Mumcu ilen Ağar ve bir de Bahçeli
Erkan Mumcu son zamanlarda iyice tuhaflaştı. Sinirlerindeki 'bloklar arası bağlantı' mı koptu, anlamadım gitti.
şu ettiği lafa bakın: “Bu memlekette kim 'Elhamdülillah Müslümanım' diyorsa, bilsin ki imanını Allah'a, dinini devlete borçludur.”
Öyle bir ifade ki bu, gülsek Mumcu'ya ayıp, ağlasak bize yazık. Sanki dersin din başka, iman başka şey de, her ikisini ayrı ayrı 'borçlandırıyor'.
Özdemir ınce bile kırk yıl düşünse, sanmam ki, böyle bir laf üretebilsin. O en fazla dini devletten ayrı tutup (diyelim ki) 'laik' olmuş oluyor. ımanı dinden ayrınca, tuhaf olmaktan öte ne olunur, bilmem ki!
ımansız din, dinsiz iman olur mu? Müslüman ne kadar Allah'ın kulu ise, din de o kadar Allah'ın dini değil mi?
Dini devlete 'borçlandırmak', devlete 'uluhiyet' atfetmek anlamına gelmez mi?
Mesela, Almanya'da yaşayan veya Alman vatandaşı olan bir Müslüman, dinini Almanya'ya mı borçlu?
Din gününün sahibi, “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak ıslam'ı seçtim.” buyurmuyor mu?
Devlet, ibadetlerin eda edilmesine imkan veriyor diye niçin vatandaşından 'alacaklı' olsun? Her demokratik devletin görevlerinden biri de, 'din ve vicdan hürriyetini' sağlamak değil mi?
Mumcu'nun “borçlanmaktan” kastettiği nedir Allah aşkına? Bu topraklarda bir devlet kurulmuş da, Müslümanlar buraya muhacir mi düşmüş? Bu devleti Müslümanlar var etmedi mi?
Bunu bilmesi için, “Sarıklı Mücahidler” i falan okuması gerekmez. Açsın, “Nutuk”a baksın. Mevzilerde Kuran okuyan, öleceğini bile bile “Allah, Allah…” nidalarıyla göğsünü 'hayasız kurşunlara' siper edenlerin destanını okusun. Hadi, onu da okumaya vakti yoksa, ıstiklal Marşı'nı fehmetmeye çalışsın.
Din günüdür, namus günüdür diyerek şehit düşenlerin torunları, dinlerinden dolayı kime, neyin borcunu ödeyecekler Sayın Mumcu?
Meramın ne? Allah'ın adıyla insanları kandıranları, müptezelleri, hırsızları, şerefsizleri faş etmek mi istiyorsun? Hayırlı bir iş yaparsın, hiç durma! Lakin, bunun için tozutmanın ne alemi var?
Dil kıvrak olunca, beynin, dile habire malzeme yetiştirmesi gerekiyor. Çünkü böyle diller çok malzeme yakıyor. Beyin biraz rötar yapınca veya dilin hızına yetişemeyince mevzu gelip, “dilin kemiği yok” deyimindeki 'kemiğe' saplanıp kalıyor. O zaman da rüsvalık baş gösteriyor.
Kıvrak dilli siyasetçimiz Mumcu, partisinin grup toplantısında söz konusu ifadeyi sarf ederken, öfkeden yüzü kararmıştı nerdeyse. Galiba bağırmak istiyor ama tam da bağıramıyor. (Biraz da kendini kasıyor mu, ne?) Böyle olunca da öfkesi yüzüne daha bir yansıyor.
Devlet Bahçeli (sanırım) bu gibi durumlarda yaylalara çıkar; bağırır çağırırdı.
Ecevit'in yanında suspus oturup içine attıklarını boşaltır; kendisini de, memleketi de rahatlatırdı.
Mumcu'ya naçizane tavsiyem, aynen Bahçeli gibi yapsın. Çıksın yaylalara; hem bağırsın, çağırsın, hem temiz hava alsın.
Haddizatında, Mumcu'yu ne zaman dinlesem, “Sanırım bize bir şey anlatmaya çalışıyor.” hissine kapılırım. Cumhurbaşkanlığı oylamasına niçin katılmadığını dillendirdiği konuşması bu hissimi daha da pekiştirdi.
Mehmet Ağar da bana hep, “Bu adam bizden bir şey saklıyor.” duygusunu yaşatır. Sen kalk dağdaki teröristi ovada siyaset yapmaya çağır; sonra da, Meclis'te (Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesiyle) demokratik normalin canına ot tıka. Ne acayip bir tutum.
ıkisi birlikte şimdi. Yazık ki, siyasette her zaman bir artı bir, iki etmez.
Ağar ile Mumcu'yu topluyorum, her defasında Bahçeli çıkıyor ortaya. Seçmen steril, orijinal ve daha ketumu varken, 'alaşıma' niçin itibar etsin ki!
Bahçeli'den Mumcu'yu çıkarayım dedim; bu sefer de, Cem Uzan çıkmasın mı karşıma! Olacak şey değil.
Mumcu bunları gördüğü için mi bu kadar sinirli? Yoksa kendisine verilen bir sözü yerine getirmeyenler mi var? Niye böyle?
Salih Tuna - Yeni şafak