Giriş yapmadınız.

1

27.07.2005, 23:09

Süleyman Demirel

Selamun aleykum Kardeşler.Bizim bir zamanlar desteklediğimiz Süleyman Demirel bunadı mı?

Risale Okuyorum

Üyeliği İptal Edildi

  • "Risale Okuyorum" bir erkek
  • "Risale Okuyorum" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 663

Konum: Ankara

Meslek: Öğrenci

Hobiler: İnternet, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

2

28.07.2005, 10:54

28 şubat'tan sonra ınönü'leşti. Eski tanıdığımız Demirel'e benzemiyor. Ayrıca biz yeri geldikçe dediğimiz gibi şimdi de deriz ki;

şahsa değil, siyasi partinin tümüne bakarız. şahıslar fani, kurumlar bakidir...

Saygılarımla...
"şimdi oku, kabirde okuyamazsın!" (Zübeyir Gündüzalp)

3

28.07.2005, 13:49

Maalesef bu şahıslar kurumlarıda kendine benzetmiş durumdalar.

4

28.07.2005, 23:50

Re: Süleyman Demirel

Alıntı sahibi ""kimyagerus""

Selamun aleykum Kardeşler.Bizim bir zamanlar desteklediğimiz Süleyman Demirel bunadı mı?


Kardeş ufak bir hatırlatma; Süleyman beyin şahsı değil, demokratlar desteklenmişti.

Abuk tartışma

Ecevit’in başlattığı Vahdettin tartışması bilhassa Demirel’in anlaşılmaz tavrıyla girdiği abuk mecrada büyüyerek devam ediyor.

Bu tuhaf tartışma o kadar acaip bir hale geldi ki, insan neresinden tutacağını bilemiyor.

Atatürk ve CHP çizgisinden gelen bir siyasetçi olarak Ecevit’le; siyaset hayatı boyunca CHP ile mücadele etmiş olan Demirel’in bu tartışmada bu özellikleriyle tamamen çelişen konumlarda karşı karşıya gelmeleri, bu tuhaflığın önemli sebeplerinden birini oluşturuyor.

Vahdettin’i hain saymak Ecevit’ten, son padişaha sahip çıkmak Demirel’den beklenen tavırlar iken tam tersi oluyor; Ecevit “Vahdettin hain değildi” diyor, Demirel ise “Atatürk hain dediğine göre, o ne diyorsa o” tavrını ısrarla sürdürüyor.

Ecevit’in tavrını, 3 Kasım’da dibe vuran puanlarını, muhafazakâr kitlelere sıcak gelecek çıkışlarla telâfi etme plan ve stratejisinin bir sonucu olarak görenler var.

Bu yorumun sahipleri, daha önce Rahşan Hanımın “Misyonerler azıttı, din elden gidiyor” çıkışıyla Bülent Beyin “Dedem Hicazda görev yapmıştı, onun vakıflarını Türk hacılarına bağışladım” beyanını hatırlatarak, Vahdettin çıkışını da bunlarla irtibatlandırıyorlar.

Tabiî, bunlar Ecevit’in son başbakanlığı dönemindeki icraatlarını, başörtüsü zulmündeki sorumluluğunu, Merve Kavakçı’ya “Haddini bildirin” çıkışını, Kur’ân kurslarıyla ilgili tavrını unutturabilir mi; doğrusu bir hayli zor.

Gerçi bunlara rağmen “Bize kol kanat germişti” diyerek Ecevit’e kucak açan ve Vahdettin çıkışıyla bu sempatileri daha da güçlenen bir kesimden, “Allah gecinden versin, ama cenaze merasimi görülmemiş bir görkemde olacak. Ancak aynı şeyi Demirel için söylemek asla mümkün değil” mesajları geldi...

Ne var ki, o kesimin Ecevit’e karşı zaten öteden beri var olan sempatisinin umuma mal olması zor görünüyor. Buna mukabil Demirel’e karşı bilhassa 28 şubat’taki—yer yer Ecevit’in yukarıda örnekleri verilen politikalarıyla örtüşen—tavrı sebebiyle başlayan soğukluğun, Vahdettin’le ilgili aykırı çıkışları yüzünden daha da artıp yaygınlaştığı da gözardı edilmesi mümkün olmayan bir vâkıa.

Demirel’in bu çıkışlarını tamamen Atatürk referansına dayandırması ve bunu yaparken konuyu Vahdettin tartışmasının ötesine taşıyan “Atatürk referansına en az 100 yıl daha ihtiyaç var” gibi çok abartılı ve tuhaf söylemlerde bulunması, tepkileri daha da arttırıyor.

