Giriş yapmadınız.

1

12.09.2009, 09:06

Bediüzzamansız Nurculuk 12 Eylül'ün projesiydi..!


TOPLUM MÜHENDİSLİĞİNE SOYUNDULAR






Genç Yaklaşım'ın sorularını cevaplandıran Yönetmen Sırrı S.
Önder, 12 Eylül'ün diğerlerinden önemli bir farkının olduğunu
belirterek "Bir toplum tasavvuru, bir nev'î toplum mühendisliğine
soyunmasıyla diğerlerinden ayrılıyor. Ve onu izleyen bütün askerî
müdahaleler, e-muhtıralar, 28 Şubatlar gibi antidemokratik
müdahalelerin bizatihi hazırlayıcısıdır" dedi.

DİNDARLAR DA PASİFİZE EDİLDİ


Önder şu ilginç tesbitte de bulundu: “12 Eylül sonrasında solda
ve sağda birçok operasyon yapıldı. Bunlardan en önemlisi,
Bediüzzamansız bir Nurculuk teşvik edildi.
Ben bunun çok hesaplıca yapıldığını düşünüyorum.
Nurcu geçinenler arasında Bediüzzaman’ın esamesi okunmuyor. Yeni Asya
ekolü dışında buna sahip çıkan yok.”
Bediüzzaman yasak,
‘Nurculuk’ serbest.

12 Eylül’ün bir hedefi de Bediüzzamansız‘Nurculuk’tu
12 Eylül darbesinin toplumsal ve siyasal alandaki yansımalarından başlayalım.


12 Eylül’ün yoksullara, sosyalistlere, aydınlara yaptıklarını
şimdiye dek anlattık. Zaten son filmim (Beynelmilel) de bunun üzerine.
12 Eylül’ü diğer darbelerden ayıran daha kıyıcı, daha zalim bir yanı
vardır. Hiçbir darbeyi ayırmam. Darbenin iyisi kötüsü olmaz. En
iyisinin Allah belâsını versin. Fakat bu darbenin diğerlerinden büyük
bir farkı var. Bir toplum tasavvuru, bir nev'î toplum mühendisliğine
soyunmasıyla diğerlerinden ayrılıyor. Ve onu izleyen bütün askerî
müdahaleler, e-muhtıralar, 28 Şubatlar gibi antidemokratik
müdahalelerin bizatihi hazırlayıcısıdır. Yani bu tip müdahalelerin
hepsine 12 Eylül başlığında bakabiliriz. Sağda birçok operasyon
yapıldı. Bunlardan en önemlisi Bediüzzamansız bir Nurculuk teşvik
edildi. Bediüzzaman yasak ‘Nurculuk’ serbest. Ben bunun çok hesaplıca
yapıldığını düşünüyorum. Daha angaje yapılara yol verilmesi, daha uysal
yapıların teşvik edilmesi, ıslâh edilmesi, bana hep önceden hesaplanmış
bir şey gibi gelmiştir. Hep zihnimi kurcalayan bir şeydir. Niye
Bediüzzaman yok? Hiç kendimizi kandırmayalım. Nurcu geçinenler arasında
Bediüzzaman’ın esamesi okunmuyor. Yeni Asya ekolü dışında buna sahip
çıkan yok.


Darbe sonrası süreçte devletin cemaatlerle temasları var.
Bu temaslara yakından bakıldığında anlattığınız manzara şaşırtıcı değil...



Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur Külliyatını okuyan, bir şekilde
aşina olan, haberdar olan herkes bilir ki milliyetçilik ve
kavmiyetçilik bahsinde Bediüzzaman’ın çok ‘sert’, üst perdeden
itirazları vardır. Yani bunlardan en meşhuru Ziya Gökalp’e
söylediğidir. “Kırk bin tane kızıl elmayı bir kelle soğana değişmem”
diyor.

Bediüzzamansız Nurculuk derken buna itiraz edenler olacaktır.
İşin aslı öyle değil. Bediüzzamansız Nurculuk dâvâsındaki herkes aynı
zamanda milliyetçidir.


Diğer darbelerden daha zalim. Neden?


Bir yönüyle daha, daha zalim. İslâmı da kullanmaya tevessül
ediyor. “Ben hacı çocuğuyum, dedem müftü” gibi İslâm analogunda yan
yana durmayacak soy sop, ırk meselesiyle ilgili söylemlerle fetvalar
çıkarılmıştır. Tamam bab-ı içtihat kapalı değil ama bu kadar da eli
kanlı adamların eline düşmemeli.



12.09.2009


2

12.09.2009, 09:07

Bediüzzamansız Nurculuk demiştik. Açalım biraz?


Statükoya çekilmiştir. Üstadın belki tiksinme listesi yapılsa, en başta yer alacaklardan birisi statükodur.

Üstad, Muhakemat’ı “saykalü’l-İslâmiyet” olarak niteliyor.
Misyonu şu; bin yıldır biriken tozu, kiri, pası İslâm’ın üzerinden
silmek. Bu bin yıllık süreç, statükodur. Emevilerden başlayarak...

Emevinin yaptığı zulüm kaleme kâğıda sığmaz. Bu işe hep bir
sosyalist nazarıyla bakarım. Sosyalistim Elhamdülillah. Maraş
katliâmıyla ilgili bir senaryo yazıyorum. Orada meseleyi Kerbelâ’ya
dayandırıyorum. Küçük bir çocuk soruyor “Kerbelâ neresidir?” diye.
“Kerbelâ, yavrum” diyor dedesi, “Kerbelâ, İslâm’ın yoksulun elinden
alınıp zenginin insafına teslim edildiği yerdir.”


Bu cümleler size mi ait?


Evet, bana ait. Bunu çok önemsiyorum. Olay sınıfsal temellidir.
Ne zamanki siyasal İslâmcılar böyle bakmaya başlar, o zaman tarihsel
meseleler yerli yerine oturur. Başka bir açıklaması yok. Kim şuna ikna
edecek beni; Peygamber torununa hangi el kılıç kaldırabilir? Bunun
başka bir izahı yok. Bir tek sınıf mücadelesi gözleri bu kadar kör
eder. Gelen küffar değil. Ancak zenginler böyle bir fitneyi sıkarlar.
Harre vak’asını hatırlayın. On binlerce Harre çocuğu var Mekke ve
Medine’de. Gitmişler Mekke’yi tahrip etmişler. Beytullah’a zarar
vermişler. Bunları İslâm-içi mezhep kavgalarıyla açıklayamayız. Ancak
sınıf mücadelesinden, diyalektikten anlıyorsan açıklayabilirsin.

Kur’ân’ın nazil sırasına baktığımızda, ilk 23 âyetin gelişi üç
buçuk sene sürmüştür. Bu 23 âyet bahçe sahiplerini ikaz eder. Onları
bekleyen akıbetten haberler verir. Faizi yasaklamak, zekâtı farz kılmak
hep bu âyetlerdendir. Buraya kadar bir tane put lâfı yoktur. Müşrik
lâfı yoktur.


Peki olaya böyle bakmak sınıf mücadelesini daimi kılmaz mı?


Mülk Allah’ındır demek, mülk yoksulundur demektir. Yoksa
Allah’ın mülke ihtiyacı mı var? Zengine der ki, bunda yoksulun da payı
vardır.


Yani tasarruf hakkı zenginin değildir...


Yani bir zümreye ait değildir. Niye durup dururken “Mülk Allah’ındır” âyeti inmiştir? Haşa, Allah’ın ihtiyacı mı var mülke?


Sınıf mücadelesini İslâm’ın içine sokmuş olmuyor muyuz?


Hayır, var olanı teşhis etmiş oluyoruz.


12 Eylül’e dönersek. Amerikancı bir darbe olduğunu söylediniz.
Kolaycılık olmuyor mu Amerika’yı suçlamak? Sonuçta iç dinamikler de var.



Varlar. Ancak baskın değiller.


Bugünün darbecilerine bakarsak çok da zeki olmadıklarını görüyoruz telefon konuşmalarında.


Fatma Karabıyık Barbarasoğlu’nun son günlerde okuduğum bir
yazısında katıldığım bir tesbiti vardı. Diyor ki her teknolojik gelişme
bir melekemizi noksana düşürüyor. Gün geçtikçe idrakten düşüyoruz. Sen
düşünme diyorlar. Oysa biz idrakimizle bilcümle mahlûkattan
ayrılıyoruz. Dolayısıyla insan hayvanlaştırılıyor. Teknolojiyle meselâ
yazma melekemiz eksildi. Düşünme melekemiz de öyle. Ahmaklık burdan
sonra çıkıyor. Küresel bir vakıa yani. Sadece darbecilerde değil.


Demek istediğim bu değildi. Çok farklı bir bakış açısı oldu.
Şunu diyorum, darbeciler telefonla konuşurken o kadar rahatlar ki, ya
çok ahmaklar ya da devlet buna müsaade ediyor. Telefon gibi çok rahat
dinlenebilen bir araçla iletişim kuruyorsunuz ve suç işlerken bu kadar
rahatsınız...



İkisi de değil. Nedir peki? Düne kadar dinleyen kendileriydi de
ondan. Beklemiyorlardı. Bunların anlayışında cellât da sensin yargıç
da. Dolayısıyla kendilerini yargılayacak her türlü şeyden münezzeh
olduklarını düşünüyorlardı. Ve öyleydiler.


Ne değişti?


Konjonktür değişti. Uluslar arası konjonktür bunları artık bir safra olarak görüyor. Çünkü zamanın ruhu değişti.



3

12.09.2009, 09:11

Peki şu yok mu? Artık kapitalist sistem savaşlar üzerinden
yürümüyor. Üretim üzerinde yürüdüğüne göre çatışma üretecek uzantılara
ihtiyaç duymuyor. Ve dolayısıyla tasfiye ediyor.


Şöyle bir şey var. Böyle bir zulme ortak olabilmen için bir
miktar ahmak olman lâzım. Yoksa angaje edilemezsin. Onun için bunlar
konjonktürün değiştiğini idrak edemezler. Bunlar sürüler. Sürü
refleksiyle hareket ediyorlar. Bir tek çobanları görür eyyamın
değişmekte olduğunu. Onlar da sür'atle yeni konumlarını belirlerler.
Değişen şu. Artık savaş enerji ve doğal kaynaklar üzerinden. Bunlar
hâlâ milliyetçilik ve antikomünizmdeler.

Anti-Amerikancı değiller mi yani?

Yok, değiller. Zaten çarşaf çarşaf çıkıyor naylon anti-Amerikancı oldukları.

Sanatçılar darbeyle hesaplaşmakta ne kadar başarılılar?
Ya da neden, örneğin sinemada darbeler hesaplaşılacak şeyler olmak yerine dolgu malzemesi olabiliyor?
Beynelmilel’de olabilen, zulmün ifşası, neden diğerlerinde olmuyor?


Ne desem gurur olacak. Kibre kadar yolu var... Zekâ lâzım bir kere.

Olanlar ortaya konsa en azından. Bu da zekâ gerektirmez her halde?

Sinema olanları göstermek değildir. Yeniden üretme biçimidir.
Birinin öldürüldüğünü göstermek sinema değildir. Nakletmektir. Üstad’ın
Muhakemat’ta ifade ettiği bir hakikat var. “Takarrur etmiş usuldendir;
akıl ve nakil tearuz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil
olunur.” Yani akla bırakmak gerektir. Sorunu tek başına göstermek bir
şey değildir. Çok çok zulümdür dersin. Gereğinden fazla görürsen de
yabancılaşırsın. Artık o ölüm sana hiçbir şey hissettirmez. Bu
nakilciliktir. Mekanizmasını açıklamak gerekir. Bunu yaptığında bir
reçete de elde etmiş olursun. Bu mânâ da bir zekâ meselesidir. Hadi
tevazuyu bir kenara bırakalım. Allah affetsin. (Gülüyoruz) Sinema
hayatın yeniden üretilmesidir. Nakledilmesi değil. Hayatı “yeniden
üretmektir”. Yeni bir forma sokmaktır. Yoksa yaratmak değil.
Esmaü’l-hüsnaya ortak olacak değildir.

12 Eylül’ün etkilerine dönersek?

Bediüzzamansız Nurculuk demiştik. Tabiî bu sadece Nurculuk için
geçerli değil. Hayatın her alanında böyle. Dinamiği olan, işin
lokomotifi olan, ruhu olan şeyleri ayıklamakla başladılar. Egemenlerin
en başarılı işleri budur. Tehdit ve tehlike arz ettiğini düşündükleri
her şeyi ya imha ettiler ya da buna muktedir değillerse içini
boşalttılar. Bundan Nurculuk da nasibini aldı sosyalistler de. Tüm
kavramların içini boşalttılar. Bu gelişigüzel yapılmış bir şey değildi.
Antiemperyalist dili diri tutmanın rahatsız edebildiğinin farkındayım,
başka bir açıklaması yok mu diyebilirsiniz. Fakat Engels,
Ekonopolitik’in önsözünde yazar, ekonomiyi çok ön plana çıkardığı
eleştirilerine karşı. “Ekonomiyi o kadar yok saydınız ki, biz de
mecburen biraz abarttık.” Durum bugün de böyledir. Öyle bir zehirli
eğilim var ki, toplumu iç dinamiklerle ve sudan sebeplerle açıklamaya
dönük, biraz bıraksanız kıblesi çok rahat kayacak.


Peki anti-Amerikancı bir dille toplumu tek düşmana odaklayıp müesses nizamı gözden kaçırmış olmuyor muyuz?

Bahsettiğimiz şey bir mekanizma. Bir ülke ya da o ülkenin
vatandaşları değil. Emperyalist nizamın en büyük hamisi Amerika’dır. Bu
yüzden ismi çok telâffuz ediliyor. Amerika demem zaten. Amerikan
emperyalizmi derim. Bunun böyle olduğunu ispat gerekmez. Kendi
coğrafyamıza üç yüz km ötede hükmünü icra ediyor. Normal insan idraki
sormaz mı “Kardeşim ne işin var senin Irak’ta?” diye. Oraya 480.000 ton
bomba yağdıran bir zihniyetin bizim ülkemizde sıdk-i sâlâ ile
davranacağını düşünmek çok safdillik olur.


Siyasal İslâma gelirsek?

Brezinsky’ydi sanırım. CIA ideologu. Yeşil kuşak fikrini ilk
ortaya atan. Sovyet yayılmacılığına karşı siyasal İslâmcıları
silâhlandırdı. Bizim meselemiz kullanılabiliyor olmaları. Her Müslüman
oturup düşünmeli. Biz bundan nasıl vareste olabilirdik ya da nasıl
olabiliriz? İslâm da şunu gösterdi ki, kullanma ilişkisi gayet sorunlu
bir alan. Bir müddet sonra vaktiyle silahlandırdığı siyasal
yapılanmalar birer uçak oldu, geldi kalplerinde patladı.


Komplo teorisi yanı da var.

Onda değilim ben. Bilimsellik iddiam da yok. Ancak sezgi
diyebilirim. Şöyle ki, Arap Yarımadasının çocukları, babalarından
annelerinin intikamını alıyorlar. El Kaidenin yönetici kadrosunun
sınıfsal kökenine bakarak söylüyorum. Çünkü bunların hepsi hanedan
ailelerinin çocukları. Bu çocukların babaları ise bu coğrafyanın
iliğini sömüren, Avrupa’da sefih bir hayat yaşayan krallar...


Bizim görmemiz gereken, bu tablonun tamamında en büyük zulme
maruz kalanlar, kadınlardır. Bu çocuklar, bu kadınların büyüttüğü
çocuklar. Babalarından analarının intikamını alıyorlar.


Beşer zulmeder, kader adalet eder...

Dolayısıyla, bu ülkede yaşananlar coğrafyamıza göre çok karikatür kalıyor. Efendisini bilmeyen kölelerin zulmü bu.

“12 Eylül parti içi demokrasiyi ilga etmiştir” Bu, 12 Eylül’ün mirası değil midir?

12 Eylül’ün en büyük icraatı siyasî partiler yasasıdır.
Parti içi demokrasi ilga edilmiştir. Yetkinin tümünü parti merkezine verdiğin
anda parti içi demokrasi bitmiştir. Parti tabanının tavan üzerindeki
etkisi kalkmıştır. Böylece ülkede ne olmayacağı tayin edilmiş oldu.
Demokrasi olmayacaktı. Siz bir partiye üye olduğunuzda o partinin
politikalarına etkiniz zerre miskal yoktur. Hüseyin Avni Ulaş’ın bir
anektodu vardır. Cumhuriyetin ilk yılları. Mecliste meclisin gücünün ne
kadar olduğu tartışılıyor. Hüseyin Avni Ulaş, şöyle esaslı bir tesbitte
bulunuyor: “Tâkatiyle mukayyettir.” Darbeciler şöyle düşünmüştür on
kişiyi ikna etmek binlercesini ikna etmekten kolaydır. Reel politik,
kişisel çıkarlar... Parti içi demokrasi kalktığında partiler çok daha
kolay yönlendirilebilmişlerdir.


12 Eylül’ün en büyük kalıntısı nedir peki?

Solcusu solcu gibi, sağcısı sağcı gibi olmayan partiler bırakmıştır.
Bu çarpık sistemi teşvik etmiştir. Bir tek faşisti faşist gibidir.

Onun da sadece zorbalık kısmı geçerli. İdeolojik bir birikim söz konusu değil.

Hulâseten şöyle toparlayabiliriz. Bir ülkenin kaderini nasıl
olumsuz etkileyebilirsiniz? Şöyle ki, seçim yasasının içindeki
demokrasinin garantisi olan unsurları ayıkladığınızda bir ülkenin
geleceğinin ne olmayacağına karar vermiş oluyorsunuz. “Asla bundan
hayırlı bir şey çıkmaz. İçimiz rahat” diyebilirsiniz. Demokrasi
olmayacaktır.


(Genç Yaklaşım Dergisi, Eylül 2009)

ŞENER BOZTAŞ / FARUK SAİM AKHA
12.09.2009

4

14.09.2009, 09:47

Bediüzzamansız nurculuk..

Yazar kendi zaviyesinden bakıyor. Haklı olduğu yönleri vardır mutlaka, ama sosyalist bir bakış açısıyla değerlendiriyor.Galiba bizim solcular şu sınıf kavgasından kurtulamıyacaklar.
Bediüzzaman’a sahip çıkan sadece Yeni Asya Gurubu var. Diğerlerinde Bediüzzaman yok anlayışı tashihe muhtaç tır. Kimleri kastettiği de belli değil. Veya yazarın nurculuk ve Nurcularla ilgili bilgisi ne kadardır. Yazıdan bunu da anlamak mümkün değil.
Hocaefendi gurubu kastedilmişse ki zaten onların böyle bir iddiası yok , yani Nurculuk falan gibi. Diğer Nur cereyanlarında ise durum daha farklı. Bildiğim kadarıyla Bediüzzaman Said Nursi’nin Üstad kabul edilmediği bir yapı yok. Said Nursi'nin olmadığı bir hareket nasıl olurda,Nurcu bir hareket olarak vasıflandırılır. Tüm Nur Cemaatlerinde Said Nursi Üstad’dır.
Şayet yazar şunu demek istemişse ki öyle anlamak istiyorum ; Yalnızca Yeni Asya Nur Talebeleri Said Nursi’yi bayrak yapar, O’nun Mehdiyetini her platformda vurgular , Tüm yazdıklarının ve fikirlerinin arkasında durur , İmani ve içtimai her düşüncesinin sonuna kadar savunucusudur, O’nu bir küll olarak kabul eder. Ona bir sözüm yok. Ama acaba bu derinlikte midir yazar bilemiyorum.
12 Eylül elbette fikir yapılarını kısırlaştırma , iğdiş etme politikası tatbik etmiştir. Ve bunda da büyük oranda başarılı olmuştur. Yazara bu konuda katılıyorum.Hareketlerin içini boşaltmıştır , diri olma özelliklerini bozmaya çalışmıştır. Ve Yeni Asya Ekolü İĞDİŞ EDİLEMEMİŞTİR , TÜM OPERASYONLARINA RAĞMEN.Bunu vurguladığı için yazara teşekkür ediyorum.
Birde şu konu var ; Ringlerde baştan beri sadece Yeni Asya var zaten. Bakın Türkiye’ye . Kim var ringte? Yeni Asya’dan başka bir cemaat , bir gurup var mı ? İtilen , kakılan, sürülen , kapatılan, yazarı- çizeri maddi manevi cezalandırılan , İmtiyaz Sahibi Muhterem ve çilekeş insana komplolar kurulan başka kim var. Ama ringlerde de hiç havlu atmamış Allah’a şükür.
Tabi birde , şu şekilde olaya bakıyorum ; Aslında Yeni Asya ve bu isim altında adlandırılan Nur Talebeleri bir noktada da Nurculuk Hareketinin Resmi sözcüsü ve sözcüleridir. Nurculuk Hareketini Resmiyette YENİ ASYA TEMSİL EDER. Ve bana göre de bu temsil liyakati Yen Asya’ya yakışıyor hakikaten.Helal olsun.
Allah’ım bize Üstadımızın arkasında sağlam durmayı nasib etsin, yalpalamadan İnşaallah…amin.

Benzer konular

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir