Lieber Besucher, herzlich willkommen bei: Muhabbet Fedâileri. Falls dies Ihr erster Besuch auf dieser Seite ist, lesen Sie sich bitte die Hilfe durch. Dort wird Ihnen die Bedienung dieser Seite näher erläutert. Darüber hinaus sollten Sie sich registrieren, um alle Funktionen dieser Seite nutzen zu können. Benutzen Sie das Registrierungsformular, um sich zu registrieren oder informieren Sie sich ausführlich über den Registrierungsvorgang. Falls Sie sich bereits zu einem früheren Zeitpunkt registriert haben, können Sie sich hier anmelden.
Zitat von »"[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=16«
Üstad dördüncü sözde [/url]"]Bir zaman, bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, herbirisine yirmi dört altın verip, iki ay uzaklıkta, has ve güzel bir çiftliğine ikâmet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki:
"şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bâzı şeyleri mübâyaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır; hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyâre bulunur. Sermâyeye göre binilir."
ıki hizmetkâr ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermâyesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zâyi eder. Birtek altını kalır. Arkadaşı ona der:
"Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyâreye bindirirler. Bir günde mahall-i ikâmetimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun."
Acaba, şu adam inad edip, o tek lirasını bir defîne anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefâhete sarf etse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu en akılsız adam dahi anlamaz mı?
ışte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlıkımızdır.
O iki hizmetkâr yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar; diğeri gâfil, namazsız insanlardır.
O yirmi dört altın ise, yirmi dört saat her gündeki ömürdür.
O has çiftlik ise, Cennettir.
O istasyon ise, kabirdir.
O seyahat ise; kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre o uzun yolu mütefâvit derecede kat’ ederler. Bir kısım ehl-i takvâ, berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’ eder. Kur’ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder.
O bilet ise namazdır. Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba, yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder! Zîrâ, bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse -halbuki, kazanç ihtimâli binde birdir- sonra yirmi dörtten bir malını yüzde doksan dokuz ihtimâl ile kazancı musaddak bir hazîne-i ebediyeye vermemek, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?
Halbuki, namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem, cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkâ eder.
Zitat
ıki hizmetkâr ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat, o masraf içinde, efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki, sermâyesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan, istasyona kadar yirmi üç altınını sarf eder. Kumara mumara verip zâyi eder. Birtek altını kalır. Arkadaşı ona der:
"Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerîmdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyâreye bindirirler. Bir günde mahall-i ikâmetimize gideriz. Yoksa, iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun."
Zitat
Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba, yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder!
Zitat
tarihçe-i hayat’da da şöyle geçiyordu:
yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için halık teala bizden istedi
Zitat von »"nuraşığı"«
Evet Rabbimiz bizden altın hükmündeki 24 saatimizden yalnız 1 ini namaz için istemiş.Aldığımz abdest dahil toplam 1 saati, vermemek ne kadar ahmakça biliyoruz.Fakat Allaha inanıpta bu 1 saati namaza ayırmamak neden? Oysaki ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder! deniyor.
Zitat
Namaz, kalblerde azamet-i ılahiyeyi tesbit ve idame ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i ılahiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbaniye imtisal ettirmek için yegane ılahi bir vesiledir. Zaten insan, medeni olduğu cihetle, şahsi ve içtimai hayatını kurtarmak için, o kanun-u ılahiye muhtaçtır. O vesileye müraat etmeyen veya tembellikle namazı terk eden veyahut kıymetini bilmeyen, ne kadar cahil, ne derece hasir, ne kadar zararlı olduğunu bilahare anlar, ama iş işten geçer.
Benutzerinformationen überspringen
Schüler
Wohnort: Bursa-Mustafakemalpaşa
Beruf: mesleksiz(bi baltaya sap olamadı hala)
Hobbys: ilgisiz
Zitat von »"Üstad dördüncü sözde"«
yirmi dörtten bir malını yüzde doksan dokuz ihtimâl ile kazancı musaddak bir hazîne-i ebediyeye vermemek, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?
Zitat
Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkâ eder.
Zitat von »"nuyo"«
Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkâ eder.
Zitat von »"nuyo"«
yirmi dörtten bir malını yüzde doksan dokuz ihtimâl ile kazancı musaddak bir hazîne-i ebediyeye vermemek, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?
Zitat von »"[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=34«
Üstad 9.Sözde[/url]"]
Ey birader! Benden namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsîsini soruyorsun. Pekçok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz:
Evet, herbir namazın vakti, mühim bir inkılâb başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u ılâhînin aynası ve o tasarruf içinde ihsanât-ı külliye-i ılâhiyenin birer ma'kesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyâde tesbih ve tâzim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. şu ince ve derin mânâyı bir parça fehmetmek için "Beş Nükte"yi nefsimle beraber dinlemek lâzım.
Birinci Nükte: Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani, celâline karşı, kavlen ve fiilen "SübhanAllah" -2- deyip takdîs etmek; hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen " Allahu Ekber -3-" deyip tâzim etmek; hem, cemâline karşı kalben ve lisânen ve bedenen " Elhamdulillah "-4- deyip, şükretmektir.
namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar. Hem, ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını te'kid ve takviye için şu kelimât-ı mübâreke, otuz üç defa tekrar edilir. Namazın mânâsı, şu mücmel hulâsalarla te'kid edilir.
ıkinci Nükte: ıbâdetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı ılâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp, kemâl-i Rubûbiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i ılâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Yani, Rubûbiyetin saltanatı, nasıl ki ubûdiyeti ve itaati ister; Rubûbiyetin kudsiyeti, pâklığı dahi ister ki, abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbini bütün nekâisten pâk ve müberrâ ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarrâ olduğunu tesbih ile, "SübhanAllah" -1-ile ilân etsin.
Hem de, Rubûbiyetin kemâl-i kudreti dahi ister ki, abd, kendi zaafını ve mahlûkatın aczini görmekle, kudret-i Samedâniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde " Allahu Ekber -2-" deyip, huzû ile rükûa gidip, Ona ilticâ ve tevekkül etsin.
Hem, Rubûbiyetin nihayetsiz hazîne-i rahmeti de ister ki, abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyacâtını suâl ve duâ lisâniyle izhâr ve Rabbinin ihsan ve in'âmâtını şükür ve senâ ile ve " Elhamdulillah -3-" ile ilân etsin.
Demek, namazın ef'âl ve akvâli, bu mânâları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı ılâhîden vaz' edilmişler.
Üçüncü Nükte: Nasıl ki, insan, şu âlem-i kebîrin bir misâl-i musağğarıdır. Ve Fâtiha-i şerîfe şu Kur'ân-ı Azîmüşşânın bir timsâl-i münevveridir. Namaz dahi, bütün ibâdâtın envâını şâmil bir fihriste-i nurâniyedir. Ve bütün esnâf-ı mahlûkatın elvân-ı ibâdetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.
Dördüncü Nükte: Nasıl ki, haftalık bir saatin sâniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öyle de, Cenâb-ı Hakkın bir saat-ı kübrâsı olan şu âlem-i dünyanın, sâniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deverânı ve dakikaları sayan seneler ve saatleri sayan tabakât-ı ömr-ü insan ve günleri sayan edvâr-ı ömr-ü âlem birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatırlatırlar.
Meselâ fecir zamanı-tulûa kadar-evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı mâdere düştüğü âvânına, hem semâvât ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuûnât-ı ılâhiyeyi ihtar eder.
Zuhr zamanı ise yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder. Ve onlardaki tecelliyât-ı rahmeti ve füyüzât-ı nimeti hatırlatır.
Asr zamanı ise güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem âhirzaman Peygamberinin (Aleyhissalâtü Vesselâm) Asr-ı Saadetine benzer. Ve onlardaki şuûnât-ı ılâhiyeyi ve in'âmât-ı Rahmâniyeyi ihtar eder.
Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pekçok mahlûkatın gurûbunu, hem insanın vefâtını, hem dünyanın Kıyâmet ibtidâsındaki harâbiyetini ihtar ile, tecelliyât-ı Celâliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.
ışâ vakti ise, âlem-i zulümât, nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeni ile setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefât etmiş insanın bakıye-i âsârı dahi vefât edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dâr-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile, Kahhâr-ı Zülcelâlin celâlli tasarrufâtını ilân eder.
Gece vakti ise hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahmâna ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder. Ve bütün bu inkılâbât içinde, Cenâb-ı Mün'im-i Hakikînin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile, ne derece hamd ve senâya müstehak olduğunu ilân eder.
ıkinci sabah ise, sabah-ı haşri ihtar eder. Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar mâkul ve lâzım ve kat'î ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat'iyettedir.
Demek bu beş vaktin herbiri, bir mühim inkılâb başında olduğu ve büyük inkılâbları ihtar ettiği gibi, kudret-i Samedâniyenin tasarrufât-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle hem senevî, hem asrî, hem dehrî Kudretin mu'cizâtını ve Rahmetin hedâyâsını hatırlatır. Demek asıl vazife-i fıtrat ve esâs-ı ubûdiyet ve kat'î borç olan farz namaz, şu vakitlerde lâyıktır ve ensebdir.
Zitat von »"[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=34«
Üstad 9.Sözde[/url]"]
Birinci Nükte: Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani, celâline karşı, kavlen ve fiilen "SübhanAllah" -2- deyip takdîs etmek; hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen " Allahu Ekber -3-" deyip tâzim etmek; hem, cemâline karşı kalben ve lisânen ve bedenen " Elhamdulillah "-4- deyip, şükretmektir.
namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar. Hem, ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını te'kid ve takviye için şu kelimât-ı mübâreke, otuz üç defa tekrar edilir. Namazın mânâsı, şu mücmel hulâsalarla te'kid edilir.