Nur mesleğinin dört yolu: acz, fakr, şefkat ve tefekkür
Cenab-ı Hakka vasıl olacak tarîkler pekçoktur. Bütün hak tarîkler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarîkatlerin bazısı bazısından daha kısa, daha selametli, daha umûmiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kásır fehmimle Kur'ân'dan istifade ettiğim, acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarîkıdır.
Evet, acz dahi aşk gibi, belki daha eslem bir tarîktir ki, ubûdiyet tarîkıyla mahbûbiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine îsal eder. Hem, şefkat dahi aşk. gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki, Rahîm ismine îsal eder. Hem, tefekkür dahi aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsal eder.
şu tarîk, hatî tarıkler misillü, letâif-i aşere gibi on hatve değil ve tarîk-ı cehriye gibi nüfûs-u seb'a, yedi mertebeye atılan adımlar değil, belki Dört Hatveden ibarettir. Tarîkatten ziyade hakîkattir, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa, onları yapmak veya halka göstermek demek değildir. şu kısa tarîkın evradı, ittiba-ı sünnettir; feraizi işlemek, kebairi terk etmektir ve bilhassa namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.
.......
.......
Herşey nefsinde mânâ-yı ismiyle fanîdir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-yı harfiyle ve Sani-i Zülcelâlin esmâsına ayinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık îtibariyle sabittir, meşhûddur, vâciddir, mevcuddur.
şu makamda tezkiyesi ve tathîri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse, kainat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip, Mûcid-i Hakîkiden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziyayı vücudu nihayetsiz zulümat-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enaniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakîkinin bir ayine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zîra bütün mevcudat esmasının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücudu bulan bir kalb, herşeyi bulur.
Hatime
şu acz, fakr, şefkat; tefekkür tarîkındaki dört hatvenin izâhâtı, hakîkatin ilmine, şeriatın hakîkatine, Kur'an'ın hikmetine dair olan yirmi altı adet Sözlerde geçmiştir. Yalnız, şurada bir iki noktaya kısa bir işaret edeceğiz. şöyle ki:
Evet, şu tarîk daha kısadır. Çünkü dört hatvedir. Acz, elini nefisten çekse, doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâle verir. Halbuki en keskin tarîk olan aşk, nefsinden elini çeker, fakat maşuk-u mecazîye yapışır. Onun zevalini bulduktan sonra Mahbûb-u Hakîkiye gider. Hem şu tarîk daha eslemdir. Çünkü nefsin şatahât ve bâlâpervazane dâvâları bulunmaz. Çünkü acz ve fakr ve kusurdan başka nefsinde bulunmuyor ki, haddinden fazla geçsin. Hem bu tarîk daha umûmi ve cadde-i kübrâdır. Çünkü kainatı, ehl-i Vahdetü'l-Vücud gibi, huzur-u daimî kazanmak için, îdama mahkûm zannedip "La mevcude illa Hu" hükmetmeye veyahut ehl-i Vahdetü'ş-şuhud gibi, huzûr-u daimî için kainatı nisyan-ı mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip, "La meşhude illa Hu" demeye mecbur olmuyor. Belki îdamdan ve hapisten, gayet zâhir olarak, Kur'ân affettiğinden, o da sarf-ı nazar edip ve mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek, Fâtır-ı Zülcelâl hesabına istihdam edip, Esmâ-i Hüsnâsının mazhariyet ve ayinedarlık vazifesinde istimal ederek, mânâ-i harfi nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzûr-u daimîye girmektir; herşeyde Cenâb-ı Hakka bir yol bulmaktır. Elhasıl, mevcudatı mevcudat hesabına hizmetten azlederek, mânâ-yı ismiyle bakmamaktır.
Sözler, s. 438-441.