(*)
Bir bahar mevsiminde, garibâne, mütefekkirâne, seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken parlak bir sarı çiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sâir memleketlerde gördüğüm o cins sarı çiçekleri derhatır ettirdi. şöyle bir mânâ kalbe geldi ki:
Bu çiçek kimin turrası ise, kimin sikkesi ise ve kimin mührü ise ve kimin nakşı ise, elbette bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir, sikkeleridir.
şu mühür tahayyülünden sonra, şöyle bir tasavvur geldi ki: Nasıl bir mühür ile mühürlenmiş bir mektub, o mühür, o mektubun sahibini gösterir; öyle de, şu çiçek, bir mühr-ü Rahmânîdir. şu enva-ı nakışlarla ve mânidar nebâtât satırlarıyla yazılan şu tepecik dahi bu çiçek Sâniinin mektubudur. Hem, şu tepecik dahi bir mühürdür. şu sahrâ ve ova bir mektub-u Rahmânî hey’âtını aldı.
ışbu tasavvurdan şöyle bir hakikat zihne geldi ki:
Herbir şey, bir mühr-ü Rabbânî hükmünde, bütün eşyayı kendi Hàlıkına isnad eder, kendi kâtibinin mektubu olduğunu ispat eder.
ışte, herbir şey öyle bir pencere-i tevhiddir ki, bütün eşyayı bir Vâhid-i Ehade mal eder. Demek herbir şeyde, hususan zîhayatlarda öyle hârika bir nakış, öyle mu’cizekâr bir san’at var ki; onu öyle yapan ve öyle mânidar nakşeden, bütün eşyayı yapabilir ve bütün eşyayı yapan, elbette o olacaktır. Demek, bütün eşyayı yapamayan, birtek şeyi icâd edemez.
ışte ey gàfil! şu kâinatın yüzüne bak ki; birbiri içinde hadsiz mektubât-ı Samedâniye hükmünde olan sahaif-i mevcudât ve herbir mektub üstünde hadsiz sikke-i tevhid mühürleriyle temhîr edilmiş bütün bu mühürlerin şehâdetlerini kim tekzib edebilir? Hangi kuvvet onları susturabilir? Kalb kulağı ile hangisini dinlesen, "Eşhedüenlailaheillallah" dediğini işitirsin.
Bediüzzaman Said Nursi
33. Söz / Yirmi Dokuzuncu Pencere
(*) Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp, Onu tesbih etmesin. (ısrâ Sûresi: 44.)