Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

24.07.2006, 15:16

Sadece Allah'a inanan mü'min sayılır mı?


Sadece Allah’a inanıp da, diğer iman esaslarına -mesela peygambere veya kadere- inanmayan mü’min sayılır mı?


“ıman tecezzi kabul etmez”. Yani, iman hakikatleri bir bütündür; birine iman etmemek insanı dinden çıkarmaya yeter. Allah'a inanan bir mümin O’nun kitabı olan Kur'an'a da iman edecektir ki Rabbini hak bir itikat üzere bilebilsin. ınsan aklı ancak kendisini ve bu alemi bir yaratanın olduğunu bilebilir, ama onun sıfatlarını, fiillerini, isimlerini, emir ve yasaklarını, ebed yurdunu, cennetin yollarını, Allah bildirmedikçe bilemez. O halde Allah'a ve Kur'an'a imanın birbirinden ayrı düşünülmesi kabil değil. Kur'an’a inanan insan, Peygamberimizin risaletine ve vahiy meleği Cebrail'e (a.s.) de inanma durumundadır. Bu ise peygamberlere ve meleklere imanın ilk ve en büyük adımı. Kur'an’a ve peygambere inanan bir insan ise Kur'an’ın bildirdiği ve Allah Resulünün (a.s.m.) öğrettiği bütün hakikatlere inanır ve bütün ibadetlere sarılır.

Sadece Allah'a inanmakla kurtuluşa erebilecek zümre, fetret devrinde yaşayan, hiçbir dinden, hiçbir peygamberden haberi olmayan, kendisine vahiy tebliğ edilmeyen, ibadet nedir bilmeyen kimselerdir. Asrımızda bu tip insanlar var mıdır, bilemiyorum. Eğer varsa onlar için sadece kendilerini birisinin yarattığına inanmaları kafi gelebilir. Biz diğer insanları bu zavallıların derecesine indirmekle değil, bunları arayıp bulup kendilerine gerçek imanı anlatmakla mükellefiz.

Gerçeğe Doğru C:3, Zafer Yayınları

2

24.07.2006, 15:20

ınanmak ihtiyacı doğuştan mıdır?

ınanmak ihtiyacı doğuştan mıdır?

ısviçreli psikolog Pierre Bovet, "Din Duygusu ve Çocuk Psikolojisi", adlı eserinde, belli bir yaşa gelen bütün normal çocukların, sırf kendilerine mahsus tamamen "kendi malları" olan (yani fıtratlarında bulunan) sanki "tabii bir dinleri" vardır. Bu iptidai inançların teşekkülünde, cemiyet kadar, ferdin şuur, idrak ve muhayyilesi de önemli rol oynar. Belki çocuk, cemiyetten edindiği dini kavramların muhtevasını, bizzat kendisi tayin eder. Ancak, zamanla cemiyet ile kendi arasındaki tezatları görür, yeni intibaklara gider. şanlı Peygamberimiz'den öğrendiğimize göre: "Bütün çocuklar ıslam fıtratı üzere doğarlar, daha sonra, onları, anaları, babaları (ve cemiyet) şu veya bu dine sokar".

Çocukların "fıtri dini" konusunda pek çok ilim ve fikir adamı araştırma yapmıştır. Bunlardan biri de Amerikalı filozof William James'tir. O, çocukta, cemiyetin müdahalesi olmaksızın meydana gelen "tabii din duygularını" yakalamak için, Ballard adında, on bir yaşına kadar, hiçbir ders almamış olan sağır ve dilsiz bir çocuğun hatıralarını ve davranışlarını incelemiştir. Sonradan iyi bir eğitimden geçirilen bu çocuk, eğitim öncesi "fizikötesi" düşünce ve duygularını şöylece özetlemiştir: "Babamla gezintiye çıktığımız oluyordu. Tabiat ve manzaralar bana çok tesir ediyordu. Konuşmayı ve yazmayı bilmiyor fakat düşünüyordum. Kendi kendime soruyordum: "Acaba dünya nasıl var oldu?", "ınsan, hayata nasıl başladı?", "Bitkiler ve diğer canlılar nasıl meydana geldi?", "Dünya'yı, Ay'ı, Güneş'i var eden sebep ne?", "Bu eşya alemi nasıl doğdu?", "Bütün bu soruları kim aklıma getiriyor?", "ılk insan, ilk hayvan, ilk bitki, tohumsuz nasıl meydana geldiler?", "Nereden gelip nereye gidiyoruz?", "Kainatın başlangıcı nasıl olabilirdi?". Bilhassa, bu soruya cevap bulamazdım. Düşünür, düşünür vazgeçer, bir müddet sonra, yine aynı meseleye dönerdim." (Bkz. Pierre Bovet, Din Duygusu ve Çocuk Psikolojisi, Shf: 71-72).

