + 4.2.2 ve 4.2.7´nci maddelerin ihlali sebebiyle üyeliği iptal edilmiştir.

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

90

16.04.2005, 19:38

Allah hidayet etsin.....

Kardesler yine bir yolunu bulup birbirlerine magfiret dilemeye baslamislar. Tabi bu magfiret dilemelerin manasi "Sen cehennemliksin" gibi birsey degildir inshallah.

Imam Ali herhalde bu halinizi gorse, pek memnun olmazdi....

hurmetler
BArish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

91

26.06.2006, 00:53

bu konu 4 mezhep (amelde ) çıkılmış ama hz. ali ve hz. muaviye arasındaki içtihad farklılıklarının sebebini tartışmışsınız
abdulkadir said sende çok uğraşmışsın
ama ben mezhepler (itikatta) alakalı seviyeli bilgi alış verişi olsun istiyorum
öncelikle islam aleminde bir vahdet olmalı ama gelin birleşelimle olmaz kalplerimiz O nu elinde olduğu için bizim kalplerimizi telif edecek O dur.
kimse ye bidat ehlisin demeden (alahu alem) biz sadece bilgi sahibi olsak
çünkü Allah nasip etti umre ye gitmek nasip oldu ve orada islam alemine tümden bir bakış açısı yakaladım benim tek düşüncemin değişmedi iran (şia) meselesi oldu
özellikle vahhabiler tek kelime ile hayran kaldım inanın arkadaşlar bizler onalr kadar namazlara hassas olamayabiliriz. üstadın dediğine sadakte dedim namazın hakkını verdiklerinden beytullaha hizmet etmek şerefi onlara verilmiş.
ve benim düşüncem eger vahhabi düşünce orada hakim olmasa bidatlar çok hızlı yayılır(iranlılar özellikle) çünkü vahhabiler her şeyi yasaklıyor uyarıyorlar ve islam alemi o kadar cahil ki ne görse onu hemen yapıyor
herşeyde allah ın takdiri ve hikmeti var bizler kimseyi küstürmeden ve eger biz orta yolda isek tüm kutuplara çekilenleri bizler ancak birleştirebiliriz
biraz daha engin hoşgörü muhabbet sevgi saygı

birde bir alim bizim kabul ettiğimiz birşeyi(üstadın) kabul ettimiyor ise onu dışlamamak lazım (cevşen şia kaynaklı olduğundan çoğu sünni imamlar kabul etmemişler)

benim teklifim itikadda mezhepler hakkında bilgi
mesela hanefi mezhebinin itikadda imamı ,imam maturidi
şafi hanbeli maliki mezheplerinin imamı ebu musa el eş'ari
diye hatırlıyorum tabi bunlar sünni

sünniler arasında muaviye yezid isimleri belki fazla yayılmamış ama bunlar hatırlanıp günaha girecek sözler söylenmesinm diye olabilir
ebu yezid manasına beyazıd ismi yaygın demek ki bir problem yok

92

27.10.2006, 14:39

Soru:Mezhebler Kuranda varmı. Bir işaret, ima dahi yok mu? Yada mezheb Kurana aykırı mı. Yoksa mezhebsizler sapıtmış bir zümre midir.?

Allah’ın varlığına delil olarak Kuran dört unsur işaret etmiş. Kainat ,Kuran, Peygamberler, vicdan ile fıtrat.
Kuran’da ik ayet var ki bu dört unsurdan üçüne işaret eder. Yazılan yer Kuran olunca dördüncüsüde tamam olur.
Bu iki ayet. Fıkıhın ıspatıdır. Mezheblere apaçık birer işarettir. Nisa Suresi 78-79 ayetleri aynı zamanda Kaderin de delilidir.(Kader meselesine şimdilik değinmiyeceğiz)
Bu mübarek iki ayetin diğeri ise ısra Suresi 44 tür.
Özellikle ısra 44 Kuran’ın en büyük ayetlerinden biri belkide en büyüğüdür. ısm-i Azam’a açılan yollar dahi bu ayete gizlenmiştir.

ışte ayetleri yazıyorum.
ısra Suresi 44: Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini anlamazsınız. şüphesiz O, halimdir çok bağışlayandır.

