You are not logged in.

Dear visitor, welcome to Muhabbet Fedâileri. If this is your first visit here, please read the Help. It explains in detail how this page works. To use all features of this page, you should consider registering. Please use the registration form, to register here or read more information about the registration process. If you are already registered, please login here.

1

Tuesday, March 17th 2009, 12:43pm

Medrese-i Yusufiye

MEDRESE-ı YUSUFıYE

Nebiler nebisi, Kainatın Efendisi, Muhammed Efendimiz Sallahualeyhivesellem’in hüzün dolu bir yılıydı.
Müşriklere karşı O’nu koruyan, O’na sahip çıkan, şairin dediği gibi; tabiri caizse,’’arkam sensin, kal’am sensin dağlar hey’’ misali, Nebi’nin arkasındaki dağ timsali amcası Ebu Talip, vefat etmişti.
Ve peygamberin ilk yoldaşı, ilk müslüman, ilk mü’mini, mübarek eş, mübarek yoldaş Hazreti Hatice vefat etmişti.

Resul ü Ekrem ve mü’minler büyük baskı ve büyük sıkıntı altındaydılar.
Bu üzüntü yılında Mekke’de bir ayet nazil oluyordu.
Yüzonbir ayetten oluşan Yusuf suresiydi bu.
Yerlerin ve göklerin yaratıcısı Yüce Allah, bu ayetlerle Nebi’sini teselli ediyordu adeta.
Bu ayet-i kerime, Hz.Yusuf’un başına gelen musibetleri, belaları anlatıyordu.
Bu ayetlerde, zor şartlar altında bulunan, Yusuf Aleyhisselam’ın iffeti anlatılıyordu. Sabrı anlatılıyordu. şükrü anlatılıyordu.
Dolayısıyla, hayatı boyunca eziyet, sıkıntı ve hapis çeken Yusuf Peygamber’in kıssası, Nebiler Nebisine ve Müminlere ilahi bir teselli makamındaydı.
Peygamber’den sonraki asırlarda da, eziyete uğrayan, hapishanelere düşen ıslam Yiğitleri, inanç önderleri, müminler, imamlar tarafından Hz.Yusuf’un hayatı, sabır için ,şükür için tebliğin her halükar ve şart dahilinde sürdürülmesi için ilham kaynağı olacak, dayanak noktası olacaktır.
28 yıl gibi uzun bir süre, hayatı ve iman mücadelesi hapishanelerde geçen, büyük islam mütefekkiri, müceddidi, Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Tecrid-i Mutlak içerisindeki hapishanelerde de ilham kaynağı, dayanak noktası da Hz.Yusuf’un hapishane hayatı ve O’nun mütevekkil tavrı olacaktır.
Hz. Yusuf’un , gülyüzlü Nebi’nin hayatını az çok bilmeyenimiz yoktur.
Biz bu çalışmamızda Yusuf Nebi’nin çilesini ve hapishaneye düşmesini temel referans olarak ele alacağız.
Yusuf Suresi Ayet:23
“Evinde bulunduğu kadın Yusuf’tan muradını almak istedi. Ve kapıları kilitleyip “hadi gelsene” dedi. Yusuf “Allah’a sığınırım” dedi. Kocan benim efendimdir. Burada bana güzel bir yer verip güzelce bakmışken ben O’na hıyanet edemem, Zalimler asla kurtuluşa eremezler.” Ayetinden açıkça anlaşılan;
Müslüman iffet sahibidir. Tüm hayatı ve mücadelesi süresince iffetini korumak zorundadır ve ihanet müslümanın kitabında yoktur.
Yusuf Suresi Ayet:33
“Yusuf Ey Rabbim dedi. Onların beni davet ettiği şeyden zindan bana daha sevimlidir. Eğer, onların hilesini, benden uzaklaştırmazsan ben onlara meyil eder ve cahillerden olurum.” Ayeti ışığında;
Allah’ın buyrukları, emirleri ve yasakları her ne suretle olursa olsun tatbik edilecektir. Bir mümin Allah’ın yasak kıldığı, haram saydığı fiilleri işlemektense, kendisine alternatif olarak sunulan, gösterilen zindanı ,hapishaneyi tercih edecektir.
Hz. Yusuf zindanda , kendisine rüyalarını tabir ettirmek isteyen mahpuslara; önce tevhidi, Allah’ın dinini ve emirlerini tebliğ ediyor, sonra onların rüyalarını yorumluyordu. ORASI TEBLığ MEKANIYDI. TEVHıD-ı ıLAHı’NıN ıLAN EDıLDığı YERDı . ORASI MEDRESE-ı YUSUFıYE ıDı.
Yusuf suresi Ayet:37
‘’Yusuf dedi ki; Size rızıklanacağınız bir yiyecek gelecek olsa, muhakkak o gelmeden evvel ben size onun ne olduğunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Çünkü ben Allaha inanmayan ve ahireti inkar eden bir topluluğun batıl dinlerine asla iltifat etmedim.’’
Yusuf suresi Ayet:38
‘’Ben atalarım ıbrahim, ıshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim hiçbirşeyi Allah’ ortak koşmamız mümkün değildir. Bu biz peygamberlere ve insanlara Allah’ın bir ihsanıdır; Lakin insanların çoğu şükretmez.’’
Yusuf Suresi Ayet:39
‘’Ey benim iki zindan arkadaşım! Ayrı ayrı ilahlarmı daha hayırlıdır. Yoksa, bir olan ve kudreti herşeye yeten Allah mı?’’
Yusuf Suresi Ayet:40
‘’O’ndan başka taptığınız şeyler sizin ve atalarınızın bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Halbuki Allah bunun için hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allahındır. O ise kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur; Lakin insanların çoğu bilmez.’’ Bu Ayetlerden yola çıkarak;
Mümin hangi zeminde olursa olsun, hangi şart altında olursa olsun Allah’ın dinini tebliğ edecektir.Ve halinden şikayetçi olmayacaktır. Kaderine rıza gösterecektir.
Bu ayetlerin ışığında, Bediüzzaman’ın dilinde hapishaneler MEDRESE-ı YUSUFıYEDıR. Medrese-i Yusufiye tabirini ilk kullananda Bediüzzaman’dır. En azından ben araştırmalarımda ilk defa Bediüzzaman’dan duydum.
Yusuf Suresi Ayet 56.
‘’ Böylece Yusuf’u Mısır’a yerleştirdik. Ülkenin neresinde isterse orada kalıp dilediği gibi tasarruf ediyordu. Rahmetimizi biz dilediğimize nasib ederiz ve iyilik yaparak iyi kullukta bulunanların mükafatınıda zayi etmeyiz’’
Bu ayetten anlaşılıyor ki, Allah yolunda çekilen eziyetlerin sonu hep hayırdır, hep iyiliktir.
Bediüzzaman’da Medrese-i Yusufiye’deki ders halkasına hep bunu vurgulamıştır.
Yusuf Suresi Ayet 57.
‘’ıman eden ve Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için ise, ahiret mükafatı elbette daha hayırlıdır.’’ buyuruluyor.
Yine Bediüzzaman’ın Medrese-i Yusufiyedeki ders halkasına iştirak ettiğimizde, dünyanın ve dünya zevklerinin geçiciliği, kalıcı olanın ve önemli olanın ahiret ve ahirete ait nimetler olduğunun sürekli vurgulandığına şahit oluruz.
Yusuf SURESı Ayet 42.
‘’Onlardan kurtulacağını sandığı kimseye de, Yusuf; Efendinin yanında benden bahset. Dedi. şeytan ise; Efendisine ,Yusuf’u hatırlatmayı O’na unutturdu. VE YUSUF DAHA NıCE YILLAR ZıNDANDA KALDI.’’
Ehl-i dünyanın nazarında adı dam olan, Mahpus damı olan, zindan olan hapishaneler; Hz.Yusuf’un, bir iftiraya kurban giderek Mahpus damına atılmasıyla, müslümanlarca MEDRESE-ı YUSUFıYE ünvanını aldılar.
Müslümanlar bu güzel Nebi’nin adını hapishanelere verdiler. Medrese-i Yusufiye tabirini ilk kullanan ve yaygınlaştıran, kültürümüze kazandıran Bediüzzaman Said Nursi’dir.
Uzun bir süre kendi de, kendinden önceki bazı ıslam Teblığcileri gibi, Mederese-i Yusufiye’nin, YUSUF YÜZLÜ MıSAFıRı OLMUşTUR. Allah O’ndan ebediyyen razı olsun.
ıslam tarihi boyunca ; Medrese-i Yusufiye’nin Yusuf Yüzlü misafirleri hep olagelmiştir. Zira, dünya kurulalı beri ,ıman ve Küfrün mücadelesi hep devam etmiş ve devam edecektir de. Bir tarafta mazlumlar diğer tarafta zalimler....
Nice büyük imamlar. Nice evliyalar, nice gönül sultanları, nice kanaat önderleri, TAHSıLLERıNE VE TEBLığLERıNE MEDRESE-ı YUSUFıYE’DE DEVAM ETMışLERDıR.
Medrese-i Yusufiyenin YUSUF YÜZLÜLER kervanından bazılarının hayatlarına kısaca temas etmek istiyorum.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin de, YUSUFYÜZLÜLERDEN bahsederken; ismini birinci sırada zikrettiği Büyük ıslam Müçtehidi, ımam-ı Azam’dan başlıyalım....
ımam-ı A’zam. A’zam ımam Ebu Hanife.....Ehl-i sünnetin reisi...Hicri 80 de Kufe’de doğdu. Miladi 699 da. Dönem Emevi Halifelerinden, Abdülmelik Bin Mervan Dönemidir......
Küçük yaşta Kur’an’ı hıfzetti. Adı Numan...Babası Sabit.....Sabit Bin Numan........
Acemistanın ileri gelenlerinin soyundan bir aileye mensup. Dedesi Zuta. ıslamla müşerref olan bir kutlu insan. ılim sahibi bir zat olan babası Sabit, Bir bayram günü, Hz. Ali ile görüşmüş, kendisi, evladı ve zürriyeti için dua almıştır.
ımam-ı A’zam gençliğinin ilk yıllarında, Ashab-ı Kiram’dan Enes bin Ebi Malik’i, Vesile bin Eska’yı, Sehl bin Sade’yi ve hicri 102 de Mekke’de vefat eden Ebu’t-Tufeyl Amir bin Vesile’yi görerek hadis dinledi.
Diğer ımamların sahip olmadıkları bir özelliği var: Hepsinden evvel, SAHABELERDEN bir cemaate yetişmiş. Ve ONLARDAN HADıS DıNLEMışTıR. Sonraki ımamların Sahabeleri görme imkanı olmamıştır. Haliyle ımam-ı A’zam kadar TABııN’i de diğer ımamlar görmemişlerdir. Bir kayıta göre 4 bin kadar Tabiin şeyhinden ilim almıştır.
Dağınık sünnetleri toplayıp bir araya getiren, insanlara toplu halde sunan ıLK MÜÇTEHıT.. ıLK ıMAMDIR EBU HANıFE.....
Ehl-i Sünnetin reisidir. Yüzlerce talebe, alim, müçtehid yetiştirdi. Ehl-i Sünnetin yüzde sekseni Hanefi dir.
Hakkında Hadis-i şerifler mevcut olan bir büyük ımam....
Buhari ve Müslim’de bir Hadis’te: ’’ıman süreyya yıldızına çıksa, Farisogullarından biri elbette alıp getirir.’’ buyurulmuştur.
‘’Ümmetimden biri şeriatimi canlandırır, bid’atleri öldürür. Adı Numan bin Sabit’tir.’’
Hz.Ali buyururki: Size bu Kufe şehrinde bulunan Ebu Hanife adında birini haber vereyim . O’nun kalbi ilim ve hikmetle dolu olacaktır. Ahir zamanda bir çok kimse O’nun kıymetini bilmeyerek helak olacaktır.’’
ımam- şafi ; ‘’Ben ımam-ı A’zam’dan daha büyük bir fıkıh alimi bilmem’’buyurmuştur.
Ahmed ibn-i Hanbel: ’’ımam-ı A’zam haramlara düşme korkusuyla, şüphelilerden sakınan, züht ve cömertlik sahibiydi. Ahirete olan arzusunun çokluğunu kimse anlayacak derecede değildi.’’ Buyuruyor.
ımam-ı Malik’e: ’’ ımam-ı A’zam’dan bahsederken, O’nu diğerlerinden daha çok methediyorsunuz. Dediklerinde; O’nun derecesi diğerleriyle mukayese edilemez. Bunun için ,ismi geçince , insanlar O’na dua etsinler diye hep methediyorum.’’ Diyecektir.
ımam-ı A’zam’ın en önemli özelliğinden biri, istişareye önem vermesiydi. Tedris halkası içerisindeki talebeleriyle mutlaka istişare ederdi, Onlarla istişare etmeksizin kendi başına bir içtihatta bulunmazdı. Mü’minlere nasihatte bulunurken, kesinlikle katı davranmazdı.
Diyordu ki; Resulullah’ın üzerinde konuştuğu herşey, biz duyalım duymayalım, başımız ve gözümüz üstündedir. Buna inandık ve bunun Resulullahın söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz.’’Peygamber aşığı, Sünnet aşığı bir ımam...!
‘’ Resulullah’tan gelen başüstüne ,Sahabe’den geleni seçer birini tercih ederiz. Fakat toptan terketmeyiz. Bunlardan başkalarına ait olan hüküm ve içtihatlara gelince , bizde onlar gibi ilim adamıyız.’’ Der ımam-ı A’zam.....
Vakar sahibi bir ımam...Tefekkürü çok, ama konuşması azdır...Allah’ın hududunu olabildiğince gözetir. Dünya ehlinden uzak durur. Faydasız ve boş sözlerden hoşlanmaz . Zeki bir müctehid.
Dört büyük mezhep imamının birincisi. Hanefi mezhebinin kurucusu Büyük ımam hakkında, hemen hemen her müslümanın hatırladığ bir olay var.
Derler ki; kırk sene, yatsı abdestiyle sabah namazı kılmıştır.
Allahu Ekber!
Doğrudur.
ımamı Azam bir gün yolda giderken iki kişinin kendisi hakkında konuştuğunu duyar: ’’ışte yatsı abdestiyle sabah namazı kılan zat budur ‘’diyorlardı.
Bunu duyan imam; Ya Rabbi, BU ıNSANLARI YALANCI ÇIKARMA. Ben senin huzuruna, ben de olmayan bir sıfatla çıkmaktan haya ederim. diyerek , ondan sonra yatsı abdestiyle sabah namazını kılmaya başlamış. Ve bu hal kırk yıl devam etmiştir.
ımamın namaz kıldığı mescidin, müezzini anlatıyor:
Yatsı namazını kılıyorduk. ımam namazda “zilal” suresini okudu. Cemaat içinde ımam-ıAzamda vardı. Namaz bitti. Herkes çıktı. ımam-ı Azam tefekkür halinde olduğu gibi duruyordu. O’nu rahatsız etmemek için , kandili yanar vaziyette bırakıp çıktım. O’nun mescitte kalacağını tahmin ederek kapıyı kilitledim. Sabah ezanını okuyup içeri girdiğimde, O ,hala ayakta ve sakalını eline almış ,şöyle diyordu: -“Ey zerre kadar hayrı da , zerre kadar şerri de karşılıksız bırakmayan Allahım. Bu kulunu cehennem azabından, ona yakınlaştıran şeylerden koru. Bu kulundan rahmetini esirgeme.”
ıçeri girince beni farketti. Zamanın geçtiğinden haberi yoktu. Yatsı namazı yeni bitmiş zannederek; -Kandili mi alacaksın? Dedi.
Ben: -Hayır. SABAH Ezanı’nı okudum. dedim.
Bunun üzerine ,sabah olduğunu anladı ve bana ; gördüğünü kimseye söyleme, diye tenbih etti. Kendisine söz verdim. Ve vefatına kadar bunu kimseye söylemedim.
Hz. ımam sabah namazının sünnetini kıldı oturdu. Sonra bizimle beraber farzıda kıldıktan sonra çıktı.
Ben anladım ki; sabah namazını yatsı namazının abdestiyle kılıyordu. Çünkü mescidin kapısı kilitliydi.
Emevi ve Abbasi idarelerinin uygulamalarına bizzat tanık olan ımam-ı A’zam, züht ve takvada çok ileriydi.
Bir gün Kufe’de hırsızların bir koyunu çaldıklarını işitir. Büyük ımam sorar: Bu koyunun yaşama süresi ne kadardır? O zaman zarfında Kufe’de bulunan kasaplardan et alıpda yememiştir ki; ola ki, bu koyunun etine rastlarım diye. SÜPHANALLAH....! Böylesine TAKVA SAHıBı EBU HANıFE....
Hayatının bir bölümü Emeviler’in, bir bölümüde Abbasiler’in hakimiyetinde geçti.
O , her dönemde Siyasal iktidara karşıydı. O’nun siyasetini Ehl-i Beyt taraftarlığı belirliyordu. Ehl-i Beyt’e büyük muhabbeti vardı.
ımam, takvası, feraseti, ilmi dürüstlüğü ile ve görüşlerini iktidara karşı kullanması ile halkın muhabbetini kazandı. Abbasi yönetimi ile uzlaşmadı. Hatta Zeyd bin Ali’nin imamlığına zımnen biat etti.
Hz.Ali’nin torunları kendisi gibi birer birer isyan edip, şehit edilirken Zeyd için diyordu ki: ‘’Zeyd’in bu çıkışı(Hişam bin Abdulmelik’e isyanı - 1.Mervan’ın oğlu-685-705) Resulullah’ın Bedir Günündeki çıkışına benziyor.’’
Ebu Hanife’nin Ehl-i Beyt ımamları ile olan birlikteliği. iktidarın şimşeklerinin Ebu Hanife’nin üzerine yönelmesine sebeb oluyordu.
Hicri 145 yılında, Hz. ALı’ nin torunlarından Muhammed En- Nefsü’z Zekiye ile kardeşi ıbrahim’in Abbasilere karşı isyan etmeleri ve şehit olmaları karşısında ,gözyaşlarına hakim olamayan Ebu Hanife Hazretleri Irak’ta ; ımam Malik’te Medine’de iktidarı tel’in ediyorlardı...........!
Bu yüzden iki imama’da Medrese-i Yusufiye yolu gözüktü. Ve YUSUFYÜZLÜ ıMAMLAR, Medrese-i yusufiye’de işkence görerek hergün kırbaçlattırıldılar.
Ebu Hanife , halkı Ehl-i Beyt’e yardıma çağırdığı için , MEDRESE-ı YUSUFıYE’YE ATILMIşTI.
Abbasiler iktidara geldiklerinde Ehl-i Beyt’e zulmetmeye başladılar. ımam onlara karşı çıktı. Derslerinde hep iktidarı tenkit etti.
Her iki siyasal yapıda, ımam’dan şüphelenmiş. Halk arasındaki itibarını düşündüklerinden O’nu kendi yanlarına çekmeye çalışmışlar. Her iki dönemde de ımam’a kadılık teklif etmişler. Ama O, bunu reddetmiştir. Halife Ebu Cafer El Mansur’un (754-775 ) kadılık teklifine red cevap veriyordu Ebu Hanife.....
Bu sebepten dolayı, Büyük ımam Ebu Hanife MEDRESE-ı YUSUFıYE’nin hücrelerinde zulme ve işkenceye ugramıştır....
Emevi idaresinin özellikle son yıllarında , siyasal yapı içerisinde ıslam gittikçe geri plana atılarak , saltanatın getirdiği beşeri unsurlar ön plana çıkıyor ve hakim kılınıyordu.
Diğer bir ifadeyle; Müslümanlıklarını her platformda vurgulayan yöneticiler, ıslam’ı siyasal yapı içerisinde yegane ölçü olarak almıyorlardı.
Yönetimlerini halk nezdinde meşrulaştırmak için, alimleri, islam bilginlerini araç olarak kullanmak istiyorlardı.
şüphesiz bu politikaya kananlar, bu oyunlara bilerek veya bilmeyerek alet olanlar vardı. Ama Ebu Hanife bu oyunların farkındaydı. ve ıDARECıLERıN MAşASI OLMAYACAKTI...VE OLMADIDA.!
Canı pahasına, kulların hakkını gözetmede kusur etmedi. Yöneticilerin ve yönetimlerin kadılık tekliflerini reddetti. Kendisine sunulan şahsi menfaatleri elinin tersiyle geri çevirdi.
BıLıYORDU Kı ; RESMı ışLERDE GÖREV ALMAK, MEşRU OLMAYAN ışLERE MAşA OLMAKTI......
Bu düşüncelerini aleni olarak ifade etti ve Sultan’ı kastederek dedi ki: ’’Eğer benden Vasıt Mescidinin kapılarını saymamı isteseydi, onu bile kabul etmezdim. O halde , nasıl olurda, bir adamı idam etmek için benden hüküm vermemi ister.. Ve bu hükümle O’NUN BOYNUNUN VURULMASINA VESıLE OLURUM...Ben böyle bir kararın altını nasıl mühürlerim. Vallahi ben böyle bir işe ölünceye kadar girmem.’’
O büyük ımam’a MEDRESE-ı YUSUFıYE’de zulüm ve işkence yapılırken, mübarek vücuduna kırbaç darbeleri inerken, ağzından şu cümleler dökülüyordu:
‘’Allah’a yemin ederim ki; Bu işi kendi arzumla kabul etmiş olsam bile, yine de sizin istediğiniz anlamda yaranamıyacağım. Nerde kaldı ki; zorla istemeye istemeye muvafakat edeyim. Her hangi bir hususta vereceğim karar, sizin arzularınızın hilafına olabilir. O zaman bana kızarsınız. Kızıncada beni Fırat Nehri’nde bogdurmak istersiniz...BOğULURUM FAKAT KARARIMI YıNEDE DEğışTıRMEM.’’
Ve ımam-ı A’zam, Mezhep ımamımız Ebu Hanife Hazretleri, Medrese-i Yusufiye’de gördüğü ağır işkencelerden dolayı iyice zayıfladı. Ve aldığı kırbaç darbelerine daha fazla takat getiremiyerek Hicri 150 Miladi 767 yılında 77 yaşında Hakkın Rahmetine kavuştu.
Alimlerin ve ravilerin galip görüşü budur.. Ama Medrese-i Yusufiye’de öleceği anlaşılınca serbest bırakıldıgı ve akabinde de zehirli bir süt içirilerek öldürüldüğü de söylenmektedir..
‘’Beni Sultanın sahiplik iddia etmediği, gaspetmediği bir yere defnedin’’ diye de vasiyet etti.. Naaşı Bagdat’ta HAYZUNAN(hayruzvan) mezarlığına defnedildi...Cenazesine on binlerce mü’min iştirak etti.
Selçuklu sultanı Melikşah’ın veziri, Ebu Sad Harzemi, ımam’ın mezarının üzerine mükemmel bir türbe yaptırarak çevresine medrese inşa ettirmiştir. Osmanlı Hükümdarlarıda defalarca bu türbeyi tamir ettirmişlerdir..
ımam-ı A’zam’ın türbesi, şU ANDA AMERıKAN BOMBALARININ , FÜZELERıNıN BıR KISMINI TAHRıP ETTığı BAğDAT’IN AZAMıYE SEMTıNDE ıMAM-I A’ZAM CAMııNDE BULUNMAKTADIR...Allah O’ndan ebeden razı olsun şefaat ve himmetlerinden feyizdar etsin....
ıSLAM TARıHı’NıN BıR BAşKA YUSUFYÜZLÜSÜ DE, AHMED ıBN-ı HANBEL HAZRETLERıDıR.
Hicri: 164. Miladi:780 Yılında Bağdat’ta doğdu. Babası Muhammed Bin Hanbel’dir. Dedesi Hanbel ıbnu Hilal, Emeviler Döneminde Horasan Bölgesinde , Serahs’ın valisiydi. Ahmed’in doğumuna yakın Bağdat’a gelip yerleştiler.
Annesi Safiyye Bintu Meymune Hanım’dır. Babası küçük yaşta vefat ettiğinden annesinin himayesinde yetişmiştir.
Küçük yaşta Kuran-Kerim’i ezberledi. ve hafız oldu. Peşinden Hadis ilmiyle meşgul olmaya başladı. ımam-ı A’zam’ın talebelerinden, ımam Ebu Yusuf, Hüseyin ıbnu Beşir, ımam-ı şafi gibi büyük zatlardan dersler aldı.
Sünnete bağlılığı ile ün kazanan bir büyük ımam. Her konuda kendisine ,Hz.
Muhammed’i(A.S.V) örnek alan bir zat. Bunun için, Hz.Peygamber’in bütün davranışlarını, sözlerini, hareketlerini ögrenmeye büyük özen gösterdi.
Dolayısıyla, O’ndan nakledilen hadislerin kaynaklarına ulaşabilmek için rivayetleri saglam kaynaklardan yazabilmek için, bir çok seyahatlerde bulundu.
Basra, Kufe. Mekke, Medine ,şam, Halep, Cezire ve Yemen ziyaret ve seyahat ettiği ilim merkezlerinin başında geliyor.
Yemen yolculuğunu yapabilmek için, parası yoktu. Yemen’e giden kervanların develerine bakmak suretiyle, bu yolculuğu gerçekleştirdi.
Yolculuğun amacı, ünlü Hadis Nakledicisi Abdurrezzak ıbnu Hemmam’dan bizzat bu Hadisleri duymak istemesiydi.
Dönem Abbasiler dönemidir. Mutezile Mezhebinin Fikirleri Abbasi ve ıslam Cografyasını etkilemekte, özellikle de bazı Halifeler Mutezile Mezhebi’nin tesiri altında kalmaktaydılar.
Bu Mezhebin görüşlerini benimsemeyenlere zulümler yapılmaktadır. Bu zulüm muhataplarının başında da, Ahmed ıbn-i Hanbel Hazretleri gelmekteydi.
Abbasi Halifesi Me’mun (813-833) bütün alimleri, Kur’an’ın Mahluk olduğu noktasındaki görüşü kabul etmeye zorladı.
Bir takım ilim adamları, zulüm korkusuyla bu görüşü kabul ettiler.
Ahmed ıbn-i Hanbel, açıkça ve aleni olarak bu görüşü benimsemediğini, bu görüşün yanlış olduğunu beyan etti.
Ve Ahmed ıbn-i Hanbel’in MEDRESE-ı YUSUFıYE HAYATI BAşLAMIş OLDU. 2 yıl 4 ay MEDRESE-ı YUSUFıYE’de kaldı.
Me’mun’dan sonra gelen Halife Mu’tasım (833-842) döneminde de bu zulüm devam etti.
Bu Medrese-i Yusufiye döneminde ımam’a çok ağır içkenceler yapıldı ve zulümlerin dozu gittikçe artırıldı.........Ama tüm bu işkencelere rağmen ımam Ahmed ıbn-i Hanbel inancına ters bir söz söylemedi. HAKK’IN HATIRINI HıÇBıR HATIRA FEDA ETMEDı.
Kendi devrinde yaşıyan yöneticilerle hiçbir şekilde irtibat kurmadı. ıdarecilere yakın olmadı. Onların ikramlarını, hediyelerini kabul etmedi. O, HAKK’A VE ADALETE ıNANAN, ZULMÜ TANIMAYAN , YÜKSEK BıR RUH VE GÖNÜL ıKLıMıNE SAHıPTı.....!
Ahmed ıbn-i Hanbel takvasıyla, ibadetiyle, Hz. Resulullah’ın sünnetlerine uymaya düşkünlüğüyle tanınan birisiydi.
Hulk’ul Kur’an dayatmalarına son veren Halife Mütevekkil, (847-861) takvası sebebiyle ımam’a hediyeler gönderdi. Bu hediyelere haram karışmış olbileceği ihtimaliyle. Ahmed ıbn-i Hanbel hediyelerin hepsini fakirlere dağıttırdı.
Çoğu zaman fakirlik ve maddi sıkıntı içerisinde yaşadı, ama şüpheli şeylere asla iltifat etmedi. Kendisine yapılan yardım ve zekat tekliflerinin hepsini geri çevirdi.
Mu’tasım’ın son dönemlerinde MEDRESE-ı YUSUFıYE’den çıkarıldı Ama zulüm devam etti. Mu’tasım’dan sonra Halife olan Vasık (842-847) döneminde evinde GÖZ HAPSıNDE TUTULDU.
Hulk’ul Kur’an dayatması, Halife Mütevekkil döneminde son buldu.
Müsned’in yazarı YUSUF YÜZLÜ AHMED ıBN-ı HANBEL’in asırlar boyu milyonlarca tabiileri oldu. Her müslümanın gönlünde taht kurdu ıbn-i Hanbel. Ama...Ama O’na zulmeden ...O’na işkence eden ve ettiren.. O’nu kırbaçlattıran; MEDRESE-ı YUSUFıYE’ de O’na yer hazırlayanların hiç tabiileri olmadı.. Ne Me’mun... Ne Mu’tasım....Ne Vasık....Hiç kimse onları hatırlamıyor...Unutulup gittiler...
ımam Ahmed ıbn-i Hanbel, Hicri 12 Rebiül evvel 241. Miladi:855 Yılında, bir Cuma günü 77 yaşında iken Bağdat’ta vefat etti...Cenazesine yüzbinler katıldı...Dicle Nehri’nin kenarına defnedildi....Dicle’nin 7.yy. da taşması neticesinde Mezar sulara karışarak kayboldu...
şefaatine layık olmak ümidiyle Allah O’ndan ebediyyen razı olsun....
Ahmed ıbn-i Hanbel 700.000..hadis toplamıştır. Eseri olan MÜSNED’ e bunlardan 30.000. i ni almıştır...Ehl-i Sünnet arasında MÜSNED dendiği zaman kastedilen Ahmed ıbn-i Hanbel’in MÜSNED’i dir. Bu demektir ki, başka alimlerde , fakihlerde MÜSNED adıyla eserler vermişlerdir.
Bu büyük ımamlardan günümüze kadar, bir çok Tebliğci, bir çok Fakih, bir çok ıslam Düşünürü, yaşadıkları dönemin idarecileri tarafından cezalandırılmış ve MEDRESE-ı YUSUFıYE’nin hücrelerine atılmışlardır.
Ekseriyet itibarıyle, bu ıslam Büyükleri, yaşadıkları dönemin idarecilerine yakın durmadıkları, ilmin izzetini muhafaza ettikleri, veya resmi görev almadıkları, veya onların şERıAT’e aykırı kararlarına olur fetva vermedikleri için, işkence görmüşler, sürgün yaşamışlar, ve MEDRESE-ı YUSUFıYE’ye yollanmışlardır.
Bu arada, 20. YY. ın ıSLAM COğRAFYASININ YUSUF YÜZLÜLERıNDEN ve ıslam tebliğcilerinden birkaçını nazar-ı dikkatlerinize arzetmek istiyorum....
EBU’L ALA EL MEVDUDı.......
Cemaat-i ıslam’ın kurucusu, diğer adıyla Tebliğ Cemaati’nin lideri.
Pakistan’ın Haydarabat kentinde 1903 yılında doğdu. ıslam Coğrafyasının bu karışık , Hindistan- Pakistan çekişmelerinin yaşandığı, Ümmet-i Muhammed’in ezilmişliğinin ve horlanmışlığının ortadan kaldırılması yolunda birlik mücadelesi verdi.
1938 Yılında Lahor’da Muhammed ıkbal ‘le birlikte ıslam’ı hayata hakim kılmanın mücadelesini verdiler.
Pakistan anayasasının ıslami esaslara göre tesis edilmesi için ,Pakistan topraklarını karış karış dolaşmaya başladı. Bu hareketi Pakistan’ın ileri gelenleri tarafından bozgunculukla suçlanınca Mevdudi 1948 yılında MEDRESE-ı YUSUFıYE’ye alındı. 1950 Yılında serbest bırakıldı. Askeri idareye ve hükümete karşı tavrından dolayı 1953 Yılında tekrar MEDRESE-ı YUSUFıYE yolu gözüktü Mevdudi’ye. ve ıDAMLA YARGILANDI.
Mevdudi, kendisini idamla yargılayanlara şöyle seslenir: ’’ Eğer bu Allah’ın iradesi ise büyük bir mutlulukla karşılıyorum. Bu bizim arzuladığımız şehadettir. Ölüm benim için şu an yazılmamış ise, onların gayreti boşunadır. Bana en küçük bir zarar veremezler.’’
Daha sonra , askeri kararların yürürlükten kalkmasıyla, Mevdudi ,tekrar MEDRESE-ı YUSUFıYE ‘ den tahliye olur. ve vefat tarihi olan 22 Eylül 1979 ‘a kadar mücadelesini sürdürür...Mevdudi’nin başlattığı hareket ıslam coğrafyasındaki belli başlı ıslami hareketlerden birisi olma özelliğini korumaktadır...Allah O’ndan ve onlardan razı olsun...
20. yy ‘ın bir başka YUSUF YÜZLÜ’sü Hasan El Benna.
17 Ekim 1906 da Mısır’ın Buhariye ilinin Mahmudiye kasabasında doğdu. Küçük yaşlardan itibaren Hadis ılmi’ne meyletti. ılim, Züht, Takva atmosferinde yetişti. ıhvan-ı Müslimin Cemaatinin kurucusu ve önderidir.
ıngiltere’nin Mısır’daki sömürü ve işgal düzenine karşı yiğit bir mücadele verdi. 1947 yılında Hasan El Benna cemaatinin mücahitlerini, YAHUDıYE ZıLLETı TATTIRMAK ıÇıN, Filistin topraklarına göndererek, Yahudi Zümresiye mücadelenin fitilini ateşledi.
ıngiliz kuklası Kral Faruk’un zulmüne karşı yiğitçe göğüs geren Cemaat üyeleri, 12 şubat 1949 da Hasan El Benna’yı, FARUK’UN TETıKÇıLERıNıN KURşUNLARINDAN KORUYAMADI.. VE şEHıT
EDıLDı.
Merhum Hasan El Benna’nın şehadetten evvelki son cümleleri şunlar oluyordu: (Eniştesi anlatıyor) Muhammed, ben Ahiret’e yolcuyum. Allahıma şükürler olsun, GAYEMıZ ALLAH’TIR...LıDERıMıZ PEYGAMBERıMıZDıR...KıTABIMIZ KUR’AN’DIR...EMELıMıZ şEHADETTıR. KARDEşLERıME SÖYLE ÜZÜLMESıNLER...ıNSAN FANı ALLAH BAKıDıR....!
Merhum Zübeyir Gündüzalp Diyor ki: ‘’Benna’nın şehid edildiği akşam, ÜSTAD çok hastaydı, Galiba ben öleceğim diyordu. Sabahleyin radyodan Benna’nın şehid edildiği haberini alıyorduk.’’
Hasan El Benna’nın ıhvan-ı Müslimin Hareketi, Mısır,Suriye, Filistin gibi Ortadoğu ve Arap Coğrafyasında yayılma istidadı gösterdi.
BıR BAşKA YUSUF YÜZLÜ...ESAD ERBıLı ...........MUHAMMED ESAD ERBıLı...................
BEDıÜZZAMAN SAıD NURSı’NıN EVLıYA-ı AZıMEDENDıR , DEDığı KUTLU BıR MÜRşıD..
Hicri.1264: Miladi.1847 Yılında Erbil’de doğdu. Baba ve Annesi tarafından Seyyid dir. Babası Said Efendi Halidi Tekkesi şeyhlerindendir. Dedesi Hidayetullah Efendi, Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretlerinin Halifelerindendir.
Esad Erbili Efendi 1870 yılında , manevi bir işaretle Nakşi şeyhi, Taha’ El Hariri’ye intisab etti. 5 yılda seyru sülukunu tamamlıyarak 1875 yılında hilafet aldı. Ve ıstanbul’a geldi. ılmi şöhreti yaygındı. Saraya davet edildi. Meclis-i Meşayıh azalığına tayin olundu. Fatih Camii’nde dersler verdi.
Cumhuriyet Döneminde Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla, sokağa çıkmama kararı alarak inzivaya çekildi. 23 Aralık 1930 da Menemen Olayı bahane edilerek MEDRESE-ı YUSUFıYE’ye sevkedildi. ıdamla yargılandı. Yaşı ilerlemiş olduğundan dolayı cezası MÜEBBED MEDRESE-ı YUSUFıYE’ ye çevrildi.
4 Mart 1931 ‘de 84 yaşında Askeri Hastane’de Hakk’a yürüdü. Zehirlenerek öldürüldüğü iddiaları yaygındır. Oğlu Mehmed Ali Efendi idam edildi...Ailesi fakru zaruret ve perişaniyete terkedildi.
Merhum Esad Erbili Efendi Hazretleri, Bediüzzaman Said Nursi’nin dostlarındandı. Esad Erbili Hazretleri, Bediüzzaman Said Nursi’den dolayı: ’’ Bu genç, istikbalde, ıman Davasına çok büyük hizmetler yapacak, ilerinin ıMAM-I RABBANı’Sı OLACAK’’ demiştir
şefaat dileklerimizle Allah O’ndan ebediyyen razı olsun.
Çalışmamızın birinci bölümünü bitirmeden Rahmetle anacağımız son YUSUF YÜZLÜMÜZ ATIF HOCA....ıSKıLıPLı ATIF................
Hicri:1292 de Miladi: 1876 da Çorum’un ıskilip kazasının Tophane Köyünde Akkoyunlular’dan ımamoğulları soyundan gelen Mehmed Ali Ağa’nın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Annesi Mekke-i Mükerreme’den hicret eden Ben-i Hattap Aşireti’nden Arap Dede’NıN TORUNLARINDAN Nazlı Hanım’dır.
Alim bir zattır. Düzenli bir Medrese eğitimi almıştır. Müderrislik Ünvanının sahibidir.
Bediüzzaman Said Nursi ile de dostluğu bulunan Atıf Hoca, 1925 yılında şapka ınkılabına karşı gelmesinden dolayı, MEDRESE-ı YUSUFıYE’ YE ALINDI. 1926 Yılında Meşhur ıstiklal Mahkemeleri Rüesası KILIÇ ALı, KEL ALı, ve NECıP ALı isimli ÜÇ ALıLERıN verdiği kararla ıDAM EDıLEREK , şEHADET MERTEBESıNE ULAşMIşTIR.
Hakkın Hatırını Ali tutan yiğit bir alimdi. Allah Rahmet Eylesin. Ve EBEDıYYEN RAZI OLSUN......


EMEVıLER: 661-750
Muaviye:661-680
Yezid:680-683
II.Muaviye:683-684
Mervan:684-685
Abdülmelik:685-705
Velid:705-715
Süleyman:
Ömer Bin Abdülaziz:
Hişam:
II.Mervan-Yıkılış:Ebu Müslüm Horasani nin büyük katkılarıyla Ebu’l-Abbas Emevi saltanatına son verdi.
Emevilerde I.Velid(705-715) şam’da Meşhur Emeviye camiini yaptırdı.Halife Abdülmelik(685-705) Kudüs’te Mescid-i Aksa’yı yaptırdı.
Not:Yezid dönemi(Kerbela):Hz.Hüseyin’in şehadeti 10 muharrem 680.












Abbasi halifeleri=


'''Ebu'l-Abbas ''' 750-754

'''Mansur''' 754-775

'''Mehdi''' 775-785

'''Hadi''' 785-786

'''Harun Reşid ''' 786-809

'''Emin''' 809-813

'''Memun''' 813-833

'''Mutasım''' 833-842

'''Vâsık''' 842-847

'''Mütevekkil ''' 847-861

'''Muntasır ''' 861-862

'''Mustain''' 862-866

'''Mutez''' 866-869

'''Muhtedi''' 869-870

'''Mutemid''' 870-892

'''Mutezid''' 892-902

'''Muktefi''' 902-908

'''Muktedir ''' 908-932

'''Kahir''' 932-934

'''Razi''' 934-940

'''Mutteki''' 940-944

'''Mustekfi ''' 944-946

'''Muti''' 946-974

'''Taî''' 974-991

'''Kadir''' 991-1031

'''Kâim''' 1031-1075

'''Muktedi''' 1075-1094

'''Mustazhir''' 1094-1118

'''Musterşid''' 1118-1135

'''Reşid''' 1135-1136

'''Muktefi''' 1136-1160

'''Müstencid''' 1160-1170

'''Mustazi''' 1170-1180

'''Nâsır''' 1180-1225

'''Zâhir''' 1225-1226

'''Mustansır''' 1226-1242

'''Mustasım''' 1242-1258 Cengiz Han’ın torunu Hülagü yönetimindeki ılhanlılar, Mustasım’ı Bağdat’ta öldürerek hanedanlığı kılıçtan geçirdiler ve Abbasi dönemine son verdiler.







Ve...Ve ilmin ve kelamın , kalemin ve kılıncın şahsında toplandığı asrın bediisi , asrın sultanı , büyük imam, müçtehit, müceddit Bediüzzaman Said Nursi.......!
Daha 14 yaşına iken, Rüya’ı Sadıkada Kainatın yaratılışına sebeb olan Zat’ı gören ve O’ndan işaret alan, Hz. Muhammed’in aşığı bir muhabbet fedaisi.
Ümmetimden sual sormamak şartıyla sana Kur’an ilmi verilecektir , hitabının muhatabı Bedii insan. Ve O hiçbir zaman Ümmette sual sormadı...Ama sorulan her soruya cevap verdi.
ıngiliz Müstemlekat Nazırı ,yani Sömürge ve ışgal Bakanı, Gladiston’un 1900 senesinin gazetelerinde neşredilen, ’’ Bu Kur’an Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hükmedemeyiz. Ya Kur’an’ı ortadan kaldıracağız, ya da Müslümanları Kur’an’dan soğutacağız’’ beyanına karşılık; ‘’Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim’’ diyerek yeryüzü meydanına çıkan YığıT BıR KUR’AN SAVUNUCUSU.
Uzun ve çileli ömrünü Hz. Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e adayan şanlı Mücahid Bediüzzaman Hicri 1295 , Rumi 1293, Miladi 1878 yılında Bitlis ilinin Hizan ılçesine bağlı Nurs Köyü’nde doğdu. 23 Mart 1960 Yılında şanlı Urfa’da Dar-ı Beka’ya irtihal eyledi.
Babası Mirza Efendi , hayvanlarını başkasının tarlasından geçirirken , ağızlarını torbayla bağlıyacak kadar TAKVA sahibi , neseben Evlad-ı Resul’e dayanan bir mübarek insan.
Annesi Nuriye Hanım ; Said Bebesini abdestsiz emzirmiyecek kadar saliha, teheccüd namazlarını geçirmiyecek kadar mütedeyyin ve ıHLAS abidesi, neseben Evlad-ı Resul’e dayanan bir mübarek kadın.
Dedesi Ali Efendi , Büyük Dedesi Hızır, Ceddi Mirza Halid ve O’nun babası Mirza Reşan’dır.
Gerek Annesi- gerek Babası tarafından Ehl-i Beyt silsilesinden olan Said Nursi 9 yaşında iken Tağ köyü Medresesi’nde ilim tahsiline başladı.
Yıl 1891 Said’in yaşı 14 dür. Düzenli ve sürekli ilim tahsili süresi Dogubayazıt’ta sadece 3 aydır. Bu 3 ay zarfında en mütekamil manada 20 yıllık bir medrese tahsili süresince kazanılabilen ilmi bir seviyeyi sadece 3 ay zarfında hatmetmiştir.
14 yaşında 70 Cilt kitabı hıfzedecek kadar müthiş bir hafıza ve akıl üstü bir zeka.......!
1892’de 15 yaşındayken katıldığı, doğu medreselerinin alimleriyle Yaptığı bir ilmi münazaradan sonra BEDıÜZZAMAN ünvanını alır.
16 yaşında Tillo’da inzivaya çekilir. 17 yaşında Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylani Hazretlerinden manevi bir işaretle rüyayı sadıkada emir alır. Ve gayr-ı islami hayatı ve zulmüyle meşhur Mustafa Paşa’yı Hakk’a ve Hak yola davet ve ikaz için Cizre’ye gider ve maksadına ulaşır.
Said Nursi 17 yaş ile 20 yaş arasında, saygın ve entelektüel bir kimlik sahibidir.
Bitlis ve Van valilerinin misafiri olarak, vali konaklarında kalacak, müspet ilimler üzerinde çalışacaktır. Bu esnada da hafızasında olan 80-90 cilt kitabı her üç ayda bir ezberden devredecektir.
Ve Said Nursi; ilmi hayatı ile şöhreti Osmanlı memleketlerini kuşatan bir şahsiyettir artık.
1907 yılında şarkın sultanı Bediüzzaman, Dersaadet’e ayak basar. Artık O, Osmanlının payi-tahtındadır. Kaldığı otelin kapısına kendine mahsus olan şu cümleyi yazdırır ve asar “Burada her soruya cevap verilir. Ama sual sorulmaz.”
Nice ilim adamları, nice mütefekkirler, nice arifler artık bu kapının eşiğini aşındıracak ve Bediüzzaman’ın engin ilmi karşısında boyun eğeceklerdir.
Karşımızda artık, şarkın geri kalmışlığını, şarkın cehaletini , Anadolunun kurtuluşunun reçetesini ve kurtuluş önerisini Payi-tahtta , Sultan Abdülhamit’e takdim eden bir Bediüzzaman vardır.
Tüm hayatı boyunca, en büyük gayelerinden birisi olan, O’nda bir ideale dönüşen ; Doğu Anadolu’nun Bitlis, Van, Mardin gibi illerinde Dini ilimler ile birlikte fenni ilimlerinde bir arada okutulacağı; dili Türkçe, Arapça ve Kürtçe olan bir büyük üniversite kurulmasının mücadelesini verecektir. O’nun diliyle Medresetüz Zehra...
O’nun hayallerini, rüyalarını süsleyen bu üniversite; O günün Osmanlısında hayata geçirilebilseydi, bugün illa ki ülke olarak ve Anadolu insanı olarak farklı bir noktada olacaktık.
23 Temmuz 1908 de II. Meşrutiyet ilan edildi. Bediüzzaman Meşrutiyetin şeriat’le örtüştüğünü savunarak ıstanbul’da Meşrutiyeti anlatan konuşmalar yaptı, beyannameler neşretti. Akabinde, her zaman olduğu gibi Anadolunun Doğusundaki hemşehrilerini düşünerek, onlara, onların aşiret reislerine , Meşrutiyetin şeriate mugayyir olmadığını açıklayan telgraflar yolladı.
31 Mart 1909 da olaylara karıştığı iddiasıyla haksız yere tutuklanarak , idam istemiyle yargılandı. Ve beraat etti......
Bu olaydan sonra tekrar doğduğu yerlere, Doğuya döndü.
Bu arada I. Dünya savaşı patlak verdi. Ve Kılıç sahibi Müceddit Bediüzzaman Said Nursi, Gönüllü Alay Kumandanı olarak, Doğu Cephesinde Ruslar ve Ermenilerle savaşmaya başladı. Çok büyük başarılara imza attı...Bu savaş ve çarpışmalar esnasında Ruslara esir düşerek üç yıla yakın Rus esaretinde mahkum yaşadı.
1917 Bolşevik ihtilali dolayısıyla , Rusya’da yaşanan karışıklıklardan istifade ederek, Sibirya’daki esir kampından firar etti ,Avusturya-Almanya hattı üzerinden ıstanbul’a geldi.
Payitahtta, Devlet Büyükleri ve ilim erbabı tarafından büyük bir teveccühle karşılanan Bediüzzaman, Dar-ül Hikmet-ül ıslamiye üyeliğine tayin olundu.
Buradan aldığı maaşla kendine ait kitaplar bastırarak ücretsiz dağıtan Bediüzzaman, ıngilizlerin ıstanbul’u işgaline karşı koyarak ahaliyi işgale direnmeye davet eden broşürler ve beyannameler dağıtmıştır.
ıngiliz işgal kuvvetleri Komutanı, Said Nursi’nin ölü veya diri ele geçirilmesi için tutuklama emri çıkardıysada bu menfur emeline Allah’ın inayetiyle ulaşamamıştır.
1922 yılında Resmi bir davetle Ankara’ya çağrılan Said Nursi burada devlet merasimiyle karşılandı.
Mustafa Kemal tarafından kendisine teklif edilen; şark Umum Vaizliği, Milletvekilliği, Diyanet ışleri Başkanlığı tekliflerini kabul etmedi.....Ve tekrar hemşehrilerinin arasına dönerek Van Kalesindeki bir magarada inzivaya çekildi.
ınziva bir çok ıslam Aliminin, dünyadan , dünya işlerinden, masivadan sıyrılarak magaralara çekilmesi halidir.. Hayatlarının belirli dönemini, ruh ve nefisleri kemale erene kadar orada geçirmişlerdir.
Hz.Peygamber’de kendisine peygamberlik vazifesi verilmeden önce Hira Magrasına çekilmemişmiydi......
Mekke’den Medine’ye Hicret ederken yol arkadaşıyla beraber Sevr Magarasına çekilmemişmiydi.....
Allah’a yakınlıkta mesafe almak için bir çok ıslam Büyüğünün izlediği yoldur, kapalı mekanlara yalnız çekilmek.
Bediüzzaman’da bu yolu ihtiyar eden bahtiyarlardandır.
Lemalar isimli eserinde: ‘’ Eski zamanlarda magaralara çekilen tarik id dünyalara, ehl-i riyazet ve münzevilerin magaralardaki hayatlarına ‘’ vurgu yapar...Yine Lem’alar isimli eserinde mahpus olan Nur Talebelerinden: ‘ Eshab-ı Kehf Misali ‘ olarak bahseder...
Hz. ıbrahim Allah’a ulaşabilmek, yaratıcıyı bulabilmek için mağaraya kapanmamış mıydı.....
Mağaralar ve yalnızlık...uzlet ve inziva...Allah’a ulaşmanın , ruhu kemale erdirmenin bir yoluydu şüphesiz. Sanki bu, ıslam Büyükleri için bir teamüldü...bir gelenekti. Ruhu kemale erdirmenin Nefsi ıslahın yollarından biriydi bu.
Bediüzzaman için, hapishaneler, tecrid-i mutlaklar, tek kişilik hücre hapisleri de nefsi ıslahın,ruhu kemale erdirmenin yollarından biriydi....
Bakın Bediüzzaman, Anadolu Hapishanelerine, O’nun tabiriyle Medrese-i Yusufiyelerine atılamsının sebeblerinden bahsedeken şualar isimli eserinde ne diyor:
‘Hikmet yönü ; Beşer zulmediyor , kader adalet ediyor. Kaderin hissesi var, Allah’ın Rahmetinin hissesi var. Hapishanede ıslam Hakikatlerine susamış olan mahpusların hissesi var.’ Diye Medrese-i Yusufiyedeki talebelerine , tahammül, sabır ile şükrü, sadakat, ihlas ve tevekkülü ders veriyor....
Metod olarak; ıçerdekileri ikna , dışardakileri yönlendirme taktiği uygulayan bediüzzaman; Tarihçe-i Hayat isimli eserinde; ’Melaikeler, ruhaniler sizi alkışlıyor. Gelecek nesiller sizi alkışlıyacaklar’ diyerek içerdekilerin moral ve motivasyonunu en üst düzeyde tutmasını bilmiştir. Yine Lema’lar , şualar , Sözler gibi eserlerinde mükerrer ifadelerle , sabrı ve şükrü tavsiye ederek ; ’Günahlardan korunuyorsunuz , bir saat ibadetiniz çok saatler hükmüne geçiyor ‘ gibi söylemlerle de hapishanedekileri sabra, şükre ve ibadete davet ediyor.
Yine şualar isimli eserinde; ‘ışlerin en hayırlısı , zorlu olanıdır , Dünyevi musibetlerin sonu , ferahlı ve hayırlı oluyor.’ diyerekde mahpusların dayanma gücünü artırmaya yönelik bir metod uyguluyor.
ışin aslında , Said Nursi; gerçek yönüyle keşfedilmemiş bir Pedagog....Üzerinde araştırmalar yapılmamış bir Sosyolog , Henüz yeterince analiz edilmemiş bir pisikolog dur...ınsan sosyolojisini ve pisikolojisini O’nun kadar iyi bilene rastlamadım hiçbir eserde...
Gerçektende Asr-ı Saadet modelini , örneğini nefsinde yaşıyan , halkasına da yaşatan bir Kahraman...Bu günde Asr-ı Saadeti yaşamak mümkün mü ? Kim sahabeler gibi yaşıyabilir.? Veya kimler yaşıyabilir..? ışte örnek: ONLAR...! Yani , Said Nursi ve Talebeleri....
Bu zulümlere... Bu işkencelere dayanmak...Dayanabilmek ne mümkün? Anadan , babadan , evlattan ,serden ve sıladan geçmek ne mümkün...
Hapishaneyi görüpte müzmin romatizma olmayan talebesi yoktur...Hapishaneyi görüpte vücudunda bir arıza olmadan dışarı çıkan bir talebesi yoktur. Hapishaneyi görüpte sağlığı bozulmayan hiçbir talebesi yoktur.
Onlar dondurucu soğuğa dayanırlar ....Onlar buz gibi buza kesmiş betonlara, titreryerek seccade sererler ....Onlar bir kişinin zor sığacağı , oturamıyacak kadar dar olan sadece ayakta kalınabilecek tek kişilik hücrelere dayanırlar ...Onlar tek kişilik hücrelerde , rüku - secde imkanı olmadığından gözleriyle namaz kılarlar...Onlar her türlü haşerenin ,böceklerin içerisinde aylarca yaşarlar...ınsan pislikleriyle dolu olan tuvaletleri kullanmak zorunda kalırlar....Onlar açlığa dayanırlar....Aç – susuz kalabilirler...Onlara bir şey olmaz...NıYE Mı ??? ÇÜNKÜ ONLAR ; BU GÜNÜN ASR-I SAADET MıSALı NUR TALEBELERıDıR...ÇÜNKÜ ONLAR ; BıR ASR-I SAADET MÜSLÜMANI OLAN , SAıD NURSı’DEN DERS ALMIşLARDIR....!
Niceleri...Nice benim diyenler...Köşelerinden kalkamazken..veya eyvallah çekerken, Asr-ı Saadet misal müslümanlığı yaşıyanlar ve yaşatanlar , bu müslüman millete moral kaynağı olacak, ümit aşılayacaklardı...!
Said Nursi örneğiyle , insanlar cesaretlendi. Demek ki ; zulme karşı koymak mümkündü..’ Küfre karşı koymak mümkündü...! Said Nursi’nin ve nurcuların bir görevide, Halkın kuvve-i maneviyelerini temin etmek , milletin imanının kuvvetlenmesine yardımcı olmak değil miydi?
Said Nursi’nin, Güçlü bir ikna metodu olduğunu söylemiştik...ınsan pisikolojisini çok çabuk ve güçlü etkileyen bir insan...Ve örneği kendisi..Topluma örnek olan biri..Zulme dayandığını gösteriyor ki; öyleyse başkalarıda dayanabilir...Açlığa – susuzluğa- zorbalığa dayandığını gösteriyor ki; öyleyse başkalarıda dayanabilir..TOPLUM O’NDAN GÜÇ ALIYOR..CESARET ALIYOR..şAHISLAR SAıD NURSı’YE...TOPLUM SAıD NURSı’YE DAYANIYOR...O BıR NOKTA-ı ıSTıNAD OLUYORDU...!
Hapishane arkadaşlarına ders verirken bakın ne diyor: ‘Kalbime geldi ki; madem ımam-ı Azam gibi en büyük müçtehitler hapis çekmiş ve ımam-ı Ahmed ıbn-i Hanbel gibi bir büyük mücahide, Kur’an’ın bir tek meselesi için hapiste pek çok azap verilmiş. Ve şikayet etmeyerek tam bir sabır ile sebat edip o meselelerde sükut etmemiş. Ve pek çok imamlar ve alimler, sizlerden pek çok ziyade azap verildiği halde , tam bir sabır içinde şükredip sarsılmamışlar. Elbette sizler , Kur’an’ın bir çok hakikatleri için pek büyük sevap ve kazanç aldığınız halde pek az zahmet çektiğinize binler teşekkür etmek borcunuz dur.’
Derken, Onların dayanma gücünü en üst düzeye çıkarmıştır...Bu sıkıntılardan sonra mutlaka hayrın ve güzelliklerin onların olacağını , BAHARIN ONLARI BEKLEDığıNı MÜJDELEMışTıR...!

Gerçektende , Hz.Yusuf için öyle olmadı mı? ımam-ı Azam için öyle olmadı mı? ELBETTE BEDıÜZZAMAN VE TALEBELERı ıÇıN DE ÖYLE OLMUşTUR VE ÖYLE DE OLACAKTIR.....!
Bediüzzaman Said Nursi’ nin bu güçlü ikna metodu sayesinde , Tarihçe-i Hayat isimli eserinde dediği gibi ’ HAPıSHANELER MEKTEP HÜKMÜNE GEÇıYOR’
Kemale erme, ruhun olgunlaşması, haps-i münferit, bir nevi inziva, bir cihetten uzlet, bir cihetten nefsin terbiyesi açısından Hapishaneler Bediüzzaman ve talebeleri bir nimettir , BıR MEDRESE-ı YUSUFıYEDıR.....!
Bütün ömrü boyunca , ıslam Aleminin eğitimi, cehaletin giderilmesi ile alakalı, ugrunda mücadele verdiği ‘MERESETÜZ ZEHRA ıDEALı’ Medrese-i Yusufiyede tecelli etmiş ; Cenab-ı Hak , BU MıLLETıN FEDAKAR EVLATLARINI , SAıD NURSı’ NıN NEZARETıNDE , MEDRESE-ı YUSUFıYELERDE EğıTıM VE ÖğRETıME TABı TUTMUşTUR. Oralardan yetişen, ulvi ruhlu mübarek insanlar , Medrese-i Yusufiyedeki tahsillerinin ardından , herbiri , Anadolu’nun bir köşesinde , BU MıLLETıN ÇOCUKLARINA MUALLıMLıK EYLEMışLERDıR.
Bunun yüzlerce , binlerce örneği vardır. Elif- bası bile olmayan , ÜMMı VATAN EVLATLARI , MÜSLÜMAN ÜMMETE ıMAMLIK ETTıLER , REHBER OLDULAR VE OLMAYA DEVAM EDıYORLAR....! ALLAH ONLARA SAGLIKLI , ıHLASLI UZUN ÖMÜRLER NASıB ETSıN. DAR-I BEKAYA ıRTıHAL EDENLERE DE GANı GANı RAHMET EYLESıN ıNşAALLAH.....’
Devlet Reisinin, kendisine yaptığı çok cazip teklifleri , Bediüzzaman’ın redettiğini daha önce aktarmıştık. Bu ret’in anlamı şuydu; Ben sizinle çalışmak istemiyorum. Sizin yanınızda yer almıyacağım. Sizin fetva makamınız olmayacağım... demekti.
Daha önce zikrettiğimiz ıslam Büyüklerinin hayatını hatırlıyalım. ımam-ı Azam’lar...Ahmed ıbn-i Hanbel’ler ve diğerleri de , benzeri durumlarla karşılaşmışlardı. Onlar da Bediüzzaman gibi yapmışlardı. Veya Bediüzzamand’a onlar gibi yaptı....!
şu tesbiti unutmamakta fayda var. Said Nursi’nin 28 yıl sürgün , 23 defa zehirlenmesi ve Medrese-i Yusufiye Hayatının temelinde BU RET OLAYI YATMAKTADIR....
şeyh Said olayını Bediüzzaman’ın tasvip etmediğini onlar bilmiyorlar mıydı?
Ve yıl 1925... şeyh Said isyanı bahane edilerek , Said Nursi , Van’daki inzivaya çekildiği mağradan alınarak , Anadolu’ya sürgüne yollandı....Böylece ; O’nun Anadolu Medrese-i Yusufiyelerindeki çileli hayatı ve muazzam ıslam Tebliği... ıman-ıslam Hizmetide yeni bir evresiyle başlamış oldu....
Bediüzzaman’ın Anadolu’da ki ilk sürgün yeri , Burdur oluyor . peşinden ısparta’nın ücra bir köyü olan Barla...Burada O’ NUN HAYATININ MEYVESı Kur’an tefsiri Risale-i Nur’lar vücut bulmaya başlıyor.
1934 Yılında , gözlerinin önünde olmasını istediklerinden ısparta Merkeze getiriliyor.
1935 Yılında , polis müsadresi ve marifetiyle Eskişehir’e tevkif edilerek gönderiliyor; bu arada kitaplarına el konuyor.
‘Gizli ve Dine dayalı cemiyet kurmak, rejime karşı çıkmak ve Cumhuriyetin temel değerlerini yıkmaya çalışmak’ suçlamasıyla , tutuklanarak , 120 talebesiyle birlikte kamyonlara doldurularak , elleri kelepçeli vaziyette sevkediliyorlar Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine.
Askeri Müfrezenin komutanı namazlarını kılabilmeleri için kelepçeleri çözüyor...
105 talebesi mahkemede beraat ediyor. Kendisiyle birlikte 15 talebesi mahkum ediliyor.
Eskişehir Mahkemesi , kendisine 11 ay hapis ile birlikte , Kastamonu’da mecburi ikamet ve 15 talebesinede 6 şar ay hapis cezası veriyor.
Bediüzzaman , ayrı bir hücrede tecrid-i mutlaka terkediliyor...Yani tek kişilik hücre hapsi......
Kendisine ve talebelerine akıldışı zulüm ve işkenceler yapılıyor. Zübeyir Gündüzalp’in ifadesiyle kendilerine 12 gün boyunca yemek verilmiyor.
Hiçbir ziyaretçi alınmıyor...’Bunlarla konuşursanız idam olunacaksınız..’deniyor diğer mahkumlara..
Bu hapishanelerde , pislikten, tahta kurularından, hamam böceklerinden uyumak mümkün olmayacaktır.
Bu hapishane Günlerinde , sayısız eziyet ve işkencelere ugrayan Bediüzzaman , kışın en soğuk gün ve gecelerinde , nemli , havasız ve rutubetli hücrelerinde tutuluyor.Zemherinin gününde , 200 kişilik bir koğuşta , yalnızlığa ve ölüme terkediliyor. ‘Halbuki ben , diyor; küçücük odamda , günde birkaç defa , soba yakarken ve daima mangalımda ateş bulundururken , zaafiyet ve hastalıgımdan zor dayanırdım....’’..........
Eskişehir Medrese-i Yusufiyesinden tahliyeden sonra , Kastamonu’da , karakol karşısında bir evde Göz Hapsinde tutuluyor. ! Göz Medrese-i Yusufiyesi....Göz Medrese-i Yusufiyesi de Bediüzzaman’ın hayatında çok önemli bir yer tutacaktır....!
Vatana ihanetle yargılanıyor. Polis nezaretinde mecburi ikamet için Kastamonu’ya getirilen Bediüzzaman , 1943 yılında ısparta Savcısından gelen talimatla yeniden tutuklanıyor. Ağır hastalığına rağmen , Ankara’ya , oradanda trenle ısparta’ya getiriliyor.
Mahkemelerde görülen davaların birleştirilmesi sebebiyle , Denizli’ye sevkediliyor.
Denizli Hapside yine Hücre Hapsiyle başlıyor. Ama bu zor şartlarda , hem hapishane , hem yargılama sürecinde , sürekli Risale-i Nurları telif ediyor.
1944 de verilen beraat kararına rağmen dönemin hükümeti , Afyon Emirdağ’da zorunlu ikamete tabi tutuyor Said Nursi’yi. Hükümet binasının karşısında bir eve yerleştirerek Göz Medrese-i Yusufiyesine alıyorlar camiye bile gitmesine müsaade etmiyorlar...
Emirdağ Sürgünü ,Denizli Medrese-i Yusufiyesinden de zor şartlar altında geçiyor.
Kanun yoluyla, Bediüzzaman Said Nursi’yi etkisiz hale getiremiyenler , gayr-i kanuni yollarla 23 defa O’ nu zehirliyorlar. Bazan yemeğine koyuyorlar zehiri , bazan aşı yapıyoruz diye , zehir şırınga ediyorlar damarlarına.........
Tüm bu zulümler yaşanırken ,talebeleri harıl harıl O’NUN YAZDIğI,KUR’AN TEFSıRı NUR RıSALELERı ÇOGALTIYORLAR...DAğITIYORLAR VE OKUYORLAR.
1944 Denizli Mahkemesinin beraat kararını Yargıtay onayladı ve Said Nursi’yi serbest bıraktı.
1948 de Bediüzzaman Said Nursi , 15 talebesiyle evlerinden ve işyerlerinden alınarak , Afyon Medrese-i Yusufiyesine gönderildi...Benzer gerekçelerle. Ve...Ağır...Bir o kadarda zor şartlar altında , yeni bir Yusuf Medresesi dönemi daha başladı...
Aralık 1948 de , Said Nursi’ye 20 ay Ağır Hapis Cezası verildi. Ancak karar temyiz edildi ve Said Nursi’ nin lehine bozuldu. AMA , YARGITAYIN BU KARARINA RAğMEN, AFYON AğIR CEZA MAHKEMESı , YARGILAMAYI UZATARAK , 20 AYLIK SÜRENıN CEZAEVıNDE GEÇMESıNı SAğLAMIşTIR...
Eylül 1949 da serbest bırakıldı. Ama , Ankara’dan gelen bir talimatla , Afyon’da mecburi iskana tabi tutuldu...Emirdağ’ına ancak Aralık Ayı’nda dönebildi.
1951 de Emirdağ’ında , 1952 de ıstanbul’da davalar açıldı. Ocak 1960 da Ankara’ya girmesi polis eliyle engellendi. Buradan ısparta’ya döndü....83 Yaşındaydı...ve yorgundu...Hastaydı......Yemeğine konan..Damarlarına şırınga edilen zehirler..Zaten zayıf olan bünyesinde , çok büyük tahribatlar yapmıştı...Zulümler....ışkenceler....Rutubetli ve soğuk hapishane hücreleri O’nu çok yormuştu.
ısparta’dan ayrılmaması gerkiyordu...Hükümet öyle diyordu..Kanun öyle diyordu...Polis öyle diyordu...Ama O.....Ama O...Urfa’ya ...Peygamberler diyarına..gitmek istiyordu...Yıllarca O’ndan uzak tuttukları hemşehrilerinin arasına dönmek istiyordu. Belki de..Belki de RUHUNU RAHMANA ORADA TESLıM ETMEK ıSTıYORDU...DEVLET SAıD NURSı’Yı URFAYA GÖNDERMEK ıSTEMıYORDU....AMA ALLAH ıSTıYORDU...HÜKÜMET SAıD NURSı’Yı URFA’YA GÖNDERMEK ıSTEMıYORDU. AMA ALLAH ıSTıYORDU..SAıD NURSı ,ALLAH’TAN TALEP EDıYORDU...VE ALLAH’TA ONU KIRMIYORDU.....
RUHU şAD OLSUN...MEKANI CENNET OLSUN...şEFAATıNE NAıL EYLESıN..
ALLAH O’NDAN VE O’NUN NUR HALKASINDAN EBEDıYYEN RAZI OLSUN...................Amin.

Atilla YILMAZ
KAHRAMANMARAş

2

Tuesday, March 24th 2009, 11:45am

paylasim icin tesekkurler...
bizim universiteyede MEDRESE-ı YUSUFıYE diyorlar :D

wcf.user.socialbookmarks.titel

Rate this thread