Dahası, Demirel’in bu tavrına, öteden beri izlediği “Osmanlıyla barışık” ve gerek yurt içinde, gerekse Balkanlar başta olmak üzere dışarıda Osmanlı eserlerine sahip çıkan çizgisiyle çeliştiği için de bir anlam verilemiyor.

Sonuçta iş dönüp dolaşıyor; “Demirel 11. cumhurbaşkanlığına mı oynuyor?” gibi spekülasyon ve tartışmaları beraberinde getiriyor.

Demirel’in tavrı için yapılan bir başka yorum da, özellikle 28 şubat sonrası Çankaya’da çizdiği imaja bakarak geliştirilen “ıkinci ınönü” benzetmesinde ifadesini buluyor.

Aslında bu yönde bir yorumu, Demirel’in Çankaya’dan inmesini izleyen günlerde biz de yapmış; ınönü gibi devlet katında ağırlığa sahip bir Demirel’in etkinliğini bir şekilde sürdürebileceğini, ama bunu, halkla arasında beliren mesafeyi kapatarak yapması halinde Türkiye’nin aradığı “büyük uzlaşma”yı sağlayabilecek ismin o olabileceğini ifade etmiştik.

Ne yazık ki Demirel o günden bugüne halkın beklediği açılımları yapamadı. Kısa süre önce başörtüsü meselesinde yapacak gibi oldu, ama arkasını getiremedi ve tekrar yasakçı çizgiye döndü. Vahdettin meselesindeki aykırı çıkışıyla da bu duruma bir tüy daha dikti.

Demirel bu tavrıyla derin mahfillerle bağlantılı kaşarlanmış Kemalistlerin desteğini alabilir mi; şüpheli. Farzımuhal alsa bile, bu destek halkı küstürmeye değer mi? Değmez.

Sonuç olarak, Ecevit’in altmış yıldır yürüdüğü kulvardan çıkarak halka, Demirel’in ise aynı yöntemle CHP kafalılara yakınlaşmaya çalıştığı çok tuhaf ve abuk bir tartışma bu.

Ama AKP iktidarına bir faydası oldu. Meclis Dilekçe Komisyonuna gelen “Vahdettin’e itibarı iade edilsin” dilekçesine Başbakanlığın verdiği red cevabı arada kaynayıp gitti...

Kaynak
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

Risale Okuyorum

Üyeliği İptal Edildi

  • "Risale Okuyorum" bir erkek
  • "Risale Okuyorum" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 663

Konum: Ankara

Meslek: Öğrenci

Hobiler: İnternet, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

5

29.07.2005, 13:52

Konuyu anlayalım Bakalım;

Alıntı sahibi ""Zafer Akgül""

Anlaşılmayan adam

Türk siyaset hayatında en çok tartışılan, en çok eleştirilen, en çok övülen ve sözleriyle çıkışlarıyla hem normal dönemlerde, hem de anormal ve olağanüstü dönemlerdeki siyasî taktikleriyle tartışılan bir adamdır Demirel.

Bir-iki hafta önce “Demirel’i anlayamamak” başlıklı bir yazı yazmıştık. Ancak kamuoyu “Nerden icab etti bu Demirel yazısı?” diye zamansız ve zeminsiz bir yazı gözüyle değerlendirir ve “yine bir Demirel propagandası ve hayranlığı yazısı” şeklinde bakar düşüncesiyle kendiliğimizden yazının gerisini getirmemiştik. Biraz da araya sıcak gündem maddeleri girdiği için bu konudaki değerlendirmelerimizi ileriki bir tarihe ertelemiştik. Ne var ki son “Vahdettin Tartışması” alevlenince Demirel bir anda Türkiye gündeminin birinci maddesine yerleşti. Tabiî olaya Demirel alerjisiyle yaklaşanlar meseleye balıklama dalarak şeytan taşlamaya başladılar. Demirel’i şöyle veya böyle tanıyanlar da olaya temkinli bir yaklaşım içinde oldular. Bize göre bu konuda gözü kapalı hareket etmek ve yorum yapmak yanlış ve erken. Çünkü alan siyaset arenasında gerçekleşiyor. Akademik ortamda değil. Perde gerisinde hangi hesaplardan dolayı pozisyon değişikliği yapıldı tam bilemiyoruz.

Demirel siyaset tarihinde hem sağdan, hem de soldan daima hücum altında bırakılan bir şahsiyet. Sol tandanslı kaynaklar muhtemel bir CHP iktidarını her türlü zorluklara ve entrikalara rağmen önleyen ve bu günlere getiren Demirel’e zaten doğası icabı karşı ve muhalif. ılginç olanı milliyetçi, muhafazakâr ve demokrat camianın onca olumlu katkısına ve kadro oluşumuna zemin hazırlamasına rağmen her hal ü kârda Demirel’e muhalefet etmesi ve hatta—moda oldu ya—ihanet etmesidir.

Demirel muhafazakâr kesime hiç yaranamamıştır. Yüzlerce imam hatip lisesi açmasına rağmen, onlarca cami, Kur’ân kursu açılışına zemin hazırlamasına rağmen, inançlı kadroların yetişmesi için alt yapı oluşturmasına rağmen Demirel sağ ve dindar kesimden hep eleştiri almıştır. 12 Eylül ve sonrasında bile Demirel müthiş bir demokrasi, insan hakları mücadelesi verirken bile kendi yetiştirdiği kadrolardan hep darbe yemiştir. Hem askerî, hem de sivil cenahtan bu kadar darbe yiyen ve ihanet sayılmasa da ona eşdeğer vefasızlıktan yana bu kadar yüzgeri edilen ikinci bir adam belki de yakın tarihimizde hiç yoktur diyebiliriz. Kalkınma hızına, enflasyon düşüklüğüne, yatırım oranlarına ve gelir düzeyinin düzelmesine rağmen iktidardan düşürülen bir adamdır.

12 Mart ve 12 Eylül anarşisinde ve ihtilâllerinde bütün suç kendisininmiş gibi suçlanan ve terk edilen bir adamdır. Seçim ve parti dışındaki fikir ve düşünce dünyalarında da Demirel hep yalnız bırakılmıştır ve zamansız, umulmayan beklenmeyen kişilerce zor duruma düşürülmüştür. Yıllar önce başörtüsü konusunu ilahiyatçılara bırakalım, dediğinde bir hocaefendi “Başörtüsü teferruattır” fetvasını verince Demirel kabuğuna çekilmek zorunda kalmıştır. Geçenlerde “Cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olması için kanun yoksa neye göre tavır konuluyor?” tartışmasını açtıktan sonra en çok tepkiyi iktidardaki AKP’den alması gibi. 70’li yıllarda o günkü adı AET olan AB’ye girmeye ramak kalmışken Ecevit’in ve Erbakan’ın daha doğrusu solun ve dindar sağın engel olmasıyla Demirel bir büyük projesinin daha suya düşürüldüğünü bizzat yaşamıştır. 12 Eylülden önce CHP ve MSP koalisyonunun anarşistleri affettikten sonra ortalığı fitne ateşi yakmış ve fatura yine Demirel’e çıkarılmıştır. Üstelik “Anarşiyi önle dedik önleyemedi” diye en çok destek verdiği ve destek aldığı kesimler bile kendisini terk edebilmişlerdir. Kısaca Demirel, daima anlaşılmaz biçimde hep suçlu görülmüş ve itham altında bırakılmıştır. Söylediği sözler de önce alayla karşılanmış sonra da herkes tarafından uygulanmış olsa bile meselâ “Dün dündür bu gün bu gündür” sözünü hemen herkes en azından Demirel’i eleştirmek için ve alay etmek için dillerine doladıkları halde o günden bu güne hemen herkes ve her hareket bu sözdeki hükmün masadaki olmaktan kurtulamamıştır.

Dün anlaşılamayan Demirel bu gün hiç anlaşılamayacak tabiî ki..

Zafer Akgül

28.07.2005 - Yeni Asya


Yazıda bahsi geçen bir önceki yazı;

Alıntı sahibi ""Zafer Akgül""


Demirel'i anlayamamak

Türk siyasî hayatına damgasını vuran, hemen her kuşağa ve her kesime şöyle veya böyle etki eden bir siyaset adamı. Çok tartışıldı, çok eleştirildi, çok övüldü, çok devrildi ve çok iktidara geldi. Çok bilinmeyenli bir denklem...

Kimileri ona Çoban Sülü dedi. Kimileri Morrison Süleyman... Kimileri Mason birader... Kimileri Nurlu Süleyman... Kimileri Muhteşem Süleyman... Velhâsılı kelâm Sultan II. Abdülhamid’i kimileri Ulu Sultan Abdülhamid Han, Büyük Hakan Abdulhamid Han gibi payelerle yükseltirken, kimilerinin de Kızıl Sultan, müstebit, istibdatçı, evham hastası, şizofreni hastası gibi alçaltıcı, hor görücü sıfatlarla andığı gibi Süleyman Demirel’i de yükselten yükseltti, alçaltan alçalttı kendi bakış zaviyesine göre...

