Belgeler ve şahitler konuşuyor
Çoğunuzun bildiği gibi, özellikle son zamanlarda Bediüzzaman Said Nursî hakkında olmadık isnat ve ithamlarda bulunuluyor.
O merhûm mübarek zâtın şahsına, belki şeytanın aklına dahi gelemeyecek iftiralar atılıyor.
Evet, "Said Nursî'nin bir vatan hâini gibi ıstanbul'u işgal eden ıngiliz zalimlerinin ajanı gibi çalışıp onlara yarandığı, bir süre sonra da Ankara Hükümetine yanaşıp bu kez onlara şirin görünmeye çalıştığı" şeklinde ileri sürülen iddia ve isnatlarla seksen küsûr sene sonra karşılaşmayı, ne yazık ki başka türlü tâbir ve tevil edemiyoruz.
Yani, aradan bunca zaman geçtiği halde, cinnî şeytanın aklına gelmeyen bir hususu, insî şeytanlar icad edip ileri sürüyor.
Denîliğin, alçaklığın, pespâyeliğin bu derekesine, pes doğrusu...
Kulüplerin yerini cemiyetler aldı
şimdi, sırf müfterilere cevap olsun diye değil, ama hak ve hakikat nâmına bu meselenin belgeler ve şahitlerin şehadetiyle muhtasar bir izahını yapmaya çalışalım.
1908'de ilân edilen Meşrûtiyetin ilk yıllarında, ıstanbul'da muhtelif isimler altında çeşit çeşit ilmî, içtimaî, siyasî, kültürel kulüpler kuruldu.
Mütareke ile başlayan 1918'den sonra ise, bu kulüplerin yerini cemiyetler aldı.
ışte, bu cemiyetlerden birinin ismi de medrese ehlinin teşkil ettiği "Cemiyet-i Müderrisin" idi.
15 veya 19 şubat 1919'da kurulan bu cemiyetin asıl maksadı, siyasete bulaşmadan eğitime hizmet ve medrese yoluyla ilmî tedrisatı ülke genelinde yaygınlaştırmaktı. Cemiyetin kurucuları ile âzalarının ekseriyeti de, tanınmış muteber şahsiyetlerdi.
Bu sahada en kapsamlı araştırması yayınlanan gerek Tarık Zafer Tunaya ve gerekse konuya derinlemesine nüfuz ederek akademik bir çalışma ortaya koyan (Köprü, Güz/2000) Kemal Gurulkan'ın tesbitleriyle de sabittir ki, Bediüzzaman bu cemiyetin kurucusu falan değil, sade bir üyesidir.
Sonradan ismi Teâli-i ıslâm Cemiyetine dönüşen bu cemiyetin idarî kadrosunda bulunan bazı kişiler, her nasılsa oyuna getirilerek siyasete bulaştırılır ve cemiyet adına gazetelerde (Anadolu'daki millî mücadele aleyhinde) bildiriler yayınlattırılır.
Bu emr-i vâki üzerine cemiyette büyük bir huzursuzluk çıkar. Dârülhikmet'te çalışan Bediüzzaman ve Bursalı M. Tahir Efendi gibi zatlar, yapılan densizlikleri protesto ile bu cemiyetten ayrılma yoluna gider.
Aynı yılın Kasım ayında toplanan cemiyet genel kurulu, hararetli tartışmalardan sonra "Teâli-i ıslâm Cemiyeti" şeklinde isim değiştirerek yoluna devam eder. Asıl maksadı eğitim hizmeti olmasına rağmen, bu tarihten sonra yine işgal güçlerinin baskısıyla zaman zaman maksadının dışına itilerek kullanma cihetine gidilir.
Hasılı, ıkdam'daki ilk talihsiz bildiri 16 Eylül değil, 26 Eylül 1919'da yayınlanır. ıslâm Teâli değişikliği ise, Kasım'da vuku bulduğundan, söz konusu beyannâme Müderrisin Cemiyeti adına yayınlanmış.
Bilâhare, ıstanbul resmen işgal edilir: 16 Mart 1920. ışgal ile birlikte Padişah, hükümet ve şeyhülislâm gibi derneklerin bir kısmı da tesir altına girer. Bu hengâmede, işgalcileri okşayan ve Anadolu mücahitlerinin işini zorlaştıran fetvâlar, bildiriler, beyannâmeler birbirini takip eder.
ıftiraların boy hedefi haline getirilen Üstad Bediüzzaman ise, âzâsı olduğu Dârülhikmetilislâmiye'yi düşmana âlet ettirmediği gibi, işgale karşı var gücüyle çalışır.
Bu mücahidane hizmetinin belgeleri ve şahitleri bir değil, birçoktur.
