You are not logged in.

Dear visitor, welcome to Muhabbet Fedâileri. If this is your first visit here, please read the Help. It explains in detail how this page works. To use all features of this page, you should consider registering. Please use the registration form, to register here or read more information about the registration process. If you are already registered, please login here.

baydorlion

Beginner

  • "baydorlion" started this thread

Posts: 1

Occupation: memur

  • Send private message

1

Monday, March 26th 2007, 2:18pm

Bediüzzaman´nın saçları adedince talebeleri var

Büyük dava adamı Abdullah b. Huzafetü’s Sehmi (RA)... Bir vakit Romalılara esir düşer... Zorlamalar, işkenceler.. Ancak amaçlarına ulaşamazlar... O büyük Dava Adamı imanından taviz vermez... dininden vazgeçmez... Sevgililer Sevgilisi’ ne (ASM) ihanet etmez...

Sonra küffar karar verir. ıdam edilecektir. O halen imanından zerre miskal taviz vermemektedir.. Ancak gözünde yaşlar belirir... Peki bu gözyaşları niyedir? Yoksa pişman mıdır?

Sorarlar;
- Ey Abdullah niçin ağlarsın, pişman mısın?

O büyük ınsan pişmandır ancak davasından değil... ıbret verici bir pişmanlıktır bu :
- “Vallahi şu anda başımdaki saçlarım adedince başlarım olmasını ne kadar arzu ederdim... Keşke öyle olsaydı da her gün birisini Hak namına verebilseydim. Böylesi bir mazhariyete eremediğim için üzüldüm ve onun için göz yaşı döktüm” der...

Başta sormuştuk, Abdullah b. Huzafetü’s Sehmi, Bediüzzaman’ ı görseydi.

Evet görseydi ki, hayatının yirmi yıldan fazlasını zindan da geçiren, 19 defadan fazla zehirlenen, defalarca idam edilmek üzere mahkemeye çıkartılan, memleket memleket sürgünlere gönderilen Bediüzzaman’ ı ne derdi sizce?

Neler neler çektiğini kendinden dinleyelim:
Yirmi sekiz senedir vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaştırılıyorum. Mahkemeden mahkemeye sürükleniyorum. Bana bu zâlimane işkenceleri yapanların bana atfettikleri suç nedir?

Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uğraşıyor. O bırakıyor; diğer bir mahkeme aynı meseleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor. Bir müddet de o uğraşıyor, beni tazyik ediyor, türlü türlü işkencelere mâruz kılıyor. O da netice elde edemiyor, bırakıyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapışıyor. Böylece musibetten musibete, felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum. Yirmi sekiz sene ömrüm böyle geçti.

Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.

ışte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin-adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade-imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım; fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah'a bin kere hamd olsun.
Sonra, ben cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ân'ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.

Tüm bu başına gelenler onu davasından vazgeçirmiyor. O yine ihsan-ı ılahi tarafından omzuna konulan vazifeyi yerine getiriyor. Ve aynı Abdullah b. Huzafetü’s Sehmi gibi:

“Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse, zındıkaya ve dalâlete teslim-i silâh edip vatan ve millet ve ıslâmiyete hıyanet etmem, hakikat-i Kur'âna feda olan bu başımı zâlimlere eğmem!” diyor. Ve eğmiyor...

... evet aynı Abdullah b. Huzafetü’s Sehmi gibi...

Bediüzzaman’ da imanından taviz vermez... dininden – davasından vazgeçmez... Sevgililer Sevgilisi’ ne (ASM) ihanet etmez...

Evet o değil midir son nefesini vermeye birkaç saat kala, sırt üstü yattığı yatağından zorla doğrulup talebelerine dua eden...

Ve şimdi...

Bediüzzaman’ nın saçları adedince talebeleri var.... Her bir talebe birer küçük Said...

Ve onlar Üstadları gibi dava-yı Kur’aniyeye baş koymuşlar...

Abdullah b. Huzafetü’s Sehmi olsaydı ahirzamanda din-i mübin-i ıslama cansiperane hizmet edenleri görseydi. Bu defa ağlamaz sevinir Elhamdülillah-i Hâza Min Fadli Rabbi der.. benden asırlar sonra gelen ümmetin temsilcilerini muhafaza buyur Ya Rab! Der dua ederdi...

Layık buyur Ya Rabbi....

wcf.user.socialbookmarks.titel

Rate this thread