Demirel hakkında çoktan beri yazı yazmayı düşünüyordum. Bunun zorluğunun farkındaydım ve hâlâ da farkındayım. Aslında bu yazacaklarım onu anlamaya yönelik değil, belki anlaşılmazlığını anlamaya yönelik, anlaşılamayışını anlamaya dönük bir yazı sayılmalıdır.

Onu anlamak ve anlatmaktan ziyade Demirel’in anlaşılmazlığını anlamak, anlatmak sanırım daha kısa yol olur. Ne ki derdimiz kısa yol değil, Türk siyasî hayatında anlaşılanları bile bazen anlaşılmaz bırakmanın gereğidir.

Türk siyasetinin duayeni ve ombudsmanı da addedilen Demirel’i yazmak gerçekten netameli ve zahmetli bir iş. şairin dediği gibi;

“Âsûde olam der isen eğer gelme cihane

Meydâne düşen kurtulmaz seng-i kazadan”

Rahatınız bozulmasın isterseniz, rahat olayım derseniz bu cihana gelmeyeceksiniz. Gelirseniz ve bu imtihan meydanına düşerseniz kaza taşlarından, kaza oklarından kendinizi kurtaramazsınız. Tıpkı buna benziyor Demirel’den bahsetmek. Demirel’i eğer pozitif anlamda ele alacaksanız ve bu konuda bir yazı veya yazılar serisi yazacaksanız eleştiri oklarına hazır olmanız gerekir. Zira siyasette Demirel kadar tartışılan kişi çok çok az.

Bir çok siyasetçi hayattayken veya ölümünden sonra yayınlanması kaydıyla hatıralarını yazmış, en azından bir takım kamuoyu nezdine sır olarak kalmış gizli bölümleri ifşa eder. En azından ifşa özellikli değil de anı, macera özellikli olsa bile yine de karakter tahlilinde bir takım ip uçları verir. Ama gelin görün ki bu Demirel’de yoktur. Demirel’in şu ana kadar en çok tartışılan ve eleştirilen belki de en zayıf karın boşluğu sayılan masonluğu konusu bile hâlâ bir kesinliğe kavuşmuş değildir.

Demirel hatıra yazmaz, yazamaz. Evet ya-za-maz... Çünkü çok şey biliyor Türkiye’de ve Türk siyasî hayatında. Çok şey bilmek bilirsiniz ki tehlikelidir, netamelidir, risklidir. Dengeler, mengeler bozulmasın diye neyi ne kadar bildiğin kadar bilmediğinin dozu da önemlidir. Demirel hatıralarını bunun için de olsa yazmaz. Kendini yazmaktan çekinen, korkan ya da sakınan bir Demirel’i yazmak zor. Kendileri daha önceki yıllarda “Bir çok sır benimle beraber mezara girecektir” demiştir. Bunun en yakın şahidi belki Yavuz Donat, belki Taha Akyol, belki Rauf Tamer belki ne bileyim en çok demeç verdiği, röportaj yaptığı meşhur yazarlarımızdır. Ne var ki Demirel’in beynindeki her kıvrımı avucumun içi gibi bilirim diyen nice usta yazarlar ve onun yakın plan dostları ve sohbet arkadaşları bile Demirel’in maalesef öyle beynindeki her kıvrımı bilemezler. Çünkü Demirel siyaset adamıdır. Sırdaşı yoktur. O sadece sadede göre ve ortama ve kişinin algılamadaki yaklaşım biçimine göre konuşur.

Yakup Kadri’nin “Politikacı, çok konuşan fakat konuştuğunda aslında hiç bir şey söylemeyen, söylediklerinde de çok önemli mesajlar verendir” tanımına ve tiplemesine çok uyan bir şahsiyettir Demirel.

ışte böyle bir Demirel’i anlamak çok zor. Demeçleri siyasetteki ortam ve dengeler gereği iki ucu açıktır daima. Binaenaleyh varsa vardır, yoksa yoktur. Hem vardır, hem yoktur. Ne vardır, ne yoktur.

Gelin anlayın bakalım...

Zafer Akgül

30.06.2005 - Yeni Asya
"şimdi oku, kabirde okuyamazsın!" (Zübeyir Gündüzalp)

6

30.07.2005, 11:50

demirel demirel...yine demirel

aslinda mesele cok basit sadece sunu diyecegiz. demirel usta manevralariyla, lafazanligi ile bir milleti kandirdigi gibi bizi de kandirmis.senelerce bu sahsin ve demokrasi davasinin (onun dliiendirdigi)pesinden bosuna gitmisiz. kendimiz aldandigimiz gibi okurlarimizi da yanlis kanaatlere sevketmisiz. bu demirel simdilerde daha da ayan beyan ortaya ciktigi gibi kendi ailesiyle etrafini saran (aile fotografindaki) hortumculariyle senelerce milletin parasini hortumlayanlara göz yummus. bizim de agzimiza bir parmak bal sürmüs yalanip durmusüz.
insanlar hata yapar. hata yapanin en hayirlisi anladigi anda hemen hatiasindan dönen tevbe eden nedamet eden ve bunu ilan edendir. VESSELAM

7

31.07.2005, 14:13

Re: Süleyman Demirel

Geçmişte her zaman tam destek vererek arkasında olduğumuz Demirelin şimdiki beyanatlarını dinledikçe nasıl bir yanılgı içinde olduğumuzu ve bizlere ne büyük bir yara aldırdığını daha iyi görüyorum. Bunadığını sanmıyorum... Gerçek kişiliği buymuş! Bizlere kabul etmek zor geldiği için sanırım öyle anlamak istiyoruz. Herşeye rağmen sırtımızdan vurulmak pahasına da olsa bu bizlere iyi bir ders oldu.

Risale Okuyorum

Üyeliği İptal Edildi

  • "Risale Okuyorum" bir erkek
  • "Risale Okuyorum" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 663

Konum: Ankara

Meslek: Öğrenci

Hobiler: İnternet, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

8

31.07.2005, 21:51

Sonrasında Yeni Asya gazetesinden yaptığım alıntıların okunmaması veya dikkate alınmamış olması beni düşündürüyor... :?
"şimdi oku, kabirde okuyamazsın!" (Zübeyir Gündüzalp)

9

31.07.2005, 23:11

Alıntı sahibi ""Risale Okuyorum""

Sonrasında Yeni Asya gazetesinden yaptığım alıntıların okunmaması veya dikkate alınmamış olması beni düşündürüyor... :?


Abi Allah razı olsun.Onları okuduk.Kardeşler sizin yazdıklarınızı görmediler sanırım.Bende olduğu gibi diğer kardeşlerinde içindeki affedilenmeyecek sözleeri söyleyen ve bunu koltuk sevdası için yapan Demirele kızgınlıklarını dile getirmişler.Farklı bişey düşünmeyin bence

ismas

Acemi

Mesajlar: 9

Konum: üsküdar

Meslek: mak.müh.

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

10

01.08.2005, 19:46

Re: Süleyman Demirel

Latif Salihoğlu'nun Süleyman Demirel ile ilgili yazısı ...


M. Latif SALıHOğLU

Memnuniyet verici gelişmeler





Seksen yıllık Bülent Ecevit'in bundan sadece iki hafta kadar evvel ortaya atmış olduğu "Sultan Vahdeddin" meselesi etrafında dallanıp budaklanan tartışmalar, üzücü olanların da yanında, esasen pekçok hayırlı gelişmelere de sebebiyet verdi.

Evet, yer yer zahiren şer gibi görünse de, zincirleme sürüp giden bu tartışmaların, genelde büyük hayırları netice verdiği söylenebilir.

Hayırlı olduğu gibi, sevindirici ve memnuniyet verici de bulduğumuz bu gelişmelerin bir kısmını iki noktada toplamak istiyoruz. şöyle ki:

1) Ecevit'in çelişkileri ve tutarsızlıkları gündeme geldi. Onun, bir yandan herkesten daha ileri bir Atatürkçü olduğunu söyleyip, bir yandan da—Atatürk'ün 'hain' damgasını vurduğu—Sultan Vahdeddin'e yakınlık göstermesi, tam bir paradoks vaziyeti teşkil etti. Çünkü, şimdiye kadar hiç ifade etmediği ve büyük ihtilmalle de inanmadığı bir şeyi seslendiriyordu. Böylesi bir tutum ve söylem kendi cenahından bile yanlış, ciddiyetsiz, samimiyetsiz bulundu. Öyle ki, halen fahrî başkanı olduğu DSP, içten içe fokurdamaya başladı. Ayrıca, bu konuda kınayıcı net bir tavır takınmadığı için, partiden istifa furyası baş gösterdi. ıstifa edenlerden bazıları ise, üstelik Ecevit'in geçmişte en çok güvendiği siyasetteki yol arkadaşlarıydı...

Kezâ, başta CHP yönetimi olmak üzere, diğer sol partiler ile Kemalist–solcu bilinen birçok yazar ve düşünür, bu tuhaf tavrından dolayı Ecevit'i sert bir şekilde kınadı. Hatta, bir kısmı onun bunadığına hükmetti.

Ecevit'in çevresinde ve solcu partiler yelpazesinde meydana gelen bu dalgalanmaları, hayra alâmet bir gelişme olarak gördüğümüz için de seviniyor, bundan memnuniyet duyuyoruz.

2) Süleyman Demirel'in "Atatürkçü" çıkışı yadırgandı, ileri sürdüğü demode fikirler yerden yere vuruldu.

Çok da güzel oldu...

Fikir plânında yapılan sert eleştiriler, sadece dindar kesimle sınırlı kalmadı; en sosyal demokrat diye bilinen kalemler bile, Demirel'in "Atatürk lehinde ve Vahdeddin aleyhinde" gibi gözüken açıklamaları, gàyet derece mâkul ve mantıklı izâhlarla âdeta yüzgeri edildi.

Ne güzel işte...

Böylelikle, iradesi zayıf bir yönetici olmakla birlikte, aslında Sultan Vahdeddin'in hain bir kişilik olmadığı hususu, Türk kamuoyu nazarında gün gibi parlamaya başladı. Süleyman Demirel'in Vahdeddin için "Atatürk ne diyorsa o" şeklindeki taktik sözü, Ecevit'i kendi silâhıyla kendi cephesinde vurmanın ötesinde, halkın vicdanında menfi hiçbir tesir uyandırmadı. Dahası, tartışmalar alevlendikçe, Vahdeddin üzerindeki sisler dağılmaya ve üzerine yapıştırılan "hain" yaftası gitgide silikleşmeye yüz tuttu.

Eh, bu da az birşey mi?

Sultan Vahdeddin ile birlikte diğer Osmanlı padişahları da, bu vesileyle aklanıp paklanmaya devam ededursun, biz gelelim önemli bir başka gelişmeye...

Süleyman Demirel, tartışmaların hayhuyu içinde şu mânâda sözler de söyledi: "Atatürk, yüz sene daha referansımız olmaya devam edecek. Böylece, yüz sene sonra belki akıllanırız."

Demirel'in bu görüşleri de, sağdan, soldan, ortadan, yüzde seksen-doksan köşe yazarları tarafından âdeta yaylım ateşine tutuldu: "Böyle yüz sene sonrası için bugünden ahkâm kesmek doğru mu? Bu yaklaşım tarzı, düşünceyi ipotek altına almak değil de nedir? Hürriyetçi ve demokrat olarak bilinen bir siyasetçiye böylesi konuşmalar hiç mi, hiç yakışmıyor. Aynı referanslı darbelere mâruz kalmış bir siyasetçi, bu tarzda hiç konuşmamalıydı. Vesâire..."

Bu minvâl üzere konuşanların, yazanların da eline diline sağlık.

Cidden sevindik, memnun olduk, bu tarzdaki yazılara, yorumlara... Eğer Demirel'in böyle aykırı çıkışları olmasaydı, ortaya çıkan şu güzel neticeleri, belki de bu berraklıkta göremeyecektik.

Yani, yaşanan gelişmeler, netice itibariyle hayırlı olmuştur, olmaya da inşaallah devam edecektir.

* * *

Ancak, şu da var ki: Bütün bu garip, tuhaf ve aykırı gelişmelere rağmen, bizim gibilerin Süleyman Demirel ile olan "kadim dostluk köprüsü"nü yıkması gerekmiyor.

Çünkü, o kadim dostluğun büyük hatırı vardır. Ve, o dostluğun hatırı için, Demirel'in yüz tane kusuru—ki, çoğu rüşvet-i kelâm cinsindendir—olsa bile, bizler yine de ona karşı kin tutamaz, düşmanlık yapamaz, hasmane bir tutum içine giremeyiz.

Onu tenkit etsek bile, bu yine de dostane ve "mürüvvetkârane muaşeret" şekilde olur ancak. Yıkıcı tenkitlerde bulunmak, bize yaraşmaz ve yakışmaz.

Zira ki, evet, aramızda bir kadim dostluğun paha biçilmez bir hatırı vardır. O hatırın neler olduğunu ise, aşağıda yazımızın ikinci bölümünde sıralamaya çalışalım.


Dostluğun hatırı


Bir kısım eski dostlarının bile ona düşman kesildiği bir zamanda bizim kalkıp Süleyman Demirel'in "samimî dostluğu"ndan söz etmemiz, ilk bakışta hiç de akıllı işi görünmüyor.