Nisa Suresi:78 - Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde de bulunsanız yine kurtulamazsınız. Onlara bir iyilik erişirse "Bu, Allahtandır" derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, "Bu, senin yüzündendir." derler. Ey Muhammed! De ki: "Hepsi Allah'tandır." Bu topluma ne oluyor ki, hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar?
Nisa Suresi:79 - (Ey insanoğlu!) sana gelen her iyilik Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter.

ısra suresi ayeti ap açık kainat kitabına işaret etmektedir. Ayetin açtığı yol ile tüm kainatta Allahın tecellilerini görürüz. Mesele güneşin saçtığı ışıkla Nur ismi ile tesbihatını, annnenin kalbine takılmış şefkat ile Vedud isimini tesbih ettiğini. ;ışe yaramaz ,nankör kabul edilen kedilerin yiyeceği almak için sahibine yaptığı oyunlarla bereber mırmırı adete “bu benim rızkımı haketmek için çalışmamdır sakın olaki beni yağcı sanmayın, rızkımı kaptıktan sonar da size minnet etmem çünkü benim Rahim olan bir Allahım var ,diye hamd ile tesbih ettiğni görmemek için ancak felsefe ile veya frenk ile gözü bozulmuş olmak gerekir ki o insan ters gelsin. Evet helal rızk ile beslenen her kedinin mırmırı “Rahim Rahim” olarak duyulur. Mesela tepenizde uçuşan aptal ve hırsız kargaya bakıpta onun lanetli bir hayvan olduğunu sanmayın.Hırsızlığında bir hikmet vardır ve bunu ise Bakara suresinin ayetinde beyan edilen ancak kendisine hikmet verilenler anlar. ımtihanla mükellef olamayan karga hırsızlığında bir hikmet olduğunu “hak” diye bağırarak haykırır. Bunu ancak aklı gözüne inmiş olan “gak” yani gereksiz iğrenç bir bağrıntı diye algılar. Bakın sineğe; kainatı tertemiz yaratıp tertemiz isteyen Kuddüs olan Allah nerde pislik var oraya sevk ederek onun emirber bir askeri olduğunu ilan edercesine orayı temizliyor. Pislikten kalktığı anda tertemiz oluyor. Bakın benim pis olmadığım Allah’ın bana öğrettiği abdest ile bellidir. Çünkü necis olan abdest alamaz ,ben necis değilim ki abdest aldırılıyorum. Ancak Allaha götüren yollardan biri olan bilimi felsefe bataklığına düşüp değerlendiren bir adam sineğin abdest almasına içgüdü der.
şimdi uzunca anlatığım gibi kıt ilimimize rağmen yedi gök ve yer ve onun içindekiler Allahı nasıl hemd ile tesbih eder hatta zikir eder anlayabiliyoruz. O zaman Allah ısra suresi 44 te neden “Fakat siz, onların tesbihlerini anlamazsınız” buyurmuş. Evet bu mealin suçudur. Evet evet yanlış anlamadınız bu Kur’anın değil mealin suçudur. Eksik Türkçe ile bize Allah’ı tanıttıran Kuranı yorumlayanların suçudur. Haşa Allah yalancımı ki biz anlayabilidiğimiz halde bize “Fakat siz, onların tesbihlerini anlamazsınız” buyuruyor. Demek bu işte bir hikmet var işe akıl karışması icab ediyor.
Hadi bizde hikmetine bakmaya çalışalım, kıtta olsa “akletmez misiniz” ayetinden medet isteyip doğrusunu bulalım.
Burdaki “ anlamazsınız” kelimesini inceliyelim. Orjinalinde ayettte geçen ifade şöyle “ la tefkahune” . Bu kelime ise “fıkh” kökünden gelir. Fıkh yada fıkıh ise sözlük olarak şu anlamdadır: anlayış, kavrayış,ince seziş, sezgide duyarlılık, kavrayışta derinlik, hakkı ile, özü ile kavramak, bilmek, şuur ile idrak etmek, kapalı bir şeyin hakikatina basiret ile ulaşabilmek.

Evet ayet “ la tefkahune” dereken aslında şunu söylüyor “fıkh edemezsiniz” . Burda anlama yolu kapalı olsa “fehm” kökünden türetilen bir kelime olurdu yani “fehm edemezsiniz” derdi akıl yolunu kapatırdı. Hata o ayeti anlamak için gerekli bütün yolları kapatırdı. Oysa ““ la tefkahune” diyerek akletmenin yolu açılmış. Üstelik ayet “o Halimdir “ diye devam ederek Allahın varlığının delillerinden dördüncüsü olan “vicdan ve fıtrata” işaret etmiştir. Çünkü yine Kuran ayeti ile belirtildiği üzere insan hiç bir zaman Allahın istediklerini tam yapmamıştır. Bu fıtratıdır. (bu uzun bir mesele olduğu için burayı kesiyorum). Yani insan hiç bir zaman ısra Suresi 44 te belirtilen tesbihleri ve hamdleri gereği gibi anlayamaz. Ancak ve ancak fıkh edebilen gereği gibi anlayabilir.
Aynı mesele Nisa Suresi 78 de de vardır. Ayette geçen “yefkahune “ aynı şekilde fıkh kökünden gelmektedir. Yani burda yine fıtrat meselesi ima edilerek insanlar ince kavrayışa sahip olmadıkları zaman ve doğrusunu ince kavrayış verilmiş veya “kime hikmet verilmişse ona pek çok hayır verilmiştir” ayetinde işaret edilen ilimde derinlik kazanmış alimlere danışmadığı zaman yanlış yolara zehab edebilir. Yani insan fıtraten olaylar hakkında yorum yapma arzusundadır. Olayları kendi lehine çevirip değerlendirmek ister. Akleden ise bu vartadan kurtulur ya fıkh etmeyi öğrenir veyahut fıkh etmeyi öğrenmişten öğrenir. Yani bu ayetin mealini şöyle yazsak yanlış olmaz: Bu topluma ne oluyor ki, sözü fıkh etmeye yanaşmıyorlar?
Evet bu iki ayet fıkh etmeyi vacip belki farz kılmıştır.
Evet mezheb ise fıkhtan çıkar. Yani A olayı ile birlikte B olayı gerçekleştiği zaman iki denekten ikiside sonucu farklı algılar. Farklı dersler çıkartır. Allaha ulaştıran mesleklerden biri olan bilim buna böyle işaret eder. Yani insan fıtraten aynı sözden farklı manalar çıkarır. Bilim buna “algıda seçicilik”, der. Yani fehm etme yada fıkh etme fark etmez insanı bu konuda serbest bıraktığınızda , aç farklı tok farklı anlar, zengin farklı fakir farklı alar, okumuş farklı ümmi farklı anlar, Türk farklı anlar Arap farklı anlar. Akdenizli farklı anlar Ağrılı farklı anlar. Dolayısı ile bu farklı anlama zenginliğini disipline etmek şarttır.
Hem Allah insana kaldıramıyacağı yükü yüklememiştir. Farzlar bu yüzden azdır. Allah lisan-ı hal ile adete der “Evet ben sana farzları az yaptım. Ancak beni daha iyi tanımak ve daha makbul kulum olmak istiyorsan Rasulume ilham veya Kuran dışında Nebilik mesleği itibari ile vahy ettiğim kaidelere uy taki seni hiç bir şeytan ve nefsin yoldan çıkaramasın.
Bu meselere ayet dürbünü ile bakmakta fayda var.

Nisa Suresi:13 - ışte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedi olarak kalacaklardır. ışte büyük kurtuluş budur.
Ayet ap açık kurtuluşa erecek olanların Allaha ve Rasulüne itaat edenler olduğunu belirtimiş
şimdiye kadar hiç kimse söylenmemiş olsaydı ,bu ayeti hakkı ile fahme eden derdiki “burdaki büyük kurtuluşa erenler Allah ittat ederek Ehl-i Resul olan kişlerdir. ışte Kuranda muhtelif ayetlerde tehditlerle beyan edilen fırkalara ayrılmamamız meslesi buna işaret eder. Yani der ki “tek bir fırka olun ki oda Allah’ın indirdiği Kuran ve onunla amel eden Rasulün yoludur. Ehli Sünnettir. Bunu dışına çıkan ayrılmıştır.
Peki mezhebler fırkamıdır. Yoksa ehli sünnet anlayışı içinde fıkh etme sonucu insanın fıtratı gereği olan mükemmeli aramamıdır, yine insanın fıtratı gereği fıkh etme yeteneklerinin farklılığının disipline edilmesi midir.
Allah yine zümer suresinde insanların zümre zümre cehenneme ve cennete gideceğini beyan etmiş. Zümre ise aynı amacı güden insanların oluşturduğu bir gruptur, cemaattir, yoldur. Yani Allah cennetlikleri cehennemlikleri o sırada rast gele zümreleştirmiyecektir. Dünyadaki meslektaşları, yoldaşları aynı yolu tutmuşları zümreleştirip hakkettiğini verecektir. Bu da insanın fıtratıdır ki en ufak bir dünyalık meselede dahi aynı düşünenler hemen gruplar kurar. Hatta aynı düşünen gruplar büyük bir cemaat veya cemiyet oluşturur.
Mesela, kuru fasulye yetiştirmenin türlü yolları vardır. Kimi bahçede kimi serada kimi büyük tarlada kimi saksıda kimi öğrenciler gibi tabakta Kimi gübre kullanır kimi hormon, kimi başka bir şey. Ama meyvesi yani amacı hep aynıdır. Kuru fasulye. Peki meyvenin kalitesi hep aynımıdır. Tabiki hayır. ışte Ehl-i Sünnet ve’l cemaatinin durumuda böyledir. Hepsi Allah rızasını farklı metodlarla kazanmak isterler. Kimi Vedut ismine Aşık olur. Kimi Alim ismine tabi olur. Kimi Adl ismi ile yol tutar ve hakeza... Burda zenginlik Kur’an ve Sünnetten fıkh eden alimlerdir. Alimin kalitesine göre malzemesinedeki kaliteye göre meyve kaliteli olur.
Alimin kalitesini anlamak kriterini yine Kuran beyan etmiştir. Bunlar Ensar ve Muhacirden olan sahabeler ile Ehl-i beyt, sadık ilimde derinlik kazanmış Alimlerdir, ki bunların yolundan giderek Kuranı anlayan asla sürçmez.

Allah şura suresi ile Mü’minlere istişare emri vermiş ve onlara oy hakkı tanımıştır. Oy ile istişare kapısını açınca karşımıza içtihat çıkar. ıçtihat kapısını açanın karşısında dimdik ister istemez mezheb dikilir. Mezhebler doğru bir sezgi ile Allahın Kitabından ve Resulünün sünnetinden hükümler çıkarır. Fikir ve düşünce üretir. Günlük yaşantıdaki meselelere çözümler bulur, kısaca her asra hitap eden Allah’ın Kuranını o asırda uygulanabilir halde yorumlamak için her hak mezheb iki ayetin emri gereği birer fıkıh okulu olarak başlamış gelişmiş ve olgunlaşmıştır.
Cenab- ı Hak temele sadık kalmak şartı ile insanların fikir yürütmesine çözüm üretmesine ve içtihat yapmasına önem vermemiş olsa idi elbette dinin en sıradan ayrıntısına kadar vahiyle tespit ederdi ve içtihat kapısını kapatırdı. Allah unuttumu ki bunu böyle yapmadı(haşa) Ne var ki böyle yapsa idi bütün tespit ve talimatlar vahiy yolu ile geldiği için yani hakkında ayet nazil olduğu için en ufak basit sıradan meseleler bize farz olacaktı ki buna kimse güç yettiremiyecekti. Oysa Allah bize şah damarımızdan bile bize yakındır. Bu yüzden her anımızda ona layık ve onun istediği gibi kul olmalıyız. Farzlar ise azdır. Sünnet ise hem insanı külfetten kurtarır ,hem zorunluluk fazla olmadığı için kiminde zorunluluk hiç olmadığı için hakiki ihlas farz ile birlikte sünnetle tamam olur. Mezheb hükümleri ise ciladır.
Buna göre, günümüz itibariyle mevcut mezheblerin dışında Kuran ve sünnete uygun amelde bulunmak mümkün değildir. Hem mezhebler temel olmak esası ile farklı cemaatler yani meslek ve meşrepler şarttır. Çünkü herkez bütün dinin gereklerinni yerine getiremiyor. Oysa Allah her birinin uygulama alanı bulup icra edilmesini istiyor.Bunu aksini idda eden en hafif ifade ile delaletini ilan etmiştir.



Koyu yazılan yer Aile ve ıbadet Hayatımız kitabından alıntıdır.(Yeni Asya Yayınları)
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

pegasoszaza

Orta Düzey

Mesajlar: 206

Konum: ANTALYA

Meslek: TOPTAN

Hobiler: HıZMET

  • Özel mesaj gönder

93

30.10.2006, 08:54

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

meselâ Muhyiddin-i Arabî 'den başlayıp , şah-ı Geylani,şah-ı Nakşibend,ımam Rabbani,ımam Gazali, Üstad Said Nursi'ye kadar geniş bir ölçüde işi olmadık iddialara getirenleri,






esselam

sayın said kardeş: muhyiddin arabiyi yazdığını görünce sandım ki muhalefettesin...ama bütün bu zikrettiğin zat ların isimlerini görünce ne anlayacağımı şaşırdım...bu isimler tefsir mi yapmış, yoksa iddialar mı getirmiş anlamadım..yanlış anlaşılmaman için düzeltmen varmı bilmek isterim..yoksa aslı ne ise bizde açıklama getirmeye çalışalım.....saygılar...
Sözlerin kalbinin sesi ve yansıması değil ise, gevezeliğin manası ne...?...

94

30.10.2006, 21:55

ve aleyküm,

anlamadığın yer neresi?

benim sevmediğim insanlar, evliyaullaha hücum edip, tekfir etmeyi, kendine iş bilmiş olanlar, gördüm ki imzan ımam Gazali'den, demek ehl-i tasavvufu tekfir edenlerden değilsin, öyleyse beni onlardan zannettin mesajların sıralamasındaki karışıklıktan?


Olmadık iddialar ile kastedilenler ise, bu zatlara atılan ve yakışık almayan iftialardır, yoksa bu insanların tefsirlerini, ictihadlarını veya görüşlerini veya yorumlarını "iddia" diyerek tesmiye etmem, adlandırmam, isimlendirmem, edebiyatta böyle kelime kullanmak edepsizliktir, yakışık almaz.

ıddia kelimesinin ucu dava etmeye çıkar, bizim hepimizin davası ıslam, yeni bir dava getiremeyiz, biz ancak muhayyer bırakılan konularda, şer'i ölçülerde yorum yaparız.

pegasoszaza

Orta Düzey

Mesajlar: 206

Konum: ANTALYA

Meslek: TOPTAN

Hobiler: HıZMET

  • Özel mesaj gönder

95

31.10.2006, 15:51

Alıntı sahibi ""pegasoszaza""

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""

meselâ Muhyiddin-i Arabî 'den başlayıp , şah-ı Geylani,şah-ı Nakşibend,ımam Rabbani,ımam Gazali, Üstad Said Nursi'ye kadar geniş bir ölçüde işi olmadık iddialara getirenleri,






esselam

alıntıya bakar iseniz: sanki iddiaları getiren şahsiyetlerden bahsediyormuş gibi olmuşsunuz.. anlayamamam o yüzdendir...ifadelerinizden bu yönde bi ihtilaf beklemediğim için açmanızı istedim...saygılar...
Sözlerin kalbinin sesi ve yansıması değil ise, gevezeliğin manası ne...?...

96

12.04.2007, 20:56

mezhepleri birde şu ayetler ışığında inceleyin bakalım koyacak bir yer bulabilecekmisiniz

ENAM:159. Dinlerini parça parça edip guruplara ayrilanlar var ya, senin onlarla hiçbir iliskin yoktur. Onlarin isi ancak Allah'a kalmistir. Sonra Allah onlara yaptiklarini bildirecektir.

RUM:32. Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayin. Bunlardan) her firka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.

MUMINUN:53. Ne var ki insanlar kendi aralarindaki islerini parça parça böldüler. Her gurup kendilerinde bulunan (fikir ve davranis) ile sevinip böbürlenmektedirler.


ENAM:103 Allah'ın ipi (KURANA) hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.


ENAM:105 Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. ışte onlar için büyük azab vardır.


Arkadaşlar mezhepleri yukarıdaki ayetler doğrultusunda incelersek ne şekilde cevap verilmesi gerekiyor ?? yardımcı olursanız sevinirim acil cevap lazım bana. yukarıdaki yazıları okudum mezheplerin nasıl ortaya çıktıgı değilde Kurandaki belagatlı oluşuyla nasıl açıklarız ??

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir