Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

11.09.2005, 14:12

İkiye Bölünmüş Türkçe

Yazan: Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu

Hangi ülkede görülmüş ki, ikisi de sözüm ona Türkçe konuştukları hâlde oğul babasını anlayamıyor; gençler 30-40 yıl önce yazılmış kitabın dilini anlamıyor; dedesinden kalan mektubu ise hiç okuyamıyor. Geçmişten geleceğe uzanması gereken köprü atılmış; bu yabancılaşmış gayrı millî eğitim düzeni, mâzi sâhilinden hâl kıyısına geçebilmek için bir kayık bile bırakmamış, bırakmıyor. Halbuki başka ülkelerde, dillerde durum tam tersidir: Çoluk çocuk 300-400 sene önce yazılmışları okuyabilir ve anlar. Ülke coğrafyasında olması gerektiği gibi, zaman nehrinde de (nesiller arası) bir ortak dil bulunmalıdır. Ülkenin, ulusun düşmana yem olmaması için bu bir zaruret.
Birçok şeyde olduğu gibi dil konusunda da bu perişan duruma elli yılda nasıl geldik? Kendiliğinden, bazı aydın geçinenlerin kısırlaşmış zihinlerinden mi, dar görüşlülüğe, kalıp kafalılığa saplanıp kalmalarından mı oldu dersiniz? Yoksa devletimizin, milletimizin, tarihimizden, ulusal kültürümüzden, üstelik de geleceğe doğru bilimde, teknikte, sanayide, tarımda, iktisatta hamleler yapmak iştiyak ve ruhundan soyutlanmamız için yürütülen sinsi faaliyetler çerçevesinde mi yapıldı? [ Bu iki nedenden, birincisi de ikincisinin araç ve sonuçlarından biri olabilir.]

“Böl ve Fethet”
Biliyorsunuz, 1950’lerden başlayarak, birçok üçüncü dünya ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de, “Büyük Amca”mız birer “sahte sağ” ve “sahte sol” yaratarak hakikî solcuları da, gerçek milliyetçileri de ezmiş, bu iki görüşü, felsefeyi birer kelimeye (“sol” = “anti-faşist”; “sağ” = “anti-komünist”) indirgeyerek milleti ikiye bölmüş, gençleri birbirine kırdırmıştı (Bu konu ve diğer “sahte”lerin ayrıntısı için bakınız:. O.Sinanoğlu, “Hedef Türkiye” kitabı (Otopsi Yayınları,ıstanbul; 21. baskı Mayıs 2005)). Bu bölünme Türkçe’ye de bulaştı:
Türkçe-severler, dilciler, edebiyatçılar bile ikiye bölündü. “Eski Türkçe”, Türkçe” yerine icât edilen iki lâf, “Osmanlıca” ve “Öz Türkçe” kullanılır oldu. “Sağcı”ları “Osmanlıca”cı, “solcu”ları “Öz Türkçe”ci idiler. Halbuki iki lâf ta yanlıştı.

“Osmanlıca” ne demek?
800-900 yıllarından başlayarak, Türklerin Müslüman olmasıyla Türkçe’ye bazı Arapça, Farsça kelimeler girmiş, ama Arapların fethettiği Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin yerli halkları eski dillerini kaybedip Araplaştıkları hâlde, Türkistan ve sonra bugünkü Türkiye’de Türkler hep Türk kalmışlar, yâni Türkçelerini korumuşlardı. Çünkü fethedilen Türk ellerinden Batı’ya doğru getirilen (memlûk, yâni kul/köle olarak), sonra gelen Asya Türklerinin binlerce yıllık çok derin ve üstün bir kültürü, uygarlığı vardı. (Nitekim önce ıslâm Dünyası’na, oradan Avrupa’ya geçen tıbbı, matematiği, bilimi, felsefeyi, tasavvufî insanlık anlayışını getirdiler.) Osmanlı’dan önceki o devir Selçuklu gibi Türk devletlerinde de, Osmanlı döneminde de “Eski Türkçe” diyebileceğimiz aynı dil vardı. Peki “Osmanlıca” lâfı nereden çıktı? (Allah Allah, Selçuklu’lara, hattâ daha öncekilere de mi “Osmanlı” diyeceğiz yâni?!). Bu adın ıngilizler tarafından XIX.yüzyıl sonunda takıldığı rivâyet edilir. [Üzerine basarak söyleyelim: “Eski Türkçe”nin sâdeleştirilmesi, şanlı Osmanlı atalarımıza yöneltilen düşmanlıkla karıştırılmamalıdır. Ona düşmanlık, babana, dedene, kendine düşmanlıktır. Ayrıca unutmayalım ki, Selçuklular, sonra Osmanlılar olmasaydı bugün Türkiye’de ne bir Türk, ne de Türkçe olurdu.]



Ya “Öz Türkçe” ?
“Öz Türkçe” sözü de yanlış. Her dilde, halkın gündelik dili ile hukuk dili, tıp dili, bilim dili, felsefe, hattâ kısmen edebiyat dili arasında fark olur. Özellikle çoğu Batı dilinde, bu “üst dili” sâdeleştirmek, halk diline yaklaştırmak mümkün değildir. Çünkü öyle dillerin (hele hele ıngilizce’nin) fazla bir geçmişi olmayıp ileri düzey terimleri Latince ve eski Yunanca’dan türetilmiştir; kendilerinin kök dilinden türetme kuralları yok veya kalmamıştır (Roma ımparatorluğu etkisi). Türkçe ise en az on bin yıllık bir Avrasya dili (öbür kıtalara da taşmış); belki en eski dil. Matematik gibi olan kuralları, terim türetme yetenekleri binlerce yıldır yaşıyor. Bu kuralları iyi bilen herkes her devirde, her dal, her meslek için gerekecek yeni kavramlara karşılık terimleri türetebilir, o konuda eğitimi olmayan her hangi bir kişi de, aşağı yukarı ne ifâde edildiği hakkında bir fikir sahibi olabilir. Bu kurallar Türkçe’nin her lehçesinde de, en eski Asya Türkçe’sinde de, günün halk Türkçe’sinde de mevcuttur. O hâlde bu şekilde türetilen terimlere “Kök Türkçe” dememiz daha uygun olur (ve işbu adı burada şimdi öneriyorum). “Kök Türkçe” diyelim; zâten “Öz Türkçe” sözü, sahte sağ, sahte sol çatışmasının yoğun olduğu yıllarda yıprandı; iki tarafın da elli yıl süren bağnazlığı, dar görüş ve saplantıları, Türkçe sevgisi ve merakı yerine ona ipe sapa gelmez bir acayip “sağ-sol” siyâseti karıştırmaları Türkçe’ye zarar verdi; Türkçe’nin ikiye bölünüp iki parçasının da eritilmesine zemin hazırlanmış oldu.
ıslâm Dünyası ile tanışmalarından bu yana, getirdikleri bilim/fen, matematik (riyâziye), vb. için “cebir” gibi terimleri Türkler, Arapça, Farsça köklerden türettiler. Osmanlı Türk aydınları da, XIX.yüzyıl sonunda aynı yolu tuttular. Sonra o terimler Osmanlı Devleti’ndeki, Araplar dâhil diğer Müslüman milletler tarafından da kullanıldılar. Tabii bu, bilhassa idâre ve hukukta, ayrıca örn. tıpta, ortak bir çok uluslu devlet dili de temin etmiş oldu.
Ancak 1918-1922’de Osmanlı Devleti dağıtılıp yerini Türkiye Cumhuriyeti alınca “Eski Türkçe”nin ıslâm Dünyası’ndaki yükümlülükleri azaldı. Atatürk döneminde ulusal hamleler yapılırken, yeni bilim/teknik kavramları için gereken terimlerin “Kök Türkçe”mizin matematik gibi kurallarıyla türetilmesi doğaldı. Ne mutlu bize ki dilimiz bu konuda muhteşem yeteneklere sâhip. Yeni bilim/teknik terimleri kesinlikle Batı dillerinden alınmayacak, “Kök Türkçe”den türetilecek, bu suretle sâir Avrasya Türk lehçeleri, ve (o da zâten “Kök Türkçe” olan) halk dilimizle de yeniden bütünleşme sağlanacaktı. [ışte Atatürk’ün dil inkılâbı aslında bu idi.]

Tasfiyecilik
Gaye bin yıldır halk diline kadar girmiş, bazısı mânevî mânâlar da taşıyan sözcükleri tasfiye etmek, “eski Türkçe”ye “Osmanlıca” diyerek bizi târihimize, atalarımıza yabancılaştırmak, Türk Dünyası’nın o zamana dek mevcut olan ortak Türkçe’sini, ortak edebiyatımızı bertaraf etmek değildi. Ama 1950’ler ve sonrası, bilim/tekniği (Kök) Türkçe’yle yapma gayesinden uzaklaşıldığı gibi, mevcut eski Türkçe kelimelerin, halk diline ve edebiyatımıza iyice yerleşmiş olanlarının bile tasfiyesi yoluna gidildi. Oluşan boşluğa vaktiyle “Anglomanlıca” adını taktığım ıngilizce bozuntusu, “Tarzanca” sözcükler hücum etti. Bunlar halk diline, edebiyat, basın-yayın diline sokulmak istendi. Ne eski Türkçe, ne Türkçe! Yerine “Anglomanlıca”. Bilim/teknik/tıp dilinde de aynı tutum sergilendi; eski Türkçe mevcut terimlerden vazgeçildiği gibi, kök Türkçe’den terim türetme yerine “Tarzanca” ile eğitimle derinden desteklenen yabancı, “Anglomanlıca”, terimler salatası yeğlendi.
Tarih ve edebiyatımıza bağlı olan dilcilerimiz, edebiyatçılarımız, halk ve edebiyat dilinin mâruz kaldığı tasfiyeciliğe karşı çıktılar. Ama üç hatâya düştüler: 1) O sıralarda başlamış olan sahte sağ-sahte sol bölünmesinin etkisinde kalarak tasfiyeciliği dil konusunda yapılan bir yanlışlık olarak telâkki etmek yerine, bunu “solculuk” (yâni o dönemin dış kaynaklı anlayışıyla “komünistlik” (!)) saydılar. 2) Tasfiyecilik konusunda gösterdikleri hassasiyeti, dilimize batırılmakta olan yabancı, “Tarzanca” (“Anglomanlıca”) lâflara karşı göstermediler. [Bunun izâhı ne olabilir dersiniz? Herhalde “aslan Amerika” nüfuzuyla gelen ıngilizce bozuntusu kelimeleri kucaklamak “komünistliğe” karşı durmak mânâsına alınacaktı. şuur altında bile olsa, bu tavırda olanların “sağcı”lığının milliyetçilikle (kültür ve dil anlamında tabii) bir alâkası kalmadığı sonucuna varılabilirdi.] 3) Tasfiyeci “sol” kesime muhafazakâr kesimin tepkisi hedefini aşıp kök Türkçe’nin tümüne, bu arada kök Türkçe’den türetilen bilim/teknik terimlerine de taştı. Bu kesimden bazı (maalesef kilit noktalara getirilen) kimseler, (herhalde “Azmanistan”a hizmet etmeyi “anti-komünistlik” saydıklarından olacak), yabancı dille, “Tarzanca” ile eğitimin Türkiye’ye yerleştirilmesi için cân-ı gönülden çalıştıkları gibi, buna koşut olarak kök Türkçe bilim/teknik dilinin gelişmesine de karşı durup ıngilizce yabancı terimlerin Türkçe’ye bulaşmasına yardımcı oldular.


“Öz Türkçe” derken…
Kök Türkçe’den sözcükler türetmekte faal olanların haylisi, bunu âdetâ eski Türkçe’yi yok etmek için kullanıyorlardı; ama bilhassa ilerleyen yıllarda “Tarzanca” istilâsına karşı çalışanlar azdı [Bu meâlde çok değerli büyük gökbilimcimiz Prof. Abdullah Kızılırmak’ı (Bkz. A.K., “Gökbilim Terimleri Sözlüğü” ((eski) Türk Dil Kurumu yayını, Ankara, 1969); ayrıca çıkardığı “Fen Dergisi”nin ciltleri) rahmet ve şükranla anmayı borç bilirim. Kendisi, 1980 ihtilâli akabinde Y.Ö.K’.ün kurdurulmasıyla birlikte dünya çapındaki rasathanesinden, yetiştirmekte olduğu doktora öğrencilerinden (Ege Evrenkenti’nde) uzaklaştırılarak, köyüne çekilmek zorunda bırakıldı. Orada kahrından 50 küsur yaşında vefat etti.]. Basın-yayındaki “Öz Türkçeci”lerin (tasfiyecilik ağırlıklı olanlarının) çoğu sonradan eski Türkçe’si de, kök Türkçe’si de var ve kullanılmakta olan sözcükler yerine bol bol “Tarzanca”larını kullanmayı mârifet edindiler ( örn.: “ayrıntı” veya “teferruat” yerine şu âdi “detay” lâfı. Başka pek çok örnek için lütfen “Bye Bye Türkçe” kitabımıza bakınız). Üstelik dili yok edici en büyük tehlike olan yabancı dille eğitime karşı durmak bir yana, bizim daha 1953’te başlayan ve yıllarca tek başımıza sürdürdüğümüz mücadeleye de, “sahte sağcı”larla bu konuda pek güzel anlaşarak mâni olmaya çalışıyorlardı. Zâten sağdan da, soldan da kimin sahte, kimin gerçekten millîci, kimin gerçekten “emperyalizme karşı solcu” olduğunu, yabancı dille eğitim konusunu turnosol kâğıdı gibi sürerek hemen anlıyorduk. Bu “deney” sonuçları sonradan da hep doğrulandı. [Örn. yıllar sonra 1995-2001 arası yabancılara topraklarımızın teslim edilmesi yasalarına hep birlikte sessizce imza basanlara bakın].
şimdilerde de eski sağdan da, eski soldan da (veya “dindar” kesimden) olanların bazıları “Tarzanca” kelimeler kullanarak kendilerini (duruma, kesime göre) “Avrupacı” (ne alâkası varsa?), “küreselci”, “çağdaş”, ya da “ilerici” göstermeye çalışıyorlar. [Ama temelde, zayıflayan ulusal bilinç ve de aşağılık duygusu yatıyor.]

Sonuçta:
Yıllar önce dediğimiz gibi (Bkz. “Bye Bye Türkçe kitabımız): “’Kelime’ mi, ‘sözcük mü’ derken ıngiliz atını alan Üsküdar’ı geçiyordu.” Ama çok şükür uzun yıllar boyu mücadelemizden sonra halkımızdan, gençlerimizden, öğretmenlerimizden pek çoğunun bilinçlerinin bilenmesiyle yaban atı artık “Üsküdar”ı geçemiyor, geçemiyecek. Gerçi 1960-1980 arası “ara nesil”den bazı saplantılıların “Osmanlıca”, “Öz Türkçe” ikilemi, azalarak ta olsa, devam ediyor; “Türkçe”nin ikiye bölünüşü marazı geçmiş değil. Bunun tedâvisi, çâresi, bir sonraki yazımızın konusunu teşkil edecek.

************ Oktay Sinanoğlu -- 23 Mayıs 2005

Mesajlar: 80

Konum: britanya (galler bolgesinden)

Meslek: saglikci

Hobiler: okumak kamp; yazmak, seheyat etmek, muzik & ilahi ve benzeri dinlemek ve en onemlisi dinime olan sonsuz lgi ve istek.

  • Özel mesaj gönder

2

30.09.2005, 08:55

hepinizi saygiyla selamliyorum.
sayin oktay sinan oglunun Hedef Turkiye kitabini okumustum ve gercekten cok ama cok etkilendim ve bunu inanin herkesin okuyup ve bilmesi gereken vasifelerdir, bunu derken sanirim abartmiyorum. suan ingilterede yasiyorum ve her gun bir yabanci kelime ozellikle ingilizce guzel turkcemizin yerini aliyor. birakin 10 yil oncesi bugunun gazetelerini okumakta zorluk cekiyorum. her 10 kelimesinin 4'u yabanci ve radio'da mac dinliyorum adam bu kadarda yabanci kelime kullanmaz. ya ayip gunahtir. bu topraklari kanlariyla sulayan o kefensiz yatanlarin kemiklerini sizlatmiyalim. baska soz soyleyemem. cenabi hak yadimcimiz olsun. ve cenabi hakkin rahmet-bereket ve selami tum ummeti muhammedin uzerinde olsun saygilarimla.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir