Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • "külekci" bir erkek
  • Konuyu başlatan "külekci"

Mesajlar: 23

Konum: Diyarbakır

Meslek: Akademisyen

  • Özel mesaj gönder

1

03.10.2009, 16:36

İman Artabilir ya da Eksilebilir mi?

Risale-i Nur ışığında düşünüğümüzde;

1. İman artar mı ya da eksilir mi?

2. Artıyor ya da eksiliyorsa neye bağlıdır?

3. Örneğin, eksilen imana ne denir?

4. Ayet ya da hadislerde buna örnek var mıdır?

5. İmanın inkişafı, demek imanın artması mı demektir?

Evet muhteremler, bu tür soruları çoğaltmak mümkündür ancak cevapları oldukça önemlidir. Risale-i Nur, imanın artmasının ya da eksilmesinin söz konusu olduğuna dair çeşitli kesitlere sahiptir. İhlas, imanın artmasına sebeb olan en temel etken olarak göze çarpmaktadır.

Peki ya sizce?

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

2

08.10.2009, 16:39

Dördüncü Mes'ele

جَدِّدُوا اِيمَانَكُمْ بِلاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ ın hikmetini soruyorsunuz. Onun hikmeti, çok Sözlerde zikredilmiştir.
Bir sırr-ı hikmeti şudur ki: İnsanın hem şahsı, hem âlemi her zaman teceddüd ettikleri için, her zaman tecdid-i îmana muhtaçtır.
Zira insanın herbir ferdinin manen çok efradı var. Ömrünün seneleri adedince, belki günleri adedince, belki saatleri adedince birer ferd-i âher sayılır.
Çünki zaman altına girdiği için o ferd-i vâhid bir model hükmüne geçer, her gün bir ferd-i âher şeklini giyer.

Hem insanda bu taaddüd ve teceddüd olduğu gibi, tavattun ettiği âlem dahi seyyardır.
O gider, başkası yerine gelir, daima tenevvü' ediyor; her gün başka bir âlem kapısını açıyor.
Îman ise hem o şahıstaki her ferdin nur-u hayatıdır, hem girdiği âlemin ziyasıdır. Lâ ilahe illallah ise, o nuru açar bir anahtardır.

Hem insanda mâdem nefs, heva ve vehim ve şeytan hükmediyorlar,
çok vakit îmanını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileleri ederler, şüphe ve vesveselerle îman nurunu kaparlar.
Hem zâhir-i şeriata muhalif düşen ve hattâ bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimat ve harekât eksik olmuyor.
Onun için her vakit, her saat, her gün tecdid-i îmana bir ihtiyaç vardır.


Yirmialtıncı Mektub
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

  • "külekci" bir erkek
  • Konuyu başlatan "külekci"

Mesajlar: 23

Konum: Diyarbakır

Meslek: Akademisyen

  • Özel mesaj gönder

3

07.11.2009, 11:25

'Tecdid-i İman' imanın yenilenmesi demektir. Tezdid-i İman ise imanın artması demektir. Cevabını merak ettiğim de budur. Yani tezdid, artma ya da eksilme iman için söz konusu mudur? İmanın artması ne demektir? İman canlı bir mekanizma mıdır ki artsın ya da azalsın! Mesela kılınan namazların imanın artması noktasında nasıl bir öneme işaret etmektedir? Namaz kılmayanların imanları azala azala sona mı yaklaşmaktadır? Ömründe hiç namaz kılmamış birisinin imanının azalması söz konusu ise, ömrünün sonunda imansız olarak ölmesi doğal bir süreç değil midir? Bunları Risâleler ışığında nasıl izah edersiniz?

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

4

24.12.2009, 20:48

bu konuyu abi ve ablalar tarafindan acilmasini rica etsek?
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

5

30.06.2010, 03:16

CEVAP: İman Artabilir ya da Eksilebilir mi?

Risale-i Nur ışığında düşünüğümüzde;

1. İman artar mı ya da eksilir mi?

2. Artıyor ya da eksiliyorsa neye bağlıdır?

3. Örneğin, eksilen imana ne denir?

4. Ayet ya da hadislerde buna örnek var mıdır?

5. İmanın inkişafı, demek imanın artması mı demektir?

Evet muhteremler, bu tür soruları çoğaltmak mümkündür ancak cevapları oldukça önemlidir. Risale-i Nur, imanın artmasının ya da eksilmesinin söz konusu olduğuna dair çeşitli kesitlere sahiptir. İhlas, imanın artmasına sebeb olan en temel etken olarak göze çarpmaktadır.

Peki ya sizce?
Es-Selamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berakatühü ve Mağfiretuhu

Bismillahirrahmanirrahim. Tevfik Allah'tan.

Saygıdeğer kardeşim sorunun cevabı iman artmaz. Artmadığı gibide azalmaz. Örnek vermek gerekirse iman ip gibidir. İnsanın amelleri, düşünceleri ile ya kopmayacak gibi çelikten hale gelir yada hemen kopuverecekmiş gibi pamuktan bir hale de gelebilir.

"Bir çekirdek, nasıl büyüyüp ağaç olana kadar büyük bir gelişme ve inkişaf gösteriyorsa, îman da öyledir. İslâm âlimleri, imânı önce iki mertebeye ayırmışlardır:
1- Taklidî îman,
2- Tahkikî îman...

Taklidî îman: Ana - babadan, hocadan, muhîtten duyduğu ve öğrendiği şekilde, mes'ele üzerinde hiçbir akıl yürütmeden îman esaslarına bağlanmak demektir. Taklidî îman, inanç esaslarına, şuuruna ve teferruatına vâkıf olarak bir inanma olmadığı için, bilhâssa bu zamanda bâzı şübhe ve vesveselere mâruz kalabilir ve sarsılıp yıkılma tehlikesi geçirebilir:

Tahkikî îman ise: İmâna âit bütün mes'eleleri delilleriyle, tafsilâtlı ve teferruatlı bir surette bilmek, tasdik etmek, tereddütsüz inanmaktır. Böyle bir îman şüphe ve vesveseler karşısında sarsılıp yıkılmaktan kendini koruyabilir.

Tahkikî îmanın da pek çok mertebesi vardır. Bu mertebeleri İslâm âlimleri başlıca üç kısma ayırmışlardır:

1 - İlme'l-yakîn mertebesi: İmânî mes'eleleri ilmen, tam teferruat ve tafsilâtıyla, delilleriyle bilmek ve inanmaktır.

2 - Ayne'l-yakîn mertebesi: İmanî mes'eleleri gözle görmüş, doğruluklarını bizzat müşahede etmiş gibi bilmek ve inanmaktır. Gözle görmekle ilmen bilmek, insana kanaat vermesi bakımından çok farklıdır. İnsan bir şey'i tereddütsüz, kesin olarak bilebilir, ama bir de gözleriyle görünce kanâatı kat kat artar. Amerika'nın varlığını ilmen bilmekle, bizzat görmek gibi... İşte îmanın ayne'l-yakîn mertebesi de, îman esaslarına gözle görmüş kat'iyetinde inanma hâlidir.

3 - Hakka'l-yakîn mertebesi: İmanî mes'eleleri görmekten ayrı, bizzat yaşayarak, içine girerek kabûl ve idrâk etmek demektir. İmanın bu üç mertebesini îzah bakımından şöyle bir misal verilmektedir: Bir yerden duman yükseldiğini uzaktan görmekle insan bilir ki, o yerde ateş yanmaktadır. Dumanı görmek suretiyle ateşin varlığını bilmek, ilme'l-yakîn inanmaktır. Sonra, duman çıkan yere gidip ateşi gözümüzle gördüğümüzü farzetsek, bu da ateşin varlığına ayne'l-yakîn inanmaktır. Bir de ateşin bizzat yakınına gidip sıcaklığını hissetmek, elimizi aleve doğru tutup yakıcılığını duymak suretiyle ateşin varlığını bilmek vardır ki, buna da hakka'l-yakîn denir. "

"..." arasındaki bölüm alıntıdır.

Sevgi ve Saygılarımla...

Es-Selamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berakatühü ve Mağfiretuhu

Muhammed

Moderatör

  • "Muhammed" bir erkek

Mesajlar: 1,122

Konum: The Collection of Risale-i Nur

Meslek: The Collection of Risale-i Nur

Hobiler: The Collection of Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

6

30.06.2010, 12:36

BEDİÜZZAMAN'DAN GÜNÜMÜZE HATIRLATMALAR - 8

TAHKİKİ İMANA ULAŞMAK

Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur'da dikkat çektiği çok önemli konulardan biri taklidi iman ve tahkiki iman arasındaki farktır. Üstad aşağıdaki sözleriyle, samimi bir imanın ne kadar önemli olduğunu ve taklide dayalı bir imanınsa her yönden tehlikeli olabileceğini ifade etmiştir:

"İman, yalnız icmalî bir tasdikten ibaret değildir. İmanın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir iman, hususan bu zamandaki dalalet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî iman ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imanı elde eden bir kimsenin, iman ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da maruz kalsa, o kasırgalar bu iman kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imanı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi, bir vesvese veya şübheye düşürtemez." (Sözler, s.749)

Bu noktada öncelikle taklidi imanın ne anlama geldiğinin açıklanması gerekmektedir. İmanı tam olarak içine sindirememiş, bazı şeyleri sorgulamadan, tefekkür etmeden yalnızca çevresinden öyle gördüğü için kabul eden, bu nedenle de Kuran ahlakını tam olarak yaşamayan kimselerin durumunu ifade etmek için "taklidi iman" terimini kullanmak yerinde olacaktır. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, böyle bir yapı belirli şartlara bağlı olduğu için belli bir vakte kadar sürer ve zor şartlar altında iken birdenbire söner. Bu yapıdaki bir insan, menfaatiyle çatışan bir durumla karşılaştığında imanın gereklerinden taviz vermeye başlar yahut bunları tamamen terk ederek küfre sapar.

Gerçek iman sahibi bir kimsenin ise imanı karşılığında bir beklentisi yahut bir şartı olmadığından imanını sarsacak bir durum da söz konusu olmaz. Dünyevi menfaatleriyle ne kadar ters düşen ortamlarda bulunsa da, imanından ötürü gerektiğinde baskı görse de gerçek iman sahibi bir kimse için Kuran ahlakını yaşamasına hiçbir şey engel teşkil etmez.
Taklidi olarak iman eden bir kimseyle, samimi olarak iman eden bir kimse arasındaki fark aslında çok açıktır. Çünkü müminler taklidi mümkün olmayan Allah'ın samimi kullarına nasip ettiği birtakım özelliklere sahiplerdir. Örneğin müminin yaşamının her anında devrede olan temiz aklı ve vicdanı, Allah için canını malını satmış olmasının verdiği kendinden eminlik, her an Allah'ın kendisini gördüğünü, duyduğunu bilmesinin getirdiği samimi ve içten karakter, tevekkül ve teslimiyetinden kaynaklanan iç huzuru, neşesi taklidi mümkün olmayan özelliklerden bazılarıdır.

Samimiyette kişi kendini Allah'a teslim ettiğinden artık hiçbir iddiası, dünyevi hırsı, çıkar beklentisi kalmaz. Tek amacı Allah'ı hoşnut edebilmektir ve bu konuda tavizsiz bir kararlılık gösterir. Dolayısıyla samimi iman sahibi bir müminin ibadeti, infakı, Allah'ı zikri, gösterdiği güzel ahlak da hem çok içten ve samimidir, hem de süreklidir.

Taklidi iman ve samimi iman arasındaki farklı örneklerle de görmek mümkündür. Örneğin bir kimse taklidi olarak infakta bulunabilir, ama sevdiği bir şeyi infak etmesi, bu konuda fedakarlıkta bulunması gerektiğinde bu pek mümkün olmaz. Çünkü Allah'a tam olarak teslim olmadığı için gelecek kaygısı içindedir; güvencesini mal yığıp biriktirerek sağlayacağını zanneder. Aynı şekilde bu kimseler taklidi olarak ibadet etseler de, bu konuda hem isteksiz davranırlar hem de yaptıkları ibadeti gösteriş konusu edinirler. Nitekim Allah'ı zikretme, haram helal sınırlarını koruma konusunda da samimi müminlerin gösterdiği hassasiyeti gösteremezler.

Ayrıca salih müminlerin, Kuran'a ve Peygamberimiz'in sünnetine uymalarından ötürü yaptıkları işler çok bereketli, konuşmaları da çok hikmetli olur. Bunun yanı sıra müminler ahiret yurduna, kadere iman eden, batını kavramış kişilerdir. Olayların yaratılışındaki hikmetleri görür, her olayı hayır gözüyle değerlendirebilirler. Oysa ki taklide dayalı iman içinde yaşayan kimseler zahiri bakış açılarından dolayı buna muktedir olamazlar. Tüm bu özellikler dikkate alındığında salih bir müminin özelliklerinin taklidle elde edilemeyecek, ancak içte yani ruhta yaşandığında kazanılabilecek özellikler olduğu dikkat çeker.

Bu özelliklerin ortaya çıkması da genel olarak Cenab-ı Allah'ın deneme olarak yarattığı zorluk anlarında gerçekleşir. Böylelikle yaşanan pek çok musibet taklidi iman ve tahkiki iman sahiplerinin ayırt edilmesine, samimi ve güvenilir olanların ortaya çıkmasına vesile olur. Bu bakımdan zorluk anları da imanın sağlamlığının ispatında belirleyici bir rol oynar. Kalbine iman yerleşmemiş, taklide dayalı yaşayan bir kimsenin küfre dönmesi an meselesidir. Bu sebepledir ki Bediüzzaman da "…en mühim iş, taklidî imanı tahkikî imana çevirerek imanı kuvvetlendirmektir, imanı takviye etmektir, imanı kurtarmaktır. Herşeyden ziyade imanın esasatıyla meşgul olmak kat'î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet haline gelmiştir." (Konferans, 9) demiş ve bizzat verdiği tahkiki iman dersleriyle de bu konunun ehemmiyetini defalarca vurgulamıştır.

Şüphesiz ki tahkiki iman sahibi olmak, imanı kuvvetlendirmek Bediüzzaman'ın bu derslerinde de ifade ettiği gibi Allah'ın sanatını, yarattığı şeylerdeki hikmeti ve ilmi görmekle mümkün olacaktır. Bu bakımdan bundan sonraki yazımda da detaylarıyla değineceğim iman hakikatlerini okumak, öğrenmek de imanda derinleşebilmek açısından ayrı bir önem arz etmektedir.

Belirtilmesi gereken diğer bir husus ise, Bediüzzaman'ın herkesin tahkikî imanı kazanarak, sonsuz bir saadete nail olmalarını arzu etmesinin altında yatan sebeplerin başında samimi iman ve şevki, Kuran'a olan bağlılığı ve milletine olan sevgisinin geldiğidir. Elbetteki onun bu samimi çabası, herkese örnek olacak bu faziletli tavrı takdire şayandır. Bediüzzaman bizzat kendisi de Risale-i Nur vasıtasıyla aktardığı ilmin önemini şöyle ifade etmiştir:

"…taklidî imanı tahkikî imana çeviriyor; insanı salâbetli ve kuvvetli bir müslüman, ilmiyle amel eden bir mü'min-i kâmil olmaya doğru götürüyor. Menhus, pis zevklerden nefret ettirip vazgeçiriyor. En ulvî ve en temiz, ebedî ve sermedî zevk ve hazlar verecek hareketlere sevkediyor." (Nur'un İlk Kapısı 196)


-SERAP AKINCIOGLU-
Bismillahirrahmânirrahîm

" Dedim:''Çok yalnızım.”
Dedi: “Ben sana çok yakınım
.”


Bakara: 186 Ayeti Kerime

7

30.06.2010, 18:57

iman nasıl artmıyor kardeş sen sadece bazı kavramları tanımlamışsın izah isterizzzzzzzzzz
"Her bildiğini söyleme, ama her söylediğini mutlaka bil."

Bu konuyu değerlendir