Sie sind nicht angemeldet.

Lieber Besucher, herzlich willkommen bei: Muhabbet Fedâileri. Falls dies Ihr erster Besuch auf dieser Seite ist, lesen Sie sich bitte die Hilfe durch. Dort wird Ihnen die Bedienung dieser Seite näher erläutert. Darüber hinaus sollten Sie sich registrieren, um alle Funktionen dieser Seite nutzen zu können. Benutzen Sie das Registrierungsformular, um sich zu registrieren oder informieren Sie sich ausführlich über den Registrierungsvorgang. Falls Sie sich bereits zu einem früheren Zeitpunkt registriert haben, können Sie sich hier anmelden.

61

Mittwoch, 18. April 2007, 09:33

diger yazilari okumadim onlar hakkinda birsey söyleyemiycem ama
katiliyorum salih sana abi
dinimizde aksattigimiz o kadar cok konu varki
ne kadar aci bir gercekki artik müslümanlik kimliklerde yazili kaliyor...
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

62

Mittwoch, 18. April 2007, 11:28

Zitat von »"SALıH"«

Sağolun arkadaşlar hepsini okudum.Ben diyorumki birakalım ateistleri biz kendi atemize yönelelim.Ehl sünnet itikadına göre inancımızı düzeltmişmiyiz?ıslamiyeti günlük hayatta uygulayacak kadar biliyormuyuz?Mesela itikad,mumelat,münekahat ve ukubet gibi konuları ne kadar biliyoruz ? ve belki aramızda zekat vermesi gerekenler vardır zekat konusunu hiçbir imtiyazlı insanın insafına bırakmayacak kadar biliyormuyuz ? 32 farzı bütün detaylarıyla adımızı soyadımızı söyler gibi açıklayabilirmiyiz?Unutmayın bizler ateistleri neden susturmadınız ,onlarla neden tartışmadınız suallerinden önce iman,namaz,haram ve helallerden sorulacaz.Bu konular emribilmarufada girmez...sadece nefsi okşadığı için bize hoş gelir.....


Bu dediklerinizin doğruluğu elbette tartışılmaz. Ancak bunların da bir sırası vardır;

Zitat von »"Risale-i Nur"«


Risâle-i Nur, hizmette îman, hayat, şeriat sırasını takip eder

Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesâbına aldığı için, farazâ hakîki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için, siyâset âlemindeki vaziyetten ferâgat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.

Hem, üç mesele var: biri hayat, biri şeriat, biri îmandır. Hakîkat noktasında en mühimmi ve en âzamı, îman meselesidir. Fakat, şimdiki umûmun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatında en mühim mesele hayat ve şeriat göründüğünden, o zât şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvâfık gelmediğinden, her halde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak; tâ ki îman hizmeti safvetini umûmun nazarında bozmasın ve avâmın çabuk iğfal olunabileri akıllarında, o hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.

Hem, yirmi seneden beri tahripkârâne eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metânet ve sadâkat kaybolmuş ki, ondan, belki yirmiden birisine îtimat edilmez. Bu acîb hâlâta karşı çok fevkalâde sebat ve metânet ve sadâkat ve hamiyet-i ıslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır, zarar verir.

Demek, en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet Risâle-i Nur şâkirtlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir.

Kastamonu Lâhikası, s. 57-58

***

Âlem-i insâniyette ve ıslâmiyette üç muazzam mesele olan îman ve şeriat ve hayattır. ıçlerinde en muazzamı îman hakîkatleri olduğundan, bu hakâik-ı Kur'âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbî ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur'ân'ın hakîkatleri, dîni dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmânı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risâle-i Nur'un has ve sâdık talebeleri gâyet şiddet-i nefretle siyâsetten kaçıyorlar.

Kastamonu Lâhikası, s. 104


Sizin anlattıklarınız ve sorduğunuz soruların gerekliliği şüphesiz. Bu sorularınızın büyük kısmı yukarıdaki sıralamada "hayat" içerisinde. Bir müslüman açısından saydıklarınızı bilmek ciddi derecede mühim. Ancak imani meselelere saldıran ateistlerin fikirlerinin susturulması imani bir meseledir. Ve Risale-i Nur mesleğine göre birinci sıradadır. Emr-i Bil Ma'ruf Nehy-i An'il Münker emri kapsamındadır.

"Bir kişinin imanını kurtarmak, bin kişiyi velayet makamına çıkarmaktan daha hayırlıdır." Ahmed-i Faruki (ımam-ı Rabbani) (r.a)

Alpaslan

Schüler

  • »Alpaslan« ist männlich

Beiträge: 84

Wohnort: Almanya

Beruf: Inşaat sektöründe

Hobbys: Hizmet

  • Nachricht senden

63

Samstag, 21. April 2007, 12:15

Selamunaleyküm
hepinizi teprik ediyorum...
yazilarinizi ve düsüncelerinizin cenabi Allaha bir DUA,SÜKÜR ve Hamd olarak kabullenecegine inanarak sohbetlerinizin bu sekide devamini Arz ederken.....
Nurtalebesi olamak nekadar büyük bir nigmet oldugunu bir kere daha sahit oldum...Elhamdulillah...
Saygilarimla Esslamunaleyküm
Alpaslan

64

Samstag, 11. August 2007, 21:46

aslında çevremizde pek fazla ataistle karşılaşmıyoruz. karşılaşsak bile verecek cevabımız elbetteki var....
Benim risale-i nur lardan öğrendiğim şey bizim meleklerle aynı safta olmadıgımız gerçeği...
evet....
Bizim makamımız yükselebilir sabit degildir çünkü. ve bu yüzden öncelikle kendimizi düzeltmeliyiz. monoton geçen günlerimizi, yaptıgımız klasik ibadetleri, yarım yamalak yapılan gönülsüz verilen sadakaları düzeltmeliyiz ki birşeye benzeyelim....
Önce kendimiz olmalıyız kendimizi bulmalıyız ben böyle düşünüyorum açıkçası...
Konu başlıklarında, yazı metninde ve imza kısmında sadece BÜYÜK harf kullanmayınız. (Forum kuralı)

garfield67

Anfänger

Beiträge: 10

Wohnort: Kdz.Ereğli

Beruf: eğitimci

Hobbys: bilgisayar - digital receiver

  • Nachricht senden

65

Freitag, 17. August 2007, 18:29

Bu forumdaki şakirdlerin kendilerini oldukça iyi yetiştirmiş olduğuna eminim. (Adım Emin olmasa bile.) Karşınızdaki kişinin vay haline. ınşaAllah karşıdaki kişiye sizi dinleyecek kadar Allah akıl vermiştir umuyorum.
Bir kişinin imanını kurtarmaya vesile olabilmek Güneş'in doğduğu ve battığı her şeyden daha hayırlı olduğuna da inancım tamdır...
Allah yüzünüzü (yüzümüzü) kara çıkarmasın...

66

Freitag, 17. August 2007, 20:44

Allah razı olsun kardeşim.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

duygu

Profi

  • »duygu« ist weiblich

Beiträge: 966

Wohnort: istanbul

Beruf: ev hanımı

Hobbys: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Nachricht senden

67

Donnerstag, 23. August 2007, 18:50

:tamam: amin ...
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

özlemsüldür

Fortgeschrittener

  • »özlemsüldür« ist weiblich

Beiträge: 325

Wohnort: ısparta,antalya

Beruf: öğrenci

Hobbys: internet kitaplar müzik

  • Nachricht senden

68

Sonntag, 23. Dezember 2007, 12:17

Selam

Selamun aleyküm....Arkadaslar bazı sitelerde peygambere ve Kurana cok terbiyesizce dil uzatıyorlar ve biz cvp dogru düzgün veremeden kalıyoruz...ımandan sonra küfre düsmekten korkuyorumm...ıslamdaki miras hukuku hakkinda bilgi verirseniz....Bir de peygamber efendimizin Hz. zeyneple evlenmesiyşle ilgili yani hasa Muhammed Zeynebi begenmis ve nedense hemen Allah onla evlenmesi icin ayet göndermis diyorlar hasa ve kella peygamberi sehvet düskünü olmakla sucluyorlar..O güzeller güzelini hakkiyla savunamadigim icin üzülüyorum...

69

Sonntag, 23. Dezember 2007, 16:41

Hz.Zeynep binti Cahş ile evlilik meselesi:

Sorularla ıslamiyet'te
Allah’ın emri üzerine Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hz. Zeynep binti Cahş ile evlenmesi nasıl olmuştur? Bu evliliğin hikmeti nedir?

Risaledeki yeri:


Zitat von »"[url=http://www.risaleara.com/oku.asp?id=735«

Üstad Bediüzzaman 7.Mektub'da[/url]"]Aziz kardeşlerim,

Bana söylemek üzere şamlı Hâfıza iki şey demişsiniz:

Birincisi: "Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın Zeyneb'i tezevvücünü, eski zaman münafıkları gibi yeni zamanın ehl-i dalâleti dahi medar-ı tenkit buluyorlar; nefsanî, şehevânî telâkki ediyorlar" diyorsunuz.

Elcevap: Yüz bin defa hâşâ ve kellâ! O dâmen-i muallâya şöyle pest şübehâtın eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesât-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemâl-i iffet ve tamam-ı ismetle Haticetü'l-Kübrâ (r.a.) gibi ihtiyarca birtek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zâtın, kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesât-ı nefsâniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücâtı, bizzarure ve bilbedâhe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu, zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir.

O hikmetlerden birisi şudur ki: Zât-ı Risaletin akvâli gibi, ef'al ve ahvâli ve etvar ve harekâtı dahi menâbi-i din ve şeriattır ve ahkâmın mehazlarıdır. şıkk-ı zâhirîsine Sahabeler hamele oldukları gibi, hususî dairesindeki mahfî ahvâlâtından tezahür eden esrar-ı din ve ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve râvileri de ezvâc-ı tâhirattır ve bilfiil o vazifeyi ifa etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm vazifeye, birçok ve meşrepçe muhtelif ezvâc-ı tâhirat lâzımdır.

Gelelim Hazret-i Zeyneb'in tezevvücüne:

Yirmi Beşinci Sözün Birinci şulesinin Üçüncü şuaının misallerinden olan [img:513:42]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/mekt/b155.gif[/img] 1- "Muhammed, erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; o Allah'ın Resulüdür ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzâb Sûresi: 33:40)

âyetine dair şöyle yazılmış ki:

ınsanların tabakatına göre birtek âyet, müteaddit vücuhlarla, herbir tabakanın fehmine göre bir mânâ ifade ediyor.

Bir tabakanın şu âyetten hisse-i fehmi şudur ki:

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın hizmetkârı veya "Oğlum" hitabına mazhar olan Zeyd (r.a.), rivayet-i sahiha ile itirafına binaen, izzetli zevcesini kendine mânen küfüv bulmadığı için tatlik etmiş. Yani, Hazret-i Zeyneb, başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış ve bir peygambere zevce olacak fıtratta olduğunu, Zeyd ferâsetle hissetmiş. Ve kendisini ona zevc olacak fıtratta kendine küfüv bulmadığından, mânevî imtizaçsızlığa sebebiyet verdiği için tatlik etmiştir. Allah'ın emriyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm almış. Yani, [img:79:32]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/mekt/b156.gif[/img] 2- "Biz onu sana nikâhladık." (Ahzâb Sûresi: 33:37) -2- nın işaretiyle, o nikâh bir akd-i semâvî olduğuna delâletiyle, harikulâde ve örf ve muâmelât-ı zâhiriye fevkinde, sırf kaderin hükmüyledir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o hükm-ü kadere inkıyad göstermiştir ve mecbur olmuştur; nefis arzusuyla değildir.

şu kader hükmünün de ehemmiyetli bir hükm-ü şer'î ve mühim bir hikmet-i âmmeyi ve şümullü bir maslahat-ı umumiyeyi tazammun eden [img:339:32]http://www.risaleinurenstitusu.org/tr/kulliyat/images/books/mekt/b157.gif[/img] 3- "Tâ ki, evlâtlıklarının boşadığı hanımlarla evlenmekte mü'minler için bir günah olmadığı anlaşılsın." (Ahzâb Sûresi: 33:37) -3- âyet-i kerimesinin işaretiyle, büyüklerin küçüklere "oğlum" demeleri, zıhar meseleleri gibi, yani karısına "Anam gibisin" dese haram olduğu gibi değildir ki, ahkâm onunla değişsin. Hem büyüklerin raiyetlerine ve peygamberlerin ümmetlerine pederâne nazar ve hitapları, vazife-i risalet itibarıyladır; şahsiyet-i insaniye itibarıyla değildir ki, onlardan zevce almak uygun düşmesin.

ıkinci bir tabakanın hisse-i fehmi şudur ki:

Bir büyük âmir, raiyetine pederâne bir şefkatle bakar. Eğer o âmir, zâhirî ve bâtınî bir padişah-ı ruhanî olsa, merhameti pederin yüz defa şefkatinden ileri gittiği için, raiyetinin efradı, onun hakikî evlâdı gibi, ona peder nazarıyla bakarlar. Peder nazarı ise, zevc nazarına inkılâp edemediğinden ve kız nazarı da zevce nazarına kolayca değişmediğinden; efkâr-ı âmmede, Peygamberin, mü'minlerin kızlarını alması şu sırra uygun gelmediği için, Kur'ân o vehmi def maksadıyla der:

"Peygamber, rahmet-i ılâhiye hesabıyla size şefkat eder, pederâne muamele eder. Ve risalet namına siz onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniye itibarıyla pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin. Ve sizlere 'Oğlum' dese, ahkâm-ı şeriat itibarıyla siz onun evlâdı olamazsınız."





Bilinmeyen kelimelere çift tıklarsanız, anlamını gösteren lügat sayfası açılacaktır, açılmazsa beni haberdar edin.

ınşaAllah, akşam namazından sonra da miras meselesini yazacağım.


Bu arada, kardeşim, iftiralar ürkünç gelebilir ilk duyduğunda, vesvese hissedebilirsin. Bunlara aldanma, inşaAllah, herşeyin cevabı var. Lakin, safî zihnini, sürekli böyle zehir ve iftira saçanlarla meşgul etmemeni tavsiye ederim.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

70

Sonntag, 23. Dezember 2007, 17:11

Zitat

Mirasta kadın neden farklıdır?

Dinimizin ıslah edip düzelttiği müesseselerden birisi de "miras" hukukudur. Başta cahiliye dönemindeki Araplarda olmak üzere Çin, Roma, Japon hukukunda kadın mirastan tamamen mahrum bırakılmıştı.

Kızın, babasının malında hiçbir hakkı yoktu. Miras doğrudan doğruya erkek evlada geçer, kız çocuklarına hiçbir şey verilmezdi. ışin acı tarafı şu ki, bu batıl adet hala ülkemizin bazı bölgelerinde yaşamaktadır.

Erkek çocuklar mirasla servet ve varlık içinde yüzerken, aynı babanın çocuğu olan kızlar fakr-u zaruret içinde çırpınmaktadır.

Birçok hayati meselelerde olduğu gibi, bunda da köklü değişiklikler yapan ve yenilikler getiren dinimiz asırlar boyu devam eden bu zulme son verdi. Mirası hakça taksim etti.

Nisa Sûresinin 11. ayeti tamamen miras taksimini anlatır. Baş kısmında ise, "Allah çocuklarınız hakkında erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder" buyurulur.

Böylece açık bir şekilde bu yanlış tashih edilmiş oldu. Ancak bu meseledeki ıslamın inkılabını tam anlayamayan bazı kişiler, kadına erkeğin yarısı kadar pay verilmesini dillerine dolayıp bununla ıslamın kadının hakkını korumadığı yorumuna saplanırlar.

Halbuki mesele hiç de öyle değildir. Mevzuya erkeğin ve kadının sosyal yapısı, ailedeki mes'uliyeti, mükellefiyeti ve psikolojik faktörleri açısından bakılsa Kur'an'ın bu hükmünün tam bir adalet ve hakkaniyet üzere olduğu görülecektir.

ıslamın çizdiği hayat prensibine göre, kızın çalışıp kazanma mecburiyeti yoktur. O tüketici durumundadır. Bu, ona layık görülen bir şefkat ve merhametin neticesidir. Kız, baba evinde bulunduğu müddetçe ihtiyaçları babası ve onun yerindeki yakın erkek akrabaları tarafından karşılanır, gözetilir, himaye edilir. Evlendikten sonra da geçimi, nafakası ve ihtiyaçları kocasının üzerine geçer. Kadın, kendi malını, evin ihtiyaçları için harcamaya zorlanamaz.

Çünkü bir erkeğin özel mülkü olacağı gibi, kadının da pekala özel mülk edinme hakkı vardır. Ancak kadın gönül rızası ile, bir zorlama olmadan, isterse, ortaklaşa harcamada bulunabilir. Buna göre, kadının hiçbir şeyi yokmuş gibi bakılır; yeme, içme, giyim kuşam ve benzeri bütün ihtiyaçlarını görmek kocasının sorumluluğu altındadır. Hatta erkek evine bakmaktan vazgeçer, yahut cimri davranarak servetine göre bir harcamada bulunmazsa, kadının kocasını şikayet etme hakkı vardır. Gider, ıslam hukuku çerçevesinde hakkını arar.

Diğer taraftan kadın evlenirken erkekten mehir alır, bölgenin adetine göre pek çok hediyeye sahip olur. Erkek devamlı surette harcarken, kadının malı artarak devam eder, çoğalır..

Erkek evlendikten sonra üzerine aile yükü binecek, kendisinin, çoluk çocuğunun, hatta anne-babası ve muhtaç oldukları takdirde dinen bakmakla mükellef olduğu akrabalarının nafakalarını karşılamak durumunda kalacaktır.

Buna göre biri erkek, diğeri kız iki kardeşten erkeğin aldığı üçte iki miras bu şekilde devamlı surette harcanıp azalırken, kız kardeşinin aldığı üçte bir miras hakkı artarak korunabilmektedir. şimdi gerçek manada erkek kardeşin mi serveti çoktur, yoksa kız kardeşin mi? Erkeğe mi imtiyaz tanınmış, yoksa kadına mı?

Öyle ki, babasından kalan mirasla geçinemeyecek halde bulunan bekar veya dul kız kardeşe, erkek kardeşin yardım etme, zaruri ihtiyaçlarını karşılama mecburiyeti vardır.

Demek ki, ıslam her iki cinsin mükellefiyetine ve ihtiyacına göre hakça bir taksimi uygun görmüş, hakkaniyet prensibini muhafaza etmiştir. Erkeğe iki, kadına bir ölçüsü, sadece bir emek sarf etmeden ele geçen miras hukukundadır. Emek sarf edilip kazanılan mala gelince; kadın ve erkek ticaret, tarım, sanayi ve benzeri hangi iş kolunda çalışırsa çalışsın, ücretlerde eşit miktarda alırlar. Aynı şirkete ortak olan kadın-erkek hisselerine göre eşit miktarda kar nispetini hak ederler. Yani ne erkek fazla alır, ne de kadın eksik...

Bediüzzaman Said Nursi bu konunun açıklamasına "Muhakemesiz medeniyet, Kur'an kadına sülüs [üçte bir> verdiği için ayeti tenkit eder." Cümlesiyle başlar ve sosyal hayatta hükümlerin çoğunun eksere göre; olduğu tespitini yaparak şöyle der: "Ekseriyet itibariyle bir kadın kendini himaye edecek birisini bulur. Erkek ise, ona [kendisine> yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesai etmeye [aile ocağı kurmaya> mecbur olur. ışte bu surette bir kadın pederinden yarısını alsa, kocası noksaniyetini temin eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını tezevvüç ettiği [evlendiği> kadının idaresine [geçimine> verecek; kız kardeşine müsavi gelir. ışte adalet-i Kur'aniye böyle iktiza eder. Böyle hükmetmiştir."

Meseleye psikolojik açıdan bakıldığı zaman da bu miras taksiminde tam bir hakkaniyet gözetildiği görülür. şöyle ki, kız çocuğu evlenip çoluk çocuğa karışıp evi barkı ayrı olsa da yine anne-babasının ve erkek kardeşlerinin merhametine, şefkatine ve bir derece himayelerine muhtaçtır. Bundan dolayı akrabalık bağlarının zedelenmemesi için birbirlerine karşı olan sevgi ve muhabbette de bir eksiklik olmamalıdır.

Bediüzzaman'ın ifade ettiği gibi, "O zaife kız pederinden şefkate ve kardeşinden merhamete çok muhtaçtır. Hükm-ü Kur'an'a [Kur'an'ın hükmüne> göre o kız pederinden endişesiz bir şefkat görür."

Miras taksiminde kızın alacağı payı düşünen baba daha ölmeden önce ona olan şefkatinden bir eksilme olmaz ve kızına, " servetinin yarısının yabancıların ellerine geçmesine sebep olacak zararlı bir çocuk" nazarıyla bakmaz, o şefkate endişe ve hiddet karışmaz.

Erkek kardeş için de durum aynıdır. Kız, erkek kardeşinden bir hisse az almakla, yine Bediüzzaman'ın ifadesiyle "Kardeşinden rekabetsiz, hasetsiz bir merhamet ve himaye görür. Kardeşi ona, hanedanımızın yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını ellerin eline verecek bir rakip nazarıyla bakmaz"..(Sözler, s. 381.)

ışte daha bunlara benzer pek çok hikmetten dolayı ıslam hukuku mirasta kadına erkeğe nispetle bir hisse eksik takdir etmiştir.

Mehmet Paksu
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

71

Sonntag, 23. Dezember 2007, 17:12

Zitat

şahitlikte niçin kadınların hakkı erkeğin yarısıdır?

ıslam hukukunun temelini teşkil eden meseleler vahye dayanır. Ana hatlarıyla Kur'an'da yer alır. Yani hukuki esaslar kainat Yaratıcısı tarafından tespit edilip tayin edilmiştir. Hangi devir, hangi iklim ve şartlar içinde yaşanırsa yaşansın bu esaslar toplumların huzur kaynağı ve rahat vesilesidir. Çünkü hükümler insan yaratılışına en uygun olanıdır. Kur'an'daki hükümler incelendiğinde, ilk göze çarpan husus bu hükümlerde insanın hem bedeni, hem de ruhi yapısının dikkate alınmış olasıdır.

şahitlik meselesinde de bunu görmek mümkündür. şahitlikle ilgili ayet-i kerimenin meali şöyledir.

"Erkeklerinizden iki şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa şahitlerden razı olacağınız bir erkek; biri unuttuğunda, şaşırdığında diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir..."(1)


Demek ki, buradaki esas mesele kadının yaratılışı ile doğrudan alakalıdır. Onun psikolojik yapısının bir gereğidir. Kadının esas mizacı heyecandır ve heyecanlarıyla yaşar. Bunun için düşünceler, aklından çok kalbine işler, tesirleri de o şekilde gelişir. Hadiseler karşısında pek tarafsız kalamaz. Merhamet ve şefkat tarafı ağır bastığından hadiselere sezgisiyle yaklaşır.

Bu hususiyetlerinden dolayı Kur'an, "Kadınlar unutabilirler, onun için şahitlikte onlara bir yardımcı verilmeli" diyor. Bunu, kadını yaratan Yüce Allah ifade buyuruyor. Öyle ise bu değişmeyen bir kaidedir. Kadınların içinde unutkan olmayan, bazı erkeklerden daha güçlü hafızaya sahip olanlar yok mudur? şüphesiz vardır, ama umumi olarak kadınlarda bu psikolojik hal daha çok görülür. Hadiseyi akıllarında fazla tutamamaları normaldir.

Diğer yandan, kadın daha çok içe dönüktür. Kendine has bir dünyası vardır. Gün boyu ev işleriyle iç içedir. Çocuklarının bakımı ve terbiyesi ile meşguldür. Ticaret, alışveriş, iş hayatı siyasetle çok az kadın ilgilenir. Dış dünyanın bu kadar uzağında olan bir kadın hariçte olan hadiselere nasıl vakıf olacak, mahiyetlerini nasıl öğrenecek, aklında nasıl tutacak, şahitliğini ne nispette tam yapabilecektir?

ıslamiyet şahitlik meselesinde kadına erkek kadar bir mükellefiyet yüklemeyip, iki kadının şahitliğini, bir erkeğe denk tutmakla onun hakkını zayi etmemiş, aksine onu korumuş, bir günaha düşmesini önlemiştir. Çünkü şahitlik büyük mesuliyet gerektiren bir iştir, ağır bir vazifedir.

Bu hususta bir ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

"şahitliği gizlemeyin. Onu kim gizlerse şüphesiz kalbi günahın acısından sızlar. Allah işlediklerinizi bilir."(2)


Hadis-i şeriflerde şahitliğin ne kadar mühim bir mesuliyet taşıdığına işaret edilirken, yalancı şahitliği de büyük günahlar arasında zikredilir.

Evet, ıslamiyet kadını büyük günahlara düşmekten korumuş, onun bazı zaaflarına kapılıp, heyecanlanarak yahut hissi davranarak yalancı şahitlik gibi bir günaha girmesine mani olmuştur. Yanına bir yardımcı kadın vererek bunun tedbirini almıştır. ışte bundan dolayı bazı şahitliklerde iki kadın bir erkek yerine geçmektedir.

Bazen kadınlar şahitlik yapacağı meselede kıskanç davranabilir, rekabet hissi baskın gelebilir. Bunun için hadisenin bazı taraflarını gizleyerek, adaletin tecellisine gölge düşürebilir. Fakat iki kadın şahitlik yaparsa, birisinin gizlediğini öbürü açığa vurarak şüpheler ortadan kalkmış olur.

Diğer taraftan iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine eşit tutulması hiçbir zaman kadının erkeğin yarısına eşit olduğunu göstermez. Çünkü bu sadece şahitlik meselesinde her türlü teminatın bulunmasına önem verildiğinin bir göstergesidir. Kadın hangi çeşit davalarda şahitlik yapar, hangilerinden muaftır, hangilerinde erkeğin yarısı sayılır?

ıslam hukuku, zina, içki ve hırsızlık gibi had cezalarını gerektiren suçlarda ve kısas gibi cezalarda kadını muaf tutmuş, onun şahitliğini kabul etmemiştir. Bu davalardan zina cezasında dört erkeğin, diğerlerinde ise iki erkeğin şahitliğini esas almıştır. Alış-veriş, ticaret, nikah, talak gibi muamelata giren davalarda ise iki erkek yoksa, bir erkekle iki kadının şahitliğini şart koşmuştur. Fakat erkeklerin vakıf olamayacağı, bekaretin tespiti, doğum anında anne ve çocukla ilgili vuku bulacak hallerde, süt kardeşliğinin tespiti gibi meselelerde tek kadının şahitliği de kafi gelmektedir. Hatta, Hz. Ömer boşanma hadisesinde bile bir kadının şahitliğini kafi görmüştür. Çünkü şahitlikte asıl mesele hakkın zayi olmaması, adalete gölge düşürülmemesi, hakkın tecelli etmesidir. Had cezalarında ve kısasta kadının şahitliğine müracaat edilmemesinin bir hikmeti, bu çeşit meselelerde en ufak bir şüpheye mahal verilmemesi hassasiyetidir. Çünkü kısas gibi bir davada eksik bir beyanla, bir hak zayi olabilecek veya bir insanın kısas edilmesi söz konusu olacaktır. Kadınlardaki unutkanlık ve hislerine mağlup olmak gibi bir arıza bu meseleye gölge düşürebilir.

(1) Bakara Sûresi, 282.
(2) Bakara Sûresi, 283.

Mehmet Paksu
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

72

Sonntag, 23. Dezember 2007, 18:07

Zitat

Mirasta kadın neden farklıdır?

ıslam hukukunda miras meselesindeki pay tüm taraflardan toplanandan sonra kaç olur?
yani bir kadın;
babasından aldığı, kocasından aldığı,
bir de harcama mecburiyeti olmadığı zaman erkekten fazla pay almış olmaz mı?

özlemsüldür

Fortgeschrittener

  • »özlemsüldür« ist weiblich

Beiträge: 325

Wohnort: ısparta,antalya

Beruf: öğrenci

Hobbys: internet kitaplar müzik

  • Nachricht senden

73

Sonntag, 23. Dezember 2007, 18:25

slm

Allah razi olsu Abdulkadir said abi...Allah istikametten ayırmasın,hizmet icin daha cok kosturmak nasip etsin....

74

Sonntag, 23. Dezember 2007, 18:26

amin, hepimizden, ecmain
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

özlemsüldür

Fortgeschrittener

  • »özlemsüldür« ist weiblich

Beiträge: 325

Wohnort: ısparta,antalya

Beruf: öğrenci

Hobbys: internet kitaplar müzik

  • Nachricht senden

75

Sonntag, 23. Dezember 2007, 23:08

mrb

ya bide kardesler Hud suresi 2. ayetteki ifadede bisey varmis....O ayeti alsanız aciklasaniz...Allah sözüne benzemiyor diyorlar HASA... Bir de musafiye mi ne biri varmis Kuran ayetlerine benzer seyler yazip getirmis Hz. peygamber döneminde sonrada Hz. Ebubekir basimiza bela olur diye öldürtmüs falan..GÜYA Yani ben bunlara inanmıyorum ama hem icimde süphe kalmasin diye hem o arkadaslara yardimci olabilmem icin bana yardimci olabilirseniz...simdiden Allah razi olsun...

76

Sonntag, 23. Dezember 2007, 23:33

Hud suresinin ikinci ayetinde nereye takılmış???

şurayı da okumanı tavsiye ederim:
http://www.muhabbetfedaileri.com/viewtopic.php?t=4190&start=30
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

özlemsüldür

Fortgeschrittener

  • »özlemsüldür« ist weiblich

Beiträge: 325

Wohnort: ısparta,antalya

Beruf: öğrenci

Hobbys: internet kitaplar müzik

  • Nachricht senden

77

Montag, 24. Dezember 2007, 18:03

mrb

Allah hakkında hiç bilgi sahibi olmayanlar ancak bu derecede rakamlarla ilişki kurarak
KURAN'da mucize bulduklarını sanırlar!

Hiç Allah yarattıkları insanları elbise giymiş keresteye benzetir mi?

Hiç Allah Yarttığı insanları aşağılayıcı isimlerle çağırır mı?

Hiç Allah insanlara beddualar eder mi?

Hiç Allah kendisine inandırmak için yeminler eder mi?

Hiç Allah insanlara tutup da ---ALLAH onları KAHRETSıN --- der mi?

Hiç Allah KURAN'da ---Ben ondan gelen Müjdeciyim ---diyerek bunun yazanın bir insan olduğunu belli eder mi?

Sayılardan önce bu anlatımların ALLAH sözü olduğunu sananlar, önce mantıklarını bir yoklasalar bu daha güzel olmaz mı? Sayıların faydası yok kimseye...Kuran'daki sözler de insan sözü belli oluyor...

ıSTE ABı BUNA BENZER SEYLER SÖYLÜYORLAR...bEN ONDAN GELEN MÜJDECıYıM DEDıGı SEYDE hUD SURESı '. AYET SANIRSAM

78

Montag, 24. Dezember 2007, 19:15

Bu cümleleler, anlamak istemeyen, hakaret etmek ve demagoji yapmak için fırsat kuran akılların mahsülüdür kardeşim. Daha milyon varyasyonu çıkar.

Sen, onları ikna etmek için meseleleri öğrenmeye çalışma, sen, meseleyi anlamak, kalbini mutmain etmek için öğrenmeye çalış. Onlarda o inat varken, karaya ak, aka kara da derler.

Hakkındaki pek çok atıp tuttukları kısımda, Arap edebiyatının ince nükteleri vardır, onlar bilmezler, hem bir söz, kime, ne zaman, ne üzerine, hangi makamda, ne maksad ile denmiş önemlidir, Kur'an tefsirinde ise bir usül vardır, damdan düşme bir şekilde açık bulmak için yargılayanlar, gerçeği bulmak için değil, şeytana ve nefislerine hizmet için yarışıyorlar ancak.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

özlemsüldür

Fortgeschrittener

  • »özlemsüldür« ist weiblich

Beiträge: 325

Wohnort: ısparta,antalya

Beruf: öğrenci

Hobbys: internet kitaplar müzik

  • Nachricht senden

79

Montag, 24. Dezember 2007, 19:31

Abim cok dogru sölüyorsun ama insanın elinde olmuyor onlar icin üzülüyorum....Bir de korkuyorum yani ufak da olsa icimde bir süphe kalirmi diye....Yoksa yerden göge haklisin....Bu arada yukarda verdigin linkteki bilgilerden cok istifade ettim...Allah razi olsun tekrar...Bana sen ve diger arkadaslar dua ederseniz cok sevinirim...Allah'a emanet olun...
Time has shown that Paradise is not cheap, and neither is Hell unnecessary.

80

Montag, 24. Dezember 2007, 19:43

Helva yapmak için, un, yağ, şeker, ateş ve bir bilen lazımdır. Biri sizden helva tarifi istiyor. Siz de un,yağ, şeker, ateş lazım diyorsunuz. Daha başta tarif istiyen diyor "un ne, şeker ne, yağ ne, atşe ne?" Daha bu adama neyi izah edeceksiniz.
Siz de sabır edip başlıyorsunuz unu, yağı, şekeri, ateşi tarife. Siz diyorsunuz "un beyaz olur." O diyor "kara olur." ve hakeza... Daha bir şey izah edemessiniz. Siz de deseniz "acaba un kara mıydı?" Gümler gidersiniz.

Değerli kardeşim safsata görünüşte doğru , aslı sapıkça olan sözlerdir. ıspatı çoğu kez mümkün değildir.

Ayet-'ül Kübranın mukaddemesinde bir şeyi ıspat düsturları verilmiş. Ona müracat ediniz. Anlamadığınız bir şey olsa başlık açıp sorunuz.


Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Thema bewerten