Başta gazeteci/matbaacı Eşref Edip ve Sinan Omur olmak üzere, yeğeni Abdurrahman ile bilâhare milletvekili olan Tevfik Demiroğlu, tâ baştan itibaren bahsettiğimiz gelişmelerin yakın şahididirler.
Hutuvat-ı Sitte isimli eserin basım ve dağıtım hizmetinde de bulunan bu muteber zatların hepsi ittifakla bildiriyorlar ki, mütareke tarihinden (30 Ekim 191
itibaren ıstanbul'da ilmî/fikrî direniş faaliyetini başlatan Bediüzzaman, hayatını tehlikeye atma pahasına bu mücahedesinden bir gün bile geri durmadı.
şimdi, bu güvenilir şahitlerden Eşref Edip Fergan'ın sözlerine kulak verelim...
Eşref Edip yazıyor: Kuvâ-yı Milliye hareketi başladığı zaman, işgal altındaki ıstanbul'da şeyhülislâm Dürrizâde'nin: "Bu Millî Mücadale hareketinin padişahlığa isyan ve bu harekete katılanların âsi olduğu" şeklinde fetva vermesi üzerine, Bediüzzaman: "ışgal altındaki bir memlekette, ıngilizlerin emri ve tazyiki altında bulunan bir idarenin ve meşihatın (diyanet dairesi) fetvası mualleldir (mâlûldür, sakattır), mesmû (kulak verilen) olamaz. Düşman istilâsına karşı harekete geçenler âsi değildir, fetva geri alınmalıdır" diye fetva vermiş olup, bu hususla ilgili evrak "meşihat evrakı" arasında mevcuttur. (Bkz: Risâle-i Nur Hakkında ılmî Bir Tahlil, s. 71. Bir Sebilürreşad yayını olan bu eser, 1965'te basılmış.)
Adı geçen eserin 72. sayfasında da, yine aynı paralelde yazılmış şu ifadeleri okumaktayız: "Merhum Said Nursî, Dârü'l-Hikmeti'l-ıslâmiyede âza bulunduğu sırada, Anadolu'da Millî Hareket başlamıştı. Bu hareket aleyhinde yanlış fetva almak isteyenlerle pervasızca mücadele etti. Kuvâ-yı Milliye hareketini bütün kuvvetiyle müdafaa etti. Bu husustaki kahramanca mücadelesi, Ankara Hükümetince fevkalâde takdirle karşılandı. şifre ile Ankara'ya dâvet olundu."
Tarihçe-i Hayat'taki izahât
Aşağıdaki ifadeler ise, otobiyografik bir eser olan Tarihçe-i Hayat'tan iktibas olup, aynı hakikatin değişik lisanlarla izahını Eşref Edib'in Sebilürreşad'ı dışında ayrıca şu eserlerde bulmak mümkün: 1– ılk Tarihçe-i Hayat; Abdurrahman, Necm-i ıstikbâl Matbaası, ıstanbul, 1920. 2– Mufaassal Tarihçe-i Hayat; Abdülkadir Badıllı, Cilt 1, s. 487-490. 3– Bilinmeyen Taraflarıyla BSN; Necmeddin şahiner, s.340-45.
ışte, seksen beş yıldır hiç kimsenin ve hiçbir mahkemenin red ve itiraz edemediği Bediüzzaman Said Nursî'nin 1918–1923 yıllarına dair millî ve vatanî hizmetini kısmen olsun nazara veren ifadeler:
"(Bediüzzaman'ın) ıstanbul’da, en büyük ve en ehemmiyetli ve tesirli hizmet-i vataniye ve milliyesinden birisi de Hutuvat-ı Sitte adlı eseriyle, gaddar zalimlerin yüzlerine tükürüp, izzet-i dîniyeyi ve şeref-i ıslamiyeyi muhafaza etmesidir.
"ıstanbul’un yabancılar tarafından işgali sıralarında, ıngiliz Anglikan Kilisesinin Meşihat-ı ıslamiyeden sorduğu altı sualine altı tükrük mânasında verdiği makul ve sert cevapları, onun derece-i cesaret ve kemâlat ve şecaatini fiilen göstermektedir.
"Hutuvat-ı Sitte’yi neşrettiği zaman, Çanakkale’de muharebe oluyordu. ıstanbul’un işgalini müteakip, ıngiliz başkumandanına bu eser gösterilir ve Bediüzzaman’ın bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. (Not: Gizlice basılan bu eserin, mütarake bahanesiyle ıstanbul'u işgale gelen ıngilizler'e ait savaş gemilerinin ufak çaplı müsademelerle Çanakkale Boğazından girip Marmara'ya doğru ilerlemeye başladığı günlerde neşredilmiş olduğu, buradaki ifadelerden anlaşılmış oluyor. M.L.S.) O cebbar kumandan, îdam kararıyla vücudunu ortadan kaldırmak istedi ise de..., birşey yapamaz.
"ıstanbul’da, ıngilizler, desîseleriyle şeyhülislâmı ve diğer bazı ulemayı lehlerine çevirmeye çalışmalarına mukabil; Bediüzzaman, Hutuvat-ı Sitte adlı eseri ve ıstanbul’daki faaliyeti ile, ıngilizin alem-i ıslam ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa neşrederek, Anadolu’daki Millî Kurtuluş Hareketini desteklemiş, bu hususta en büyük amillerden birisi olmuştu."
Aynı kaynakların ittifakla parmak bastığı o günkü gelişmeler hakkındaki izahât şöyle devam ediyor:
"ıstanbul’daki bu çok ehemmiyetli ve muvaffakıyetli hizmetinden, Türk Milletine pek ziyade menfaatler husûle geldiğini müşahede eden Ankara hükûmeti, Bediüzzamanın kıymet ve ehemmiyetini takdir ederek, Ankara’ya davet ederler.
"M. Kemal Paşa, şifre ile dâvet etmiş ise de, cevaben, 'Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum,' demiştir.
"Üç defa şifre ile davet ediliyor. Eski Van Valisi, dostu mebus Tahsin Bey vasıtasıyla davet edildiği için, nihayet karar verir ve Ankara’ya gelir. Ankara’da alkışlarla karşılanır..."
Evet, vicdan ehli fazilet sahipleri için herşey apaçık ortada. Buna rağmen tatmin olmayan veya tatmin olmak istemeyenler için yapacak başka neler olabilir ki?
Mukabil fetvâ
ıstanbul'u işgal eden ıngilizlerin baskısı veya aldatması neticesinde, şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendinin, Anadolu'daki Millî Kuvvetler aleyhinde bir fetvası yayınlandı. Aynı zamanda Damat Ferid Paşa kabinesinde de yer alan ve sadece 4 ay kadar o vazifede kalabilen Dürrizâde'nin verdiği fetvânın geçersiz olduğunu beyan eden Üstad Bediüzzaman, bunun gerekçesini dinî ölçüler çerçevesinde izah ile beraber, ayrıca bir "mukabil fetva"yı da eş zamanlı olarak neşretmiş. Ve, tam da bu hususla ilgili olarak 1920'de basılan Tulûât isimli eserinde daha detaylı bilgiler veriyor. ışte, "suâlli-cevaplı" o bilgilerden kısacık bir bölüm: Suâl: "Anadolu aleyhinde çıkan fetvaya ne dersin?" Cevap: "Fetva-yı mahz değil ki, i'tizar edilsin." (Halis, katıksız bir fetvâ değil ki, bağlayıcı olup mazeretsiz uyulsun.) Belki, kazayı tazammun eden (içine alan) bir fetvadır. ...şu fetvaya kim nazar etse, muradı anlar. "Hem müzem olmuştur. (Geçerliliği yoktur.) Çünkü, âvam-ı müslimini onlar aleyhine sevk etmek, esbabın en âhiridir. "Madem ki şu fetva kazayı tazammun ediyor. Kazada ise, iki hasmı dinlemek zaruridir. Anadolu da söylettirilmeliydi. ...Siyasiyyûn ve ulemâdan bir heyet tarafından, maslahat-ı ıslâmiyet noktasında muhakeme edildikten sonra fetva verilebilirdi. "Zaten şimdi bazı hakaikda bir inkılâb var. Ezdad isimlerini değiştirip mübadele etmişler. Zulme adâlet, cihada bağy, esarete hürriyet nâmı veriliyor." Suâl: "Neden bu kadar (ıngiliz'den) nefret ediyorsun. Musalahasını da istemiyorsun?" Cevap: "Sebep, bir değil, bindir. Bana en ziyade şedid görünen, mânen ahlakımıza vurduğu darbedir. (...) "Edirne (Selimiye) Camiinde, bir ıslâm hocasının lisanıyla, Venizelos (Yunan Başbakanı) gibi şeytan zalime duâ ettirdi. Merkez-i Hilâfette (ıstanbul'da) Müslümanlar lisanıyla hizbüşşeytan olan ıngiliz, Yunan askerlerini halaskâr, tathirci ilan ve karşısındakileri gürûh-ü mücahidini (Anadolu mücahitlerini) câni, zalim söylettirdi..." NOT: Üstad Bediüzzaman'ın o günlerde yaptığı izahat bu meyanda devam edip gidiyor. Bu mücahid alimi, söylediklerinin, inandıklarının tersi istikametinde gören ve gösterenlere acaba ne demeli?
Latif Salihoğlu
11.05.2005
E-Posta: latif@yeniasya.com.tr
Kaynak