Daha birçok psikolog bu konuyu araştırmış, aşağı yukarı aynı sonuçlara ulaşmışlardır. Böylece anlaşılmıştır ki, çocuklar da en küçük yaştan itibaren, kainata ve tabiata merakla yönelir ve yukarıda örneğini verdiğimiz soruları sorarlar. Bu, insanın "tabiatı"dır, "fıtratı"dır. Görüldüğü gibi, bu sorular, yalnız mütefekkirlerin ve filozofların değil, çocuk, genç ve yetişkin herkesin zihnini işgal etmektedir. Yüce ve mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim, Büyük Peygamber Hz. ıbrahim'in çocuk yaşta iken, tabiata ve kainata yönelerek yıldızlarda, Ay'da ve Güneş'te Yüce Yaradan'ı arayışını, daha sonra bunları aşıp "ötelerin ötesine" doğru kanatlanışını ne güzel anlatır.

Gerçeğe Doğru C:3, Zafer Yayınları

3

24.07.2006, 15:34

Çok güzel yazılar istifade ediyoruz inşaALLAH.

Allah razı olsun.

Vesselam



“Allah’ım sapmaktan, saptırılmaktan, hata işlemekten ve işletmekten, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cahilce davranmaktan ve bana cahilce davranılmasından sana sığınırım.” Ebu Davud- Tirmizi
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

4

24.07.2006, 17:11

inanmak ihtiyacının temeli doğuştan gelir,gelişme biçimleri sonradandır.ınancımızı şiddetlendirerek ruhumuzun derin noktalarına ineriz.

ıman düşünceden yola çıkarak derinleşir.ıman her an meyve veren bir ağaç,düşünce ise kök salmaya çalışan bir çekirdektir.

Muhammed Bozdağın Ruhsal Zeka isimli kitabından okumuştum:

a)Bilgiyi gözlemlersiniz,öğrenirsiniz ,kullanırsınız,tekrarlarsınız bir süre sonra bu bilgi

b)kapsayıcı düşünceyi üretir.düşünceyi tekrarlayarak beslemeye devam edersiniz;düşünce

c)çeşitli kanaatler (zayıf inançlar) üretir.böylece kendi doğrularınızı üretmeye başlarsınız.kanaati beslersiniz,kendinize ait bir

d)inanca dönüşür.Ona saldıracak çok güçlü bir karşı inanç onu yok edebilir.inancıda koruyarak beslediğimizde

e)imanımız halini alır..

yani temel doğuştan,gelişme biçimleride sonradan oluyormuş..

kardeşler inanmakla ilgili şunuda paylaşmak istiyorum:

Hoca vaazında ''Bismillah'' diyerek yürürseniz , suyun üzerinden batmadan geçebilirsiniz der.bu söze inanan bir köylü artık köprü yerine nehirden geçmektedir.bir gün hocayı evine davet eder.kabul eden hocayla birlikte giderken karşılarına nehir çıkar ve adam nehrin üzerinden yürüyerek karşıya geçer.ama hoca suya girmeye cesaret edemez.şaşkın köylü :''hocam böyle dememişmiydiniz gelsenize '' diye seslenir.Hoca şöyle cevap verir: ''Onu söyleyen dil bende;ama ona inan kalp sende''

bazen sorgulamadan inanmak başarmanın nedeni oluyor :wink:

5

24.07.2006, 19:03

Sadece Allah’a inanıp da, diğer iman esaslarına -mesela peygambere veya kadere- inanmamak olur mu hiç ya!!