Ne var ki, samimî dostluk zor günlerde belli olur ve işte biz de şu zor zamanda o kadim dostluğun hakkını vermek durumunda hissediyoruz kendimizi.

Evet, Süleyman Demirel ile aramızda hiç kırılmaması ve çiğnenmesi gereken pekçok hatırlar ve hatıralar var. Bunların bir kısmını şu şekilde hülâsa edebiliriz.

1) Hafız Ali'nin (rh) hatırı: ıslâmköylü Hafız Ali, Risâle-i Nur'da bahsi geçen "Isparta kahramanları"ndan biri ve bir cihetle birincisidir. 1930'lu–40'lı yıllarda Risâle-i Nur'un neşri için yaptığı hizmet, her türlü takdirin fevkindedir. Tevazuda, ferâgatta, fedakârlıkta zirveleşen bir şahsiyettir. 1944'te Denizli Hapishanesinde öldürücü zehir şırınga edilen aziz üstadı Hz. Bediüzzaman'ın kurtulması için, tereddüt dahi geçirmeden kendini fedâ ile onun yerine vefât etmiş erişilmez bir "ilim şehidi"dir.

ışte, böyle bir Hafız Ali, anne tarafından Süleyman Demirel'in akrabası olup, ona Kur'ân dersi vermiş ilk hocasıdır. Hocasının vefâtına son derece üzülen Demirel, onu daima hayırla anmış ve Nur hizmetini de hep takdirle yâdetmiştir.

Demirel'e ilk Kur'ân dersi ile birlikte iman dersini de veren Hafız Ali'nin hatırı, bizim için pek kıymetli, pek azizdir.

2) ıslâmköy'ün hatırı: Risâle-i Nur'un neşir ve intişarında, Barla, Bedre ve Sav köyü gibi, ıslâmköy'ün de çok mühim bir yeri var. Türkiye'de Allah demenin yasak olduğu, Müslümanım demenin cesaret istediği bir zamanda, hayatını ve herşeyini tehlikeye atarak Nur'a koşan ve Nur hizmetinde fütur göstermeyen bu köy halkının hatırını elbette ki kıyâmete kadar mühimsemek durumundayız.

3) Isparta'nın hatırı: Üstad Bediüzzaman'ın tâbiriyle "Isparta taşıyla, toprağıyla mübarek bir beldedir." Bir cihetiiyle Ispartalı olduğunu da ifade eden Bediüzzaman, Türkiye'ye ve bütün beşeriyet âlemine yayılan Risâle-i Nur'un evvelâ Isparta'da temerküz ettiğini ve buranın bir mânâda Medresettüzzehrâ'nın merkezi durumuna geldiğini beyan eder. Nur mekteb-i irfanının en fedakâr, en kahraman talebeleri bu diyârdan çıkmış. Bunların hatırı da bizim indimizde pek azizdir ki, Demirel de, onlardan hiçbirinin aleyhinde ne bulunmuş, ne de konuşmuş. Konuştuğu zaman da hep hayırla yâdetmiş.

4) Bayram Yüksel'in hatırı: Üstad Bediüzzaman'ın sâdık talebelerinden olan Bayram Yüksel ve iki de dâvâ arkadaşı, 1997 Kasım'ında Sofya yakınlarında geçirdiği bir trafik kazasında vefât etti. Bürokratik engeller sebebiyle, cenazeleri Bulgaristan'dan alınıp Türkiye'ye getirilemiyordu. Mehmet Kutlular'ın bilgilendirmesiyle, o tarihte cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel bizzat devreye girdi ve bir gün içinde meseleyi halletti. Cenazeler, hemen ertesi gün yurda getirildi ve Barla Kabristanına götürülüp defnedildi.

5) ımam hatiplerin hatırı: Süleyman Demirel, Türkiye'de yüzlerce imam hatip okulunun açılmasına bizzat ve bilfiil önderlik etti. Hem de çok zor şartlar ve ağır baskılar altında. Bu okullardan bir tekini dahi açmayan Erbakan'ın müstakilen siyaset sahnesine çıktıktan sonra, her ne kadar bu okullarda Demirel'e silme muhalif yetiştirilmeye çalışıldı ise de, bu eğitim kurumlarının yaptığı dinî hizmeti küçümsemek elbette ki doğru olmaz. (ımam hatip okullarını şimdiki hale düşüren sebeplerin başında, bu okulların siyasete bulaştırılması ve özellikle bir partinin "arka bahçesi" haline getirilmeye çalışılması gelir.)

6) Ülkeye hizmetin hatırı: Özellikle başbakan olarak vazife başında bulunduğu zamanlarda millete hizmet yolunda yaptığı icraatlar saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Bunları tek tek sıralamak, bu köşenin hacmini aşacağı için, bu hususu sadece hatırlatarak geçiyoruz.

7) Bediüzzaman'a dostluğun hatırı: ıslâmköy'lu Süleyman Demirel, Bediüzzaman Said Nursî'nin hayatını, dâvâsını, eserlerini biliyor, tanıyor ve okuyor. Ayrıca, okuması için başkasına da tavsiyede bulunuyor. Acizâne, defaatle bu gerçeğin şahidi olmuşumdur. Onun tavsiyesi üzerine bizi arayan birçok kimseye Nur Risâleleri götürülmüştür. Bediüzzaman ve eserlerinin daima lehinde konuşup şehadet etmiştir. 1991'deki genel seçimler öncesinde entelektüel çevrelerin teşkil ettiği Marmara Grubunda konuşma yapmak için dâvet edilen Demirel'e, Said Nursî ve eserleri hakkında—tamamı aleyhte olmak üzere—tam yedi tane soru sorulur. Soru soranlardan biri Hürriyet'in başyazarı Oktay Ekşi'dir. Demirel'e "Sen nasıl olur da 'Said Nursî büyük ıslâm âlimidir' dersin? Hatta, daha da ileri gidip 'Ona büyük ıslâm âlimi değildir diyenin alnını karışlarım' diyorsun. Bu yaptığınız doğru mu?" diye, adeta hesaba çekerler.

Salonun genel havası bu konuda Demirel'in aleyhinde olmasına rağmen, kendisine sorulan yedi soruyu da göğüslerek cevap verir. Bediüzzaman'ı ve Risâle-i Nur'u avukat gibi pervâsızca savunur. Sonra, Kur'ân'ın tefsiri olan bu eserleri kendisinin okuduğunu, çok istifade ettiğini ve salondakilerin de alıp bunları okumasını tavsiye eder.

ışte, bu tavsiye üzerine kendisine tam takım Risâle-i Nur Külliyatını götürdüğümüz ıTO üyesi M. Yüksel şenol ile yine bu vesileyle takım külliyat siparişi veren meslek odası üyesi arkadaşı, burada bahsettiğimiz hadisenin canlı şahitleridir.

O güne kadar Demirel'in Nurcuları kullandığını tahmin eden bu zatlar, o günden itibaren ise onun Nurlar'a samimî bir dost olduğuna tam kanaat getirdiklerini bizlere itiraf ettiler. (Buna benzer daha başka hatıralar da var. Bir misâlle iktifa ediyoruz.)

8) Diğer bazı hatırlar: Süleyman Demirel'in geçmişte Köprü dergisi, Yeni Nesil ve Yeni Asya'da pekçok röportajı, özel beyanatı yayınlandı. Bunların önemli bir kısmı kitaplaştı. Mevkutelerimizde çıkan sözleri, zaman zaman hatırlatılıyor, hatta yüzüne de vuruluyor. Ama o, bütün o söylediklerinin arkasında olduğunu söylemekten şimdi bile çekinmiyor.

ışte, bunlar gibi daha başka hususların da hatırı için, bizler bazı hatalarından dolayı Demirel'e düşmanlık edemeyiz, başkaları gibi ona yıkıcı saldırılarda bulunamayız. Kendisini ancak dostça tenkit ederiz.

Ve fakat, kendisi Râsale-i Nur'a dost kaldığı müddetçe, aramızdaki dostluğun da hiç bozulmadan ilelebed devam edip gideceğine olan kanaatimizi burada bir kez daha vurgulamak isteriz.


GÜNÜN TARıHı


Osman Gazinin son nasihatı


1 Ağustos 1326: Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi 68 yaşında Söğüt’te vefât etti. Yerine oğlu Orhan Gazi geçti.

Osman Gazi, ölüm döşeğinde iken oğlu Orhan Gaziye yaptığı son nasihatın şöyle olduğu rivâyet edilir: “Oğul Orhan! Din yolunda gâzâya devam et. Dostlarını, komutanlarını gözet. Bilginleri kayır. Adâlet yolundan ayrılma... Ey oğul! Bu devleti sana, seni de Hudâ’ya emânet ediyorum.”

01.08.2005

E-Posta: latif@yeniasya.com.tr

11

10.07.2011, 23:33

:tamam3: Allah razı olsun Latif Salihoğlundan

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir