Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

21.12.2009, 13:36

Dördüncü şehit, Namık Gedik


Dördüncü şehit, Namık Gedik


Darbecilerin katlettiği "demokrasi şehitleri"nin sayısı, genelde üç kişi olarak bilinir: Menderes, Zorlu ve Polatkan.


Oysa, bu listeye bir dördüncü şehidi daha eklemek gerekir: Namık Gedik.

Demokrat Partinin son İçişleri Bakanı olan Namık Gedik'in ölüm tarihi: 30 Mayıs 1960. Yani, o meş'um darbenin üçüncü gün...

Namık Beyin ölüm sebebi olarak da, resmî kayıtlarda "intihar" şeklinde yazıldı.

Güya, tutuklu bulunduğu Harbiye Okulunda bunalıma girmiş ve kendini okulun yüksek penceresinden aşağı atarak intihar etmiş...

Resmî tutanaklar öyle diyor.

Ama, acaba doğru mu?

Ölüm vak'asının bu şekilde gerçekleştiğine, esasında darbecilerden ve müzmin Demokrat Parti muhaliflerinden başka hiç kimse inanmıyor.

Keza, Namık Gedik gibi itikadı kuvvetli bir devlet adamının "intihar günâhı"nı irtikâp edeceğine, onu yakından tanıyan hiç kimse ihtimal dahi veremiyor.

Dahası, ölüm hadisesinin yaşandığı Harp Okulunda o esnada bulunan, hadiseyi sonradan tahkik eden, hatta yapılan işkence ve işlenen cinayeti bizzat müşahade eden bir çok kimsenin tasdikiyle sabittir ki, Namık Gedik'in ölümü intihar değil, düpedüz bir cinayettir.

Yani, kısaca bu mazlum şahıs da kasten öldürülmüş ve "demokrasi şehitleri" listesine ilhak edilmiştir.

Ancak, o dehşet günlerinin şartları altında bu hadiseyi araştırıp tahkik etmek ve işin iç yüzünü ortaya çıkarmak mümkün görünmüyordu.

Düşünün ki, karşınıza çıkanlar, icabında komutanları olan generallerin bile yüzüne tükürecek kadar azgınlaşmış, hatta insanlıktan çıkmış albay ve daha düşük seviyedeki subaylar var.

Düşünün ki, yönetimin başında Genelkurmay Başkanını dahi devre dışı bırakan, hatta onu hapsederek işkencelerle ezen vahşi mi vahşi, gaddar mı gaddar bir silâhlı cunta idaresi var.

Düşünün ki, üniversitelerdeki öğretim üyesi kıyımıyla yetinmeyerek, ordu içinde de muvazzaf subayların yarıdan fazlasını (7200) bir gecede tırpanlayarak onları ordudan ihraç ettiren vicdansız, merhametsiz zalimler gürûhu var.

Düşünün ki, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar dahil olmak üzere, Demokrat Partililerin tamamını tutuklayıp Yassıada cehennemine sevk eden insanlıktan nasipsiz bir silâhlı komita var.

Düşünün ki, Türkiye radyolarında bile, içinde Marmara, Yassıada, deniz, sâhil, ada, adalar, vapur gibi tabirlerin yer aldığı şarkı ve türkülerin okunması yasaklanmış bir durumla karşı karşıyasınız.

Acaba, böylesi bir durumda siz çıkıp neyi araştıracak ve hangi hakkın peşine düşecek, yahut savunmasını yapacaksınız?

Evet, her tarafta dehşetin kol gezdiği böyle bir ortamda, acaba Namık Gedik'in başına gelenleri doğru şekilde öğrenmek hiç mümkün müydü?

Onun hakikaten resmî kayıtlara geçtiği gibi intihar mı ettiği, yoksa işkence ile önce bayıltılıp, öleceği fark edilince de okulun penceresinden aşağı mı atıldığını, o günün şartları içinde öğrenmenin hiç imkânı var mıydı?

İşte, 1960'lı yılların bu ağır şartları sebebiyledir ki, vaktiyle bu ölüm hadisesi araştırılamadı, meselenin iç yüzü öğrenilemedi.

Dolayısıyla, perdenin aralanması, sonraki yıllara kaldı.

Sonraki yıllarda yapılan araştırmalar, vakıanın kenarından köşesinden tutarak yapılan konuşmalar ve nihayet, hadisenin mahallinde bizzat bulunan görgü şahitlerinin yaptığı açıklamalar açıkça gösteriyor ki, Namık Gedik'in ölümü intihar falan değil, resmen ve alenen işlenen bir cinayettir.

Katl ve cinayet olması hasebiyledir ki, Namık Gedik'i de "dördüncü şehit" olarak demokrasi kahramanları zümresine dahil etmek ihtiyacını duymaktayız.

Hadiseyi başka türlü yazmak ve yaymak, maazallah bizleri işlenen cinayete bilerek, yahut bilmeyerek ortak ve hissedar yapar.

Nitekim, bu cinayete bilerek intihar süsü verenler olduğu gibi, bazı Millet Partili dindarlar da–muhtemelen bilmeyerek–darbecilerin dümen suyuna gitmişler, onlar da intihar ihtimalini kabul etmişler ve hatta Namık Beyin ölümüne sevindiklerini izhar etmişlerdir.

İçişleri Bakanı Namık Gedik'e diş biledikleri için, darbeci subaylar tarafından ona işkence yapıldığına ve sonunda baygın vaziyette iken tutup Harp Okulunun yüksek penceresinden aşağıya atıldığı gerçeğinin şahitlerine gelince... Bunları da şu şekilde sıralamak mümkün:

* İsmi bizde mahfuz İskenderun'da ikamet etmekte olan bir eski muhtar, kendisinin de DP'lilerle birlikte Harp Okuluna götürüldüğünü, Namık Gedik'e yapılan işkencelere ve son olarak pencereden aşağı atılmasına bizzat şahit olduğunu anlattı. Bu muhtar, gördükleri karşısında dayanamayarak "Allah belânızı versin!" diye bağırdığı için de, cuntacı subaylar tarafından dövülmüş ve ağzına, yüzüne isabet eden postallarla dişlerinin çoğu kırılarak hastanelik edilmiştir.

* Yeni Aktüel dergisi ile Akşam gazetesi yazarlarından Mehveş Evin'in köşesinde (12 Mart 2009), Namık Gedik'in ölüm şekline dair detaylı bilgiler çıktı. Bu bilgileri aktaranların içinde Mehveş Hanımın dedesi Muhiddin Güven (AP kurucularından), hadise tarihinde Tank Okulunda yedek subay öğrencisi olan Fehmi Yücel ile Gedik'in ailesine mensup güvenilir şahsiyetler de var.

Bizim, bunların dışında da yaptığımız bütün araştırmalar gösteriyor ki, Namık Gedik kesinlikle intihar etmemiş, aksine kasten öldürülüp katledilmiş bir demokrasi şehidimizdir. Allah, ganî ganî rahmet ve mağfiret eyleye...

30.05.2009

2

21.12.2009, 13:43

Namık Gedik ve bir yanlışı düzeltme zorluğu



Namık Gedik ve bir yanlışı düzeltme zorluğu


Ne acip bir tevâfuktur ki, yakın tarihimizde "intihar süsü" verilerek işlenen iki büyük cinayetin de—gün itibariyle—tarihi aynıdır: 30 Mayıs.

30 Mayıs 1876'da Osmanlı tahtından silâh zoruyla indirilen Sultan Abdülaziz, çok vahşice yapılan işkencelerle katledildi.

30 Mayıs 1960'ta ise, yine silâh zoruyla ama bu kez Demokrasi tahtından indirilen İçişleri Bakanı Namık Gedik, insanlık dışı işkencelerle ölüm derecesine getirildikten sonra pencereden aşağı atılarak katledildi.

Ne tuhaftır ki, darbeciler bu her iki cinayet vak'asına da "intihar" damgasını vurdular ve resmî kayıtlara da öyle geçirdiler.

Üstelik, bu yalanlarını birçok kimseye uzun müddet yutturdular. Ancak, aradan zaman geçtikçe ve ortalığı kaplayan korku bulutları dağıldıkça, darbecilerin yalanları da peyderpey gün yüzünü çıkmaya başladı.

Bugün itibariyle, Sultan Abdülaziz'in intihar etmediğine ve canice öldürüldüğüne inananların sayısı daha fazla. Daha yakın tarihte vefat eden Namık Gedik'in durumu ise, tam tersine; yani, onun intihar ettiğine inananların sayısı daha fazla.

Sebebi şudur: Sultan Abdülaziz vak'asının hem tarihi çok eskidir, hem de o vak'adan bir müddet sonra kurulan Yıldız Mahkemesi, ölüm hadisesinin intihar değil, cinayet olduğu yönünde bir karar verdi... Namık Gedik vak'ası ise, diğerine göre hem çok yeni sayılır, hem de bu hadisenin iç yüzünü aydınlatmaya matuf herhangi bir dâvâ açılmış, yahut bir mahkeme kurulmuş değil.

Burada temas ettiğimiz bu iki tarihî hadise ile bağlantılı tevâfuklar zincirinin üç–dört halkasını daha nazara vererek, sözü günümüze ve bir yanlışı düzeltilmede çekilen zorlukların izahına getirelim.

Bir: Bediüzzaman Hazretleri, İbrahim Sûresindeki ilk âyetin sonunda geçen "İlâ sirati'l Azizi'l–Hamid" cümlesinin, Risâle–i Nur'la bir bağlantısının bulunduğu ve bilhassa asrımıza baktığı cihetle Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devrinde yaşanan dehşetli hadiselerden (kanlı ilk askerî darbe, 1876) haber verdiğini ifade ediyor. Bu tarihler, aynı zamanda "Helâket ve felâket devri" olan âhirzamanın da ilk faslını teşkil ediyor.

İki: Adına demokrasi dediğimiz meşrûtiyetin ilk ilânı da 1876'da gerçekleşiyor.

Üç: Cumhuriyet devrinde vatan sathında çehresi görülen demokrasinin kanlı bir darbe ile ilk kez hançerlenmesi, 1960 senesinde vuku buluyor. Ki, bu darbenin yaklaşmakta olduğunu hisseden Üstad Bediüzzaman da, Emirdağ'da iken neşrettiği bir mektubunda "Halkçıların ırkçılığı elde edip Demokratları devirmesi" ihtimalinden söz ediyor ve bundan dolayı da "İslâmiyet nâmına telâş" ettiğini beyan ediyor. (Emirdağ Lâhikası, s. 387)

Dört: Meşrûtiyet ve demokrasinin Türkiye'deki seyri ile irtibatlı olan yukarıdaki dehşetli hadiseler, aynı zamanda Bediüzzaman Hazretlerinin doğum ve vefat tarihleriyle tam bir tevâfukat içinde. Üstad Bediüzzaman'ın talebelerinden "Üç Feyzi"den birincisi olan Ahmet Feyzi'nin "Maidetü'l–Kur'an" isimli eserindeki (Kısmen, Tılsımlar mecmuasının âhirine derc edilmiş) tahlillerine göre, Hz. Üstad'ın velâdeti, tam da Sultan Abdülaziz'in katledildiği sene hatta Sultan Abdülhamid'in tahta geçtiği haftada vuku bulmuş. Ki, bu da Şaban'ın 15'i olan Berat Kandiline tetabuk ediyor.

Bir dostun uydurması

Bu konuya yeniden paragraf açmamızın bir sebebi şudur: Bizim bir "demokrasi şehidi" olarak Namık Gedik'ten söz etmemiz, bu mazlum şahsiyet hakkında uydurulmuş bir yanlıştan kaynaklanan ezberleri bozdu, hataları tashih etti.

Ancak, bizzat görgü şahitlerinin ifadelerinden aktardığımız bilgiler dahi, bazı okurlarımızın tereddütlerini gidermeye kâfi gelmedi. Onun için, daha genişçe bir izaha ihtiyaç hasıl oldu.

Efendim, Üstad Bediüzzaman'ın Urfa'da vefatı öncesinde yaşanan gerginliğin en büyük sebebini İçişleri Bakanı Namık Gedik'in tutumuna ve gûyâ onun "Said Nursî derhal geldiği yere geri dönsün; ambulans yoksa, çöp arabasıyla da olsa oradan geri gönderilsin" sözüne dayandıran kişi, ne yazık ki dost bir şahsiyet olan Eşref Edib'tir. Evet, bu hikâye tamamen onun bir uydurması olup, doğrudan doğruya Nur Talebelerini Demokratlardan soğutmaya matuftur.

Bediüzzaman Hazretleri, koyu ve tarafgir bir Millet Partili olan Eşref Edib'le iman cihetiyle dost ve kardeş, ancak "siyasette değil" ifadesini kullanırken (E.. Lâhikası, s. 281), sadâkatte birinci talebesi olan Zübeyir Gündüzalp ise, Hz. Üstad'ın vefatı esnasında yaşananların ve bilhassa Namık Gedik'e atfedilen menfi sözlerin Eşref Edib'in anlattığı gibi olmadığını birçok şahidin huzurunda ifade etmişlerdir. Ki, o şahitlerin çoğu halen hayattadır.

Ayrıca, görgü şahidi olan İskenderun'lu bir muhtardan aldığımız bilgiler dahil olmak üzere, bizim bütün araştırmalarımız, Namık Gedik'in intihar etmediğini, aksine komaya girinceye kadar işkence gördüğünü ve akabinde Harp Okulunun yüksek penceresinden aşağıya atılarak cinayete intihar süsü verildiğini gösteriyor.

Bütün bunlar bir yana, "dindar Demokratlar"dan olan Namık Gedik'in "İslâmiyete ciddî taraftar" olduğunu, dolayısıyla Üstad Bediüzzaman'a karşı düşmanca bir fikir ve tavır içine giremeyeceğini gösteren en büyük hüccet ve senet, bize göre yine Hz. Bediüzzaman'ın kendi beyanlarıdır. Bu bahsi de, işte o kerâmetvâri beyanla noktalamak istiyoruz.

Aslı "Emirdağ Lâhikası"nın 449. sayfasında olup, ayrıca "Beyanat ve Tenvirler"in, 249. sayfasında yer alan Üstad Bediüzzaman'ın Namık Gedik, Menderes ve Tevfik İleri hakkındaki mektubu şöyledir:

"Bismihi Subhanehu

"Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikatı söylemektir ki: Hem Demokrata ezan–ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle–i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem–i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Bu ise, bu mesele için otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zatların hatırı için başka yere gitmedim."

02.06.2009

3

21.12.2009, 13:51

Küfrün tüm şeametiyle kasırgalar , tufanlar estirdiği bir yerde gerçekten resimleri yerli yerine oturtmak çok zaman alır. Allah Demokrasi Şehitlerine Rahmet etsin.
Paylaşımın için Allah razı olsun Ruhefza.
Keşke bir gün , bir himmet elide , baskı ve istibdat döneminde şehadet mertebesine ulaşan Nur'un Kahramanları'nı kaleme alsa , diyorum.Kim bilir neler yaşandı ?

4

13.02.2010, 17:06



Hâlâ daha Nurcuların içini bu millet partisi kökenliler karıştırıp, Menderes ve diğer demokratlar hakkında asızlsız iftiralar yaymaya devam ediyorlar.

Bilmem ki bu tipler bu siyasi marazlarını nasıl temizleyecekler..!

5

27.05.2010, 00:26

M. Latif SALİHOĞLU

Namık Gedik'i katlettiler

Darbeciler, gaddar ve zalim kimselerdir. Aynı zamanda yalancı ve sahtekârdırlar.

Milletin hür iradesini hançerleyerek kanlı bir darbe yapan 27 Mayısçılar gibi, idama kadar varan toptan cezalandırmalarla tarihe geçen 12 Eylülcüler de, zulümkârlık ve yalancılıkta sınır tanımaz derecede ileri gittiler.

Bu gaddarlar, yönetime el koyduktan sonra yaptıkları ilk açıklamalarda hep şunu söyleyip durdular: "Bu harekâtın siyasî bir gayesi, maksadı yoktur. Bu harekât, ülkeyi uçurumun kenarından kurtarmak, kardeş kanını durdurmak, milletin huzurunu, güvenini sağlamak için yapılmıştır. Vatandaşlarımızın içi rahat olsun, hiçkimse haksız yere cezalandırılmayacaktır."

Acaba öyle mi oldu? Yoksa, bütün bu söylenenlerin tam tersi uygulamalara mı şahit olundu?

"Ayinesi iştir kişinin; lâfa bakılmaz..." gerçeğinden hareketle darbe sonrasında yapılanlara baktığımızda, verilen sözlerden hiçbirinin tutulmadığını, hatta büyük ölçüde tam tersinin yapıldığını görmekteyiz.

Bu da, karakteristik özellikleri itibariyle, darbecilerin hem zalim, hem yalancı ve hem de ikiyüzlü birer sahtekâr komitacı olduklarını gösteriyor.

Bu iddiayı ispat için, yüzlerce örnek sıralamak mümkün. Ama, şimdilik burada bir kanlı darbenin yıldönümü münasebetiyle yaşanmış olan çok acı ve fakat yüzde yüz çarpıtılmış bulunan bir hadisenin gerçek yüzünü sizlere göstermek istiyoruz.

Gaddar 27 Mayıs Darbecileri, Demokratları silâh zoruyla devirdikten sonra, bu camiayı toptan cezalandırma yoluna gittiler.

Demokrat Partinin Genel Başkanı da dahil olmak üzere, bu partinin bütün yönetim kadrosunu, hükûmet üyelerini, milletvekillerini, partinin hemen bütün il ve ilçe yöneticilerini çok vahşiyane ve zalimane bir muamele ile tutuklayan darbeciler, bu binlerce mâsuma daha mahkemeden önce hakaretli işkencelerde bulundular.

İşte, o hakaretli işkencelere mâruz kalanlardan biri de İçişleri Bakanı Namık Gedik'tir.

Üstad Bediüzzaman'ın tâbiriyle "İslâmiyete ciddî taraftar" olan Namık Gedik (Emirdağ Lâhikası, s. 449. YAN, 1994.), 27 Mayıs günü darbeci subaylar tarafından evinden apar topar alınarak Ankara'daki Harp Okuluna götürüldü.

Burada, tekmelemeler ve tükürüklü hakaretlerle genişçe bir odaya hapsedildi. Aynı odada Savunma Bakanı Ethem Menderes ile İskenderun DP İlçe Başkanı Edip Yangın'ın yanı sıra, daha başka DP'li maznunlar da vardı.

İşte, o odada olup bitenlerin birinci derecedeki şahidi olan Edip Yangın, bu konuda bizim de şahidimiz ve haber kaynağımızdır.

Mağdur DP'lilerden olan Edip Yangın, uzun yıllar Arsuz Beldesine bağlı Madenli Köyünde muhtarlık da yaptı.

Hatay'daki kadim okuyucularımız ve temsilci arkadaşlarımızın vasıtasıyla, birkaç sene evvel irtibat kurduğumuz Edip Bey, orada şahit olduğu hadise hakkında bize şunları anlattı:

"Darbe sonrasında tutuklanıp Harp Okulu binasına götürülenlerin arasında ben de vardım. Subaylar, herbir bahane ile bize hakaret ediyor, tekme tokat girişiyorlardı. Bizi iyice hırpaladıktan sonra bir odaya attılar. Orada gördüğüm hemen herkes aynı durumdaydı. Fakat, en çok ezâ–cefâ görenlerin başında İçişleri Bakanı Namık Gedik geliyordu. Görevli, ya da nöbetçi olsun olmasın, bütün subaylar ona ağır hakaret ve işkencelerde bulunuyordu.

"Bir kısmı anlatılamaz cinsten olan bu işkenceler o derece arttı ve ağırlaştı ki, Namık Bey buna daha fazla dayanamayarak baygınlık geçirdi.

"İşkenceciler, onun ölüme doğru gittiğine kanaat getirdiler. Bu sebeple, aralarında fısıldaşarak, bir plan yaptılar. Gecenin geç saatlerinde (23.00 suları; çoğu kimse uykuya dalmıştı) izbandut gibi iki subay geldi. Yerde baygın yatan Namık Gedik'i karga tulumba kaldırdılar ve salonun yüksek penceresinden aşağıya attılar. (Meğerse, resmî bir tutanakla bu cinayete intihar süsü vermişler. Böylelikle, hukuk yolunu kapatıp kendilerini de kurtarmışlar.)

"Ben, o anda kendimi tutamayıp 'Allah belânızı versin!' diye bağırmışım. O subaylar üstüme doğru geldiler ve postallarla bana giriştiler. Dişlerimin çoğu kırıldı; ağzım burnum kan–revân içinde kaldı.

"O günlerin korku ve dehşet dolu atmosferi içinde, Gedik'in ailesi dahil, hadisenin gerçek yüzünü kimse bilemedi, soruşturup öğrenemedi."

Ceset gösterilmiyor


Yeni Aktüel dergisi, 158. sayısında (2008 ) bu konuyu enine boyuna araştıran bir dosya yayınladı.

Bu kapak dosyasında anlatılanların tamamı, bizim yukarıda anlattıklarımızla paralel düşüyor ve birebir örtüşüyor.

Orada, ayrıca detay bilgiler de yer alıyor. Şöyle ki:

1) Namık Gedik'in intihar etmek için kırdı denilen çift pencereli camlarda açılan delik, hem küçük, hem de elmasla kesilmiş gibi görünüyor. Kırılmış kısım, içinden ancak kedi geçebilecek kadar küçük olduğu ifade ediliyor.

2) O dehşetli darbenin korkulu günlerinde (3. gün) lâlettayin şekilde kefene sarılan Gedik'in cenazesi ailesine teslim edilmiyor ve cesedin açılıp bakılmasına katiyyen müsaade edilmiyor.

3) Elem, korku ve dehşetin kol geziği o günlerde hadisenin içyüzünü tahkik etmek mümkün olmadığı gibi, ortada şüpheleri izâle edecek bir otopsi raporu dahi bulunmuyor.

4) Çaresizlik içinde, herşey sîneye çekilmek durumunda kalınıyor.

Yeni Asya
27.05.2010
*
Dâvâsını ifâde eden kazanır.

Zübeyir Gündüzalp

6

27.05.2010, 19:25


Bu meseleyi anlamayan Nurcular varya yeryüzünde hâlâ, asıl acı olan bu!

Bu konuyu değerlendir