Kuranı kerimde Allahu Teala Buyurmuş;

(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]

(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158]


Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız bir kağıttan ibaret kalır. Allah bu dünyayı ve içindekileri, kendi cemalini ve kemalini görmek ve göstermek için yarattı. Cemalini ve kemalini göstermek istediği şuur sahibi mahlukatın başında da, insan gelmektedir. Kendisi kendine layık bir şekilde cemal ve kemalini tefekkür etmektedir. Fakat insan dediğimiz mahlukun, Allah’ın istediklerini kendi başına anlaması mümkün değildir.

Madem kainat insan için yaratılmış, ve madem insan yalnız başına ılahî hakikati anlaması mümkün değildir. Öyleyse insanların nazarını mahlukattan ve masivadan çekecek peygamberler olacaktır. Bu peygamberlik makamı, Allah’ın en çok sevdiği insanlardan oluşacaktır. Bu peygamber dediğimiz seçkin insanların arasında da vahiyde belirtildiği gibi, en sevgili kul ve en şerefli kişi Hz. Muhammed’dir (a.s.m).

Hz. Muhammed'in (a.s.m) duası, bu kainatın yaratılması için bir sebeptir. Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiye “Allah, ezeli ilmiyle Peygamberimizin, kainatın ve cennetin yaratılması hususundaki ısrarlı ve ihlaslı duasını kabul etti ve bu kainatı halk etti.”

ışte O’nun bu duası olmasaydı Allah kainatı ve içindekileri yaratmazdı. Çünkü O zat (a.s.m) bütün enbiyanın seyyididir, bütün evliyanın reisidir. O geldikten sonra dünya rahata kavuştu. Bu noktadan O’na olan sevgi, başka bir sevgidir. Fakat madem Allah’ın zatı mahlukatın zatına benzemez. Ve hadsiz derecede mükemmel ve alidir. Elbette sıfatları da benzemez. Yani ilmi, iradesi, kudreti ve muhabbeti de mahlukatın sıfatlarına benzemez. Allah’ın Peygamberimize olan muhabbetini aklımızla anlamamız mümkün değildir. Çünkü Allah’ın ne sıfatlarını, ne zatını ne de fiillerini aklımız almıyor. Elbette muhabbet-i ilahiyeyi de anlamamız iktidarımız haricindedir.

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

6

24.07.2006, 19:51

--------------------------------------------------------------------------- -----

Ulema-i ıslâm ortasında “ıslâm” ve “iman”ın farkları çok medar-ı bahis olmuş. Bir kısmı “ıkisi birdir,” diğer kısmı “ıkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz” demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:

ıslâmiyet iltizamdır; iman iz’andır. Tabir-i diğerle, ıslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir.

Eskide bazı dinsizleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette Hakkın iltizamıyla ıslâmiyete mazhardı; “dinsiz bir Müslüman” denilirdi. Sonra bazı mü’minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; “gayr-ı müslim bir mü’min” tabirine mazhar oluyorlar.

Mektûbât, s. 38


malum aziz üstadım islamsız iman imansız islam sebebi necat olamaz demekte yani meseleye birde söyle bakalım insan islamiyetteki herseye inanıpta yasamında islamın herhangi bir emaresi görülmemekteyse tehlike çamları yine çalmaya baslıyor..

7

25.07.2006, 09:21

Allah razı olsun hepinizden.devam inşaallah

YaMusaB

Stajyer

Mesajlar: 154

Konum: KaFKasYa

Meslek: TaleBe

  • Özel mesaj gönder

8

25.07.2006, 11:30

Kardeşler Allah razı olsun...

Benim bir sorum olacak, Mümin olmayan birinin cennete girme ihtimali var mı...

9

25.07.2006, 12:11

Alıntı sahibi ""yunusum""

Sadece Allah'a inanmakla kurtuluşa erebilecek zümre, fetret devrinde yaşayan, hiçbir dinden, hiçbir peygamberden haberi olmayan, kendisine vahiy tebliğ edilmeyen, ibadet nedir bilmeyen kimselerdir. Asrımızda bu tip insanlar var mıdır, bilemiyorum. Eğer varsa onlar için sadece kendilerini birisinin yarattığına inanmaları kafi gelebilir. Biz diğer insanları bu zavallıların derecesine indirmekle değil, bunları arayıp bulup kendilerine gerçek imanı anlatmakla mükellefiz.


Bu özelliklerde birinin cennete girme ihtimali her zaman vardır. Yeterki Allah'a inansın.

Bu konuyu değerlendir